Tufan Türenç

Kurultayda doğan umut

20 Aralık 2010
OLMADI... AKP’lilerin ve şakşakçılarının dört gözle bekledikleri olmadı. CHP’de listeler yüzünden hır çıkmadı, hır kaosa dönüşmedi.
CHP’yi bilenler, “Boşuna beklenmesin, hiçbir şey olmaz. Liderin dediği olur. CHP örgütü ve delegeleri bilinçlidir. Seçtikleri liderin elini güçlendirirler” dedi.
Onların dedikleri oldu.
Kemal Bey’in blok listesi olduğu gibi kabul edildi.
CHP Genel Başkanı’nın yaptığı konuşmanın bana göre iki ana ekseni vardı:
Partinin izleyeceği ana yol...
Bürokrasinin değil, halkın partisi olmak ve halk için çalışmak...
AKP’nin yok ettiği özgürlükleri yeniden getirerek korku toplumuna son vermek ve demokrasiyi sözde değil özde evrensel boyutlara taşımak.
Refahı topluma yaymak, hakça bölüşümü gerçekleştirmek.
Hukuk devletine vurulan darbeleri kaldırmak, hukukun üstünlüğünü geçerli kılmak.
Yüzde 10 barajını kaldırarak halk iradesinin parlamentoya adil şekilde yansımasını sağlamak.
Çağdışı, antidemokratik partiler yasasını değiştirip lider sultasına son vermek. Milletvekillerini halkın seçmesi yöntemini getirmek.
İnsan haklarını, her türlü özgürlüğü yasalarla güvence altına almak.
Sadaka siyasetini kaldırıp sosyal devleti işletmek. Popülist politikalara son vermek.
Namuslu girişimcinin önünü açmak, siyasetçilerin ekonomiye gereksiz müdahalesini ortadan kaldırmak.
Ve yeni çağdaş, demokratik bir anayasa yapmak.   
* * *
Kemal Kılıçdaroğlu konuşmasında sadece bunları yapacağını söylemedi.
İktidara geldiklerinde bunları gerçekleştireceğine dair söz verdi.
Ama bunun için toplumun tepkisizlikten kurtulmasını istedi.
“Ben ayaktayım, siz de ayağa kalkın, isyan edin” dedi.
“Korkmayın, korkan her gün ölür, korkmayan ise bir kez ölür” dedi.
Kemal Bey susanlara, hiçbir şeye ses çıkarmayan, isyan etmeyenlere sitem etti.
Bilim adamlarına “Ayağa kalkın, üniversitelerinizi kaldırın” çağrısında bulundu.
Yargıçlardan baskılara boyun eğmemelerini, hukukun katledilmesine isyan etmelerini istedi.
Sendikalara, sivil toplum örgütlerine, bürokratlara ve de medyaya “Özgür toplum için direnin” dedi.
CHP genel başkanının konuşmasında saydıkları, yıllardan beri özlemi çekilen, eksiği duyulan sosyal demokrat bir partinin varoluş müjdesini veriyordu.
Bu, demokrasimiz açısından özlediğimiz bir umut ışığıdır.
* * *
CHP, 1973-1977’deki Ecevit hareketinden sonra yavaş yavaş halktan kopmuştu.
Parti ne büyük kentlerin varoşlarında vardı...
Ne kırsal kesimde, ne Orta Anadolu’da, ne de etnik nüfusun yoğun olduğu bölgelerde...
Eğer bir sosyal demokrat partinin Kürt vatandaşların yoğun olduğu kentlerde oyları yüzde 1’lere kadar düşmüşse orada çok büyük bir yanlış var demektir.
Sosyal demokrat partilerin en önemli özelliği, azınlık hakları ile etnik kitlelerin sorunlarına öteki partilerden daha fazla eğilmek, onların koruyucusu olmaktır.
Son yıllarda CHP Güneydoğu’da yoktu.
Bundan sonra o bölgelerde, kentlerin varoşlarında, Orta Anadolu’da, kırsal kesimlerde varlığını göstermek zorundadır.
Oralarda yaşayan insanlarla kucaklaşmalı, sorunları çözeceğine dair onlara güven vermelidir.
CHP kurultayında yanan ışık bunun için büyük umuttur.
AKP’nin ve şakşakçılarının telaşının nedeni de budur.
Yazının Devamını Oku

Balyoz davası ve ileri demokrasi...

