11 Şubat 2012
Kız kardeşim geçen yıl anne oldu. Sadık bendeniz de babalığa ilaveten, dayılık unvanı aldı.
Banu Kiremitçi Bozkurt kendine “serbest yazar” der.
Senaryo yazar, reklam yazar, hikâye yazar, hepsini güzel yazar.
Şimdi de tazeanne.com sitesine, lohusalık macerasını yazmış.
Ebeveyn adayları ve taze ebeveynlerle paylaşayım dedim. Yazının tamamı sitede.
“Lohusalıkla ilgili en ufak bir fikrim yoktu” diyor: “Hatta hamileliğimin sonlarına doğru kitapçıda ben sinema dergileri alırken yanımdaki bir diğer hamilenin bebek büyütme kitaplarını aldığını görünce bayağı paniğe kapılmıştım.
Bebek bakmayı bırakın, hayatımda bebek tutmuşluğum yoktu. Hamile arkadaşım bile olmamıştı. Lohusalık da, tahmin edersiniz ki, kuantum fiziği kadar anlaşılmazdı benim için.
Yaşadığım dönemi zorlaştıranların başında kendim geliyorum. ‘Yenilmemem gereken bir savaşa’ girdiğimi zannederek kendimi epeyce hırpaladım.
Yazının Devamını Oku 10 Şubat 2012
Bana diyorlar ki “Ece Temelkuran’ı arkadaşın olduğu için savunuyorsun!” Gayet tabii. Savunmayacağım insanla niye arkadaşlık edeyim? Deli miyim ben?
Arkadaşlarımı siyasi fikirlerine göre seçmem. Allah’tan onlar da beni öyle seçmez. Fikirleri benimkilerle aynı az arkadaşım var.
Zaten arkadaşlık dediğin, anlaşamasan bile birbirinin halinden anlamak. Aynı düşünceleri olmasa bile, “düşünmeyi” paylaşabilmek.
Böyle bir grup arkadaş, arada bir buluşuruz. Hepimiz başka kafada, başka işlerle uğraşan, başka takıntılara sahip tipleriz. Ama anlarız birbirimizin halinden.
Ece biz konuşurken dalar gider uzaklara. Öyle zamanlarda kız çocuklarına benzer.
Sanırsınız tartışma programlarında kükreyen kadın o değil.
Allah bilir o sırada Beyrut sokaklarında takılmakta, Kartaca limanından Fenike gemilerine bakmakta ya da Diyarbakır’da gördüğü çocuğu düşünmektedir.
Ece İzmirlidir ve fahri Diyarbakırlı sayılır. Haliyle, muhalif olması kaçınılmazdır. Ne de olsa bu iki şehir, muhalefetin iki ayrı kalesi.
Muhalif takıldığı için, dostu da düşmanı da çoktur.
Ama yine de değişmeye çalışmaz. Çalışsa da beceremez zaten.
Kendisi bugünlerde sert bir sınavdan geçiyor: Bir sürü okun, düşmanca bir kampanyanın hedefinde.
Eminim bu sınavdan tazelenmiş, fikrine ve gönlüne yeni pencereler açmış olarak çıkacak.
Ece ile her konuda hemfikir olmayabiliriz. Ama bu, arkadaşlarımızı sokakta bulduğumuz anlamına gelmez. Haliyle, onları aslanlar gibi savunuruz.
Arkadaş dediğin savunulur. Kurda-kuşa bırakılmaz. Kimse kusura bakmasın.
Ece’nin yeni kitabı “Kayda Geçsin” de, son iki yılın bir nevi seyir defteri. “Düşünmeyi” paylaşacak arkadaşlara duyurulur.
Ülke değil itibar mezarlığı
MİT Müsteşarı’nın sorguya çağrılmasını “MİT’i itibarsızlaştırma girişimi” sayanlar var.
Tabii Terörle Mücadele Şube Müdürü’nün görevden alınmasını “emniyeti itibarsızlaştırma girişimi” sayanlar da.
Bu arada birileri muhalefeti, diğerleri iktidarı, başka birileri futbolu ya da askeriyeyi, gücü yetenler de Atatürk’ü itibarsızlaştırma kampanyalarına devam ediyor.
Sonuçta olan “total itibarımıza” oluyor. Sonra da soruyoruz “ülkemizin itibarı niye bu halde” diye.
Takkeyi koyup düşünmeye itibar eden yok.
Hedef kitlemi açıklıyorum
Mustafa Kemal’i sevmeyenler için yazmıyorum.
Millete “göbeğini kaşıyan adam” falan diyenler için de yazmıyorum.
“Herkes başını örtsün” ya da “Herkes başını açsın” buyuranlara yazmıyorum.
Çocukları, kadınları, hayvanları dövenler için yazmıyorum.
Her Kürt’ü terörist, her Türk’ü faşist, her Müslüman’ı yobaz sananlara yazmıyorum.
