Tufan Türenç

AKP laik sistemi dilim dilim doğruyor

28 Ocak 2008
ÖNCE düşlerindeki İslam nizamını adım adım getirmek isteyen Başbakan’ın çelişkilerine göz atalım.<br><br>Başbakan Erdoğan, partisinin Üsküdar Kadın Kolları Kongresi’nde konuşuyor: "Başı örtülü olan laik olamaz mı? Niye laik olmasın?"

Arkasından da şöyle diyor:

"Her zaman söylediğimiz bir şey var. Altını çizerek yine söylüyorum. Kişi laik olmaz, devlet laik olur."

Başbakan’a göre Müslüman bir insan laik olmaz.

Bu mantığa göre Başbakan’ın ikinci cümlesi, birinci ile çelişiyor.

Müslüman bir insan laik olmazsa, "Başımı inancım gereği örtüyorum" diyen kişi nasıl laik olabilir?

Devam ediyor Başbakan incilerine:

"Türkiye’de toplumsal mutabakat var ama, kurumsal mutabakat yok. Sorun da zaten burada."

Başbakan bu sorunu da kurumları hizaya getirerek halletmeye çalışıyor.

Anayasa’nın laiklik ilkesinin, yargı kararlarının yanından dolaşarak şimdilik sadece üniversitelerde türban sorununu aşmayı, ilk fırsatta da imam hatiplilerin istedikleri fakültelere girmelerini sağlamayı amaçlıyor.

Sonra sıra ortaöğretime ve ilköğretime gelecek.

Arkasından da kamusal alanlara ve orada hizmet verenlere...

Zaten TBMM Anayasa Komisyonu Üyesi, AKP Konya Milletvekili Hüsnü Tuna baklayı ağzından kaçırıverdi:

"İnşallah hedefimiz kamu hizmetlerinde de, yani kamu hizmeti veren personelde de türbanı serbest hale getirmektir."

* * *

Oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Leyla Şahin’in başvurusu üzerine aldığı kararın özü, üniversitelerde laiklik ilkesinin ve bu kurumların laiklik niteliğinin korunması amacına dayanmaktadır.

Devlet ancak kamusal alanları dinsel etkilere, baskılara karşı koruyarak din ve inanç eşitliğini sağlayabilir.

Siz üniversitelerde, ilköğretimde, ortaöğretimde ve kamusal alanda türbanı serbest bırakırsanız bireylerin din ve inançlarına bakmaksızın eşitliği sağlayamazsınız.

Okullarda serbest bırakılan türban, başı açık öğrenciler üzerinde baskı oluşturur.

Kamuda çalışan türbanlı memur da diğer dinlere bağlı kişiler üzerinde olumsuz etki yaratabilir.

* * *

AKP, Prof. Ergun Özbudun ve ekibine sivil, özgürlükçü, birey haklarını öne alan yeni bir anayasa ısmarladı.

Prof. Özbudun ve ekibinin hazırladığı, türbana da serbestlik öneren anayasa taslağı AKP hukukçuları tarafından yeniden şekillendirildi.

Ancak, AKP bu anayasayı beklemeden MHP ile anlaşarak türban konusunda apar topar ilk adımı attı.

Bu girişim anayasa taslağını hazırlayan Prof. Özbudun’u bile telaşlandırdı.

Tehlikeyi gören Prof. Özbudun, AKP’yi uyarma gereğini duydu. "Hiçbir hürriyet sınırsız değildir. Kamu düzeni, inkılap kanunları, genel ahlak, veya başkalarının hürriyetlerini ihlal etmemek şartı gibi sınırlar koyun" dedi.

Prof. Özbudun başına gelecekleri biliyor olmalı.

Onun için yana yakıla Başbakan’a koştu "Aman yapmayın" dedi.

İyi güzel de atı alan Üsküdar’ı çoktaan geçti.

AKP, laik düzeni dilim dilim doğramaya başladı.