18 Aralık 2010
BALYOZ konusunda aylardır senaryo üzerine senaryo yazan arkadaşlar, hiç 162 kişiyle darbe hazırlığı toplantısı yapıldığını duydular mı? Bırakın Türkiye’yi, dünyada böyle bir darbe toplantısı yapıldı mı?
Darbe toplantısında konuşulanların kayda alınması bu işin gizlilik mantığına ve kurallarına sığar mı?
Ya darbeyi hazırladığı iddia edilen komutanların toplantı kayıtlarını Genelkurmay’a göndermesi...
Hangi darbecinin aklı bunu alır.
Ama burası Türkiye...
Burada öyle savcılar var ki, böyle bir toplantıyı darbe hazırlığı olarak kabul edip tam bin sayfalık iddianame yazarlar.
Camileri bombalatırlar...
200 bin insanı tutuklatıp statlara doldurttular.
Türk savaş uçağını, yine Türk savaş uçaklarına vurdururlar...
Daha neler neler yaparlar...
Şimdi bu insanlar darbe yapmak suçlamasıyla Silivri’de yargılanmaya başladılar.
Tam 196 kişi...
Yine ne zaman biteceği bilinmeyen bir dava daha...
Örneğin bizim Sedat Ergin aylar önce Balyoz’a girdi. Çok iyi girdi, iddianameyi, belgeleri didik didik etti ama bir türlü çıkamadı. Çıkacağı da yok.
¡ ¡ ¡
Hukukçulara göre bu Ergenekon ve Balyoz yargılamalarında hukuk normları çiğneniyor.
İddianameler kabul edilemeyecek kadar abuk sabuk iddialar ve maddi hatalarla dolu.
Sanıklara ve avukatlarına göre bu davalarda hukuk resmen katlediliyor.
Ama buna karşılık AKP ve yandaşlarına göre ise bu yargılamalar “ileri demokrasi”ye geçişin bir göstergesi.
Yargılamalarıyla, yolsuzluk iddialarıyla, öğrencilere atılan dayaklarıyla AKP’nin “ileri demokrasi”si dünyada uzman kuruluşların araştırmalarına nasıl yansıyor acaba?
Taptaze bir örnek önümüzde duruyor.
Ünlü Economist Dergisi’nin “Ekonomist İstihbarat Birimi” tarafından iki yılda bir yapılan “Dünya Demokrasi Endeksi” araştırması yayınlandı.
Araştırmada AKP Türkiye’sinin demokrasi karnesi hiç de parlak değil.
Türkiye iki yıl önce yayımlanan araştırmaya oranla iki basamak gerileyerek 167 ülke arasında 89’uncu sırada yer aldı.
“Hibrid (melez) rejim” olarak nitelendirilen Türkiye, Nikaragua ile aynı sırayı paylaştı.
(Araştırmaya göre, Türkiye’deki rejimin birazı demokrasi ama daha çoğu otoriter.)
¡ ¡ ¡
Araştırmada devletler “Seçim süreci ve çoğulculuk, sivil özgürlükler, hükümetlerin işler durumda olması, siyasal katılım ve siyasal kültür” koşulları dikkate alınarak değerlendiriliyor.
Bu değerlendirmelere göre de devletler dört kategoride sıralanıyor:
Tam demokrasi...
Kusurlu demokrasi...
Hibrid (melez) rejimler...
Otoriter rejimler.
AKP’nin Türkiye’yi götürdüğünü iddia ettiği ileri demokrasimiz, kategorilerin en kötüsü “otoriter rejim”den bir önceki.
Bizim “ileri demokrasi”, “kusurlu demokrasi” olarak bile kabul edilmiyor.
İşte AKP’nin demokrasi karnesi...
Hiç kuşkunuz olmasın AKP yeniden iktidar olursa ve bu kafada giderse Türkiye iki yıl sonraki araştırmada rahatlıkla “otoriter rejim”lere terfi eder.
Yazının Devamını Oku

Yarınki kurultay neye karar verecek?

