Tufan Türenç

Gül bu doğruları söyleyebilir mi?

14 Ocak 2008
CUMHURBAŞKANI Gül nedenini kimsenin açıklayamadığı Amerika gezisinden dönerken uçakta gazeteci arkadaşlarımıza iddialı bir laf etti: "Benim tek sorumluluğum, birileri doğruyu söyleyemiyorsa bunları söylemektir."

Gül’ün söylemeye söz verdiği doğrular hangileridir?

AKP’nin doğruları mı?

Yoksa ülkenin ve toplumun çıkarına olan doğrular mı?

Ettiği yeminin, oturduğu koltuğun sorumluluğu toplumun çıkarına olan doğruları söylemesini gerektirir.

Peki Gül bunu yapabilir mi?

Onu cumhurbaşkanlığına taşıyan siyasi çizgiye rağmen sorumluluğunun gereğini yerine getirebilir mi?

Örneğin Gül’e göre AKP iktidarı cumhuriyetin kurumlarını tek tek ele geçirmeye çalışmıyor mu?

Bu amaçla üst düzey yöneticileri atarken liyakata aldırmayıp, sadece AKP’nin dünya görüşüne uygun olup olmadığına bakmıyor mu?

Kendileri YÖK başkanı atarken liyakata baktı mı?

Atadığı YÖK başkanına, AKP’nin üniversiteleri ele geçirmesi için ortamı hazırlamak, akademik kadrolara İslami dünya görüşüne sahip insanları yerleştirmek ve türbanı serbest bırakmak görevi verilmedi mi?

Bu nedenle YÖK başkanına görevi verirken "Aman hocam konuşma yoksa bizi ipe çekerler" diye öğüt vermedi mi?

* * *

Cumhurbaşkanı Gül Anadolu’da yeni bir yaşam biçiminin şekillenmeye başladığı konusunda doğruları açıklayabilir mi?

Örneğin Anadolu’nun birçok kentinde (Kayseri başta olmak üzere) market ve dükkanların çoğunda içkinin artık satılamaz hale geldiğini...

Lokantalarda içki servisi yapılmadığını, bu uygulamanın büyük kentlerin de bazı bölgelerinde yaygınlaştığını...

Ruhsatları yenilenmediği için içkili lokantaların tek tek kapandığını, yenilerinin de ruhsat alamadıkları için açılamadığını...

Türkiye genelinde taassubun gözle görülür bir biçimde arttığını...

Küçücük çocukların bile tesettüre sokulduğunu, her türlü örtünmenin (peçe dahil) yaygınlaştığını...

Türbanın ilköğretim okullarına bile girdiğini...

Çağdaş eğitimin içine dini eğitimin monte edilmesi için Milli Eğitim Bakanlığı’nın büyük bir çaba içinde olduğunu...

Cami sayısının, okul sayısını geçen dünyanın iki ülkesinden birinin Türkiye olduğunu...

Evet bu doğruları söyleyebilir mi Cumhurbaşkanı Gül?

* * *

AKP iktidarı ile birlikte tarikatların Türkiye’yi yönetmeye başladığını...

Onların yönlendirmesiyle sosyal devletin yerini sadaka dağıtan devletin aldığını...

Muazzam parasal güçleriyle tarikatların eğitime el attıklarını...

Milli Eğitim Bakanlığı ile İçişleri Bakanlıkları’nı ele geçirdiklerini...

Laik demokratik Türkiye’nin üzerine İslam şalının geçirildiğini...

Cumhurbaşkanı çıkıp bu gelişmelerin laik devlet düzeninde kabul edilemeyeceğini söyleyebilir mi?

Merak ediyorum, bunlar söyleyemeden doğrular nasıl söylenir?

Bir de ortak açıklamada Türkiye’yi "Müslüman demokrat" olarak tanımlayan Bush’un bu yanlış söylemine neden müdahale etmedi Cumhurbaşkanı?