Bu tehlikeli gidişte rolü olanlar bundan sonra ne yaparlarsa yapsınlar bu günahtan kurtulamazlar.
Yazının Devamını Oku

Kocaeli halkının Hoca’ya vefa borcu

26 Ocak 2008
1992 yılında kurulan ve büyüme sancıları içinde kıvranan Kocaeli Üniversitesi 1999 Ağustos depreminde yerle bir oldu. Üniversitenin Aslanbey’deki mütevazı yerleşkesi (kampusu) tamamen yıkıldı.

Kentteki merkez binalar da içine girilemeyecek duruma geldi.

YÖK, rektöre perişan hale gelen üniversitenin 1.5 yıl süreyle tatile sokulmasını, öğrencilerin komşu üniversitelere dağıtılmasını önerdi.

Rektör ve arkadaşları bu öneriyi hemen reddettiler.

Rektör "Kapatmaya gerek yok. Ben üniversitemi 1 Kasım’da açarım. Siz hiç merak etmeyin" dedi.

Hemen kolları sıvayıp, Hereke’deki viran durumda bulunan Sümerbank’a ait binaları tamir ettirdi.

Çeşitli yerlere yüzlerce prefabrik yapılar kurdurdu.

Kent merkezindeki binaları kullanılır hale getirtti.

Bütün bu işler 2 ay gibi kısa bir zamanda bitirildi.

Ve üniversitesini söz verdiği 1 Kasım tarihinde öğretime açtı.

Bütün bunlar devletin, daha çok da vatandaşlarımızın yardımlarıyla yapıldı.

Sonuçta Kocaeli Üniversitesi 16 bin öğrencisiyle öğretime bir gün bile ara vermeden yoluna devam etti.

* * *

Rektör üniversiteyi öğretime açar açmaz yeni bir yerleşke için de yer aramaya başladı.

Kocaeli’nin tepelerinde, eski İstanbul yolu üzerinde 6 bin dönüm bir arazi buldu.

Bir yandan da harıl harıl kaynak arıyordu.

Kısa zamanda arazi ile ilgili işlemler tamamlandı ve yerleşkenin, daha doğrusu koca bir üniversite kentinin temelleri atıldı.

Bugün bu olağanüstü yerleşkenin yüzde 60’ı tamamlandı.

Fakülte binaları, hastanesi, sosyal tesisleri, rektörlük binası, yurtları, lojmanları, parkları ve altyapısıyla bu dev Aslantepe Yerleşkesi’nde bugün 30 bin öğrenci öğrenim görüyor.

Rektör yeni bir söz veriyor ve diyor ki: "2 yıl içinde yerleşke tamamen bitecek."

İnanan, kendine ve arkadaşlarına güvenen, kararlı bir rektörün yarattığı bir mucize...

* * *

Ben bu yazıyı 2003 yılının ekim ayında yazdım.

2005 yılında tamamen biten ve 40 bin öğrencinin okuduğu Kocaeli üniversitesini ayağa kaldıran, yeniden yaratan Rektör Baki Komsuoğlu’nu ne yazık ki 3 gün önce yitirdik.

Şimdi korkunç depremde yerle bir olan üniversitesini inatla ayakta tutan, sonra da yepyeni bir üniversite yaratan Rektör Baki Komsuoğlu için Kocaeli halkının yerine getirmesi gereken bir görev var.

Daha doğrusu bir vefa borcu...

Kocaelililer, bu modern yerleşkeye "Baki Komsuoğlu"nun adının verilmesi için YÖK’e başvurmalılar.

* * *

Bundan 15 gün önce ziyaretine gittiğim Baki Hoca çok hastaydı.

Her geçen saniye yaşamdan kopuyordu.

Ölümün kucağında olmasına rağmen buna aldırmıyordu.

Bana üniversite ile ilgili bilgiler veriyor, ufak tefek eksiklerin de kısa zamanda tamamlanacağını söylüyordu.