17 Aralık 2010
CHP’nin delegeleri öteki partilerin delegelerine benzemez. Bilinçlidir.
Aklını duygularının önüne koyarak karar verir. 
Cumhuriyet’in kazanımlarının, Atatürk ilke ve devrimlerinin değerini bilir, onlara sahip çıkar.
Ülkesi için üzerine düşen yükümlülüklerden kaçmaz.
Çağdaş, aydın ve demokrattır.
Kesinlikle biatçı değildir.
Delegelerin yarınki kurultayda bu bilinçle karar verecekleri kesindir.  
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Genel Başkan Kılıçdaroğlu kurultaydan güçlenerek çıkacaktır.
Bütün CHP’liler kurultayın iradesine saygı gösterecek, genel başkanın etrafında toplanacaktır.
Türkiye içinden geçtiği süreçte güçlü bir CHP’ye her zamankinden fazla gereksinim duymaktadır.
AKP iktidarının demokrasi vaatlerine karşın Türkiye’yi bir otokrasiye sürüklediği artık yandaşları tarafından bile anlaşılmaya başlanmıştır.
2011 seçimi Türkiye için dönüşü olmayan bir yoldur.
* * *
Yarınki kurultayda CHP’li delegeler çağdaş demokrasinin özü ve dayandığı şu değerler için karar verecek:
Çoğulculuk, farklılıkların içlere sindirilmesi, bunların özgürce seslendirilmesi...
Dinsel ve etnik kimliklere saygı ve hoşgörü duyulması...
Bunların hukuken güvence altına alınması...
Temel hak ve özgürlüklerin alabildiğine kullanılabildiği bir toplum modelinin yaratılabilmesi...
AKP’nin yarattığı korku toplumunun ortadan kaldırılması...
Hukuk devletinin yeniden kurulması...
Özel yetkili mahkemelerin kaldırılması...
Faşist baskıların, hukuksuzlukların hesabının sorulması...
Tüm toplumun paylaşacağı bir özgürlük ve demokrasi anlayışının yerleştirilmesi...
Toplumsal barışın sağlanması...
Milli gelirin hakça paylaşılması...
Refahın yaygınlaştırılması...
Cumhuriyet’in getirdiği ve yerleştirdiği kadın-erkek eşitliğindeki tahribatın hızla onarılması...
Katılımcı demokrasinin dinamitlenen temellerinin yeniden daha güçlü bir şekilde atılması...
Sendikalizmin çağdaş toplumlardaki gibi güçlü hale getirilmesi...
Sivil toplum örgütlerine uygulanan baskının kaldırılması...
Basın özgürlüğünün yeniden kurulması...
Devletin insan haklarına saygı göstermesi...
* * *
CHP yarınki kurultaydan bu değerlere bağlılıkla çıkacaktır.
Genel Başkan Kılıçdaroğlu ve kurultayın onayladığı yöneticiler partiyi iktidara taşımak için halkla bütünleşip daha güçlü hale getirmelidir.
Böyle bir CHP Türkiye için gereklidir, umuttur.
Böyle bir CHP ülkedeki muhalefetin güçlenmesine de yardımcı olur.
AKP iktidarını endişeyle izleyen ve ülkesi için tedirginlik duyan insanlar böyle bir CHP’yi özlemle beklemektedir.
Delegeler yarınki kurultayda işte bu özlem için karar verecekler.
Yazının Devamını Oku