Neden "Sayın Başkan Bush, Türkiye cumhuriyeti LAİK, demokrat bir devlettir" demedi?
Yazının Devamını Oku

Süreyya Operası mükemmel ama benim endişem var

12 Ocak 2008
SÜREYYA Operası binasına daha girer girmez duyduğum mutluluğu anlatamam. <br><br>Kendimi 1913’te yapılan Paris’teki ünlü Champs-Elysees (Şanzelize) Tiyatrosu’nda zannettim. Çünkü yapının girişi Şanzelize Tiyatrosu’nun kopyası.

Süreyya İlmen tarafından yaptırılan ve 1924 yılında temeli atılıp 1927 yılında açılışı yapılan binanın salonu da Alman tiyatrolarından esinlenerek düzenlenmiş.

Asker kökenli olan Süreyya İlmen, paşalığa kadar yükselmiş ama sonra ordudan ayrılarak iş yaşamına atılmış.

Süreyya İlmen, kentin kültür yaşamına yeni bir renk getirmek için bu güzel binayı yaptırmış.

Yapının çok amaçlı olması için projeye ek salonlar sokturmuş.

Yapı baştan sonra resim, heykel ve süslemelerle donatılmış.

Ön cephedeki kabartma heykeller, fuayedeki gösterişli süslemeler ve salondaki freskler (duvar resimleri), tavan süslemeleri, panolar ve heykeller mükemmelliği tamamlıyor.

Yerlere, duvarlara egemen olan kırmızı renk, salona ayrı bir sıcaklık ve ağırlık kazandırıyor.

* * *

Yıllar yılı Kadıköylülere sinema ve konser salonu olarak hizmet veren yapı, yılların değişiminin hoyratlığından kurtulamamış.

Süreyya İlmen tarafından 1950’li yılların başında Darüşşafaka’ya bağışlanan yapı, son zamanlar iyice bakımsız durumda kalmış.

İşte o sırada iki kültür adamı çıkmış ortaya: Mimar Ersen Gürsel ile eski Kültür Bakanlığı Müsteşarı Murat Katoğlu.

Bu iki saygın insan perişan durumdaki yapıyı, bir opera binasına dönüştürerek kurtarmayı akıllarına koymuşlar.

Bunun için Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’e gitmişler ve coşkuyla kafalarındaki projeyi anlatmışlar.

Selami Öztürk, kendisine yakılan bu muhteşem ışığı anında kapmış ve kolları sıvamış.

Yapı önce Darüşşafaka’dan kiralanmış, sonra içindeki kiracılar çıkarılmış ve restorasyon 2006 Mayıs’ında başlamış.

Yapının cephesindeki ve salondaki ilk Türk heykeltıraşı İhsan Özsoy tarafından yapılan heykeller olduğu gibi korunarak yenilenmiş.

Salondaki duvar ve tavan resimleri büyük bir titizlikle çalışılarak temizlenmiş, süslemeler tek tek elden geçirilip onarılmış.

Koltuklar, halılar, avizeler özel olarak yaptırılmış.

En büyük harcama ise yapının opera binasına dönüştürülmesi için sahne ve sahne arkası yapılaşma ile aydınlatmaya yapılmış.

* * *

Bütün bu çalışmalar 2007 yılının sonunda tamamlanmış ve Süreyya Operası yalnız İstanbul’a değil, tüm Türkiye’ye kazandırılmış.

Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’ü Türk kültürüne yaptığı bu eşsiz katkıdan dolayı bütün kalbimle kutluyorum ve kendisine bir sanatsever olarak teşekkür ediyorum.

Aynı şekilde projeyi Selami Öztürk’e götüren bilim adamları Murat Katoğlu ile Ersen Gürsel’e ve restorasyona emeği geçen herkese yine bir sanatsever olarak teşekkür ediyorum.

İstanbullu sanatseverlerin, Türkiye’de bir benzeri olmayan bu güzel yapıyı görmelerini öneriyorum.

Orada bir sanat etkinliği izlemenin ayrıcalığını bir an önce tatsınlar.

Ancak...

Burada bir endişemi de belirtmem gerekir.

Eğer Kadıköy halkı, AKP’li bir belediye başkanı seçerse Süreyya Operası’nın akıbeti ne olur bilemem.