Aşka inanmayanlara hiç yazmıyorum.
Bunlar dışında kim kaldıysa, ben işte onlar için yazıyorum.
tatlı Sözlük
Kış: Uzun ve güzel bir Rus romanı.
Yazının Devamını Oku 6 Şubat 2012
Ahmet Altan’a söyleyin, “dindar gençlik” muhabbetine bozulmuş gibi yapmasın. Yemezler. Dindarlık, liberalizmin şartlarından. Ama Altan’ın bunu itiraf edeceğini sanmam. O halde ben edeyim, müsaadenizle.
Hiç düşündünüz mü: Doların üstünde niye “Allah’a emanetiz” yazar?
Niye kovboy filmlerindeki rahip, kasabanın hayta gencini “geçen pazar seni kilisede göremedim Maykıl!” diye fırçalar?
Rahip efendi çok mu özlemiştir Maykıl’ı? Hayta Maykıl olmasa cemaat mi çöker?
Asıl mesele, kasabada istikrarı korumaktır. Çünkü olay, Amerika’nın yeni kapitalistleştiği zamanda geçer. Kimsenin gözünün yaşına bakılmayan, “vahşi batı” günlerinde.
Maykıl kiliseye gidecek ki içkiye-kumara alışmasın. Milletin karısına-kızına asılıp huzuru bozmasın. Efendi gibi gitsin çalışsın madende.
Bu yüzden parasının üstüne “Allah’a emanetiz” yazar Amerikalı. Liberal sistemde Allah’tan başka güvenilecek kimse yoktur. İcabında öz babanı tanımazsın.
Obama bile geçenlerde “aslında çok dindar bir insan olduğunu” söylemek zorunda kaldı. Sebep: Seçmenin üçte ikisi dindar başkan istiyor.
Eh, biz de nihayet “Küçük Amerika” olduğumuza göre... Rabbim “Cleveland” diyeli memlekete gerçek kapitalizm geldiğine göre...
Gayrı romantikler “ezik”, başkası için üzülenler “enayi”, önce vatan diyenler “Niyazi” sayılır yurdumuzda.
Ulusal bilincine ve kuruluş felsefesine boş vermiş Türkiye’yi ancak din bir arada tutar.
Ahmet Abi söyleyemezse biz söyleriz.
Liberallerin siyaset konuşurken, para diye bir şey yokmuş gibi davranmasının da hastasıyız ayrıca.
Haliyle, “dindar gençlik yetiştirmek istiyoruz” derken kendi açısından gayet haklıydı Başbakan. Ofsaytta kalan, bizim aslan liberaller.
Asıl kaplan Punky Şaban
Gün geçmiyor ki “Berlin Kaplanı filmi benden çalındı” diyenler kervanına yeni bir isim katılmasın.
Sanırsınız ortada kimsenin düşünemeyeceği bir fikir var. Sanki “gurbetçi komik” tiplemesi çok yeni bir şey.
Oysa “Komik Almancı” filmlerinin atası, Kemal Sunal’ın “Katma Değer Şaban”ıdır. O filmi çeken Kartal Tibet bir şey demediğine göre, bize susmak düşer.
Zaten “Berlin Kaplanı”nın sırrı, senaryodan çok Ayhan Kaplan’ın tatlılığında. Tıpkı “Punky Şaban” gibi.
Isındıkça donuyormuşuz
Nerede bu küresel ısınma!” diye feveran ettim ya, cefakâr Hürriyet okurları yetişti imdadıma.
Klimatolojik cehaletimle dalga geçtikten sonra, bir güzel aydınlatmışlar. Bencileyin gafillere kısaca aktarayım.
Meğer küresel ısınma kutuplardaki buzulları erittiği için, İngiltere dolaylarındaki Gulfstream sıcak su akıntısı soğuyormuş.
Malum, Gulfstream Avrupa iklimini yumuşatır.
Buzullar eridikçe o soğuyor, o soğudukça Avrupa donuyor: Gayet basit ve ikna edici.
tatlı Sözlük
Dostluk: Kaldığı yerden devam edebilen şey.
Yazının Devamını Oku 4 Şubat 2012
Başlık polisiye İsveç romanı gibi oldu ama mevzu aslında Ayşe Özyılmazel’in yazısı.
Daha doğrusu, Ayşe Özyılmazel Taran. Yoksa Ayşe Taran mı? Bizim Ayşe işte canım, anlayın.
Köşesine “karışık” bir yazıyla uğradı Ayşe. Hem de ne uğrayış!
İtiraf edeyim, epeydir bu kadar “kadın” ve “cesur” bir yazı okumadıydım. Bir nevi ruhsal striptiz!
Hem kendi kariyerini hem de köşe yazarlığı müessesesini masaya yatırmış. Şöhretini, hatalarını, geçmişini, hayatın içindeki savruluşlarını da yatırmış aynı masaya.
