Uğur Gürses

Enflasyon hesabında anlamsız tartışma

19 Ekim 2016
EKONOMİ Bakanı Nihat Zeybekci’nin, tüketici fiyatları (TÜFE) içindeki gıda ve alkolsüz içecek fiyatlarının ağırlığının yüzde 20’nin altına ineceği yönündeki açıklaması, hiçbir yere gitmeyeceği gibi; gereksiz spekülasyona ve istatistik güvenilirliğinde hasara yol açacak bir açıklama.

Tehlike şurada; normal yöntemlerin dışında zorlama ile yapılacak bir değişiklik, ‘Türkiye enflasyonu düşüremiyor; enflasyondaki önemli bir etken olan gıdanın ağırlığını düşürerek buna çözüm bulmaya kalkıyor’ resmini yaratır.

 

Gıda fiyatlarındaki görece yüksek artış ve yüksek dalgalanma doğal olarak genel enflasyonu da aynı ölçüde etkiliyor. Nedeni de, gıda ve içecek fiyatlarının enflasyon hesabında yüzde 23.7’lik bir ağırlığı olması.

 

Bir süredir, gıda ve içecek fiyatlarındaki yüksek artış ve dalgalanmanın nedenleri üzerine tartışmalar yapıldı; Ankara’da Gıda Komitesi kuruldu. Normali, fiyat artışlarına ve yüksek fiyat dalgalanmasına neden olan yapısal sorunların çözülmesi. Bunu da hükümet yapacak.

 

Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, TÜFE hesaplanmasındaki bu yüzde 23.7’lik gıda ağırlığının yüzde 20’nin altına ineceğini açıkladı. İş burada çetrefilleşti. Zira keyfi olarak ya da “başka ülkelerin çoğunda yüzde 20’nin altında, biz de çekelim” diyerek bu ağırlığı aşağı çekme olanağı yok.

 

Yazının Devamını Oku

Euro’yu getir kârı götür

18 Ekim 2016
Merkez Bankası, ‘Döviz getirip teminata koyarak istediğiniz kadar Türk Lirası alabilirsiniz’ deyince bankalar Avrupa’dan negatif faizle borçlanıp Merkez Bankası’na verdi. Böylelikle tam 7.2 milyar Euro Merkez Bankası’na getirildi.

MALUM 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ertesinde Merkez Bankası geniş bir likidite önlem paketi açıklamıştı. O paket içinde, daha önce bilançoları oranında limitleri olan bankaların, Merkez Bankası’na döviz getirerek bunu teminata koyup istedikleri kadar, limitsiz TL alabilecekleri de vardı. Bu pencere ilk defa açılmıştı. Bu pencere, diğerleri ile birlikte doğru bir adımdı.

 

Gidişattan da görüldü ki, öyle çok yüksek bir para talebi ortaya çıkmadı. 15 Temmuz’u izleyen bir aylık dönemde, vatandaşın cebinde tutmak için talep ettiği nakit para miktarı ortalamada sadece yüzde 3.8, yani 5 milyar TL artmış.

 

İşin doğrusu bankaları likidite açısından sıkıştıran bir durum olmadığı görülüyor. İlave verilen TL likiditesinin de bankaların mevcut imkanları çerçevesinde sağlanmış olduğu çok açık. Durum böyle iken; haziran sonundan eylül sonuna, Merkez Bankası’na götürülen ilave döviz miktarının kabaca 7 milyar dolar olduğu görülüyor. Bunun resmi rezervleri artırıcı yönde olduğunu da not düşelim.

 

Peki madem para talebi sınırları zorlayacak kadar değildi de, Merkez Bankası bilançosundan gördüğümüz 7 milyar dolarlık döviz teminat artışı ne demek oluyor?

 

Yazının Devamını Oku

Döviz kurunu lafla ‘düzeltmek’

14 Ekim 2016
Dolar kuru yükselince devamında ne olacak sorusu akıllara düştü. İşin ilginç tarafı, bu konuda hiç konuşmaması gerekenler, ‘işi düzelteyim’ derken, bozuyorlar.  