İstanbullu sanatseverler eğer bu yapıyı yitirmek istemiyorlarsa hemen oturup bazı çareler aramalıdırlar.
Yazının Devamını Oku

Amaç mutlu olmak gerisi lafügüzaf

11 Ocak 2008
GÜNLERDEN beri Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile sevgilisi şarkıcı-manken Carla Bruni’nin romantik aşkını izliyoruz. Sarkozy, sempati duyduğum bir politikacı değil.

Ama cesaretine, özel yaşamını yaşarken kimseye ödün vermeyen pervasızlığına hayranlık duymamak olanaksız.

Nicolas ile Carla’nın sarmaş dolaş fotoğraflarını gördükçe ister istemez Türkiye’de bunun mümkün olup olamayacağına takıldı kafam.

Örneğin, şimdiki Cumhurbaşkanı’nı, ondan öncekileri, ya da şimdiki Başbakan’ı ve öncekileri düşündüm.

Olacak iş değil...

İşte iki toplum arasındaki fark...

İnsanların kişilikleri, toplumun gösterdiği hoşgörü ve anlayış...

Hepsinden önemlisi de kişilerin özel yaşamlarına, insani duygularını yaşama haklarının kutsallığına duyulan saygı...

* * *

Nicolas Sarkozy ilginç bir insan.

Onun duygu dünyasını biraz tanıtmak bu açıdan önemli.

Nicolas 1984 yılında Neuilly kentinde belediye başkanıyken bir gün kendisine evlenmek için bir çift başvurur.

Kadının adı Cecilia’dır ve o sırada 27 yaşındadır.

Nicolas, çarpıcı bir güzelliğe sahip bu kadını görür görmez allak bullak olur. Ama duygularını gizleyip onların nikáhını kıyar.

3 yıl sonra Cecilia boşanır. Nicolas, deli gibi áşık olduğu ve aklından hiç çıkarmadığı bu kadını bulur ve ona duygularını açar.

Nicolas-Cecilia beraber yaşamaya başlarlar. 1996’da da evlenirler.

* * *

Aradan yıllar geçer, Nicolas siyaset merdivenlerini hızla tırmanır.

Sürekli göz önündedir genç politikacı. Bu, karısı Cecilia’nın nefret ettiği bir yaşamdır.

Çünkü o "gölgede kalmayı, huzur ve sükûneti seven" bir insandır.

Kocası siyasette yükseldikçe aralarında başlayan kopukluk da giderek artar.

2005 yılında Nicolas Sarkozy, cumhurbaşkanlığına aday olmaya karar verir ve kampanyasını başlatır.

Kocasının bu hedefi Cecilia’yı daha mutsuz eder.

Karı koca arasındaki kopukluk, Cecilia’yı bunalıma sürekler.

Mutsuz Cecilia, işte o günlerde Richard Attias adında Amerikalı bir işadamıyla karşılaşır ve ona sırılsıklam áşık olur.

* * *

Cecilia’nın gözü artık ne kocasında, ne onun cumhurbaşkanlığında, ne de Fransa’nın "first lady"liğindedir.

Onun gözü Richard’dan başka kimseyi görmez.

Evini terk eder. Bir süre Nicolas’la ayrı kalırlar.

Sonra bir daha denerler evliliklerini kurtarmayı, ama başaramazlar.

Sonunda Cecilia, cumhurbaşkanı olan kocasından boşanır.

Gazeteciler, Cecilia’nın peşine düşerler. Fransa Cumhurbaşkanı’nın karısı olmayı reddeden bir kadının duygularını öğrenmek çok önemlidir onlar için.

Cecilia, sorulara özlü bir yanıt verir:

"Sürekli halkın gözü önünde olmaktan bıktım."

Fransız basını, Cecilia’nın yakında Richard’la evleneceğini yazıyor.

Dilerim, çok az kadının elinin tersiyle iteceği Fransa first lady’liğini bırakıp aşkına koşan Cecilia mutlu olur.

Aynı şekilde aşkını halkından saklama riyakárlığını göstermeden yaşayan Nicolas Sarkozy ve yakında karısı olacak sevgilisi Carla Bruni de mutlu bir yaşam sürdürür.