Türkiye sütliman

15 Aralık 2010
KAYSERİ Belediyesi’ndeki 17 kişilik rüşvet çetesinde anlaşmazlık çıkıyor. İçlerinden Hacı Ali Hamurcu adlı kişi gidip bütün pislikleri savcıya anlatıyor.
İşe birdenbire bazı eller giriyor. Men dakka dükka derken ihbarı yapan içeri tıkılıyor, koca yolsuzluk dosyası ise kaşla göz arasında kapatılıyor.
Kılıçdaroğlu olayı bütün ayrıntısıyla anlatıp Başbakan’a soruyor:
“İhbarı yapıp yolsuzluğu ortaya çıkaran Hacı Ali Hamurcu nerede? Başbakan mal varlığını araştıranların Silivri’de olduğunu söylemişti. Araştırsın bakalım Hacı Ali Hamurcu nerede?”
Başbakan “Bu zat şu anda hapiste. (Kılıçdaroğlu’na) Sen gene çaktın” dedi.
Kılıçdaroğlu gazetecilere “Hacı Ali Hamurcu Silivri’de. Ama Başbakan Silivri’de diyemedi. İhbarcı hapiste, ya ötekiler? Kapatılan dosyanın bütün belge ve bilgilerini CHP internet sitesine koyduk. Başbakan incelesin” dedi.
Bu işten gazetelere daha çooook ekmek çıkar.
* * *
Başbakan Erdoğan bir şeyi daha araştırsın.
Üniversite öğrencilerinin beslenme sorununu sorsun soruştursun.
Geçen yıl Marmara Üniversitesi’nde 3 öğrenci derste bayılmıştı. Yapılan muayenelerinde öğrencilerin açlıktan bayıldıkları ortaya çıkmıştı.
Üniversitelerin önceki rektörleri zaman zaman bu sorunu dile getirirlerdi. Yeni rektörlerden ise bu sorunla ilgili olarak ne bir ses, ne bir nefes var.
Bazı veliler çocuklarına ayda ancak 200-300 lira gönderebiliyor.
Çocuklar bununla idare etmek zorundalar.
Hoş, diyeceksiniz ki üniversiteyi bitirseler ne olacak?
İş nerede? Benim çevremde onlarca genç yıllardan beri iş arıyor.
Üniversiteli umutsuzluk içinde...
Başbakan öğrencilere bağıracağına, onları azarlayıp suçlayacağına sorunlarını anlamaya çalışsın. Bu daha gerçekçi ve akılcı bir yaklaşım olur.
* * *
Popülist politikalar uygulamadıklarını vurgulayan, AKP’nin tam tersi uygulamalar içinde olduklarını gösteren bir örnek Bursa’nın Ovaazatlı beldesinde yaşandı.
Referandumda “Hayır” diyen Ovaazatlı’da belediye başkanı seçimi yapıldı.
Bursa Milletvekili Devlet Bakanı Faruk Çelik beldeye bir greyder gönderdi. Seçimi kazanırlarsa gerisinin geleceğini açıkladı.
Seçim kazanıldı. Çelik pazar günü beldeye giderek iki kamyon ve başkana bir makam aracı armağan etti ve anahtarlarını verdi.
Bu tam bir popülizm değil mi?
AKP yaparsa değil.
Ovaazatlı gibi küçük bir beldedeki seçim için uygulanan popülist politika 2011 seçiminde AKP’nin ülke genelinde nasıl bir kampanya yürüteceğinin de ipucu niteliğinde. 
Demokratik bir seçim için bu bir alarmdır.
* * *
Ekonomiyi sorarsanız? O harika.
Başbakan’ın bütçe konuşmasından bir elimizin yağda, bir elimizin balda olduğunu anlamadık mı?
* * *
Hani İsrail özür dileyecek, tazminat ödeyecekti?
Yandaş medyanın zafer çığlıklarıyla verdiği bu balonu gazetelere kim sızdırdı?
Netanyahu noktayı koydu: “Ne özür var, ne de tazminat.”
Aynı balon haber WikiLeaks belgeleri yayınlandığında da uçurulmuş, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın “Türkiye’den özür dilediği” söylenmişti.
Ancak Amerikan Dışişleri özür dilenmediğini, “derin üzüntü” duyulduğunun bildirildiğini açıkladı.
Türkiye gibi büyük ve ciddi bir devleti yönetenler böyle balonlar uçurmaz.
Uçuranlar olursa onların da cezalarının kesilmesi gerekir.
Yazının Devamını Oku