Yeniden yarattığı üniversitesinin muhteşem Aslantepe Yerleşkesi’ni seyrederken çektiği acılara rağmen ne kadar da mutluydu.

Ufalan, güçsüzleşen vücuduna rağmen gözleri ışıl ışıldı.

Yattığı yer cennet olsun.
Yazının Devamını Oku

Gerçek demokratlık kulluk etmemektir

25 Ocak 2008
BAŞBAKAN Erdoğan lafa geldi mi demokratlığı kimseye bırakmaz. Ama devleti yönetiş biçimi, demokrasiye hiç uymaz.

Örneğin, kendisine yakın olmayan işadamlarına hayat hakkı tanımaz.

Onlara selam bile vermez.

Kendisini eleştiren gazetelere, gazetecilere tahammül edemez.

Onları dışlar.

Bu nedenle medyanın büyük bölümünü kendisine bağlamak için hiç de demokratik olmayan yöntemler kullanır.

Medya kurumlarının ihalelerine müdahale eder, yönlendirir.

Devletin en önemli yerlerine atama yaparken liyakate bakmaz, tamamen kendisine biat edecek insanları seçer.

Başbakan için önemli olan ölçü, türbanlı eşler ve Müslüman gibi yaşamaktır.

Bunların ötesinde daha vahim bir anlayış sergiler Başbakan.

O da yargının bile kendisine yüzde yüz bağlı olmasını, hukuku bir yana bırakıp işlerini kolaylaştırmasını ister.

Bu yüzden Danıştay’a kızar, Yargıtay’a kızar, Anayasa Mahkemesi’ne kızar.

Hukuka aykırı olan icraatını engelliyorsa hukuk düzenine bile kızar.

* * *

Başbakan’ın mantığı şu:

"Halk bana oy verdi. Bana ülkeyi yönetme yetkisi verdi. Ben istediğimi yaparım. Benim yaptıklarıma kimse itiraz etmesin. Herkes bana biat etmek zorunda."

İşadamı da, gazetecisi de, bürokratı da, çiftçisi de, öğrencisi de, sokaktaki vatandaşı da onun her dediğine, her yaptığına boyun eğsin ister.

Zaman zaman hoşuna gitmeyen tepkiler veren vatandaşları bile azarlar.

"Hadi ananı da al git" der.

Onların, korumaları tarafından salondan, miting alanından yaka paça atılmalarına ses çıkarmaz.

Sanki kendisi laik, demokratik, sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı değil de Osmanlı İmparatorluğu’nun haşmetli padişahıdır.

Onun için, hoşuna gitmeyen bir direnme karşısında sinirlerini kontrol edemez.

Kürsüye çıkınca ortalığı kasıp kavurur.

Bir başbakana yakışmayacak üslup kullanmaktan kendini alamaz.

Başbakan sürekli olarak Meclis’in her türlü yetki ve sorumluluğun sahibi olduğunu söyler.

Bu söylemiyle demokrasilerdeki "kuvvetler ayrılığı"nı yok sayar.

Recep Tayyip Erdoğan’ın demokratlığı işte böyle bir demokratlıktır.

* * *

Başbakan Erdoğan, iktidara gelmeden önce böyle bir görüntü vermiyordu veya vermemek için çaba harcıyordu.

Ama giderek gerçek kimliğine büründü.

Doğrusunu söylemek gerekirse bizim insanlarımız da Erdoğan’ı bu yola itti.

Bizde biat kültürü yerleşmiştir.

İnsanlarımızın büyük çoğunluğu, çıkar uğruna kulluk etmeye hazırdır.

Başbakanların önünde takla atma becerimiz de doğrusu kusursuzdur.

Çevrenize bakarsanız bunu rahatlıkla saptayabilirsiniz.

İnsanların nasıl çizgilerini kırdıklarını, nasıl inanmadıkları anlayışlara bile kulluk, kölelik yaptıklarını görürsünüz.