Çünkü mutluluk her şeyden önemlidir. Yaşamın amacı da bu değil mi?
Yazının Devamını Oku

Modacıya TV’ciler hafif geldi

9 Ocak 2008
BEN Pınar Kür’le Müjde Ar’dan daha güçlü bir performans beklerdim. Doğrusu, modacı Cemil İpekçi karşısında her ikisi de beni hayal kırıklığına uğrattı.

Cemil İpekçi belli ki çok görmüş geçirmiş biri, ağzı iyi laf yapıyor.

Onlara halkın merak ettiği soruları sorma fırsatı tanımadı.

Örneğin Müjde Ar o bildiğimiz cince sorularına şöyle bir başladı ama sonunu getiremedi.

Modacı bunlardan ustaca kurtulmasını bildi ve demagojiyle konuyu kendi istediği yöne doğru yönlendirdi.

Aslında can alıcı soruyu da sordular:

"Türban yasağı kalkana kadar defile yapmayacağım, dediniz. Neden?"

Cemil İpekçi
bu sözlerini anında yalanladı:

"Ben defile yapmayacağım demedim. Ben, türban yasağı kalkana kadar türban defilesi yapmayacağım dedim."

Hem Müjde Ar hem de Pınar Kür o noktada sormaları gereken soruyu sormadılar.

* *Ê *

Oysa hem Pınar Kür, hem de Müjde Ar anında şunu sormalıydılar.

"Peki, madem öyle demediniz de neden bugüne kadar yalanlamadınız?"

Bizim meslekte geçerli olan şudur:

Söylemediğiniz bir söz yazılırsa, ya da sözleriniz çarpıtılırsa bunu en kısa zamanda düzeltmeniz gerekir.

Eğer sözlerinize yoğun tepki geldikten sonra düzeltme yaparsanız o ciddiye alınmaz.

Nitekim Cemil İpekçi düzeltmeyi tepkileri görünce yaptığı için kimse ciddiye almadı.

Burada bir şeyi daha belirtmek istiyorum.

Aynı programda Cemil İpekçi’nin özel yaşamının sorgulanmamasını çok olumlu karşıladım.

Çünkü Cemil İpekçi’nin cinsel tercihleri, aşkları, meşkleri kimseyi ilgilendirmez.

O programda ve Cemil İpekçi’nin dolaştığı bütün TV programlarında işi geleceği yaratmak olan bir modacının kadınların örtünmesi ile muhafazakarlığı savunması, "Kadın olsam ben de türban takardım" demesi sorgulanmadı.

Bu dramatik çelişkiler vurgulanmadı.

Kısacası Cemil İpekçi tüm televizyonlarda istediği gibi konuştu, söylemek istediklerini rahatça söyledi.

Konuyu laf kalabalığına getirerek AKP’ye olan yakınlığının gerçek yüzünü gizlemeyi başardı.

Ve doğal olarak da milyonlarca insan ekran başında sinir oldu.

Gül’ün gafı

GELELİM Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Amerika ziyaretine...

Ben Gül’ün böyle bir davete neden balıklama atladığını hálá anlamış değilim.

Başbakan daha yeni döndü Beyaz Saray’dan.

Gül ne konuştu Bush’la? Yetkisiz ve sorumsuz olarak neyi halletti?

Neyse...

Esas üzerinde durmak istediğim Cumhurbaşkanı’nın giderken uçakta gazeteci arkadaşlarımıza söyledikleri:

"Irak PKK’yı aradan çıkarsın Türkiye’den on misli fazla yardım alır."

Cumhurbaşkanı, kimin parasını kime bol keseden dağıtıyor?

Türkiye’de 20 milyona yakın insan yoksulluk sınırının altında yaşam savaşı veriyor.

Yüz binlerce insan açlıkla boğuşuyor.

Gül’ün o kadar parası varsa önce kendi insanlarının karnını doyursun.
Yazının Devamını Oku

Mene tekel peres

7 Ocak 2008
RUS yazar Grigoriy Petrov "Beyaz Zambaklar Ülkesinde" kitabında devletlerin, toplumların ayakta durabilme koşullarını şöyle anlatıyor: "1920 yılında Moskova Büyük Devlet Tiyatrosu’nun davarlarında beklenmedik şekilde büyük çatlaklar oldu. Bu çatlaklar temelden tavana kadar uzanmıştı. Binanın yıkılma tehlikesi vardı.