Dolar kuru bir sonuç; ekonomik, siyasi ve jeopolitik durumun, gelişmelerin bir sonucu. Döviz kurunun ana seyri ve ‘omurgası’ orta vadede ülkedeki yapısal nedenlerin bir sonucu; bu ana seyir etrafındaki dalgalanmalar da, bu alanlardaki kısa vadedeki  gelişmelerin sonucu. Kısa vadeli dalgalanmalarda aşırılıklar varsa ve de yapısal unsurları içermiyorsa zaten zamanla kayboluyor.

 

Döviz kurunun serbestçe piyasada belirleneceği, Merkez Bankası’nın ya da hükümetin bir kur hedefinin olmayacağı 2001’deki kriz sonrası kur rejiminin değiştirilmesiyle ilan edilmişti. Çok aşırı dalgalanmalarda her merkez bankasının yaptığı gibi Merkez Bankası da zaman zaman müdahil oldu.

 

Şimdi bu sıralar, her önemli kur hareketi yaşandığında olduğu gibi, çokça döviz kuru konuşuyoruz. Peki neden? En önemli neden; şirketlerimiz epeyce döviz borçlusu. Sadece bu değil, döviz borçlusu olan şirketlerin kayda değer bir açık pozisyonu var. Bunun anlamı, döviz borçlusu şirketin elinde dövizi yok, varlıkları TL cinsinden. Her kur artışı şirkete zarar yazdırıyor. Alacaklı açısından da, borçlunun TL cinsi borç ödeme kapasitesini azaltıyor.

 

Kur artışı, aynı zamanda dövizle ham madde satın alıp ürettiği ürünü TL ile satan açısından da, büyük sorun; maliyetler hızla artarken, satış fiyatını aynı hızla artıramıyor şirketler. Tüketici için de sorun; birçok mal ve hizmetin girdisi dövize endeksli; bu da satın alma gücünü azaltan enflasyon demek.

Yazının Devamını Oku

Döviz arz ve talebinde rahat dönem geride kaldı

13 Ekim 2016
DÖVİZ kuru 15 Temmuz darbe girişimi öncesine göre yüzde 7’ye yakın, 23 Eylül’de Moody’s’in kredi notumuzu düşürmesinden bu yana ise yüzde 4 arttı. Her zaman kur arttığında olduğu gibi “ne oluyor?” sorusu soruluyor.

Birincisi, Türkiye’ye gelen sermaye akımının yavaşladığı görülüyor. Temmuz ve ağustostaki ödemeler dengesi verilerden görüyoruz ki; cari açığın yarısı kadar finansman gelmiş. Açık yurtdışındaki mevduatlardan kapatılmış ki; net hata noksan yükselmiş.

 

İkincisi, önemli döviz akım kaynağı olan yabancıların tuttuğu hisse senedi ve tahvil miktarındaki değişim sıfır. Döviz gelmezse kur yükseliyor. Hele çıkarsa daha sert yükseliyor. Olağanüstü hal uygulamasının devamı yabancı yatırımcıyı tedirgin eden önemli bir unsur. Siyasetçilerin “yeni bir girişim olacak” tarzı söylemleri de bu tedirginliği besliyor.

 

Üçüncüsü, son bir yılda ödemeler dengesinde kabaca 15 miyar dolarlık rahatlama sağlayan ve de kur üzerinde baskıyı azaltan petrol fiyatları yeniden 50 doların üzerine çıktı. İleriye dönük beklentileri bozuyor, kur tahminlerini de.

 

Dördüncüsü, ağustos itibariyle son bir yılda 7 milyar dolara patlayan turizmdeki kötü seyrin ‘cebe’ yansıması belirginleşiyor. Gelecek yıla dair beklentilerin zayıf kalması kur üzerine etkili oluyor.

