15 Ocak 2012
Telefonda 20 dakika görüşmek için anlaştık. Beyaz Saray'ın ekranda görünmeyen telefonlarından birinden aradı. Tam 19 dakika konuştuk. İran'da geçen hafta öldürülen 32 yaşındaki nükleer bilimci Ahmedi Ruşen'i okudunuz. İşte Prof. Dr. Steve Fetter, aşağı yukarı onun Amerikalı muadili. Obama'nın bilim ve teknoloji danışmanı. Nükleer enerji ve küresel ısınma masası şefi
Özgeçmişinden çıkan ilk sonuç şu... Türkiye'de gidin iyi üniversitelerde okuyan mühendislerle konuşun. Aralarından acaba kaç tanesi çıkıp da, "Ben mezun olunca devlette çalışacağım" der. Amerika'da da genel eğilim öyle merak etmeyin. Ancak fark... Burada devlet bir kurumunda önemli bir sorumluluk vereceği birini seçerken... Sunduğu iyi imkânlar sayesinde en iyi okullarda okumuş birini sonunda mutlaka buluyor. Altları demiyorum. Ama tepede çoğu zaman MIT, Harvard, Yale vesaire mezunu biri oluyor. İşte Prof. Dr. Steve Fetter da bunun canlı bir kanıtı. Önce MIT... Sonra Berkeley... Ardından Harvard, Stanford ne kadar iyi okul varsa hepsinde öğretim üyeliği. Arada da Dışişleri Bakanlığı, Pentagon... Ne kadar kritik devlet birimi varsa hemen hepsinde danışmanlık...
Konuşmaya başladık. Bütün nezaketiyle kendini tanıttı. Unvanını söyledi. Ben de hikâyenin detayına buradan girelim istedim. Ne iş yaptığıyla...
"Doğrudan bir program yönetmiyoruz" dedi önce. "Federal hükümetlerin programlarını koordine ediyoruz. Başkan'ın önceliklerinin uygulanmasına, bütçeye sadık kalınmasına ve farklı birimlerce aynı işin tekrarlanmamasına çalışıyoruz."
"Çalışma alanlarınız ne?" dedim. "İklim değişikliği başlıca konu" dedi. "Araştırmaları koordine edip politika yapıcılara bilimsel veri sağlıyoruz. Bulgular çok açık. İklim değişiyor ve bunun sorumlusu insan."
Başkan şimdi Demokrat. Fetter da Obama'nın ataması. Ama başkan adaylığı yarışının devam ettiği Cumhuriyetçi Parti'ye bakın. Durum o kadar zıt ki...
Rick Santorum gibi aralarında bağnaz olanlar... Açık açık "Küresel ısınmaya inanmıyorum" diyorlar. "Bu bir çöp bilim" diyorlar.
"Şimdi Pennsylvania Caddesi, Numara 1600'de bir demokrat var" dedim. "Ya bir cumhuriyetçi gelirse... Her şey ters yüz mü olacak?"
Güldü. "Bu konu bilimsel açıdan tartışmaya açık değil" dedi. "Kanıtlar çok net. İnkar ederseniz işleri sadece daha kötü yaparsınız."
Yazının Devamını Oku 8 Ocak 2012
Hepimiz kimyager olduk. Karotenoid, probiyotik, laktoz, selüloz... Birkaç yıl öncenin bu Çince terimleri...
Şimdi herkesin ağzına yoğurt, lahana, kuzu eti der gibi yerleşti. Balık alışverişindeki laborantlar: Tart bir kilo Omega 3... ışte bundan nefret ediyor. Ve nütrisyonistlerin altüst ettiği Amerikan yeme alışkanlıklarına savaş açıyor. Hikâye yeni değil. Adam neredeyse altı yıldır piyasada. Ama fikirleri öyle hızlı yayılıyor ki... Üstünde beraber düşünelim istedim
1- YEMEK AKIMI
Georgetown’da bir çocuk yuvasının sunumu. Kentin en iyi okullarına öğrenci yetiştiriyorlar. Bir veli elini kaldırıyor. Ve “Öğlen” diyor “ne yediriyorsunuz çocuklara?” Okulun müdürü de veliye dönüp gururla cevap veriyor: “Biz Michael Pollan’ın yemek yeme felsefesini benimsiyoruz. Hazır yemek yok. Doğal, evde hazırlanan, geleneksel yemekler...”
