25 Ekim 2010
TRT bir devlet kurumudur. Yıllık bütçesi 1 trilyon TL’den fazladır. Bu paranın yaklaşık yüzde 80’i, denetim pulu (bandrol) ile elektrik faturalarından gelmektedir.
Yani halktan toplanan paradır.
Bu para gerektiği gibi kullanılmakta mıdır?
Zaman zaman medyaya yansıyan haberlere bakarsanız buna olumlu yanıt vermek çok zordur.
Bunun en somut örneği de TRT’deki kadrolaşmadır.
Bunun dışında iktidara yakın kişilerin TRT’de göreve getirilmeleri, yandaş köşe yazarlarına program yaptırılmasıdır.
Bu köşe yazarlarına çok yüksek ücretler ödendiği ileri sürülmektedir.
Bir önemli iddia da Genel Müdür İbrahim Şahin’in akraba ve yakınlarının TRT’de göreve getirilmeleridir.
Bunlar isim isim bellidir.
Bu kadrolaşma ile yüzlerce kişi TRT’de istihdam edilmiştir.
¡ ¡ ¡
Ama bundan daha önemlisi TRT’nin yaptığı haberciliktir.
Esas felaket buradadır.
TRT bugün iktidarın sesi haline gelmiştir.
Hem de bütün kanallarıyla.
Halkın parasıyla yaşayan, tarafsız olması gereken bir yayın kurumunun iktidar yanlısı yayın yapması demokrasilerde kabul edilebilir bir durum değildir.
İbrahim Şahin genel müdür olarak göreve başladıktan sonra bu kadrolaşma işini hızla sürdürmüştür.
TRT’nin haber kadroları tamamen değiştirilmiş, buralarda yıllardan beri görev yapan deneyimli tüm elemanlar geri plana çekilmiştir.
Onların yerlerine yeni elemanlar alınmış ve haber kadroları tamamen değiştirilmiştir.
Bugün TRT haber kadrolarının tamamı Zaman Gazetesi, Samanyolu TV, Kanal 7, Kanal 24, Cihan Haber Ajansı ve Aksiyon Dergisi gibi yerlerden alınan elemanlardan oluşmaktadır.
Yukarda adı gecen medya kuruluşlarının tümü de yandaştır.
Yani iktidar yanlısıdır.
Bu durumda TRT haberlerinin tarafsız olmaması doğaldır.
Bir örnek verelim.
Referandum sürecinde TRT o kadar açık bir şekilde iktidar yanlısı yayın yaptı ki, Yüksek Seçim Kurulu bu kurumu uyarmak zorunda kaldı.
Ayrıca Ankara Cumhuriyet Basın Savcılığı da genel müdür ve 5 yönetici hakkında taraflı yayın yaptıkları iddiasıyla soruşturma başlattı.
Özetle TRT tarihinin en taraflı yayınlarını yapan bir kurum haline getirildi.
Zaten iktidarın da istediği bu değil miydi?
Çankaya’dan son atamalar
CUMHURBAŞKANI yine beklendiği gibi söylemlerinin tam tersini yaptı.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na atadığı 4 üyenin tamamı iktidarın dünya görüşünde insanlar.
Üstelik bunların ikisi Cumhurbaşkanı’nın hemşerisi.
Bu dört üye tamamen hükümetin icraatlarına paralel görüşleri savunan isimler.
Cumhurbaşkanı’nın seçiminin bu doğrultuda olacağını biliyorduk.
Yandaş gazeteciler de biliyordu.
Bir sürpriz olmadı.
Hâkim ve savcı atamalarını yapacak, yargının tarafsızlığını sağlayacak olan HSYK’nın 22 üyesinden 17’si iktidar yanlısı.
Böyle bir HSYK ile yargı bağımsız kalabilir mi?
Yazının Devamını Oku 23 Ekim 2010
RUSYA Başbakanı Putin’in sayım günü evine gelen sayım memuru ile çekilen ve evinin bir odasını gösteren fotoğraf tartışmalara neden oldu. Fotoğrafta Putin ile eşi küçük bir odada, basit bir koltukta yan yana oturuyorlar. Putin’in köpeği de hemen yanında uzanmış yatıyor.
