Tufan Türenç

Bu mu ileri demokrasiniz

6 Aralık 2010
BAŞBAKAN Dolmabahçe Çalışma Ofisi’nde topladığı Cumhurbaşkanı’nın seçtiği biatçı rektörlere artık ezberlediğimiz demokrasi (!) nutukları atıyor. Önünde asker gibi dizilmiş bilim yuvalarının yöneticileri, kendisini gözlerini bile kırpmadan huşu içinde dinliyorlar.
Salonda Başbakan’ın sesinden başka sinek sesi bile yok. 
Başbakan yarattıkları özgür üniversiteleri anlatıyor.
“Asla üniversitelerin bizimle her konuda bire bir aynı düşünmesini istemeyizzzz...
Böyle bir beklenti üniversitenin de bilimin de ruhuna aykırıdırrrr...”
Dışarda, kentin girişinde, Dolmabahçe’de ve Çamlıca gişelerinde toplantıyı protesto etmek için toplanan ve üniversitelerinin özgür olmasını isteyen öğrencileri polis hallediyor.
Gözlerine, otomatik düzeneklerle su fışkırtır gibi biber gazı sıkıyor.
Öğrenciler can havliyle kaçışırken onları acımasızca, hınçla copluyor...

* * * 

Başbakan konuşmasını sürdürüyor:
“Üniversiteler elbette sorgulayıcıdırrr...
Akademisyenler elbette bağımsız hareket edebilirlerrr...”
Demokratik haklarını kullanmak, YÖK’ü ve üniversiteleri ele geçiren AKP anlayışını protesto etmek isteyen öğrenciler perişan halde yerlerde...
Öğrenciler, baygınlık geçiren, gözleri yanan arkadaşlarına yardım etmek için çırpınıyorlar.
Ağlayanlar, feryat edenler...
Hınçlarını alamayan polisler yatanların üzerine saldırıp onları yerlerde sürükleyerek polis otobüsüne atıp gözaltına alıyorlar.
YÖK Başkanı, YÖK üyeleri ve rektörler Başbakan’ı soluk almadan dinliyorlar.
“Son 8 yılda üniversiteler siyasetten arındırılmış, en küçük bir siyasi baskı hissetmemiş, özgür düşünce ve özerklik noktasında en serbest dönemini yaşamıştırrr.”
Öğrenciler ise hoyratça demokratik haklarını engelleyen polise doğru slogan atıyorlar:
“Eğitim hakkımız engellenemez...”, “AKP defol, üniversiteler bizimdir...”
Polis daha çok celalleniyor. Yeniden saldırıyor...
Biber gazı bu kez daha yakından sıkılıyor.
Coplar gelişigüzel kız, erkek demeden öğrencilerin neresine gelirse inip kalkıyor.

* * *

Başbakan geçen haftaki rektörler toplantısında çalışma ofisinin önündeki öğrenci protestosunu kınıyor:
“Herhalde paraları var, bol bol yumurta alıp bu yumurtaları buraya doğru sallamışlar, atmışlar.
Toplantılarda ayakkabı fırlatmışlar. Bunlar bir özgürlük anlayışı değildir. Yol kesmek bir özgürlük anlayışı değildir.
Evvela bu anlayışı değiştirmek lazımdırrr...”
Dışarda polis bu anlayışı değiştirmek için yapılması gereken neyse onu yapıyor. Biber gazı sıkıyor, copluyor, yerlerde sürüklüyor, direnenlerin kolunu kanadını büküyor.
Başbakan içerde YÖK’çülere ve rektörlere sesleniyor:
“Parmaklara barut kokusu değil, mürekkep bulaşsın istiyoruzzz...”
Öğrencilerin parmaklarında barut kokusu yok ama her tarafları biber gazına bulaşıyor.
Sırtları, kolları, yüzleri, gözleri cop darbelerinden mosmor.
Ama önemli değil...
Bunlar AKP türü ileri demokrasinin öğrencilere layık gördüğü madalyalar.
Yazının Devamını Oku

Türkiye’de yaşamak giderek zorlaşıyor

4 Aralık 2010
EVET... Çünkü insanlar huzur ve güvenlik açısından endişeliler.

İktidar, kendinden olmayan kişi, kurum ve kuruluşlara ters bir tutum takınıyor.
Haşin, sert ve acımasız oluyor.
Bazı savcı ve polisler hırsız, uğursuz, zorba ve katillerle uğraşacağına iktidara karşı muhalefet yapanların peşine düşüyor.
İnsanlar akıl almaz tertiplerle, tuzaklarla, imzasız ihbar mektuplarıyla, sahte kanıtlarla suçlanıp cezaevlerine konuyor.
Yargılamalar, tutuklulukları infaza dönüştüren bir anlayışla yürütülüyor.
Adalete olan güven her geçen gün biraz daha azalıyor. 
Türkiye giderek bir korku toplumuna dönüşüyor. 