Pollan bir akademisyen. 57 yaşında. Ama Berkeley’de gazetecilik dersleri vermesinin dışında... Aslında kendisi de bir gazeteci. Zaten yaptıklarını okuyunca kabul edecekseniz. Kafa tuttuğu şirketler ve yerleşik düzenle kavgasını düşündüğünüzde, bunu bağlantıları olmayan, para ilişkileri içine girmemiş huysuz bir gazeteciden başkasının başarması da zor.
2006’da ilk önce ‘Etobur-Otobur ıkilemi’ni yazıyor Pollan. Ve o sene New York Times’ın edebiyat dışı en iyi beş eserden biri dediği kitapta şunu savunuyor: Tarım endüstrisi yeme alışkanlıklarımızı mahvetti. Yüksek fruktozlu mısır şurubunu basıp ülkeyi sağlıksız yaptı. Ama Washington’daki bağlantılarını sıkı tuttuğu için de dokunulmaz hale geldi. Kahrolsun kapitalizm!.. Yaşasın bahçede organik elma yetiştiren fakir komşum!..
Kitap büyük yankı uyandırıyor. ıki yıl sonra da ‘Yiyicinin Manifestosu’nu yayınlıyor. Sağlıklı yaşam mottosuyla dayatılan Batı diyetinden kaçalım... Anneanne sofrasına dönelim!..
2009’da yazdığı ‘Yemek Kuralları’... 2010’da çekilen ve Oscar’a aday gösterilen ‘Food, Inc’ belgeseliyle de bir yıldıza dönüşüyor. Georgetown’daki çocuk yuvasına kadar uzanan bir yemek akımının kurucusuna...
2- BİLİMİ UNUTUN
Yazının Devamını Oku 1 Ocak 2012
Kafanız davul gibi değil mi!.. Basit... Tane tane... Bol fotoğraflı bir pazar hikâyesi olacak. Washington’ın uluslararası havalimanı Dulles’a gittim. Ve pasaport kontrolünden şüpheli arama bölümüne bir memur eşliğinde her yeri dolaştım. Sonuç... Post Bin Laden dönemi, Amerika’ya gelen herkesin ıstırap çektiği gümrüklerde de başlamış. Çirkin Amerikalı’yı öldürmeye çalışıyorlar
Kafanız davul gibi değil mi!.. Basit... Tane tane... Bol fotoğraflı bir pazar hikâyesi olacak. Washington’ın uluslararası havalimanı Dulles’a gittim. Ve pasaport kontrolünden şüpheli arama bölümüne bir memur eşliğinde her yeri dolaştım. Sonuç... Post Bin Laden dönemi, Amerika’ya gelen herkesin ıstırap çektiği gümrüklerde de başlamış. Çirkin Amerikalı’yı öldürmeye çalışıyorlar
İki valizimi paraladılar. Hemen her sefer çantalarım tarumar oldu. İçleri dağıldı... Fermuarları kesildi. Ve açtığımda da hep aynı notla karşılaştım: Valizinizi açtık, kontrol ettik. Yani... Merak etmeyin, biziz.
Onu değil ama şunu merak ettiğim için gittim Dulles’a: Başıma bütün kötü bagaj öyküleri New York’ta gelmişken... THY Washington’a uçmaya başladığından beri neden bu rezillikleri yaşamıyorum?.. Ve neden havalimanına her indiğimde güler yüzlü biri tarafından karşılanıp Amerika’ya buyur ediliyorum?.. Başkentin kodaman torpili mi?.. Yoksa başka bir şey mi?.. Ne?..
Amerikan Gümrük ve Sınır Koruma Müdürlüğü’nden Steve Sapp ile geziyoruz. Bir yandan da görev başındaki gümrükçülerle görüşüyoruz. Daha önce New York’taki JFK Havalimanı’nda çalışıp buraya gelmiş bir müdür yakaladım. Ona sordum hemen, “Bu kadar farklı nasıl olabilir” diye. Gözümün içine baka baka kıvırdı. “Eee siz çok şanssızmışsınız...”, “Eee burada 200 memur var ama JFK’de binlerce personel çalışıyor. O gün işleri aksi gidenlere rastlamışsınız...”, “Eee tabii biz de Washington’a uluslararası önemde insanlar geldiği için dikkat ediyoruz...” vesaire vesaire...