81 yaşında bir şövalye

13 Aralık 2010
ŞÜKRÜ Server Aya Ermeni fanatikleri ile boğuşan tek kişilik bir ordu. Bu yaşında ayaklarını uzatıp oturacağına zorlu bir savaşıma girişmiş bir şövalye.
Aya, Robert Kolej mezunu. Mükemmel İngilizcesi var.
Okuldan sonra ticarete atılmış. Yaşı ilerledikten sonra işlerini tasfiye etmiş.
Ermeni iddiaları konusundaki kuşkuları onun kafasını kurcalamaya başlamış.
1915 olaylarının gerçek yüzünü ortaya çıkarmak için araştırmalara girişmiş.
Çalışmalara başlamadan önce kendisine şu soruları sormuş:
“Gerçekten olaylar bütün dünyaya Ermenilerin anlattığı gibi mi oldu?
Türkler soykırım yaptı mı? 
Yoksa bir millet yargısız infaz mı edilmek isteniyor?”
Okuldan, ticari yaşamından çok sayıda Ermeni dostu arkadaşı varmış Aya’nın.
Gerçekleri öğrenip onların yüzüne bakabilmek, yalanları, iftiraları, sahte belgeleri ortaya çıkarmak için yıllarca çalışıp çabalamış.
Dünyada bu konuda yazılan hemen bütün kitapları, makaleleri ve Ermenilerin ortaya attığı belgeleri taramış.
Yıllarca süren bu zor ve yorucu çalışmalardan sonra Ermeni iddialarını çürüten, yalanlarını ortaya çıkaran çok bilgi ve belge toplamış.
Aya’yı en çok şaşırtan da belgelerin büyük bölümünün Türk Ermenilerinden gelmesi olmuş.
Bunları yazdığı ve internetten yayınladığı yüzlerce makaleye sığdıramamış.
Sonunda kitap yazmaya karar vermiş.
* * *
Aya, bugüne kadar ikisi İngilizce 3 kitap yazdı.
Son kitabı “The Genocide of Truth Continues”u (Gerçeğin Kırımı Sürüyor) geçtiğimiz günlerde, bütün parasal sıkıntılarına rağmen kendi olanaklarıyla bastırdı.
Kitabını gerçekleri savunanlara adadı.
81 yaşındaki Şükrü Server Aya sağlığı iyi olmamasına rağmen bulduğu gerçekleri belgeleriyle birlikte bütün dünyaya açıklıyor. 
Son kitabında Anadolu’da yaşayan Ermenilerin bir bölümünün nasıl kandırılarak Osmanlı’ya karşı savaştırıldığını belgelere ve dış kaynaklardan topladığı bilgilere dayanarak anlatıyor.
Fanatik Ermenilerin olayları nasıl saptırdığını, dünyaya yaydıkları belgeleri çeşitli kaynaklardan bulduğu belge ve bilgilerle çürütüyor.
Amerika’daki soykırım müzesinin nasıl politize edildiğini ortaya çıkarıyor.
Amerikan Büyükelçisi Morgenthau’nun gerçek yüzünü, yaptığı rezillikleri sergiliyor.
Fanatik Ermenilerin kilise ile birlikte parasal kaynak sağlamak amacıyla dini nasıl kullandıklarını yine yabancı kaynaklardan bulup çıkarıyor.    
Aya bütün çalışmalarının ışığında şu soruyu ortaya atıyor:
“Soykırım iddialarını ileri süren fanatik Ermeniler yüz yıldır topladıkları paraları savaşabilmek için mi toplamaktadırlar, yoksa para toplamak için mi savaş ve şimdiki inanılmaz düşmanlığı devam ettiriyorlar?”
* * *
Şükrü Server Aya tek başına savaşan bir şövalye. 
Kendisine birkaç dostundan başka kimse yardım etmiyor.
Bütün bunlar onun umurunda değil, o sağlığının elvermemesine rağmen çıktığı yolda ilerlemeyi sürdürüyor.
Aya 15 Aralık’ta Ankara’da Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi’nin (TURKSAM) salonunda “The Genocide of Truth Continues” (Gerçeğin Kırımı Sürüyor) adlı kitabını tanıtacak.
Kültür Bakanlarımızdan yazar Talat Halman ile TURKSAM’ın Başkanı Sinan Oğan da birer konuşma yapacaklar.
Şükrü Server Aya bu yaşında gerçekleri ortaya çıkarmak için yalanlarla boğuşurken bizlere de önemli görevler düşüyor.
Şükrü Bey’in çalışmalarının, kitaplarının bütün dünyaya dağıtılmasına katkıda bulunmamız gerekiyor. Bu, bu ülkede doğmuş, yetişmiş her insana düşen görevdir.
İhtiyar delikanlıyı yalnız bırakmamalıyız. 
 