Yazının Devamını Oku

Bu mektubu Başbakan mutlaka okumalı

3 Aralık 2010
“Saygı Değer Basın Mensubu, Bize göre artık dayanılmaz hale gelen bir yargılama sürecini sizlerle paylaşmak ihtiyacı hissettim.
Tam 27 aydır tutuklu yargılanıyor Tuncay Özkan...
Bugüne kadar isnat olan suçların hukuki ve fiili nedenleri somut delil gösterilmek suretiyle henüz açıklanmadı. Her duruşmada ısrarla sormamıza rağmen aldığımız en tatminkâr cevap savcıdan geliyor: ‘SEN SUÇUNU BİLİRSİN’. 
İfademizi vereli 11 ay oldu. O günden bu yana hiçbir hukuki gerekçe gösterilmeksizin kuvvetli suç şüphesi adı altında mahkeme başkanının karşı oyuna rağmen iki üyenin istemi ile tutukluluğumuz devam ediyor. 
Tutukluluk da değil, ESARET desek daha doğru olacak.  
Yargılama 20 Temmuz 2009 da başladı. 60’tan fazla sanığın ifadesi henüz alınmadı. Yoktur herhalde dünyada eşi benzeri bir durum. 
Umutla koştuğumuz her duruşmadan başka bir hayretle ayrılıyoruz. İşte onlardan biri de en son yapılan 11.11.2010 tarihli duruşmanın sonunda yaşandı.
Duruşmanın başlamasından itibaren tüm sanıklar beyanda bulundu, sonunda da tahliyelerini istedi hem de yılların hukukçuları gibi somut hukuki dayanaklar göstererek.
Bizler de hukuktan ayrılmadan hukuki destekte bulunduk.
Sanıklar aleyhine yaratılmaya çalışılan delillerin çağdaş hukuk ile bağdaşmadığını söyledik. Artık tutuklulukların eziyete dönüştüğünü belirttik. Makul sürenin aşımına ilişkin yargı kararlarından bahsettik. 
Her cuma günü gibi beklemeye çekildik. Heyet yaklaşık 1 saat sonra yargılamaya devam etmek için yerini aldı. Gereği düşünüldü diyor başkan...
Bugüne kadar neden yattıkları bile belli olmayan 3 kişinin tahliyesine, diğerlerinin mahkeme başkanının muhalefeti ile tutukluluk halinin devamına ve duruşmanın 17.01.2011’e ertelenmesine karar verildi.
İşte o anda fırtına kopuyor.
Başlıyor Tuncay ÖZKAN bağırmaya  ‘ADALET İSTİYORUM, ADALET İSTİYORUM...’
Ona destek veriyor Mustafa BALBAY...
Alkışlıyorlar mahkeme heyetini dağıttıkları adaletten olsa gerek. Bir üye sessizce salondan başı önde ayrılıyor. Vicdanı ile baş başa kalacak ve orada düşünecek verdiği kararın doğruluğunu...
Birden mahkemenin bir üyesi bağırıyor, talimat veriyor: ‘Tutanak tutun... Tutanak tutun...’
Tuncay’ı susturmaya çalışıyorlar. ‘SUS...’ diyorlar sanık arkadaşları.
Cevap ilginç ‘Ben neden susacağım? Siz de bağırsanıza... Ben koyun muyum?’
Devam ediyor: ‘Ne o tutanak tutup da içeri mi attıracaksınız?’
Bizler müdahale ediyoruz. Tuncay’ı gönderiyoruz. O bir bayramda daha tutuklu kalacak.
6’ncı bayramı olacak Tuncay’ın tutuklu geçirdiği.
Sizlerle bir babanın, bir muhalifin, bir gazetecinin, bir siyasi parti genel başkanının ve beni en çok ilgilendiren haklarına hiçbir saygı gösterilmeyen bir SANIĞIN makûs talihini paylaşmak istedim. Sevgi ve Saygılarımla.”
Tuncay ÖZKAN vekili Av. Ahmet ÇÖRTOĞLU
* * *
Bu mektubu, WikiLeaks’te yayınlanan kendisine dönük delilsiz, ispatsız iddialardan rahatsız olup öfkelenen Başbakan Erdoğan mutlaka okumalı.
Bugün aynı şekilde imzasız ihbar mektuplarıyla, uydurma, düzmece belgelerle suçlanarak ve suçunun ne olduğunu bilmeyerek Silivri’de yıllardan beri yatanlardan biri ile ilgili bu mektubu okumalı Başbakan.
Kendisi bir haksızlığa uğradığına inanarak nasıl isyan ediyorsa, o insan da her duruşma sonunda aynı duygularla isyan ediyor ama sesini adalete duyuramıyor.
 Erdoğan sık sık dile getirdiği Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e yaptığı “...Öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize, gönül alma sana. Suçlama bize, katlanma sana. Huysuzluk bize, hoşgörü sana” öğütlerini bir kez daha anımsamalı.    
Yazının Devamını Oku