Dulles, başkent Washington’ın çevresindeki üç uluslararası havalimanından biri. Günde toplam 40 dış hat uçağının iniş yaptığı... Ortalama 5 bin yolcunun geldiği... Orta karar bir yer.
Torpilli yeri evet!.. Elinizi sallasanız hükümet adamına değiyor. Ve o yüzden de konuştuğum gümrük müdürünün dediği gibi özel ihtimam gösteriliyor. Ama aynı zamanda hayır!.. Sadece torpilden değil... Uluslararası basından başkaları da vardı Dulles’ta. Çünkü başka bir şey anlatmak istiyorlardı. “Artık ülkeye gelenlere gümrükteki muamelemiz değişecek” diye size haber vermemizi istiyorlardı.
TEK ŞART DÜRÜSTLÜK
Yazının Devamını Oku 25 Aralık 2011
Amerika’nın en büyük sızdırma hikâyesi için perşembe Maryland’e geçtim. WikiLeaks zanlısı er Bradley Manning’in Fort Meade askeri üssünde pazartesi başlayan ön mahkemesine katıldım. İzlenimler... Geciktim. Sabah trafiği... Kontroller... Kasaba büyüklüğündeki üssün içinde mahkemeyi ararken geçirdiğim vakit derken. 09.00’da başlayan duruşma salonuna 09.15’te vardım. Giremeyeceğim söylendi. Sonra sivil giyimli biri yanıma geldi ve beni sessizce salona soktu. Yanımda cep telefonu, kayıt cihazı olmaması şartıyla... Üzerimi iyice aradıktan sonra...
Gazetecilerin de karışık oturduğu izleyici bölümü toplam 48 kişilik. Halılar yeni kokuyor. Altı kişinin yan yana oturabildiği ceviz banklardan sağda dört sıra, solda dört sıra var. Soldayım. Dinliyorum. Söz önce savunmaya verilmiş... Avukat David Coombs sunuma yeni başlamış.
Amerikan Devleti’nin 700 bin gizli belgesini sızdırmakla suçlanan Manning, salonun solunda bir masanın arkasında duruyor. Yanında iriyarı üniformalı iki asker. Coombs kürsüde. Cumartesi 24’üne bastı. Tıfıl, ufacık biri. Yeni tıraş etmişler... Siyah dikdörtgen çerçeveli, kalın bir gözlük takmış. Arada sırada askerin kulağına bir şeyler fısıldıyor.
DEV EKRANDAN İZLEDİK
İddia makamıysa Manning’in masasının hemen yanında, salonun sağında. Üç kişiler. Başları, yüzbaşı Ashden Fein. Coombs, kürsüde ön mahkemeyi yöneten Yarbay Paul Almanza’ya Manning’i savunuyor. Onlar da sürekli notlar alıyor.
Coombs’un savunması kısa sürdü. 22 suçtan yargılanması istenen Manning’e aşırı ceza verilmeye çalışıldığını... Manning’in kendini erkek bedenine hapsolmuş bir kadın gibi hisseden ve bunu üslerine zamanında rapor eden, ruh sağlığı bozuk bir asker olduğunu iddia edip oturdu. Sonra kürsüye Fein çıktı. Ve tam bir saat sürecek konuşmasına başladı.
Fein, bir konuşma değil, Powerpoint sunum hazırlamış. Aynı türden bir işe ancak uluslararası bir pazarlama şirketinin lansman toplantısında rastlarsınız. Salondaki dev perdeden Almanza’ya fotoğraflar, belgeler gösteriyor. Önündeki dokunmatik ekrandan bunları büyütüp, yakınlaştırıp, bazen de eliyle çizgiler çizerek anlatıyor. Biz de izleyicilere tavandan sarkıtılan iki dev LG televizyondan takip ediyoruz.
Suçlamalar, teknolojik açıdan ne kadar karışık ve sofistikeyse... Fein’in açıklamaları bir ilkokul çocuğunun anlayacağı seviyede, o kadar basit. Manning’in bir Roxio yazılımı kullanarak bu dosyaları nasıl indirdiğini... Julian Assange ile ‘ccc.de’ uzantılı bir e-posta adresinden nasıl iletişim kurduğunu... WikiLeaks’in yayınladığı belgelerin Manning’in indirdikleriyle nasıl uyumluluk gösterdiğini tek tek sıraladı. Ve arada da ajitasyon çekti. El Cezire’de yayınlanan sakallı, sarıklı birinin videosunu izlettirip... “İşte” dedi, “Manning güvenimizi suiistimal edip düşmana böyle yardım etti.” En sonunda Manning’in savaş mahkemesinde yargılanmasını talep etti. Almanza da 16 Ocak’a kadar bu konuda bir karar vermek üzere ön mahkemeyi sonlandırdı.