NOT: Şükrü Server Aya’ya şu sitelerden ulaşılabilir:
ssaya@superonline.com / ssaya01@gmail.com / ssaya01@yahoo.com
Yazının Devamını Oku

Müzik bunalanlar için asude bir limandır

11 Aralık 2010
TÜRKİYE’de yaşanan sürekli gerginlik insanları bunaltıyor. Ben bu sıkıcı havadan müziğe sığınarak geçici de olsa kurtuluyor, ruhumu dinlendiriyorum. Sizlere de aynı yolu öneririm.

İstanbul’da çok güzel konserler izleme olanağı var.

Ünlü piyanistimiz Hüseyin Sermet’in solist olarak çaldığı Londra Filarmoni Orkestrası’nın İş Sanat’taki konserinden başlayalım. 78 yıl önce kurulan ünlü orkestrayı çok ünlü şefler yönetmiş. 2007’den beri orkestranın şefi Rus asıllı Vladimir Jurowski.

Konser Mendelson’un 5 Numaralı Senfoni’siyle başladı. Ardından Hüseyin Sermet, Beethoven’ın 4 Numaralı Piyano Konçertosu’nu çaldı. Piyanistimiz bu zor konçertoyu baştan sona büyük bir başarıyla seslendirdi.

Konser, Brahms’ın, belleklerimizden silinmeyen “Brahms’ı Sever misiniz” filminin müziği olarak kullanılan ünlü 3 Numaralı Senfoni’siyle sona erdi.

Londra Filarmoni tek kelimeyle harikaydı.

* * *

Ünlü piyanistimiz İdil Biret ile Rus viyolonist Alexander Rudin’i aynı sahnede izlemek bir müziksever için büyük şans.

İki büyük virtüoz Süreyya’da çaldı.

Beethoven’ın 1 Numaralı Sonat’ıyla başladı konser. Brahms’ın 1 ve 2 Numaralı Sonat’ı ile devam etti.

İdil Biret ile Alexander Rudin harikaydı. İki usta müzisyeni dinlemeye doyamadık.

Olağanüstü bir konserdi. Bu ikili bir daha bir araya gelir mi bilemem.

* * *

İstanbul Senfoni’nin Caddebostan Kültür Merkezi’ndeki konseri de çok ilginçti.

