KARŞILIKLI çıkarlara dayanmayan, hep saygı ve sevgiyle süren bir dostluğun birdenbire bitivermesinin dayanılmaz acısıyla oturdum yazıya.
Tanrım ben bu onurlu, dünyayı takmayan, kimseyi, ama kimseyi iplemeyen, sevdiği, güvendiği insana sonuna kadar omuz veren yürekli insan için ne yazacağım?
Yüreğimden kopup gelen acı ve üzüntüleri yansıtabilecek sözcükleri nereden bulup çıkacağım?
Sevgili Cüneyt Koryürek ağabey ben sana ağıtların en güzelini, en anlamlısını nasıl yakacağım?
İşte bunun için böyle günlerde yazı adamı olmaya kahrederim hep.
Ağzında pipon, ayak ayak üstüne atmışsın, dudaklarındaki hince kıvrımlarda beliren gülümsemenle her zamanki gibi yaşamla dalga geçen fotoğrafa bakıyorum.
Son günlerde yüreğindeki Türkiye sevgisinin ne kadar kabardığını, kimseye belli etmeden ülken için duyduğun üzüntülerinle nasıl kahrolduğunu biliyorum.
Ve özlediğin günleri göremeden gittiğin için nasıl kahroluyorum.
Ah be Cüneyt ağabey!
Nasıl yaptın bunu?
Sen bu ilkel, bu vahşi trafiğin kurbanlarından biri olacak adam mıydın?
Nasıl o ölüm arabasından bir çalımla kurtulamadın, nasıl?
* * *
17.15’te o siyah BMW’nin çarpmasından 6 saat önce aramıştı.
Son zamanlarda her gün bir iki kez konuşuyorduk.
Zaman zaman da buluşup uzun uzun siyasette çıkış noktaları için neler yapılması gerektiği konusunda fikir jimnastiği yapıyorduk.
"Hem merkez sağ, hem de merkez solda yeni lider adayları arayalım.Bunları siyasetçilere önerelim. Bir beklentimiz olmadığını biliyorlar. Belki yararlanırlar" diyordu.
Bunun için çok ısrar ediyordu.
Cumartesi günü de bunun için aramıştı. İkimizin de lider adaylığı için aklımızın yattığı bir isimle yemek yememizi önermişti.
"İzmir’deyim.Dönünce bu konuyu konuşuruz" demiştim.
Sonra vedalaşıp telefonları karşılıklı kapatmıştık.
Meğer son konuşmamızmış bu.
Yaşam pamuk ipliğine bağlı işte. Bir anda kopup gidiyor.
Sevgili dostum artık yok.
* * *
Aslında herkesle düşüncelerini paylaşmayı sevmezdi.