Bunu yapanların arasında güvendiğiniz kişiler de olabilir.

İnsanlığınızdan utanırsınız, mideniz bulanır.

Ama onlar son derece mutludurlar.

Hatta karşıdan size sırıtıp dururlar.
Yazının Devamını Oku

Başbakan Ümraniye’de acaba ne düşündü

23 Ocak 2008
GEÇEN gün iki hanım arkadaş gazeteye alı al moru mor geldiklerinde dehşete düşmüş bir haldeydiler. <br><br>Feryat eder gibi "Korkunçtu, korkunç" dediler. Hepimiz heyecanla soruduk: "Ne oldu?"

Nefes almadan anlatmaya başladılar:

"Gazeteye gelirken otobüs garajının karşısındaki IKEA’ya uğrayalım dedik. İçeri girer girmez neye uğradığımızı anlayamadık. Kendimizi kara çarşaflı, türbanlı yüzlerce kadının arasında bulduk. Şaşırdık ve ürktük. Çünkü bizden başka başı açık kimse yoktu. Hemen dışarı çıktık. Çok kötü. Kendimizi İran’da sandık..."

Ben de geçen hafta buna benzer bir manzara ile karşılaştım.

İstanbul’a yakın bir beldeye bir arkadaşıma gitmiştim.

Çevreyi dolaşırken yeni açılan bir lokantaya gittik.

Yakındaki lisenin öğrenci velileri kadın kadına toplanmışlar.

Uzak bir masaya geçip oturduk.

İçerde 40’a yakın kadın vardı. Baktım, içlerinde sadece lokanta sahibi ile bir tek velinin başı açıktı.

Gerisi tümüyle türbanlıydı.

* * *

Bu tabloların benzerlerini sanırım siz de günlük yaşamınızda görüyor olmalısınız.

AKP Türkiye’sinde kadınlar hızla örtünüyorlar.

Ülkenin görünümü fark edilir bir şekilde beyazdan siyaha doğru renk değiştirmeye başladı.

AKP bu örtünmenin daha da hızlanmasından yana.

Başbakan, bakanlar ve milletvekilleri türbanı üniversitelere sokmaktan başka bir şey düşünmüyor.

Ekonomi yangın yerine dönmüş.

Piyasaları saran dev alevlerin nerede duracağı belli değil.

Ama Başbakan ile arkadaşlarının aldırdığı yok. Onların aklı fikri türbanda.

Başbakan, laik rejim için uyarı yapan yargıya, üniversite rektörlerine siyasi nezaket kurallarını bir kenara iterek yakışıksız bir üslupla saldırıyor.

Hakaretler yağdırıyor.

"Sen kimsin be... Otur oturduğun yerde..." diyor.

Bütün dünyayı saran bu yangından Türkiye’nin nasıl en az zararla kurtulacağını düşünüp acil önlemler alacağına türbanı nasıl yapalım da üniversitelerde serbest bırakalıma kafa yoruyor.

Cumhurbaşkanı ise dünyanın insanlığa karşı suç işlemekle, hatta soykırımla suçladığı Sudan Cumhurbaşkanı El Beşir’i Çankaya’da ağırlamak gafletinde bulunuyor.

* * *

Başbakan yargıya ve rektörlere dönük hakaretlerini yaparken tahmin edeceğiniz gibi basını da unutmadı.

Bu hakaretleri partisinin Ümraniye örgütünün kadın kolları toplantısında yaptı.

Salondaki kadın partililerin hemen hepsi tesettürlüydü.

Başbakan işine geldiği zaman sürekli olarak Atatürk’ün "muasır medeniyetler hedefi"nden söz eder.

Partisinin izlediği yolun da "Büyük Atatürk’ün gösterdiği bu hedef" olduğunu tekrarlayıp durur.