Solist Fransız Kemancı Gilles Apap’tı. Uçuk ama olağanüstü bir adam Gilles.

Önce salona yan kapıdan girerek dinleyicilerin hemen önünde İrlanda müziğini andıran parçalar çaldı.

Sonra sahneye çıktı ve orkestra eşliğinde Haçaturyan’ın Keman Konçertosu’nu kendine özgü bir yorumla seslendirerek resmen nefes kesti.

Konser şef Alpaslan Ertüngealp’in başarılı yönetimiyle Korsakov’un Antar Senfonisi’yle devam etti.

Çok güzel bir konserdi.

* * *

Gelelim CRR’deki Akbank Oda Orkestrası’nın konserine... Solist Sharon Bezaly çok sayıda ödüllü bir flüt sanatçısı...

Japon Muramatsu firması tarafından kendisi için özel olarak üretilmiş 24 kırat altın bir flüt çalıyor.

İki flüt konçertosu seslendirdi. Birincisi Jolivet’in yapıtıydı. İkincisi ise 26 yıllık kısacık ömründe çok önemli yapıtlar yaratmış olan Pergolesi’nin Flüt Konçertosu’ydu. Genç flütçü Sharon Bezaly gerçekten de çok yetenekli. 

Akbank Oda ise önce Norveçli bestekâr Grieg’in enfes Holberg Süiti’ni çaldı. Arkadan deha bestekâr Stravinski’nin Pulcinella Süiti’ni seslendirdi.

İnanılmaz bir yaratıcılık yanı olan ve dinleyicileri sürekli şaşırtan dehasıyla harika yapıtlar veren 20. yüzyılın bestekârı Stravinski.

Sanatçı ilk çalındığında müzikseverler üzerinde sarsıcı bir etki yapan Pulcinella Süiti’ni 26 yaşında yaşamını yitiren yetenekli bestekâr Pergolesi’nin klavsen parçalarından yaratmış.

Klavsen parçaları, dinleyenlerin başını döndüren bale müziğine dönüştürmüş Stravinski.

* * *

Ve ünlü bariton Mesut İktu...

İktu’nun 40’ıncı sanat yılı konseri...

Türk operasına hem sanatçı, hem yönetici, hem de hoca olarak büyük emek veren İktu piyanist Evren Büyükburçlu Erol’un eşliğinde Schubert, Brahms, Mahler, Marx, Çaykovski, Rahmaninov, Glinka, Chopin, Theodorakis, Tariverdiev, Erkin, Tanrıkulu, Saygun ve Gürer Aykal’ın lidlerini büyük bir ustalıkla seslendirdi.

İktu operaya yaptığı katkılardan dolayı her türlü övgüye layıktır.

Daha uzun yıllar eşsiz deneyimi ile öğrenciler yetiştireceğine ve Türk operasına büyük değerler kazandıracağına inanıyorum. 
Yazının Devamını Oku

