Paylaş
Türkiye’de darbe girişimiyle biten hafta, bizim gibi tüm gelişen piyasa ekonomileri için ilginç biçimde bir rekor haftası idi. Uluslararası Finans Enstitüsü’nün (IIF) izlediği, içinde Türkiye hariç 7 gelişen ülkenin olduğu grubun verilerine göre; o hafta, 7 gelişen ülkeye 2013 Eylül ayından bu yana en yüksek para girişi gözlendi. Türkiye’ye de o hafta tam 1 milyar dolar girdiğini biliyoruz. Bu tutar son bir yılda nisan ayındaki 1.2 milyar dolarlık girişten sonra ikinci büyük girişti.
Darbe girişimi sonrasını izleyen üç haftada bu giriş eriyip gitti. Ancak geçen hafta (12 Ağustos haftası) yeniden giriş görüldü; 682 milyon dolar.
IIF verilerine göre; temmuz ayının tamamında, o 7 ülkeden oluşan gelişen piyasalara hisse senedi ve tahvil alımı ile tam 25 milyar dolar girdi. Ne yazık ki Türkiye, darbe girişimi nedeniyle ‘sıfır çekti’. Payına sadece 64 milyon dolar düşmüş.
Küresel koşullar yanıltmasın; gelişmiş ülkelerin mali piyasalarındaki negatif faiz baskısı, yatırımcıları gelişen ülkelere sürüklüyor. ABD dışında giderek tüm gelişmiş ülkelerde uzun vadeli tahvillerin getirisi negatife döndü. Merkez bankalarının devasa tahvil alımları, durgun ekonomiler, Avrupa’daki batık bankacılık sistemi tam 13.4 trilyon dolarlık tahvilin getirisini negatife çevirdi.
15 Temmuz haftasına göre son bir ayda gelişen piyasalarda borsalar yükseldi. O güne göre yüzde 3-5 yukarıdalar. Bizde ise yüzde 5’e yakın aşağıda. Gelişen ülke paraları da değerlendi. Örneğin TL ile paralel seyreden Güney Afrika Randı yüzde 8 civarında değerlendi. TL ise yüzde 2 civarında değer kaybetti.‘Son bir ayda ne oldu?’ sorusunun yanıtı bu: Türkiye’deki mali piyasalar, küresel mali piyasalardaki olumlu havanın rüzgârı ile nemalanamasa da, darbe girişiminden kötü etkilenmekten uzak durmuş oldu.
Buna karşı ‘iç örnek’ olarak, içeride yerleşiklerin döviz hesaplarını TL karşılığı bozdurmaları gösterilebilir. Ancak, bu sanıldığı kadar yüksek değil. Döviz hesaplarındaki azalış, TL karşılığı bozdurulduğu anlamına gelmiyor.
İlk veriler, 10-11 milyar dolar olarak görünen döviz hesap azalışının yarısı kadar bir ‘bozdurma’ olabileceğini gösteriyor. Yurttaşların 10-11 milyar dolarlık döviz bozdurduğunu kabul etsek bile; bunları satın alanların, ki hep yabancı yatırımcılar olduğu varsayılıyor; bu dövizleri yurtdışına çıkardıklarını da kabul etmemiz gerekiyor. Bu da bankaların döviz varlıklarında azalış demektir. Ne olduğunu, ileride ödemeler dengesi sonuçlarında göreceğiz.
KREDİ NOTU
Türkiye için bundan sonra en önemlisi, mevcut yatırım sınıfı kredi notunun korunabilmesidir. Notun korunması için önümüzdeki birkaç ay son derece önemli. Ekonomi politikası unsurlarından çok daha önemlisi, politik unsurlar ve yönetsel süreçler ön planda olacak.
Darbe girişimi sonrasında daha belirginleşti ki; ekonomi yönetiminde son kabine görev dağılımı ile ortaya çıkan ‘ayrı tellerden çalma’ tablosu, kriz yönetiminde de zorluk yaratıyor. Kabinenin ekonomi ile ilgili iletişimini yönetme çabası pek hissedilmiyor.
Türkiye’ye hiç yatırım sınıfı not vermeyen kredi dereceleme şirketi S&P’nin, mevcut ‘spekülatif’ sınıftaki notu bile bir basamak indirmesi sonrasındaki yapılan açıklamalara bakanlar, bunun neredeyse bir ‘felaket olduğu’ sonucunu çıkarabilirdi.
Özellikle, dereceleme kuruluşu Moody’s not indirimi için izlemeye geçtiğini duyurduktan sonra ilginç, farklı açıklamalar, kaygıları artırıcı değerlendirmeler yapıldı. Örneğin, darbe girişimi sonrasında ‘ekonomideki zararının 300 milyar’ olduğunu açıklayan bakanlar çıktı. Normali, ‘olan hasarları onaracağız’ demekti.
Moody’s açıklamasının, sanki bu kuruluş Nisan 2014’te görünümü negatife çekmemiş, sanki en fazla iki yıl gibi uzun bir sürenin sonunda nihai bir noktaya gelmeyecekmiş gibi tepki verilmesinin tek bir nedeni var; iç kamuoyuna ‘hatamız yok’ mesajı vermek. Politik alanda yapıldığı gibi; her kötülük, her musibet olgu ‘dışarıdan geliyor’.
Son bir aydaki kriz yönetiminin iyi olduğu söylenemez. Küresel rüzgarlar sayesinde, hafif geçiriyoruz.
Paylaş