Başbakan Ümraniye’de kürsüde konuşurken salondaki görüntüye bakıp acaba ne düşündü?

Acaba kendi kendine "Atatürk ülkeyi muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak amacıyla kadınları örtülerden kurtarmak için mücadele etti. Halbuki ben kadınları örtmek için mücadele ediyorum" dedi mi?
Yazının Devamını Oku

Yaşamla dalgasını geçerek didişen adam

21 Ocak 2008
KARŞILIKLI çıkarlara dayanmayan, hep saygı ve sevgiyle süren bir dostluğun birdenbire bitivermesinin dayanılmaz acısıyla oturdum yazıya. Tanrım ben bu onurlu, dünyayı takmayan, kimseyi, ama kimseyi iplemeyen, sevdiği, güvendiği insana sonuna kadar omuz veren yürekli insan için ne yazacağım?

Yüreğimden kopup gelen acı ve üzüntüleri yansıtabilecek sözcükleri nereden bulup çıkacağım?

Sevgili Cüneyt Koryürek ağabey ben sana ağıtların en güzelini, en anlamlısını nasıl yakacağım?

İşte bunun için böyle günlerde yazı adamı olmaya kahrederim hep.

Ağzında pipon, ayak ayak üstüne atmışsın, dudaklarındaki hince kıvrımlarda beliren gülümsemenle her zamanki gibi yaşamla dalga geçen fotoğrafa bakıyorum.

Son günlerde yüreğindeki Türkiye sevgisinin ne kadar kabardığını, kimseye belli etmeden ülken için duyduğun üzüntülerinle nasıl kahrolduğunu biliyorum.

Ve özlediğin günleri göremeden gittiğin için nasıl kahroluyorum.

Ah be Cüneyt ağabey!

Nasıl yaptın bunu?

Sen bu ilkel, bu vahşi trafiğin kurbanlarından biri olacak adam mıydın?

Nasıl o ölüm arabasından bir çalımla kurtulamadın, nasıl?

* * *

17.15’te o siyah BMW’nin çarpmasından 6 saat önce aramıştı.

Son zamanlarda her gün bir iki kez konuşuyorduk.

Zaman zaman da buluşup uzun uzun siyasette çıkış noktaları için neler yapılması gerektiği konusunda fikir jimnastiği yapıyorduk.

"Hem merkez sağ, hem de merkez solda yeni lider adayları arayalım. Bunları siyasetçilere önerelim. Bir beklentimiz olmadığını biliyorlar. Belki yararlanırlar" diyordu.

Bunun için çok ısrar ediyordu.

Cumartesi günü de bunun için aramıştı. İkimizin de lider adaylığı için aklımızın yattığı bir isimle yemek yememizi önermişti.

"İzmir’deyim. Dönünce bu konuyu konuşuruz" demiştim.

Sonra vedalaşıp telefonları karşılıklı kapatmıştık.

Meğer son konuşmamızmış bu.

Yaşam pamuk ipliğine bağlı işte. Bir anda kopup gidiyor.

Sevgili dostum artık yok.

* * *

Aslında herkesle düşüncelerini paylaşmayı sevmezdi.

Çünkü Türkiye’ye göre biri değildi.

İlkeliydi. Dürüsttü. Yalandan, dolandan, hileden, hurdadan, nabza göre şerbet vermekten nefret ederdi.

Kafasını kesseniz yelkenlerini başkasının rüzgárıyla doldurmazdı.

Halkla ilişkiler şirketi vardı. İş alacağı şirketlerin patronlarına, yetkililerine bile doğruları gümbür gümbür söylerdi.

Hiçbir zaman onların karşısında eğilip bükülmek, politik davranmak aklına gelmezdi.

O nedenle birçok kez alacağı işi son anda kaybettiği olmuştu.

Hiç aldırmazdı.

Çünkü o bir onur adamıydı. Gururunu her şeyin üzerinde tutardı.