 

Yazının Devamını Oku

Yetiştiriken öğreniyoruz

12 Ekim 2016
OECD’nin Uluslararası Finansal Eğitim Ağı (OECD/INFE) tarafından düzenlenen “Yetişkinlerin Finansal Okur Yazarlık Yeterliliği” araştırması sonuçları yayımlanan raporla duyuruldu.

17’si OECD ülkesi, 30 ülkede yapılan araştırma sonuçlarına göre Türkiye, üç ana kategorideki toplam değerlendirmede 12.5 puanla 30 ülke içinde 21. sırada yer alıyor. OECD ortalaması 13.7 puan, tüm ülkeler ortalaması ise 13.2 puan olarak hesaplanmış. İlk beşte olan ülkeler ise sırasıyla Fransa, Finlandiya, Norveç, Kanada ve Çin (Hong Kong).

 

Araştırmada yaşları 18 ile 79 arası yetişkinlerin finansal okur yazarlığı, davranışları ve eğilimleri ölçülmüş. 30 ülkeden 50 bin kişi yanıt vermiş; Türkiye’den katılan kişi sayısı ise 3 bin 3 kişi.

 

Araştırmanın üç ana bölümü var; birinci bölümde bireylerin finansal bilgi durumu ölçülmüş. İkinci bölümde mali konulardaki davranışları, üçüncüsünde ise uzun vadeli eğilimler ölçülmüş.

 

Türkiye’den çıkan sonucu en başında özetleyelim; gelir yetersizliği ve düzensizliğinin sonucunda borçlanma, ekonomik dalgalanmalar ve enflasyon altında geçim zorluğunda, finansal okuryazarlığı ‘alaylı’ olarak öğrenmiş bir toplum tablosu sonuçlara yansımış. Türkiye’deki yetişkin bireyler, hanedeki gündelik ekonominin koşulları altında, temel finansal yetileri kazanmışlar, ‘öğrenmişler’. 

 

Yazının Devamını Oku

DTH faizlerine de sevinecek miyiz?

11 Ekim 2016
KREDİ notunun indirilmesini izleyen ilk haftada, bu indirimin nasıl bir etkisi oldu?


Birincisi, Merkez Bankası’nın döviz rezervleri 4.3 miyar dolar azaldı, ikincisi de yerleşik olmayanların yani ‘yabancıların’ tuttuğu menkul değer miktarı 604 milyon dolar arttı. Ama siyasetçiler madalyonun tek tarafı ile sevinmeyi tercih etti;  “yatırımcı Moody’s’i takmadı”

 

İşin doğrusu hemen ilk hafta ne oldu diye bakarak bir sonuç çıkarmaya çalışmak anlamlı değil, sağlıklı da değil. Sonuçları zamana yayılacak. En basitinden, böyle nota bağlı yatırım yapanların ‘zorunlu çıkış’ halinde genel kuralı ‘bir ay içinde’ diyor.

 

Bankalardaki 5-10 milyar dolarlık döviz hesabı (DTH) azalışından “vatandaş TL’ye döndü” diyerek sevinmek, buradan bir ‘kerteriz’ yaratmak ne kadar doğru? Bankalar, bu hesaplardaki açığı-azalışı yerine koymak isteyecektir değil mi? Peki döviz hesaplarındaki azalışa ‘vatandaş döviz bozdurdu’ diye sevinenler acaba döviz hesaplarına teklif edilen faizlerin neden yükseldiği ile dolar hesaplarının faizlerinin 1-1.5 puanlık artışla neden yüzde 3-3.5’e çıktığı ile de ilgili mi? Bunun da, döviz hesaplarını çekici kıldığı, TL’nin cazibesini azalttığı ve dolarizasyonu desteklediğinin farkındalar mı?

