Paylaş
Bu toplantılar, bizim gibi gelişen ülkeler için de çok önemli olmaya başladı. Çünkü 2013’den bu yana ‘Fed ne yapar?’ sorusu gündemin hep ilk sırasında yer alıyor.
Geçen hafta sonu tamamlanan bu toplantılardan, önemli bir iletişim manevrası çıktı. Ne olduğuna döneceğim.
Ancak bu toplantıların ne kadar önemli olduğunu, orada bulunmanın bile önemli bir bakış açısı kazandırdığını vurgulamak gerekiyor.
Önceki yazıda da bahsetmiştim; ABD’deki Jackson Hole adlı vadide kurulu bir kır oteli, her yıl Ağustosta para politikasının ‘Kabesi’ haline geliyor. Bu toplantılarda, odağında muhakkak ABD Merkez Bankası’nın (Fed) politikalarının olduğu konular tartışılıyor. Katılımcıların çoğu merkez bankacılardan oluşuyor.
Ancak, son yıllarda, bu profillere biraz da para politikasının uygulamacıları ilave edilmiş. Uygulamacılardan kasıt, para politikası kararlarını piyasada uygulayan merkez bankası bölümlerinin yöneticileri. Çünkü potansiyel sonuçları en iyi tartışabilecekler onlar.
ÇETİNKAYA NEDEN GİTMEDİ?
1975’den bu yana yapılan bu toplantılara, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası 1990’ların başından bu yana katılıyor. Bu toplantıları sektirmeden katılan tek başkan Erdem Başçı olmuş. Başçı, 5’i başkanlığı döneminde tam 6 kez katılarak rekoru elinde bulunduruyor. Başçı’nın belirgin özelliği; bu toplantılarda küresel para politikalarını koklayıp, döndüğünde içeride daha düşük faizin nasıl hayata geçirilebileceğine dair formüller üretmesi idi.
Yeni başkan Murat Çetinkaya’nın katılıp katılmayacağını sorduğumda, “Banka üst yönetimimizin seyahat programları ve katılacağı programlar açıklanmamaktadır” denilmişti.
Ertesi günü bu ‘gizli’ bilgiyi Kansas Fed’in web sitesindan öğrendim; hayır katılmamıştı. Katılmadığı gibi, ne bir yardımcısını, ne de araştırma genel müdürünü göndermişti.
ENFLASYONDA İLERLEME YOK
Gelelim önemli iletişim manevrasına. Bunun ne olduğundan önce, o güne gelene kadar ki mali piyasalardaki ruh halini aktarmak gerekiyor.
Son dönemde fazlasıyla ön plana çıkan tartışma, merkez bankalarının aşırı gevşek para politikalarının uzun vadeli tahvil faizlerini rekor düzeyde düşük bir yere getirdiği, ancak bunun da artık işe yaramadığı, yeni bir durgunluk dalgası karşısında merkez bankalarının elinde hiçbir alet kalmadığı yönündeki inanç nasıl kırılacaktı?
Para politikasında merkez bankalarının negatif faize geçtiği iki ana ülkenin Avrupa Bölgesi ve Japonya’da, olanca tahvil alımı yapılarak piyasaya para sürülmesine karşın, enflasyonda milim ilerleme yok. Kredi talebinde de, ekonomik büyümede de.
Öyle ki Japon Merkez Bankası’nın tahvilden fazlasını; hisse senedi fonlarını da satın alıyor olması beklentileri pek de değiştirmiş değil.
GÜVENİ DİK TUTMAYA ÇALIŞIYOR
Jackson Hole toplantıları öncesinde, küresel çapta 13-14 trilyon dolarlık bir tahvil stokunun negatif getiriye dönmesi, aslında hem bir korkuyu gösteriyor, hem de o korkuyu besliyor.
O korku da; mali sektördeki çöküş korkusu. Bu yüzden önde giden ‘yatırım gurularının’ “Altın alın” diye mırıldanıp durmaları dikkat çekiyor.
Malum; altın bir ‘karşı taraf riski’ taşımayan belki de tek yatırım aracı. Hisse senedi de olsa, tahvil de olsa ihraç edenin bir yükümlülüğü var. İhraç edenin batma, alacağın ödenmemesi riski var.
Yellen, Jackson Hole’daki konuşmasında, bir taraftan faiz artırım patikasındaki durumun güçlendiğini söylerken, diğer taraftan da bu korkulara dair temelin altını boşaltmak istedi. Geçmişte ve şimdi uygulanan, ileride de olası politika araçlarını anlatarak, bu araçların hala etkili olduğunu, gerektiğinde yine iş görebileceğini vurguladı.
Bu konuşmanın mesajı ve anlamı şu olmalı; ‘verilerin güçlenmesiyle faizi artıracak olmamız dünyanın sonu değil, iş tersine dönerse yine geçmiş ve bugünkü, hatta hiç devreye alınmamış araçları kullanabiliriz. Bunlar geçmişte etkili olduğu için, yine işe yarar.’
FISCHER CİDDİYE ALINDI
Nitekim, Yellen’in bu konuşmasını hafife alan piyasa oyuncuları yardımcısı Stanley Fischer’in görece şahin konuşmasıyla ciddiye aldılar. Fed piyasayı faiz artışına hazırlarken, ‘para politikalarının işe yaramadığı’ düşüncesine de bu iletişim manevrasıyla yanıt veriyor.
Daha ‘güvercin’ politikaları savunan Eski Hazine bakanlarından iktisatçı Lawrence Summers ise Washington Post’a yazdığı yazıda, “Fed’in hep faiz artışının normalleşmenin eli kulağında olduğunu söylediğini, ancak bir türlü yapmadığını” söyleyerek, hem Fed’in itibarına hem de ekonomiye zarar verdiğini, bundan vazgeçerek hem ekonominin hem de gelişen piyasaların üzerindeki baskının ortadan kaldırılması gerektiğini yazdı.
Fischer ise ekonomideki büyümeye dair kötümserliğin verimlilikle ilgili olduğunu söylüyor. Merkez bankacılar, verimlilik sorununa para politikası ile çözüm bulunamayacağını, ‘topun’ siyasetçilerin bahçesinde olduğu düşüncesinde.
Paylaş