Kripto depremi

1 Aralık 2010
ÇEŞİTLİ ülkelerdeki ABD büyükelçilerinin Washington’a gönderdikleri WikiLeaks’te yayınlanan kriptolar yalnız Amerika’yı değil, bütün dünyayı salladı.

Ciddiye alın veya almayın kriptolardaki bilgiler her ülkenin medyasını kapladı.

Gizli belge anlamına gelen kripto (crypto) büyükelçiliklerin merkeze gönderdikleri gizli bilgileri içerir.

Bu belgeler, önce kripto memurları tarafından şifrelenir, sonra telsiz memurları tarafından merkeze gönderilir.

Merkezde yine kripto memurları tarafından şifreleri çözülür ve ilgili kişiye ulaştırılır.

Yazının Devamını Oku

Avrupa Kültür Başkenti’nden gerçek bir öykü

29 Kasım 2010
AKP iktidarı Atatürk Kültür Merkezi’ni 2008’in haziran ayında kapadı.

İktidarın Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın verdiği söz şuydu:

“2009’un kasım ayında AKM’nin onarımını bitirip sanat etkinliklerine açacağız.”

Bakan Günay’a bazı insanlar bu işi yapamayacağını, çünkü Başbakan Erdoğan’ın burayı yıkmayı kafasına koyduğunu anlatmaya çalıştı.

Bakan “Onarım dediğim tarihte tamamlanacak ve AKM açılacak. Bu sözümü tutamazsam İstanbullu sanatseverlerin yüzüne bir daha bakamam” dedi.

Yazının Devamını Oku

Bir gecede zengin olmanın keyfi...