 

Siyasetçilerden beklenen,

Yazının Devamını Oku

Milli gelirde 'kur' varsayımı

4 Ekim 2016
Açıklanan yeni ‘Orta Vadeli Program’a (OVP) göre 2017’de kurun sadece yüzde 7.5 (bugüne göre yüzde 4), izleyen yıllarda ise sırasıyla yüzde 3.7 ve 2.4 artacağı varsayılmış. Yani kuru 2 yılda toplamda sadece yüzde 8’lik artışta tutarsak 10 bin dolarlık kişi başı milli gelire 2018’de yeniden erişiyor olacakmışız.

YENİ ‘Orta Vadeli Program’ın (OVP) ana hatları dün açıklandı. Ancak yine pembe tablolar içeriyor.

İşin doğrusu; bu tür programlar, hükümetlerin orta vadede ekonomiyi nereye götürme niyetinin kamuoyuna dönük yol haritasıdır. Biraz iyimserlik dozu normal karşılansa da, nedense bizde “şuraya bir orman çizelim, yemyeşil olsun’ havasında oluyor.

OVP’ye göre 2016 yılını yüzde 3.2 büyüme ile bitireceğiz. Buradan çıkan varsayım şu olmalı: İlk ayında darbe girişimi ve devamında OHAL ilan edilen üçüncü çeyrekte yüzde 2, içinde bulunduğumuz son çeyrekte yüzde 3 büyürsek tüm yılı yüzde 3.2 büyümeyle bitirebiliriz.

Oysa ikinci çeyrekte zar zor yüzde 3.1 büyüyebilmiştik; o da kamu harcamalarının belirgin desteği ile.

Yazının Devamını Oku

Almanya’nın ‘baş ağrısı’: Deutsche Bank

1 Ekim 2016
ALMAN bankacılık devi Deutsche Bank’ın başı belada.

 

Hisseleri hızla düşüyor. Oysa 2008 krizi öncesinde en önde gelen bankalardan biriydi. “Deutsche Bank Avrupa bankacılığının ‘Mercedes S’iydi; şimdi Volkswagen Polo’dan biraz fazlası”. Bir uzman Euromoney’e böyle özetliyor durumu.

 

Bundan çeyrek yüzyıl önce Alman bankacılığının amiral gemisi Deutsche Bank’ın Frankfurt’taki ikiz kulelerindeki ‘karargahına’ girerken çok heyecanlıydım. Orada olma amacım, Merkez Bankası’nın rezerv yönetimi açısından Alman tahvil piyasasını daha fazla öğrenmekti. Burası Avrupa finansal piyasalarının ‘imparatorluğu’ idi. 90’lı yılların başlarında klasik bankacılığı geride bırakıp, daha çok yatırım bankacılığına, yani menkul değer ve türev piyasasına dalmıştı. Bu alanlarda uzun süre Kıta Avrupası’nın lideri oldu. Bende kalan; çok profesyonel kadroları ve geniş bir dağıtım sistemleri vardı. Ama piyasa lideri olmanın getirdiği bir de aşırı güven.

 

Aynı kulvarda olan Lehman Brothers da, kuralları, aklı ve matematiği aşan güven ve hırsla 2008’de battı;  küresel krizin pimini çekti.

 

Deutsche Bank’ın başının belada olmasının nedeni, küresel kriz ve özellikle 2011 Yunanistan krizi sonrasında derinleşen sermaye yetersizliği ve sonrasındaki gelişmeler; bankaya kesilen para cezaları ve de Alman hükümetinin bankayı kurtarma konusundaki isteksizliğinin kamuoyuna sızması. Son olarak da, aynı zamanda büyük bir saklama ve takas bankası olması nedeniyle; bazı büyük fonların, varlıklarını ve nakit paralarını bankadan çekme kararı bu düşüşü hızlandırdı. Banka, saklamada kalan müşterilerin sayısının hala 800’ü aşkın olduğunu açıklasa da, hisse fiyatları hızla geriledi.  

Yazının Devamını Oku