Bu süreç, özellikle de gelişen ülkelere para yağan bir döneme denk düştü. Bu yüzden, dış konjonktür darbe ve sonrasındaki belirsizlik dönemini yumuşatan bir atmosfer sağlıyor bize.
Darbe girişiminin bizatihi kendisi büyük bir travma idi. Şimdi başka bir sorunumuz var. O da içerideki siyasi ve kurumsal yönetim alanındaki belirsizlikler ile kimi kendinden menkul işgüzarlıklar. Ankara bir süre daha bunun farkına varamazsa ekonomiye etkisi birkaç ayda daha belirgin hale gelecek. Önce durum tespiti.
İstanbul Sanayi Odası’nın yayımladığı Satın Alma Yöneticileri Endeksi, küresel kriz yılı olan 2009 yılından bu yana ilk defa ‘durgunluk’ karasularına girdi. Endeksin 50’nin altına düşmesi ekonomik durgunluğa işaret eder. Bu endeks, mayıs ayında ilk kez 50’nin altına düşmüştü. Temmuz ayında 47.6 olan değer, ağustos ayında da 47’ye geriledi. Bu seviye 2009 Nisan ayından beri görülmedi.
İç talebin göstergesi olan kredi hacmindeki gelişmeler de bu yavaşlamayı teyit ediyor. Bir süredir gözlenen, ama Ramazan Bayramı öncesinde biraz kıpırdanan krediler reel bir artış göstermiyor, büyüme hızı düşüyor. Özellikle kamu bankalarının, düşen bu büyüme hızını toparlamaya çalışan yüksek kredi genişlemesi olmasa, durum daha vahim olacaktı.
Bu toplantılar, bizim gibi gelişen ülkeler için de çok önemli olmaya başladı. Çünkü 2013’den bu yana ‘Fed ne yapar?’ sorusu gündemin hep ilk sırasında yer alıyor.
Geçen hafta sonu tamamlanan bu toplantılardan, önemli bir iletişim manevrası çıktı. Ne olduğuna döneceğim.
Ancak bu toplantıların ne kadar önemli olduğunu, orada bulunmanın bile önemli bir bakış açısı kazandırdığını vurgulamak gerekiyor.
Önceki yazıda da bahsetmiştim; ABD’deki Jackson Hole adlı vadide kurulu bir kır oteli, her yıl Ağustosta para politikasının ‘Kabesi’ haline geliyor. Bu toplantılarda, odağında muhakkak ABD Merkez Bankası’nın (Fed) politikalarının olduğu konular tartışılıyor. Katılımcıların çoğu merkez bankacılardan oluşuyor.
Amaç, ekonomik büyüme ve enflasyon, finansal istikrar gibi artık ülke aşan küresel konuları tartışmak. Merkez bankası başkanları, iktisatçılar, politika yapıcı kurumlardan temsilciler küresel para politikalarını tartışıyorlar. Tabii ki birincil odağında ABD’deki para politikası var, konular da bunun etrafında tartışılıyor.
Zira hiçbir ülke, bunun etkilerinin dışında değil artık.
İşte dün başlayan bu toplantılarda merak şuydu; nasıl mesajlar çıkacak?
ABD Merkez Bankası FED’in eski başkanı Ben Bernanke döneminde bu toplantıların bir özelliği de şuydu; FED’in para politikasındaki ileri dönük potansiyel bir değişikliğin öncesinde, para politikası konusunda küresel entelektüel bir grubun önünde bunun tartışılması. Böylelikle küresel bir nabız ölçümü da sağlanıyordu. Ancak Janet Yellen’in başkan olması ile bu özellik kayboldu.