Arka tarafta çok eski model, tüplü bir televizyon görülüyor.
Rusya Başbakanı gerçekten de son derece gösterişsiz bu evde mi yaşıyor?
Sayım memurunu kabul ettiği odadan evin çok küçük olduğu izlenimi doğuyor. Bir başbakan bu kadar küçük ve mütevazı evde yaşar mı?
Yoksa bu fotoğraf, mütevazı bir yaşam gösterisi mi?
Rusya’yı bilenlere sordum, ev gerçekten Putin’inmiş.
Ama sanıldığı gibi mütevazı ve küçük değilmiş.
Moskova’nın 20 kilometre dışında Ruslovsko adlı bir semtte başbakana devletin tahsis ettiği konutmuş.
Cumhurbaşkanı Medvedev ile diğer devlet büyükleri de aynı semtteki devlet evlerinde oturuyorlarmış.
İki katlı ve bin metrekare olan ev çok büyük bir bahçe içindeymiş.
Oradaki evlerin hemen hepsi aynı düzeydeymiş.
Şurası muhakkak ki, devlet evlerinin hiçbiri bir saray görkemine sahip değilmiş.
* * *
Bu fotoğraf, bana yıllar önce on binlerce insanı sürgüne gönderen, öldürten acımasız diktatör Stalin’le ilgili bir dergide okuduğum yazıyı anımsattı.
Yazıda yaşanmış bir olay anlatılıyordu.
Komünist partisinin yıllık toplantısı için Moskova’ya gelen delegelere Kremlin Sarayı’nda bir yemek veriliyor.
Delegeler, Kremlin Sarayı’nın şaşaasına uygun bir şekilde mükellef bir sofrada ağırlanıyorlar.
Yemekler altın yemek takımlarında sunuluyor konuklara.
Yemek bittikten sonra Kremlin Sarayı gezdiriliyor.
Bütün delegeler sarayın büyüleyen görkemine hayran kalıyorlar.
Konuklar son olarak mütevazı bir odaya götürülüyor.
Oda büyükçe ama son derece sade eşyalarla döşenmiş.
Sarayın görkeminden eser yok. Basit bir karyola, sıradan dolaplar, yerde ucuz bir halı ve her evde bulunan bir banyo.
Delegeler bu odanın neden kendilerine gezdirildiğini bir türlü anlayamıyorlar.
O sırada saray görevlisi şöyle diyor:
“Yoldaşlar, muhteşem saraydan sonra bu mütevazı oda sizi şaşırttı biliyorum. Ama bunu görmeniz gerekiyordu.
Çünkü Yoldaş Stalin gezdiğiniz bu görkemli sarayda yaşamıyor. Kendisi yaşamını bu mütevazı odada sürdürüyor.”
* * *
Daha sonra delegeler geldikleri illere uğurlanıyor.
Birkaç gün sonra yapılan sayımda altın yemek takımından bir çatal, bir kaşık ve bir bıçağın eksik olduğu anlaşılıyor.
Bütün aramalara karşın bu değerli eşyalar bulunamıyor.
Bunun üzerine yemeğe katılan delegelere mektup gönderiliyor.
Mektupta durum anlatılıyor.
Saraya ait çok değerli yemek takımının eksik kaldığı bildiriliyor ve delegelerin kayıplar hakkında bir bilgileri olup olmadığı soruluyor.
Bir süre sonra Kremlin’e imzasız bir mektup geliyor.
Mektupta şu bilgi veriliyor:
“Söz konusu çatal, kaşık ve bıçağı ben aldım. Onları Yoldaş Stalin’in yaşadığını söylediğiniz odadaki yatağın içine koydum.
Oraya bakarsanız bulursunuz.”
Yazının Devamını Oku 22 Ekim 2010
ALMANYA Başbakanı Merkel Türkiye-Almanya maçından sonra soyunma odasına inip futbolcuları kutladı. Bu olayın fotoğrafları gazetelerde yayımlanınca Almanya’da sorun oldu.