Dışarı çıktık. Manning’in destekçilerinin yapacağı basın toplantısına gideceğim. Salondakilerle beklemeye başladık. 1970’lerde basına Pentagon Belgeleri’ni sızdıran Daniel Ellsberg (80)... Julian Assange’ın İngiliz avukatı Jennifer Robinson... Manning’e destek veren eski askerler... İçerisi boşalınca Manning’i de salondan çıkardılar... Biz de basın toplantısının yapılacağı, askeri üssün kapalı girişlerinden birinin önüne doğru yola çıktık.
300 YIL YERİNE 20 YIL ALIR
Hepsiyle konuştum. Ellsberg’le, Robinson’la, Manning’e destek için bağış toplayan aktivist Jeff Paterson ile... Hepsinin söylediği Amerikan devletinin Manning’e işkence yaptığıydı. Sebep de, Manning’i korkutup, hayatı boyunca hapis yatacağını söyleyip işbirliğine zorlamak. Ve böylece Manning üzerinden Julian Assange’ı mıhlamak. “Bunun Manning’e faydası ne olur” dedim Paterson’a. “300 yıl yerine 20 yıl ceza alır” dedi. Bunun üzerine Robinson’a “Assange’ı Amerika’ya getirtebilir mi” dedim. “Eğer İngiltere Yüksek Mahkemesi İsveç’e iadesine karar verirse, ABD ve İsveç arasında suçlu iade anlaşması var. Yapabilirler” dedi. “Ne kadar zamanda” dedim. “Yaza kadar dahi süreç tamamlanabilir. Şu anda bizi kaygılandıran da Virginia’da Assange hakkında başlatılan gizli soruşturma” dedi.
Ellsberg, Manning’in en ateşli savunucusu. “Ne ben haindim ne de Manning. Düşmana değil demokrasiye yardım ettik” dedi. Ve Obama’yı, Manning’i suçlu saydığı için yargılamaya müdahale etmekle suçladı. Sadece o değil, hepsi.
Şimdiye kadar 400 bin dolar bağış toplanmış Manning için. Paranın kontrolü Paterson’da. “Nasıl harcıyorsunuz” dedim. “130 bin doları Coombs’a gitti. İkinci aşamada Manning’in ailesine yardım ediyoruz. Ve destek gösterileri düzenliyoruz. 50 ülkede gösteri yapıldı” dedi. “Kimler para veriyor” dedim. “6 bin bağışçı var. Çoğu 1960’ların aktivistleri” dedi.
ADINI VERMEYENLER
Her kesimden insan vardı salonda. Hırpani kıyafetler giymiş, uyuyan eski askerler de... Sürekli not tutan takım elbiseliler de. Bazıları konuşuyor... Bazılarıysa adını bile vermiyordu. Genç bir kadın sonraki basın toplantısını izliyordu. Kim olduğunu sordum. “Gözlemciyim” deyip gitti. Sonra da Julian Assange’ın avukatı Jennifer Robinson onun kullandığı diplomat plakalı araca binip öyle ayrıldı.
Yargılama ne zaman başlayacak... Assange’ı da etkileyecek mi henüz belli değil. Ama ilginç bir şekilde... Jeff Paterson’ın dediği gibi tarihin gördüğü en önemli figürlerden biri haline gelen 24 yaşındaki Manning, halen ısrarla konuşmuyor. Duruşmada sunumlar bitti. Yarbay Almanza, Manning’e döndü. Ve bir şey söylemek isteyip istemediğini sordu. Manning cevap verdi: “Hayır efendim, böyle iyiyim.”
Yazının Devamını Oku 18 Aralık 2011
Kasım ayında New York’un yasadışı dövüşleri hakkında ‘Ham Dövüş’ adında bir kitap yazan gazeteci Jim Genia ile 42. Cadde’deki Grand Central tren garında buluştuk. Ve sadece dövüşçülerin yakınlarının davet edildiği. Genia’ya gizlice haber verilen bir yasadışı dövüşe beraber gittik. Bronx’ın yukarılarında... İzbe bir binanın bodrum katında ufak bir antrenman salonuna. New York’un yeraltı kültüründen... Bir şiddet öyküsü...