İlkelerinden bir adım bile geri gitmezdi. Burnu düşse eğilip yerden almazdı.

Cüneyt Ağabey tam bir beyefendiydi.

Kendine özgü mert bir adamdı.

Onun yokluğunun yaratacağı boşluğu her zaman duyacağım.

O benim 40 yıllık çok, ama çok sevdiğim, unutamayacağım bir dostumdu.
Yazının Devamını Oku

İki oratoryo yazan Paşa

19 Ocak 2008
AYTAÇ Yalman Paşa, hem Jandarma Genel Komutanlığı hem de Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapmış, 2004’te de emekli olmuştu. Paşa, 50 yıldır çoksesli batı müziği tutkunudur.

Emekli olduktan sonra ise yoğun şekilde kendini müziğe verdi.

Dinliyor, araştırmalar yapıyor, yazılar yazıyor.

Özellikle müziğin, toplumların yaşamları üzerindeki etkilerini inceliyor.

Yalman Paşa’yla görevdeyken bir dostluğumuz yoktu.

Ama emekli olduktan ve İstanbul’a geldikten sonra konserlerde sık sık karşılaştık.

Konser aralarında yaptığımız sohbetler, aramızda güçlü bir dostluğun doğmasına neden oldu.

Paşa, çok çalışkan ve üretken bir insan.

Sanat etkinliklerini izliyor, Bodrum Turgutreis Müzik Festivali’ni düzenliyor.

Aynı zamanda Doğuş Grubu’nun Rengim Gökmen ve yardımcılarına kurdurduğu Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası’nın fikir babası.

Bunların yanında Yalman Paşa, iki yıl önce başladığı çok büyük ve önemli bir projeyi de gerçekleştirmek üzere.

* * *

Paşa iki yıl önce iki oratoryo (solo sesler, koro ve orkestra için yazılmış müzik eseri) yazmaya karar vermiş ve librettoları (eser metni) üzerinde çalışmaya başlamış.

Çalışmalarını tamamladıktan sonra yazıma geçmiş.

Aytaç Yalman, "Mehmetçik" ve "Şehitler" adını verdiği oratoryoların librettolarını geçtiğimiz aylarda tamamladı.

Şimdi bu librettolar iki müzisyen tarafından besteleniyor.

Önümüzdeki günlerde her iki oratoryo icraya hazır hale gelecek.

Her iki librettoda da ünlü şairlerin şehadet, vatan sevgisi üzerine yazdığı şiirlerden bölümler var.

Yalman Paşa bunları büyük bir titizlikte seçmiş ve şiirlerle ilgili telif sorunlarını halletmiş.

İlk icra 18 Mart’ta olacak.

Sonra da her iki oratoryo, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin pek çok kentinde çalınıp seslendirilecek.

* * *

Bir askerin müziğe olan bu tutkusunun nasıl başladığını merak ettiğim için Paşa’ya sordum.

Paşa, askeri lise ve harp okulunda öğrenciyken de müzikle ilgilenmiş hep.

O yıllarda Türk müziği dinlermiş.

"Ama öyle sıradan bir dinleyici değildim. Makamları filan gayet iyi bilirdim" diyor.

Kara Harp Okulu’nu bitirip subay çıktıktan sonra atandığı Ardahan’da, yedek subaylığını yapan Ankara Operası sanatçılarından Edip Arman ile arkadaş olmuş.

Sonrasını Paşa şöyle anlatıyor:

"Çoksesli batı müziği sevgisini bana o aşılamıştır. Bu konuda beni adeta eğitmiştir. Ben, Edip Arman’dan sonra çoksesli batı müziğine büyük bir tutkuyla bağlandım."

Yalman Paşa’nın bu tutkusu askeri yaşamı boyunca hiç bitmemiş, tersine en zor günlerinde bile düşünürken müzik dinlemiş.