Bir yıl önce ilan edilen ‘para politikasındaki sadeleşme’ kararı çerçevesine sokularak, mart ayından bu yana küresel koşulların da sayesinde yapılıyor. Sadeleştirme bir ambalaj, amaç faiz indirimi. Ankara’daki teknisyenler, geçmişte olduğu gibi bugünlerde de dönemsel koşulların sağladığı fırsatı her zaman kullandılar. Ancak, yine her zaman olduğu gibi kendini köşeye sıkıştıran, para politikasını tüm risklere karşı çıplaklaştıran bir pozisyon da aynı zamanda; çünkü faiz artırma zamanı geldiğinde, ‘üçer beşer’ puan artırmak zorunda kalınıyor.
Bankanın hedefi, simetrik bir hale getirmek idi. Son durum şöyle; gecelik borç alma yüzde 7.25, gecelik borç verme yüzde 8.50’de. Banka piyasanın likidite ihtiyacının yüzde 60’ını haftalık repo kanalından yüzde 7.50 ile, kalan yüzde 40’ını da gecelik kanaldan yüzde 8.75’le karşılıyordu. Ortalaması ise yüzde 8’de idi.
Öyle görünüyor ki; yüzde 7.50’lik haftalık repo faizini merkez alan, bunun etrafında bir ‘sadeleşme’ hedefi konulmuş. Amaç enflasyonu odak alan bir sadeleşme değil, faiz indirmekmiş. Böylelikle olasılıkla tabanı yüzde 7’ye, tavanı yüzde 8’e getiren; repo faizini de yüzde 7.50’de tutarak ‘sadeleşme’, simetri de sağlanarak tamamlanmış olacak. Siyasetçilerin hoşuna gidecek bir ‘vitrin’ tamam da, ya enflasyon, ya ekonominin dengeleri? Finansman sorunları olan ekonomide, cari açık turizmle açılmaya başladığında ortaya çıkacak yeni bir kur baskısıyla nasıl baş edilecek?
Düne kadar bankanın piyasaya verdiği paranın ortalama faizi yüzde 8’de idi. Bu faiz, bugünden itibaren yüzde 7.85 gibi bir yere oturacak. Yıl sonu için enflasyon beklentisi ise yüzde 8.21’de idi. Özeti şu; reel olarak negatif faizdeyiz. Daha fazla negatif faize giderek enflasyonu frenleyemezsiniz.
Türkiye’de darbe girişimiyle biten hafta, bizim gibi tüm gelişen piyasa ekonomileri için ilginç biçimde bir rekor haftası idi. Uluslararası Finans Enstitüsü’nün (IIF) izlediği, içinde Türkiye hariç 7 gelişen ülkenin olduğu grubun verilerine göre; o hafta, 7 gelişen ülkeye 2013 Eylül ayından bu yana en yüksek para girişi gözlendi. Türkiye’ye de o hafta tam 1 milyar dolar girdiğini biliyoruz. Bu tutar son bir yılda nisan ayındaki 1.2 milyar dolarlık girişten sonra ikinci büyük girişti.
Darbe girişimi sonrasını izleyen üç haftada bu giriş eriyip gitti. Ancak geçen hafta (12 Ağustos haftası) yeniden giriş görüldü; 682 milyon dolar.
IIF verilerine göre; temmuz ayının tamamında, o 7 ülkeden oluşan gelişen piyasalara hisse senedi ve tahvil alımı ile tam 25 milyar dolar girdi. Ne yazık ki Türkiye, darbe girişimi nedeniyle ‘sıfır çekti’. Payına sadece 64 milyon dolar düşmüş.
Küresel koşullar yanıltmasın; gelişmiş ülkelerin mali piyasalarındaki negatif faiz baskısı, yatırımcıları gelişen ülkelere sürüklüyor. ABD dışında giderek tüm gelişmiş ülkelerde uzun vadeli tahvillerin getirisi negatife döndü. Merkez bankalarının devasa tahvil alımları, durgun ekonomiler, Avrupa’daki batık bankacılık sistemi tam 13.4 trilyon dolarlık tahvilin getirisini negatife çevirdi.
Hayır petrol bulunmadı. Başka bir doğal kaynak da keşfedilmedi. Ankara’da belli ki şöyle bir düşünce geliştirilmiş; madem ki mega projelere kredi sağlanamıyor, o zaman biz kendi varlık fonumuzu kurarız, ‘milletten alıp, millete veririz’.