Masa da masaymış ha: O kadar lafı yemiş ama maşallah bana mısın dememiş.
“Bugüne kadar aklım neredeydi bilmiyorum” diyor: “Yazıyordum, medya-magazin sitelerinde yazım çıkıyordu, alkışlanıyordum, tartışılıyordum, herkes memnundu. Ama insan başına gelmeden anlamıyor işte. Köşe yazarlığının gideri, birilerini parçalamak.”
Boşuna dememişler “şeytan, empatinin yokluğunda gizlidir” diye. Keşke birbirimizin hissiyatını hesaba katabilsek.
Yazının Devamını Oku 3 Şubat 2012
Kasımpaşalı Tayyip Erdoğan ile Brooklynli Paul Auster arasında sular durulmuyor.
Kasımpaşa, İstanbul’un Brooklyn’i sayılır. Ya da Brooklyn, New-York’un Kasımpaşa’sı.
Raconları bile benzer. İki mahallenin ahalisi de altta kalmayı sevmez. Taşı gediğine oturtmayı sever. İki mahallede de kavgadan kaçılmaz. Racon uğruna icabında can verilir.
Kasımpaşa’dan Başbakan da çıkar, kabadayı da. Kasımpaşa ikisiyle de övünür. Brooklyn’den hem yazar hem gangster çıkar. Brooklyn onların efsaneleriyle doludur.
Kasımpaşa, şehrin hem kalbinde hem de dışındadır. İstanbul’a fazla bulaşmaz. Kendi güzelliğini yaşar.
Brooklyn de, New York’un geri kalanına mesafelidir. Sanatçısıyla, dindarıyla, torbacısıyla ayrı büyüsü vardır.
Bir Kasımpaşalı ile bir Brooklynli bugüne kadar hiç kapışmamıştır.
Kimsenin aklına Kasımpaşalı bir Başbakan ile Brooklynli bir yazarın kapışabileceği gelmemiştir.
Yazının Devamını Oku 1 Şubat 2012
Şu dünyada hayalinin gerçekleştiğini gören fikir adamı azdır. Mehmet Altan onlardan biri.
90’ların başında biz Galatasaray’da öğrenciyken, Mehmet Altan’ı panele davet ederdik. O da sağ olsun, kırmazdı. Onca işinin arasında gelirdi kültür şenliğine.
Nazik, biz liseli ukalaların sorularını sabırla cevaplayan bir aydın olarak hatırlarız onu.
Yanında illa ki bizim kafadan birilerini davet ederdik: Uğur Mumcu, Ali Sirmen, Bülent Tanör...
Reyting yapacağız ya!
Zaten zıt kutuplardan tartışma ikilileri ağırlama konusunda uzmanlaşmıştık: Toktamış Ateş-Abdurrahman Dilipak ya da Cem Özer-Can Kozanoğlu.
Lise müdürü Erdoğan Teziç, “çocuklar, ateşle barutu yan yana koyuyorsunuz, başımız derde girecek!” diye sitem ederdi.
Başımız derde girmedi ama doldu Tevfik Fikret Konferans Salonu. Özellikle mevzu “İkinci Cumhuriyet” olduğunda. Tevfik Fikret duvardaki resminden bize ters ters bakarken.
Yazının Devamını Oku 30 Ocak 2012
Babamın 1956’daki Macaristan maçından sonra yazdığı şiirin sırrı, iki okur sayesinde çözülmüş bulunuyor.
“Babanıza ait olan şiir, 1955-56 yıllarındaki Ceylan Çocuk dergisinde çıkmış” diyor Derya Coşkun.
“O zamanlar kayınvalideme ağabeyi dergilerden şiirler okutur, beraber ezberlerlermiş. Babanızın şiirini de ezberlemişler. Sizi okuyunca çok duygulanmış, benden göndermemi rica etti.”
Ayçin Hanım, şiirin ikinci kıtasını hatırlamış. Üçüncü kıta da Eskişehirspor Kongre Üyesi Erdoğan Özkalp’ten geldi.
Erdoğan Bey, çocukken bir dergide okuduğunu hatırladığı şiirin Halk Edebiyatımızda “Koşma” adı verilen, 14’lük hece vezniyle yazıldığını belirtiyor. İki okurun ışığında, şiirin tamamı şöyle: “Türk 11’i dizildi / Yeşil çimen sahaya / Lefter-Metin gol attı / Çok iş düştü Turgay’a.
Açıkgöz İsfendiyar / Lefter’e pası verdi / Lefter’in attığı şut / Macar ağları deldi.
Beklerimiz çok yaman / Forvet acar mı acar / Türk milleti dururken / Bize vız gelir Macar!”
Şiiri yazdığı sırada Ömer Kiremitçi 9 yaşında. Aynı zamanda, Lefter’in takım arkadaşı Hilmi Kiremitçi’nin yeğeni.
Yazının Devamını Oku