Almanya Futbol Federasyonu Başkanı Zwanziger, Merkel’in bu hareketini futbolun siyasete alet edilmesi olarak değerlendirdi.
Zwanziger Başbakan’ın özür dilemesi gerektiğini söyledi.
Merkel federasyon başkanını arayarak durumu açıkladı. Yani bir tür özür diledi.
Almanlar siyasetin orda burda kullanılmaması konusunda çok duyarlıdır.
Siyasetçiler de öyle.
Almanlar, Türkiye’deki durumu görseler herhalde akıllarını oynatırlar.
Hele hele seçim öncesinde oy toplamak için neler dağıtıldığını öğrenseler kim bilir nasıl şaşkına dönerler.
Acaba Zwanziger’in yaptığını bizim federasyon başkanı Erdoğan’a yapabilir miydi?
Erdoğan bırakın özür dilemeyi, federasyon başkanına “Sen soyunma odasına inip futbolcularımızı kutlamama ne karışıyorsun? Sen kimsin ya?” diye fırçayı basardı.
Ne yapalım, Türkiye’deki demokrasi anlayışı böyledir.
* * *
Bildiğiniz gibi ilginç bir HSYK seçimleri yaşadık.
Bakanlığın listeleri illere gönderildi. Bu listelerdeki adaylara oy verilmesi için hâkim ve savcılar uyarıldı.
Sonuç: Liste tulum çıktı.
Listenin koçluğunu yaptığı iddia edilen Müşteşar Yardımcısı İbrahim Okur’un Vatan’a verdiği demeç tam bir itiraf:
“Yarsav karşısında ortak hareket ettik ve öyle kazandık.”
Bu antidemokratik seçimi hâlâ demokratik seçim olarak göstermek isteyenler var.
Bunlar, olanları ya görmüyorlar ya da görmek istemiyorlar.
Seçilen 10 üye de hükümetin istediği kişiler. Buna bakan ile müsteşarı da ekleyin. Eder 12.
4 tane de Çankaya’dan gelecek, oldu 16. Bir üye de Yüksek Adalet Akademisi’nden seçilecek. Etti mi 17.
HSYK’nın üye sayısı 22 olduğuna göre, bakan bey, yani hükümet istediği atamaları bu kurula yaptırabilecek mi?
Yaptıracak. Sadece atamaları da değil, tüm yargıyı istediği gibi ayarlayacak.
Siz hâlâ yok öyle, yok böyle, durun biraz bekleyin diye kamuoyunu uyutmaya çalışın.
Yargı bağımsızlığının bittiğini, hukuk devletinin rafa kaldırıldığını tokmak sizin başınıza indiği zaman anlarsınız.
* * *
Cumhurbaşkanı Gül memleketi Kayseri’de son zamanlarda çok sayıda gazeteci hakkında çelişkili davalar açıldığını söyledi.
Haklı olarak da şu uyarıyı yaptı:
“Bir ülkede şeffaflık, yanlışların ifade edilebilmesi ve kontrol mekanizması basın vasıtasıyla olur.”
Kendilerinin belki gözünden kaçmıştır diye aynı gün gazetelere yansıyan bir rapora dikkatlerini çekmek istiyorum.
“Sınır Tanımayan Gazeteciler” örgütünün bu yılki raporu...
Raporda basın özgürlüğü sıralamasında Türkiye 178 ülke arasında 138’inci sırada.
Türkiye geçen yılki raporda ise 122’nci sıradaydı.
Bu düşüşün nedeni, gazeteciler hakkında açılan davalar ile mahkûm edilen gazetecilerin sayısının artması.
Rapor, Cumhurbaşkanı’nın değerlendirmesini doğruluyor.
Kuşkusuz Cumhurbaşkanı’nın demokrasi adına güzel sözler söylemesi önemli ama ondan daha önemli olan kendilerinin bu söylemlerinin gereğini yerine getirebilmesidir.
Yazının Devamını Oku 20 Ekim 2010
AYIPTIR. Hiç kimse sahte demokratlığa oynamasın.<br><br>Bunun böyle olacağı işin başından belli değil miydi? Yargı bir güzel hükümetin emrine girmiş...