Bazılarının yüzleri gibi vicdanları da kararmış

10 Aralık 2010
HÜKÜMET, öğrencilerin sürüklendiği çıkmazın yarattığı psikolojiye doğru bir tanı koyamadı. Hâlâ anlayamadılar kendi dünya görüşünde olan rektörleri atayarak üniversiteleri hizaya getiremeyeceklerini...
Üniversite öğrencilerini biat kültürüyle yetiştirilen imam hatip öğrencilerine döndüremeyeceklerini...
Üniversitelerin özgür düşünce ve özgür konuşma ve bilim yuvaları olduğunu anlayamadılar.
Anlayacakları da yok.   
Başbakan ve bakanları hâlâ yangına körükle gidiyorlar.
Öğrenciler protestolarını sürdürürse polisin de onları coplayacağını, biber gazı ile püskürteceğini, yere düşenleri tekmeleyeceğini söylüyorlar.
Başbakan açık açık meydan okuyor, “Gösteri yaparsanız, polis gereğini yapacak” diyor.
Yani sesini çıkaran öğrenci polis dayağını, biber gazını yemeğe katlanacak.
Yanlış ve dönüşü olmayan bir yol.
Ben gazeteci olarak 1969 ve 1979 üniversite olaylarını izleyip bire bir yaşadım.
Her iki dönemde de polis sertleştikçe olaylar tırmandı.
Sonunda iktidarlar üniversitelerdeki olayları denetleyemez duruma düştüler.
Öğrencilerin kamplara bölünüp birbirlerini kurşunlamasına kadar gitti iş.
Eğer AKP iktidarı bu anlaşılmaz tutumunu sürdürürse olaylar tırmanır ve kontrolden çıkar.
Toplum olarak çok ağır faturalar öderiz, acılar çekeriz.
* * *
Olaylarda gördük ki polis tam bir ideolojik robot haline getirilmiş.
Öğrencileri bir düşman gibi görüyor ve vahşice saldırıyor.
Belli ki, başlarındaki müdürler de aynı psikoloji içindeler.
Poliste mesleğin gereği olan hoşgörü ve sabırdan zerre yok.
Gençlerin psikolojisini anlamıyorlar.
Su fışkırtır gibi gözlerine yakıcı biber gazı sıkıyorlar.
Tekmeliyorlar, copluyorlar, yere düşenleri saçlarından tutup sürüklüyorlar.
Polisin böyle bir hakkı yok.
Yaptığı hem demokrasiye hem de insan haklarına aykırı.
Ama iktidar ve yandaşları hâlâ bu gerçekleri görmüyorlar.
Anayasa Profesörü olan Burhan Kuzu bu psikolojiden ne kadar habersiz.
Böyle bir gergin ortamda öğrencilerin karşısına çıkarsanız onların size tepki göstermemesi olanaksız.
Demek ki bunu ölçemeyecek kadar bir panik içinde iktidar.
Hükümetin alacağı en akıllı karar öğrencilere düşmanca saldırılarda bulunan polisleri ve müdürlerini görevden almak. 
* * *        
Çok daha önemli ve vahim bir gelişme de bazı yandaş sözde gazetecilerin olaylara yaklaşımları.
Nasıl sığ, nasıl vicdandan yoksun...
Oysa tetikçiliğin de bir sınırı, bir ölçüsü vardır.
Polis saldırısı sırasında yediği darbelerden hamile bir üniversitelinin çocuğunu düşürmesi için yaptıkları yorumlar tam anlamıyla insanlık dışı bir anlayışı sergiliyor.
Hamile kadından öğrenci mi olurmuş?
Madem hamileymiş gösteride ne işi varmış?
İnsan kapkara yüzlü olabilir ama tetikçilik uğruna vicdan nasıl bu kadar kararabilir?
İnsan ruhu bu kadar kolay satılabilir mi?
Ne yazık ki, satılabildiği bir dönemden geçiyoruz.
Yazının Devamını Oku

Demokratik bir ülkede yer yerinden oynardı

8 Aralık 2010
ACABA Başbakan Erdoğan polisin öğrencilere nasıl saldırdığını televizyonlardan izledi mi?

İzlediyse 4 evlat babası olarak nasıl yüreği dayandı, nasıl isyan etmedi?
Grup konuşmasında öğrencilere dönük suçlamalarını dinleyince izlemediği kanısına vardım.
Başbakan’a göre bu öğrenciler sadece yumurta taşımıyormuş, üzerlerinde sopalar, taşlar, molotofkokteylleri varmış.
Değişik partilere mensuplarmış ve provokatif eylem yapmayı amaçlıyorlarmış.
“Toplantıya gireceğiz” diyorlarmış. ( Başbakan, biz onları davet etmedik ki buraya girsinler) dedi.
Onun için bunlara müdahale etmek polislerin göreviymiş.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’e göre ise bu gençler belli bir örgütün militanları... Bu işi meslek edinmişler.

Yazının Devamını Oku