Araştırmalar sonunda tiyatronun kocaman binasının köhne, tahta kazıklardan oluşan bir temelin üzerine oturduğu anlaşıldı.

Yüz yıl önce meşe ağaçları üzerinde yapılan bina yıllarca ayakta durabildi. Ancak zamanla kalın kazıklar çürüdü, duvarlar yamulmaya, çatlamaya başladı.

Mühendisler temeli kazdılar ve bölüm bölüm çürümüş kazıkları mermer bloklarla değiştirdiler.

Tiyatro binası yeni, sağlam bir temele kavuşturuldu.

Devletlerin tarihi, halkların yaşamı bize Moskova’daki tiyatro binasını anımsatıyor.

Devlet rejiminin köhne temelleri, halkı yöneten eski kurallar geçmişte anlamlı olsa da artık geçerli değildir.

Eski bir deyiş vardır: ’Yeni toplumlar yeni şarkılar üretirler.’

Gün geçtikçe nesiller değişiyor, yenileniyor. Yeni anlayışlar, yeni hedefler, yeni istekler oluşuyor.

Bu yeni nesilleri eski, geri kalmış kurallarla yönetemezsiniz.

Onları yönetmek için yeni, akıllı, adil ve sağlam bir devlet yönetimi oluşturmak gerekli.

* * *

Bazı ülkelerde devleti yönetenler aynen böyle davranıyorlar. Bazı ülkelerde ise zamanla halkı yönetmenin ve eğitmenin metotlarının olumlu yönde geliştirilmesi gerektiğini anlamıyorlar veya anlamak istemiyorlar.

Devlet yaşamının duvarları kırılıyor, çatlaklar meydana geliyor, kırıklar genişliyor ve uzuyor fakat kimse bununla ilgilenmiyor. Ve hiç şaşırtıcı değildir ki eski, hatta sağlam devletler çatlak vermekle kalmayıp yıkılıyorlar.

Kutsal kitapta şöyle bir ayet yer alır: Bir zamanlar kudretli ama sert ve kötü kalpli kralın sarayında şu yazılar ortaya çıktı: MENE TEKEL PERES.

Bilge Danyal bu sözleri şöyle yorumladı: Bu kelimeler, korkunç bir olayın habercisidir. Eski devletin yaşam gücünün tükendiği ve kaçınılmaz sona mahkûm edildiğinin göstergesidir.

Eski Roma İmparatorluğu, İspanya, Fransa Hükümdarlığı, Romanovlar’ın Rusya’sı, Hohenzollernler’in Almanya’sı ve Halbsburglar’ın Avusturya’sı aynı korkunç akıbete uğradılar.

Tarih onlar için gereken hükmü verdi: MENE TEKEL PERES -Düşüncesiz olmayın.

* * *

Solucanlar gibi küçük işlerinize ve kaygılarınıza gömülmeyin! Devletinizin temellerini nasıl güçlendirebilirsiniz diye düşünün.

Halkınızı gelecekte daha iyi ve daha yüksek seviyede nasıl eğitirsiniz diye düşünün!

Tarih bize bazı ülkelerin kaderlerinin nasıl acınacak hale geldiğini gösterdiği gibi bazı ülkelerin de, eğitimli olmak ve iki ayaklı hayvanlara veya uslu karıncaya dönüşmemek için nasıl savaşıp, hayatlarını sağlam temeller üzerine inşa ettiklerini gösteriyor."

Bugünün Türkiye’sini yönetenlerin Rus yazar Grigoriy Petrov’un söylediklerinden önemli dersler çıkarmaları gerekir.

Grigoriy, kendini "Ben her istediğimi yaparım" rüzgárına kaptıran ve ülkeyi keyfine göre yönetmeye kalkan AKP iktidarına çıkış yollarını gösteriyor.