Yargı bağımsızlığı sizlere ömür olmuş...
Kalkmışlar, bakanlığın müdahalesi konusunda kuşkular varmış da, bu giderilmeliymiş de, bu sorun belirsizlik içinde bırakılmamalıymış da...
Diye gözyaşı döküyorlar.
A muhteremler birtakım “statükocu” dediğiniz insanlar aylardan beri yırtınıp durmuyor mu?
“Bu gidiş hukuk devletinin canına ot tıkar diye...”
Yeni mi aklınız başınıza geldi?
Sizler değil miydiniz “Bu paket bir devrimdir” diye bağıran.
“Bu paket büyük bir demokrasi adımıdır” diye döşenen.
“Türkiye’de her şey daha iyi, daha güzel olacak” diye her gün yazan.
Sizler değil miydiniz “Evet... Evet... Evet...” diye naralanan.
Ne oldu da yana yakıla günah çıkarmaya çalışıyorsunuz?
* * *
Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu silme hükümet yanlısı oldu.
Anayasa Mahkemesi de olma yolunda.
Şimdi mi görmeye başladınız gidişatın demokrasiden başka yerlere doğru yöneldiğini?
Şimdi mi Türkiye’de bağımsız bir yargının ortadan kalkacağının endişesini duymaya başladınız?
Geçmiş olsun...
Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti.
Bakın bakanlık kendi adamlarının hepsini HSYK’ya seçtirdi.
Bakanlığın listesi tulum çıktı.
Bunların içinde bir türlü yargılaması başlamayan Deniz Feneri savcısı bile var.
Sizin istediğiniz demokrasi, hukuk devleti bu mu?
Buyurun gönül rahatlığıyla kullanın.
Yaşanacak hukuksuzlukları bir güzel içinize sindirmeye başlayın.
Sakın vicdanınızı temizlemek için ağlayıp sızlanmayın.
Bu ülkeye, bu topluma karşı işlediğiniz günah ödenecek gibi değil.
* * *
Bakın Adalet Bakanı’nın değerlendirmesine...
Eski HSYK’yı aylarca çalıştırmayan, Silivri yargılamasına kol kanat geren Adalet Bakanı’nın söylediklerine bakın.
Kendi yandaşlarının seçilmesinden ne kadar mutlu.
Bakan’a göre hâkim ve savcılar marjinal söylemlere rağbet etmemişler.
Bakan kendi vicdanında şu soruların yanıtını verebilir mi?
“Bakanlık bu seçimde tarafsız kaldı mı? Seçime müdahale etmedi mi?”
Bakan Bey hiç merak etmesin, “Sadullah Ergin” adı Türk yargı tarihinde hakkı olan yeri alacak.
Çocuklarına, torunlarına bakalım nasıl bir ad bırakacak?
Sadullah Ergin bugünü değil, yıllar sonra nasıl anılacağını iyi düşünsün.
* * *
HSYK’nın yeni üyeleri yargıç ve savcıların atamalarını yapacak olan bir kuruldur.
Onlar bu ülkenin bir hukuk devleti olarak kalıp kalmayacağına karar verecek olan insanlardır.
Önlerinde iki yol var.
Ya Bakan’ın önlerine koyduğu atama listelerini onaylayacaklar...
Ya da vicdanlarının emrettiği hâkim ve savcıları göreve getirecekler...
Hukuk devletine karşı büyük bir sorumluluk içine giriyorlar.
Şunu iyi bilsinler ki, diyet ödemek anlayışıyla görev yaparlarsa bu hem onları, hem de hukuk devletini yok edecek.
Yazının Devamını Oku 18 Ekim 2010
HEM uluslararası, hem ulusal araştırmalardaki bulgular Türkiye için iç karartıcı. Küresel cinsiyet eşitliği ile ilgili sonuçlara göre Türk kadının bulunduğu durum felaket.
Türkiye, kadın-erkek eşitliği ölçütlerine göre 134 ülke arasında ne yazık ki 126. sırada bulunuyor.
Bu araştırmaların ölçütleri şunlar:
Eğitim düzeyi, fırsat eşitliği, sağlık ve yaşam beklentisi ve siyasi güç.
