“TEM’den mi gidelim abi?” diye sormak için döndüğünde yüreğim ağzıma geldi: Adamdaki resmen Uğur Mumcu’nun yüzüydü!
“Ne var abi, yüzün sapsarı oldu?” demesiyle attım kendimi taksiden dışarı.
Derin derin nefes aldım. Sakinleşmeye çalıştım. Çok çalışmıştım son günlerde. Herhalde uykusuzluktandı.
O sırada karşı yönden gelen genç kızı fark edemedim. Çarpınca öfkeyle döndü ve bir de ne göreyim?
Hem de Portland, Maui, Santa Cruz ve St. Pauli ile beraber! Diyorlar ki: “Cihangir’de Orhan Pamuk’a komşu olacaksınız!”
Susam Cafe’den şöyle bahsedilmiş: “Hem bar hem de roman yazıyormuş gibi yapmak için iyi bir yer!”
Vallahi gözlerime inanamadım.
Başta Orhan Bey olmak üzere, tüm mahalleliyi tebrik ederim. Ama düşünmeden de edemedim: Şimdi yabancı enteller de gelirse iyice uçar kiralar!
Her kadına ejderha dövmesi
Erkek durduk yere cinayet işlemez diyen emniyet müdürünü en delikanlı hislerimle selamlarım.
Ama gazeteler durduk yere işlenen kadın cinayetleriyle dolu. Ne yapacağız amirim?
Kaç gündür Karolin ne demiş, Orhan nasıl yalanlamış, bunları konuşuyoruz.
Zaten edebiyat ve magazin aynı şeye hizmet eder: Kendi sıkıcı hayatımızın dışına çıkıp el alemin hayatına sızmamıza.
Magazin eklerine dikkatli bakın: Pek çok Anna Karenina, Emma Bovary ve Bihter görürsünüz.
Aynı şekilde, Anna, Emma ve Bihter günümüzde yaşasalardı magazine konuk olacaklarına hiç şüphe yok.
“Kocasının yeğeniyle yakalandı!” manşetini görür gibiyim.
“Doktorun karısı genç sevgilisiyle!” haberi de ses getirirdi.
“Yasak aşk yaşayan evli kadın kendini trenin altına attı!” haberi “su testisi” muhabbeti yaptırmaz mıydı?
Evvela geçmiş olsun dileklerimi kabul ediniz. Bilhassa eski kayınvalidem Merve Hanım sizin için çok endişelendi.
Kendisi, gönülden taraftarınız. Uğrunuza bendenizle zıtlaşmaktan asla imtina etmez. Hatta ulaşabilseydi, doktor tavsiyesinde bulunacaktı.
Sadede gelirsek, yandaşınız olmasam da sizinle bir tespitimi paylaşmak isterim:
Takdir edersiniz ki, bugün memlekette aslında üç parti var. Türkler, Kürtler ve Müslümanlar.
3-1 kazanılan maçın coşkusu ve çocuk yaşının heyecanıyla, maçtan sonra bir şiir patlatır.
“Türk 11’i dizildi / Yeşil çimen sahaya / Lefter-Metin gol attı / Çok iş düştü Turgay’a!” diye başlayan. Gerisini maalesef hatırlayamadığım.
Bugün babama “Devamı nasıldı?” diye sorma şansım yok. Ama eminim kendisi cennette Lefter’i bulup bizzat okur. Sonuçta her şiir sahibine döner çünkü.
Güvercin tedirginliğimiz
Hrant Dink’in resmine ne zaman baksam, aklıma o eski Hollywood klişesi gelir.
Hani bir grup insan bir yerde mahsur kalır. Batan gemide, arızalı teleferikte, yerlilerin kovaladığı posta arabasında...
Üstelik birbirlerine hiç benzemezler. Hepsi başka kafadan, başka renkten, başka zümredendir.
Gençler hatırlamaz; “Hürriyet ve Anayasa Bayramı”, 12 Eylül sonrası yasaklanmıştı.
Muhtemelen “hürriyet” ve “anayasa” sözcüklerinin aynı cümlede bulunması saçma gelmişti Kenan Paşa’ya.
Yerine “Bildiri ve Sıkıyönetim Bayramı” gibi bir şey koyamadığı için de, 27 Mayıs bayramsız kaldı.
Ama madem şimdi Cumhurbaşkanımızın dediği gibi, güncelliyoruz milli bayramları...
Madem bu arada 12 Eylül ile de hesaplaşıyoruz...
Madem darbe yapanları yargılamaya niyetliyiz...
Madem ‘ileri demokrasi’ için yanıp tutuşuyor bu aziz millet...
Yoksa yanımızdan geçip gidiyor. Yan yana yolculuk ediyoruz da haberimiz olmuyor.
Ufukta kaybolduktan sonra anlıyoruz; meğer o mutluluğumuzmuş. Balığın deryayı bilmemesi gibi, biz de onu bilmemişiz.
Mutluluğu uzakta arayan çok.
Eşkalini bilmedikleri bir şey uğruna ömür tüketiyorlar. Sanıyorlar ki daha çok para, şöhret ya da nüfuzla saadet olacak.
Mutluluğu atın önündeki havuç sanıyorlar. Televizyon öyle gösteriyor: Cep telefonunu değiştir, mutlu ol! Oysa mutluluk, gerçekten sahip olduklarımızda. Sevgilinin tebessümünde, çocuğumuzun dikkatinde, annemizin dalgınlığında.
Hem küçük hem de büyük şeylerde. Yeter ki elimizde eşkali olsun. Görünce teşhis edebilelim.
Yoksa yaşlı balığın “su bugün nasıl?” diye sorduğu genç balıklar gibi kalakalırız: “Su da neyin nesi?”
Haliyle, o kutlamaların niye yapıldığını anlaması da zor. İstediğin kadar anlat, beyhude.
Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur. Sağlam vücudun şartı da malum, spor. Tabii halı sahada top kovalamaktan ya da beden dersinde takla atmaktan bahsetmiyorum.
Sabah kargalar kahvaltı ederken kalkıp koşmaya başlamaktan bahsediyorum mesela. Yağmur da yağsa, şimşek de çaksa vazgeçmemekten.
Her akşam iş çıkışı soluğu mahalledeki salonda alıp savunma sporu çalışmaktan.
Bu bir disiplin işi. Öyle mumu her gece başka yerde söndürenin harcı değil. Çelik gibi irade, çakı gibi vücut, her daim idare edecek kadar nefes olacak.
Hem de sonunda olimpiyat şampiyonu ya da kara kuşak sahibi olmayı beklemeden yapacaksın bunları. Kendine olan saygın, özgüvenin güçlensin diye.
19 Mayıs kutlaması bunun için yapılır: Milletin kendine olan saygısı ve özgüveni güçlensin diye.