27 Kasım 2010
BAŞBAKAN Erdoğan Lübnan’a yaptığı ziyaret sırasında halkın büyük sevgi gösterileri ile karşılaştı. Başbakan’ın İsrail’e gösterdiği tepkinin, İslam dünyasında Erdoğan’a karşı olağanüstü bir sempati yarattığı görülüyor.
Kendisine, Arap Bankalar Birliği tarafından 2010 yılı liderlik ödülü verildi.
Erdoğan, törende yaptığı konuşmada Avrupa Birliği gibi Ortadoğu’da da “Schengen” uygulaması başlatılmasını istedi. 
Başbakan’ın önerdiği İslam ülkeleri arasında dolaşım serbestliği sağlanmasıydı.
Bunun bütün İslam âlemine yarar sağlayacağını söyledi.
Hocası Erbakan’ın 1996’da başbakanlığı sırasında yaptığı İslam Birliği önerisine göre daha ufak çaplı olmasına karşın yine de ilginç bir adım.
Erbakan İslam Birliği’nin ilk adımını D-8’i kurarak atmıştı.
D-8 (Developing Eight) ülkeleri Türkiye, İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya, Mısır ve Nijerya’dan oluşuyordu ve Gelişmiş ülkelerin kurduğu G-8’e rakipti.
İslam Birliği Projesi, İslam Birleşmiş Milletleri’ni, İslam Ortak Pazarı’nı, İslam Savunma Paktı’nı, İslam Dinarı’nı ve İslam Kültür Birliği’ni içeriyordu.
Erbakan bastırttığı altın 1 İslam Dinarı’nı basına da göstermiş, bunun İslam âleminin ortak parası olacağını açıklamıştı.
* * *
Erbakan Hoca’nın kulakları çınlasın.
CHP-MSP koalisyonu sırasında da başbakan yardımcısı olarak kendi kendine “Ağır Sanayi Hamlesi”ni başlatmış, Anadolu’da gittiği her yere fabrika temeli atmıştı.
Türkiye’nin yılda binlerce tank, binlerce uçak yapacağını iddia etmişti. 
Ancak Hoca’nın bu hayalleri bir türlü gerçekleşememişti.
Attığı temeller için alel acele açılan çukurlar yağmur sularıyla dolmuştu.
CHP Erzincan Senatörü rahmetli Niyazi Ünsal bu temellerden birini arabasının bagajına koyup Ankara’ya getirmiş ve basına göstermişti.
Bugünlerde Hoca yine sahneye çıktı.
Dün İstanbul’da genel başkanlığına seçildiği Saadet Partisi’nin “yeniden şahlanış”ını başlattı.
* * *
Başbakan Erdoğan’ın İslam âlemine önerdiği serbest dolaşımı hedefleyen önerisi bu anıları aklıma getirdi.
Doğrusunu söylemek gerekirse Başbakan Erdoğan bu konularda hocasından çok daha başarılı.
Çünkü bürokratlarına yaptırdığı bir kalem darbesi sayesinde Türkiye’yi bir gecede zenginleştiriverdi. 
Satın alma gücü paritesine göre kişi başına milli gelir 2 bin 354 dolar arttı.
Böylece kişi başına milli gelir 15 bin 392 dolara yükseldi.
Türkiye bu milli gelirle dünyanın 15’inci büyük ekonomisi oldu.
Nasıl oldu bu iş, diye sormayın.
Masa başında kalem oynatılarak yapılan bu hesaplara benim de aklım ermedi.
Ama bildiğim şu: Bakanlar Kurulu rakamlarda ayarlamalar yaparak bir gecede hepimizi zengin ediverdi.
Artık bunu sorgulamaya gerek yok.
Cebinize bir kuruş girmese de, gireceği yoksa da siz yine de zenginliğin keyfini sürün.
AKP iktidarına da bol bol dua edin.              
Erbakan Hoca’nın kulakları çınlasın. O bile bu kadarını becerememişti.  
Yazının Devamını Oku

Kılıçdaroğlu ve yeni CHP

26 Kasım 2010
KEMAL Kılıçdaroğlu siyaseti sallamaya başladı. CHP’nin bugüne kadar uyguladığı politikaları altüst eden bir politika uygulaması bazı kesimlerin kafasını karıştırdı.
Batı ile ilişkilerden başlayalım.
Avrupa’ya kapılarını kapatan parti yöneticilerinin tersine onlarla diyalog kurdu.
CHP’nin Avrupa Birliği’ne karşı olmadığını Avrupalı yetkililere kesin bir dille aktardı.
Partisinin Avrupa Birliği ile ilgili duruşunu ve kararlığını sabırla anlattı.
Kılıçdaroğlu’nun bu yaptığı doğruydu. Doğru olduğu Avrupa Birliği yöneticilerinin görüşmelerle ilgili açıklamalarından anlaşıldı.
Ancak bu yeterli değil. Kılıçdaroğlu’nun önünde daha uzun bir yol var.
CHP, iktidarın 2004’ten itibaren sırtını döndüğü Avrupa Birliği’ne Türkiye’nin tam üyelikten hiçbir şekilde vazgeçmeyeceğini net bir dille anlatmalı.
Tam üyeliğin Türkiye’nin hakkı olduğunda ısrar etmeli.
Türkiye’nin yaklaşık 50 yıldır bu hedefin peşinde koştuğunu, bu konuda büyük özverilere katlandığını vurgulamalı.
AKP iktidarı bugün işi oluruna bıraktı.
Çünkü Avrupa Birliği’nden alacağını aldı.
AKP, Avrupa Birliği desteğiyle içerde hem meşruiyetini sağlamlaştırdı, hem de siyaseten güçlenerek rejimle ilgili düzenlemeleri gerçekleştirdi.
Avrupa Birliği artık AKP’nin umurunda bile değil.
Kılıçdaroğlu bunun farkında. Bunun için Avrupa Birliği ile bugüne kadar kurulmayan köprüleri kurmaya çalışıyor.
Bu çabasını titizlikle, ısrarla yürütmeli.
* * *
CHP içerde de yepyeni politikalar uygulamaya başladı.
Bugüne kadar Kürt sorununa sırtını dönmek büyük hataydı.
CHP sosyal demokrat bir parti olarak, Kürt politikasına daha ilgili olmalı, çağdaş bir anlayışla çözüm önerileri üretmeliydi.
Yeni politika, partinin bu yöne doğru bir yaklaşım içinde olduğunu gösteriyor.
CHP’nin bu yaklaşımı hiç kuşkusuz sorunun çözümünü hem güçlendirir, hem de kolaylaştırır.
Bir sosyal demokrat partinin, etnik yapının ağırlıklı olduğu bir bölgede varlığını gösterememesi kabul edilemez.
CHP Doğu ve Güneydoğu’da sorunlara gerçekçi bir şekilde yaklaşarak bu durumu düzeltmek ve varlığını o bölgelerde göstermek zorundadır.
Görebildiğim, Kılıçdaroğlu partisinin Güneydoğu politikasını bu çizgi üzerine oturtma kararlılığı içinde.
* * *
Yine bir sosyal demokrat partinin, AKP gibi dini yanı ağırlıklı olan, muhafazakâr bir partiden çok daha özgürlükçü olması gerekir.
Birey özgürlüğü, düşünme ve ifade özgürlüğü CHP’nin birincil ilkesi olmalıdır.
Kılıçdaroğlu’nun özgürlüklerle ilgili politikaları derinlemesine oluşturması, hem Türkiye hem de partisi açısından yaşamsaldır.
Daha çok demokrasi, daha çağdaş bir hukuk devleti anlayışı da CHP’nin değişmez ilkesi olmalı ve bu konuda siyasi öncülüğü ele almalıdır.
Bugüne kadar bütün bu saydığımız konularda AKP hep CHP’nin rolünü çalmış ama demokrasi ve özgürlük yerine ülkede baskıcı bir rejim kurmuş, bir korku toplumu yaratmıştır.
Sonuç olarak CHP’lilerin halkla bütünleşmek, halkla kucaklaşmak için büyük çaba harcayan liderinin peşinden gitmesi gerekir.
Bundan CHP kadar ülke de kazançlı çıkacaktır.
CHP için daha çoook söylenecek şey var, ama yerimiz bitti.
Yazının Devamını Oku