Bu konularda Türk kadınlarının durumunun son derece kötü olduğu ortaya çıkıyor.
Uygar, demokratik, çağdaş bir ülkede gerçekten de utanç verici sonuçlar bunlar.
Dünya Ekonomik Formu’nun 2010 raporunda Türkiye İran, Suriye, Umman, Bahreyn, Ürdün, Cezayir ve Kamerun’dan geride.
İlerde olduğumuz 8 ülke de şunlar:
Yemen, Çad, Pakistan, Fildişi Sahilleri, Suudi Arabistan, Fas, Benin ve Mali.
Ne kadar nutuk atılırsa atılsın, Türk kadını konusunda ne kadar cilalı sözler söylenirse söylensin hepsinin boş olduğu ortada.
Sonuç yukarda yazdığım gibi.
* * *
Aynı araştırmada ayrıntılara girersek eğitim düzeyi bakımından da Türk kadınının durumu çok kötü.
Türk kadını bu konuda ne yazık ki 134 ülke içinde 109. sırada.
Olaya, istihdam, üst düzey yöneticisi, eşit işe eşit maaş, kadınların ortalama maaşı açısından bakıldığında Türkiye 131’inci.
Yani sondan dördüncü.
Bu konuda sadece Pakistan, Yemen ve Suudi Arabistan bizim gerimizde.
Raporda çok çarpıcı ve bizim açımızdan düşündürücü bir sonuç da şu:
Türk kadınının kadın-erkek eşitliği konusundaki durumu her geçen yıl daha kötüye gidiyor.
Sağlık ve yaşam beklentisi kategorisinde 61. sıradayız.
Siyasi güç kategorisinde, yani meclisteki kadın ve kadın bakan sayısı bakımından 99’uncuyuz.
Görüldüğü gibi durum hiç de Türk halkına anlatıldığı gibi değil.
Büyük ve ciddi bir durumla karşı karşıyayız.
Oysa kadın bizim aile yapımızın ana öğesidir.
Yuvayı yapan dişi kuştur.
Kadınına bu kadar az değer veren bir Türkiye nasıl “dünyanın parlayan yıldızı” oldu?
Bunu anlamak olanaksız.
* * *
Ulusal kurumların yaptığı araştırmalarda da durum farklı değil.
Bazı örnekler verelim:
Türkiye’de kadınların iş gücüne katılım oranı 1999’da yüzde 34.1 iken, 2008’de yüzde 24.5’e geriledi.
Türkiye’deki toplam işsizlerin üçte biri kadın.
Kadınlarımızın yüzde 59’u sosyal güvenceden yoksun.
Yani çalışan kadınların yarıdan fazlası kaçak çalıştırılıyor.
Berdel, töre cinayetleri, başlık parası, aile içi şiddet gibi toplumun yarası olan çağdışı sorunlarda ne yazık ki bir iyileşme yok.
Her gün gazetelerde, televizyonlarda bu konuda iç karartıcı olaylar yayınlanıyor.
Türk kadınının durumu bu kadar kötüyken biz ne yapıyoruz?
Bu sorunları iyileştirmek için seferber olacağımıza sabahtan akşama kadar kadınlarımızı nasıl örteceğimizi tartışıyoruz.
Siz istediğiniz kadar anayasaya pozitif ayrımcılık maddeleri koyun.
Kafalar değişmediği sürece bunların hiçbir önemi yok.
Yazının Devamını Oku 16 Ekim 2010
İSTANBUL’dan epeyce uzaklarda bir yerdeyim.
Marmaris Bozburun’un Hisarönü Köyü’nde.
Burası çam, zeytin ve portakal ağaçları içinde bir cennet.
Burada ne Turgut Özal’ın zehirlenip zehirlenmediği tartışmaları...
Ne türbanla ilgili bitmez tükenmez itişip kakışmalar, kavgalar...
Yazının Devamını Oku 15 Ekim 2010
ŞAİR Orhon Murat Arıburnu “Umut” şiirinde şöyle der: “Dünya döndükçe
Umut, fakirin ekmeği
Ye Memet ye
Ye Memet ye!..”