Paşa bir yazısında müziğin önemini şöyle anlatıyor:

"Demokrasi ile çoksesli müzik arasında anlamlı bir ilişki vardır. Çünkü çoksesli müzik ile düşünceye dinamizm kazandırılmıştır.
Çoksesli müziğin geniş halk kitleleri arasında benimsenmesi, ancak insan haklarına saygı ile mümkün olabilmiştir."

Paşa bir başka yazısında da müziği şöyle tanımlıyor:

"Müzik bir ülkede kültürel birliğin temeli, amalgamıdır."
Yazının Devamını Oku

Zamları, eylemleri gölgelemek...

18 Ocak 2008
MUSTAFA Kemal Atatürk bundan 85 yıl önce Türk kadınını çarşaflardan, örtülerden kurtarmıştı. <br><br>Türk kadınını modern giysilere kavuşturmuş, onu toplumda erkekle eşit konuma getirmişti. Atatürk arka arkaya yaptığı reformlarla ümmet toplumundan modern bir millet yaratmıştı.

Devrim yasalarını yaşama yansıtmak, halka benimsetmek için büyük çabalar harcamıştı.

Mustafa Kemal’in bu çabalarının üzerinden 85 yıl geçtikten sonra 54 yaşındaki Tayyip Erdoğan bu kez Türk kadınını Atatürk’ün kurtardığı çarşaflara ve örtülere yeniden sokmak için çaba harcıyor.

İşin daha ilginç yanı "2. cumhuriyetçi-liberal" diye tanımlanan bir zamanların solcuları 54 yaşındaki bu başbakana alkış tutuyorlar.

Açık destek vererek övgüler düzüyorlar.

Bilgi çağını yaşayan bugünkü dünyanın aydın insanları geçinerek yapıyorlar bunu.

* * *

Oysa inancı, dünya görüşü ne olursa olsun akıldan ve bilimden yana olan bir insanın bu çağda kadınların örtünmesinden yana bir duruş içinde olmaması gerekir.

Örtünen kadının toplum yaşamından soyutlanacağı bir bilinmez değil.

Tesettürlü bir kadının çalışma yaşamında çeşitli sorunlarla karşılaşması kaçınılmazdır.

Çalışma alanları, yükleneceği görevler sınırlanır.

İş yemeklerine katılmak, iş gezilerine çıkmakta zorluklarla karşılaşır.

İşveren örtünen bir kadını değerlendirirken bu sorunları ister istemez düşünür.

Sonuç olarak, zaman içinde kadın toplumdan soyutlanmak ve evine kapanmak durumunda kalır.

Bunun örnekleri sayılamayacak kadar çoktur.

Bu çağda kadını örtmek, onu küçük yaştan itibaren örtünmeye zorlamak, teşvik etmek Türk kadınına yapılan büyük bir haksızlıktır.

Kişi haklarına da aykırıdır.

* * *

Biraz da madalyonun öbür yüzüne bakmakta yarar var.

AKP hükümeti, 2007 seçimlerinde yüzde 47 oyun faturasını halka kesiyor.

Yapılan hesapsız kitapsız seçim harcamalarıyla oluşan açığı kapatmak için IMF’nin emri doğrultusunda yapılan insafsız zamlar acımasızca halkın sırtına bindirildi.

Elektrik, doğalgaz, sigara, akaryakıt, taşıtlar vergisi zamları peş peşe geldi.

Elektrik, doğalgaz, akaryakıt faturalarını gören insanların gözleri fal taşı gibi açılıyor.

Hükümet bununla da kalmıyor, sosyal güvenlik sisteminin açıklarını kayıt dışı ekonominin üzerine giderek kapatmak yerine, çalışanların maaşlarını ve haklarını tırpanlıyor.

Çaresizlik içinde olan hükümet bunları da IMF’nin dayatması sonucunda yapıyor.

Bu gelişmeler çalışanların isyanına neden oldu. İnsanlar sokaklara dökülüp eylem yapmaya başladılar.