Öğretmenlerimize armağan olsun

24 Kasım 2010
ÜNLÜ yazar Rıfat Ilgaz da bir cumhuriyet öğretmeniydi. 7 Mayıs 1911’de Kastamonu’nun Cide İlçesi’nde dünyaya gelen Rıfat Ilgaz yaşamı boyunca cumhuriyet aydınlanması için çaba harcadı.

Aydın, çağdaş insanlar yetiştirdi.

Edebiyatımızın koca çınarı sayısız yapıtlar verdi.

Yazdıkları yüzünden çok çile çekti. Mahkeme mahkeme süründürüldü. Yıllarını demir parmaklıklar arkasında geçirdi.

Ama yılmadı... Kutsal olarak bellediği savaşını sürdürdü.

Bugün de cumhuriyetin öğretmenleri aynı kutsal savaşı sürdürüyor.

Büyük ustanın yüreklere işleyen duygu dolu bir şiirini Öğretmenler Günü’nde yaşamlarını öğrencilerine adayan sevgili öğretmenlerimize armağan ediyorum.



ÇOCUKLARIM

Yoklama defterinden öğrenmedim sizi,
benim haylaz çocuklarım!
Sınıfın en devamsızını
bir sinema dönüşü tanıdım,
koltuğunda satılmamış gazeteler...
Dumanlı bir salonda
kendime göre karşılarken akşamı,
naneşekeri uzattı en tembeliniz...
Götürmek istedi küfesinde
elimdeki ıspanak demetini
en dalgını sınıfın!
İsterken adam olmanızı
çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun
palto, ayakkabı yüzünden.
Kiminiz limon satar Balıkpazarı’nda
kiminiz Tahtakale’de çaycılık eder;
biz inceleye duralım aç tavuk hesabı,
tereyağındaki vitamini
ve kalorisini taze yumurtanın!
Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta,
çevresini ölçtük dünyanın,
hesapladık yıldızların uzaklığını,
Orta Asya’dan konuştuk
laf kıtlığında.
Neler düşünmedik beraberce
burnumuzun dibindekini görmeden
bulutlara mı karışmadık!
“Hazan rüzgârı”nda dökülmüş
“hasta yapraklar”a mı üzülmedik!
Serçelere mi acımadık, kış günlerinde
kendimizi unutarak!
(1943)
Yazının Devamını Oku