Başbakan Erdoğan partisinin grup toplantısında SSK ve Bağ-Kur emeklilerine hükümet tarafından yapılan zammı açıklarken aklıma geldi bu ünlü mısralar... Memurlara, işçilere ve emeklilere verilen komik zamlar topu topu üç-dört kilo et parası...
Zaten rakamlara bakarsanız Türk insanının kırmızı et tüketimi Amerikalı ve Avrupalılardan 7-8 kat daha az.
Son yıllarda hayvancılığın canına okunduğu için düşen üretim nedeniyle fiyatlar alıp başını gitti.
Hükümetin ithalat yaparak fiyat kırma girişimi ise bir türlü sonuç vermiyor.
Az et yiyen insanların zekâsının, çok et yiyenlerden daha geri olacağını hepimiz biliyoruz.
Böyle bir durumda yetiştireceğiniz nesiller, gelişmiş ülkelerin nesilleriyle nasıl yarışacak?
Aşağıdaki notu ekonomi servisindeki arkadaşlardan aldım.
Virgülüne bile dokunmadım:
İŞÇİ
“Hükümet, işçi ile en son Temmuz 2009’da toplusözleşme imzaladı. Buna göre yaklaşık 270 bin kamu işçisi ilk altı ay için yüzde 3, ikinci altı ay için de 5.5 maaş zam aldı.
2010 yılında da eşit iki parça halinde toplam yüzde 5 zam verildi. Ayrıca maaşı 1.100 liranın altındaki işçilere de seyyanen 60 TL iyileştirme yapıldı. Buna göre en düşük işçi maaşında 123 TL artış sağlandı.
Yani o dönemde en düşük 666 TL olan ücret, 789 lira oldu.
Bu rakamlar 2011 yılına kadar geçerli.
MEMUR
Hükümet ile Memur-Sen arasında varılan anlaşmayla belirlenen orana göre, 1300 TL olan en düşük memur maaşı, Temmuz 2011 itibarıyla, aile yardımı dahil 1534 TL olacak.
Bu da toplamda 234 TL’lik artış demek.
EMEKLİ
SSK ve Bağ-Kur emeklisine verilen zamla da, şu anda halen 371 TL olan maaşlar (en düşük Bağ-Kur tarım işçisi maaşı), yılbaşında ek ödemeyle birlikte 434 TL, Temmuz 2011’de ise 451 TL olacak. SSK işçi emeklisinin 650 lira olan maaşı (en düşük SSK işçi emeklisi maaşı) yılbaşında 712 TL, Temmuz 2011’de 741 TL olacak.”
Yani, Türkiye Cumhuriyeti Devleti memuruna, işçisine, Bağ-Kur’lusuna, emeklisine, dul ve yetimine yaşamasına yetecek kadar para vermiyor.
Yani bütün bu dar gelirli insanlar rahat yaşamıyor.
Açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşamak için savaşıyor.
Bir son dakika haberi:
“Türkiye Fırıncılar Federasyonu, ekmeğe dünden itibaren geçerli olmak üzere azami yüzde 15 zam yapılması kararı aldı. Zam, yıl sonuna kadar bütün fırınlarda uygulanmaya başlanacak.”
Şair Orhon Murat Arıburnu’nu bir kez daha rahmetle analım:
“Umut, fakirin ekmeği
ye Memet ye!..”
Yazının Devamını Oku 13 Ekim 2010
SÜLEYMAN Demirel Üniversitesi’nin 2010-2011 akademik yılı açılış törenine üniversiteye ismi verilen 9. Cumhurbaşkanı Süyleyman Demirel ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da katıldı.
Hem Demirel, hem Kılıçdaroğlu yaptıkları konuşmalarda ‘Susan Türkiye’den büyük endişe duyduklarını söylediler.
Türkiye’nin AKP iktidarında konuşmaktan korkan, suskun bir ülke haline getirildiğini vurguladılar.
Gıkı çıkmayan üniversitelere sitem ettiler.
Gerçekten de Türkiye sessiz sedasız bir ülke oldu çıktı.
Yazının Devamını Oku