Başbakan bütün bunları gölgelemek için İspanya’dan türban tartışmasını başlattı.

Türban, yani kadının yeniden örtünmesi, evine kapanması.

AKP iktidarının bu ülke için ne büyük talihsizlik olduğunu anlamak için Mısır ve İspanya gezilerindeki fotoğraflara bakmak yeterli.

Özellikle de Hayrunissa Gül’le Suzan Mübarek’in yan yana görüntülendikleri o tek kare fotoğrafa...
Yazının Devamını Oku

Başbakan Erdoğan sonunda baklayı ağzından çıkardı

16 Ocak 2008
BAŞBAKAN, iktidara geldiği günden beri türban konusunda çok dikkatli davranıyordu. <br><br>Kullandığı sözcükleri bile özenle seçiyor, bir gerginlik olmamasını istiyordu. Ama İspanya’da sürpriz bir açıklama ile türban konusunda kafasında ne varsa açıklayıverdi.

Türbanın siyasi bir simge olduğunu itiraf etti.

"Sorunu anayasada halledeceğiz" dedi.

Başbakan’ın türban konusunda bu kadar kararlı konuşma nedeni kendisini siyaseten çok güçlü görmesinden kaynaklanıyor olabilir.

Demek ki, ülke içindeki dengeleri böyle bir çıkışı yapmasına engel olarak görmüyor.

Kesin olan şu:

Anayasaya konacak madde ile artık yüksek öğretimde türban yasağı kalkacak.

Peki sonra ne olacak?

Ülkede gerginlikler tırmanacak.

Üniversitelerde huzur bozulacak.

Türbanı, siyasi ve siyasette kullanılan bir simge olarak kabul eden, bu nedenle laik demokratik cumhuriyete aykırı bulan mahkeme kararları sert tartışmalar yaratacak.

* * *

Üniversitelerde öğrenciler kamplaşacak.

Türbanın karşısına başka siyasi simgeler dikilecek.

Örneğin boyunlara poşular bağlanacak, kalpaklar, parkalar giyilecek...

Çekişmeler, itişmeler, kavgalar olacak.

Yıllardan beri aklı başında bütün politikacıların söylediği bir söz vardır.

"Kışlaya, camiye, okula siyaset sokmayın" derler.

Bunu dinlemeyen, dini pervasızca kullanan siyasetçiler oldu Türkiye’de.

Hepsi de gelip geçti.

Ama Türkiye onların yüzünden ağır faturalar ödemek zorunda kaldı.

Askeri müdahaleler yapıldı, Türk demokrasisi ağır yaralar aldı.

Özellikle demokrat insanlar çok ağır bedeller ödedi.

Acılar çekti.

Can verdi.

Bunların sorumluları dini politikaya alet eden, dini kullanarak oy toplamaya çalışan siyasetçiler oldu hep.

İhtilaller, müdahaleler Türkiye’nin büyük zaman yitirmesine yol açtı.

* * *

İspanya’da Erdoğan’a Batılı meslektaşlar ısrarla şu soruyu sordular:

"Siz dinci parti misiniz?"

Başbakan "Hayır, muhafazakár demokratız"
diye yanıt verdi.

Bu yanıta Avrupalıların inanmadığını sanırım kendisi de biliyor.

Kendileri istedikleri kadar "Muhafazakár demokratız" desin, AKP dinci bir partidir.

İcraatları ortada.

Ramazan aylarında yaşananlar iktidarın dini ne kadar pervasızca kullandığının kanıtıdır.

Başbakan "Türban siyasi simge olsa da suç sayılmaz" diyor.

Oysa yasalara göre kamuda, siyasette dini simgeleri kullanmak suçtur.

Olsun, hiç önemli değil.

Başbakan Meclis’i toplar, söz konusu kanunları değiştirir ve dinin siyasette kullanılmasını suç olmaktan çıkarır olur biter.
Yazının Devamını Oku