Anlamak isteyen anlar, anlamak istemeyen için de tarih aynı hükmü verir:

MENE TEKEL PERES.
Yazının Devamını Oku

Fazla yoruma gerek yok

5 Ocak 2008
Aşağıdaki fotoğraflar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Cengiz Kahraman’ın hazırladığı "1929 Kışı/Bir Şehir Efsanesi" kitabından alınmıştır. Bu iki fotoğraftan biri 81 yıl önce, ikincisi ise 79 yıl önce çekilmiştir.

2008 yılında, bilgi çağını yaşayan dünyada, Türkiye’nin kadınları örtmek için uğraşan bir iktidar tarafından yönetilmesi konusunda fazla yorum yapmaya gerek yoktur.

Yazının Devamını Oku

Karanlığa göz kırpan modacı

4 Ocak 2008
MODACI Cemil İpekçi "Türban serbest bırakılana kadar defile yapmayacağım" diyor. Benim bildiğim modacı, çağdaşlığı izleyen bir kafa yapısına sahiptir.

Soluklanmadan yenilikleri yaratmanın peşinde koşar.

Böyle bir meslek erbabı nasıl oluyor da kadınların örtünmesini savunabiliyor?

Demokrasiye olan inancından mı yapıyor bunu?

Ancak bir sonraki cümlesi bu gerekçeyi çürütüyor.

Çünkü Cemil İpekçi şöyle diyor:

"Ben kadın olsaydım türban takardım."

Ne duruyor, erkek olduğu için türban değil ama sarık takabilir, cüppe giyebilir, çember sakal bırakabilir.

Bunları yapması için bir engel yok ki.

Türkiye’de kimse kimsenin giyim kuşamına karışmıyor.

Ama bütün vatandaşlar belli mekanlardaki giyim kuşam kurallarına uymak zorundalar.

İşte siyasi İslam’ı savunanların "türban zulmü" dedikleri de budur.

* * *

Önce Fazıl Say’a karşı hükümetin avukatlığını yaptı Cemil İpekçi.

Ülkesinin geleceğinden endişe duyan bir müzisyenin duyarlılığını anlayamadı.

Ya da anlamamak işine geldi.

Şimdi de türbanlıların haklarını savunuyor.

Garip bir durum değil mi yaşadığımız?

Fazıl Say laik demokratik cumhuriyetin sorumlu ve duyarlı bir vatandaşı olarak çağdaşlığı, aydınlığı savunuyor.

Modacı Cemil İpekçi ise kadınlarını örterek, ülkede İslami kuralları geçerli kılarak ortaçağ karanlığını düşleyenlerin yanında yer alıyor.

AKP’ye yakın olduğunu söyleyen modacı "Keşke Malezya olabilsek" diyecek kadar aklı mantığı bir kenara itiyor.

* * *

Aslında modacı Cemil İpekçi’nin neden böyle konuştuğunu anlayabilmek için biraz arşiv karıştırmak yeterli.

2005 yılında Atatürk Havalimanı’nda büyük bir defile düzenlendi.

Bu defile, Cemil İpekçi tarafından tasarlanan THY yer ve uçuş personelinin yeni kıyafetlerinin tanıtılması amacıyla yapıldı.

2006 yılında ise PTT’nin posta dağıtım görevlileri için yeni üniformalar hazırladı ve onları giydirdi.

Yine aynı yıl Beyoğlu Belediye çalışanlarının kıyafetlerini hazırladı.

Arkasından Beyoğlu’nda icrai sanat eyleyen simitçilere belediye tarafından yaptırılan tek tip elbiseleri tasarladı.

* * *

Bütün bunlar bizim arşivleri şöyle bir tarayıp ulaştığımız bilgiler.

Bunların dışında Cemil İpekçi’nin ne gibi ticari çalışmalar içinde olduğunu bilmiyoruz.

Ancak Allah’ın "yürü ya kulum" dediği Cemil İpekçi’nin iş dünyasında hızlı bir çıkış yakaladığı kesin.

Kimse kıskanmasın, Allah Cemil İpekçi’nin tuttuğunu altın ediyor.

Dileriz şansı hep böyle devam eder.