Bu aynı zamanda, Türkiye’nin cari ve gelecekteki ekonomik modeline dair kafa karışıklığının da yansıması olmalı. 2011’den beri patinajda olan özel kesim yatırımlarının büyümesi için hukukun üstünlüğü ve demokrasinin güçlendirilmesi gerekiyor. Bundan umudu kestik mi?
Ankara’da ekonomi politikasının tıkandığı ve patinaj yaptığı her dönemde ortaya çıkan ‘cin fikirli’ bürokrat, danışman ve siyasetçinin sarıldığı en vazgeçilmez araçtır; bu tür projeler.
Sonunda kullanmayanın cebinden çıkan kamusal garantilerle özel kesime ‘yap işlet devret’ modeli ile yaptırılan yatırımlara, neden başında kredi bulunamadığını tartışmayanlar, ‘petrol bulmuş’ gibi bu fon modeline sarılıyor.
Örneğin 2015 yılında toplam turizm gelirleri 26 milyar dolar olurken, bunun 18 milyar doları bu dönemde sağlandı.Mayıs ve Haziran sayılarındaki düşüşü biliyoruz; izleyen aylarda ne beklemeli?
Önceki gün açıklanan ödemeler dengesi verilerine göre; ilk altı ayda, geçen yılın altı ayına göre turizmde kabaca 3 milyar dolarlık bir gelir kaybımız var. Asıl yüklü kayıplar ikinci yarıya yansıyacak. Haziran ayındaki kaybın geçen yılın aynı ayına göre yüzde 43 olduğunu hesaba katarak, sonrasında da aynı oranda kayıp olacağını varsayarsak; bu yılın ikinci yarısındaki toplam turizm gelirlerinin 6.8 milyar dolar olması beklenir. Bu durumda da, geçen yılın ikinci yarısında toplam 16 milyar dolar gelir sağlandığını göz önüne alırsak olası net kayıp 9 milyar dolar olacak demektir.
Rusya ile ilişkileri yeniden normalleştirme yolundaki onarımların, bu yılki turizm gelir kaybını onarması zor.
Bu eğilim sürerse ki darbe girişimi sonrası ne yazık ki öyle görünüyor; 2016 yılında turizm gelirleri toplamı 14.5 milyar dolara gerileyecek, geçen yıla göre kaybımız 12.1 milyar dolar olacak. Bu da, 2003’den bu yana en düşük gelir demek olacak.
Bankalar mevduat ve diğer yükümlülükleri üzerinden Merkez Bankası’nda zorunlu karşılık tutuyorlar. Bunun oranı örneğin 3 aya kadar vadeli TL mevduatlarda yüzde 11.5 idi. Uzun vadelerde daha düşük. Şimdi bunu yarım puan aşağı çekti.
Peki bankaların maliyetine ya da kredi faizlerine etkisi ne olacak? Kayda değer bir etkisi yok. Örneğin bir bankanın zorunlu karşılıklar ve diğer yasal yükümlülüklerle birlikte kaynak maliyeti diyelim ki yüzde 13.52 olsun; bunu sadece 2 baz puan aşağı çekerek 13.50’ye indirebilecek, o kadar.
Bankalar, TL cinsi zorunlu karşılıkların çok önemli bir bölümünü, kendilerine tanınan seçenek nedeniyle Merkez Bankası’nda döviz olarak tutmayı tercih ediyorlar. Bu yüzden, maliyete bir katkısı olmayacağı bir tarafa, tutmak zorunda oldukları ve kendilerine dönecek TL likiditesi açısından da pek fark yaratmayacak.
Merkez Bankası, özellikle bankaların kredi fiyatlamasında etkili olan gecelik faizleri Mart ayından bu yana 2 puanlık bir indirimle, 10.75’den yüzde 8.75’e kadar çekmişti.