Şimdi anladınız mı modacı Cemil İpekçi’nin AKP’nin avukatlığını neden yaptığını.

Ancak benim kendisine bir tavsiyem var.

Sakın yaslandığı dağlara güvenmesin.

Burası Türkiye... Burada çok değişken rüzgárlar eser ve ortalığı tarumar eder.
Yazının Devamını Oku

2008 çelişkilerle dolu bir yıl olacak

2 Ocak 2008
NE yazık ki, yeni yılda da yine aynı sorunlarla uğraşacağız. <br><br>Üstelik 2008, 2007’den daha sert çatışmalara sahne olacağa benziyor. AKP’nin anayasası ile ilgili tartışmalar, türban odaklı üniversite fetihleri, yargının ele geçirilmesi girişimleri yine toplumsal gerginliklere neden olacak.

İktidar, Erdoğan’ın eski müsteşarı, yeni milletvekili Ömer Dinçer’in, "Cumhuriyetin temel ilkelerinin yerlerini daha İslami bir yapıya bırakmalarının zamanı geldi" şeklinde çizdiği yolda ilerlemeyi amaçlayacak.

Türban bu yolun en önemli adımı.

Türkiye’nin yeni kimliğinin sembolü.

* * *

Emre Kongar, Cumhuriyet’teki köşesinde türban olayının hedefini şöyle özetliyor:

"Kadınlar için örtünme değil, erkekler için kadını örtme özgürlüğü..."

Kongar’a göre erkek egemen feodal kültürün "örtme" baskısı, kız çocuklarının "örtünme özgürlüğü" oluyor.

Gerçekten de yaşanan bu trajedinin gerçek yüzü yavaş yavaş netleşmeye başladı.

İslami dayatmalar ve beyin yıkamalar sonunda kız çocuklarını 5-6 yaşında örten anne babaların sayısı hızla artıyor.

Çağdaş eğitimin en önemli bölümü olan okul öncesi eğitimin yerini hızla Kuran kursları alıyor.

Çocuklara gerçek din eğitimi verileceğine, Kuran’ın içeriği, anlamı öğretileceğine anlamadıkları bir dilde ezber yaptırılıyor.

* * *

Strateji şu:

Kadının örtünme kavgası üniversitelerde kazanılınca ardından sıra liselere gelecek.

Zaten şimdiden imam hatiplerin yanında normal liselerde de türbanlı sayısı giderek artıyor.

Bugün Türkiye’deki 400’den fazla imam hatip lisesinde 120 binden fazla öğrenci eğitim görüyor.

İktidar, imam hatipleri çağdaş eğitime alternatif olarak palazlandırmayı amaçlıyor.

Oysa dünya bilgi çağını yaşıyor.

İktidar, çağdaş eğitimin niteliğini yükselterek bilgi çağını yakalamayı amaçlayacağına imam hatipleri yaygınlaştırmak için uğraşıyor.

Bu büyük bir çelişkidir.

Ama bunu imam hatip mezunu olan Başbakan ile bu politikayı yürüten Milli Eğitim Bakanı’na anlatmak olanaksız.

* * *

AKP iktidarı, imam hatiplere gözü gibi bakıyor.

İmam hatip liselerine verilen ödenek, öteki liselere verilenin 4 mislinden fazla.

İmam hatip liseleri, kendilerine ayrılan ödenekleri bitiremiyorlar.

Öteki liseler ise ödeneksizlikten öğretimlerini soğukta sürdürmek zorunda kalıyorlar.

Okulların temizliğini yaptırmak büyük sıkıntı oluyor.

AKP iktidarı, başta Başbakan olmak üzere Atatürk’ün "muasır medeniyetler seviyesine yükselmek" hedefine sıkı sıkıya bağlı olduklarını söyleyip duruyor.

Burada büyük bir çelişki var.

Çünkü okul öncesi eğitim yerine Kuran kursları konarak...

İmam hatip liseleri, çağdaş eğitimin alternatifi haline getirilerek...

Kadınlar örtülerek...

"Muasır medeniyetler seviyesine ulaşma" hedefi yakalanamaz.
Yazının Devamını Oku