“Hakemin işaretinden 36 saniye sonra rakibini altına aldı. Ve yüzüne yağmur gibi yumruklar indirmeye başladı. Hayranlık verici bir tabloydu. Louvre’da asılı bir Caravaggio gibi.”
Genia’nın kitabından bir bölüm bu. Benim o gün yaklaşık iki saat süren dövüşler sırasında Bronx’ta şahit olduklarım çok daha sarsıcıydı. Yüzleri kan içindeki dövüşçülerin minderin üzerinde bütün güçleriyle birbirlerini sıkıp bir yandan da dizleri ve elleriyle vurmaya çalıştıklarını görmek, boks bile izlemeye tahammül edemeyen biri için yeterince fazla.
Ama kitaptan alıntı yaptım. Çünkü benimle dövüşleri izleyen kadınlı erkekli 50 kişinin bunu nasıl karşıladığını bilin istedim. Bir Caravaggio tablosu gibi. şiddete tapma haliyle...
YASADIŞI MUHABİR Genia, 40 yaşında New Yorklu bir hukukçu. Ancak hiçbir zaman avukatlık yapmıyor. Ve kendine bir blog açıp kentin MMA (Mixed Martial Arts) denilen, karışık dövüş sanatı maçlarının yapıldığı yasadışı turnuvalara sarıyor. Yasadışı spor muhabiri. Zaman zaman da büyük gazetelere yasal dövüş yazıları yazıyor. Dövüşlerin organizatörü ise Peter Storm (37). O da kentin gece kulüplerinde çalışan bir güvenlik görevlisi.
HOROZ DÖVÜŞÜ Bir gün Senatör John McCain’e bu dövüşlerden bahsediyorlar. ızliyor. ınsanları horoz gibi dövüştüremezsiniz deyince birçok eyalet turnuvaları yasaklıyor. Sonra bazı kısıtlamalarla birçok yerde serbest kalıyor.
Ama New York horoz dövüşüne bir daha müsaade etmiyor. New York’taki meraklıları da... Öldürme ve kalıcı sakatlık dışında kuralın neredeyse olmadığı Yeraltı Dövüş Ligi (UCL) diye yasadışı bir iletişim ağı kurup... Storm’un öncülüğünde yılda dört-beş kez gizli bir yerde toplanıp kendi aralarında dövüşüyor.
ESKİ BİR RİNG Altı numaralı trenden öğlen vakti indik. Morrison durağında. Birkaç dakikalık yürüyüşün ardından salona girdiğimde... Karşımda duvarlarına kesif bir ter kokusu sinmiş... Etrafına sandalyeler yerleştirilmiş bir odada... Eski, yıkık dökük bir ring duruyordu.
Soyunma odasına geçtiğimde ise... Daha sadece bir kişi var. 23 yaşında. ınşaatlarda çalışıyor. Vejetaryen. Sahne ismi Blackie Chan. Siyah bir Jamaikalı. Kavganın başlamasına saatler var, konuşmaya başladık. “Niye dövüşüyorsun” dedim. “Evde kendi kendime çalışıyorum ve ne kadar iyi olduğumu bilmek istiyorum” dedi. “Peki ne kadar iyisin” dedim. “Üç yılda sekiz dövüşe çıktım ve dördünü kazandım” dedi.
ŞİZOFREN DEĞİLİZ ınşaat işçisi, dişçi, hemşire, güvenlik görevlisi... Dövüşenlerin arasında her kesimden insan var. “Chuck Palahniuk’un Dövüş Kulübü gibi” dedim Storm’a. “Üzerimize yapışmasına engel olamam. Ama aramızda kimse şizofren değil” dedi. İplerin yanına kurulup altı maç izledim o gün. Ellerinde eldiven herkesin ringde tekme tokat birbirine vurduğu, kuralsız altı horoz dövüşü. Jim arada beni ikaz ediyordu. “Biraz arkaya gel üstüne kan sıçramasın” diye. Ama şaşırtıcı olan... Ringde birbirlerine acımasızca vuran o insanlar, maç bitince benden daha normal gözüküyordu. Daha saygılı. Daha örnek.
TÜRKÇE DİYE SÖYLÜYORUM 39 yaşındaki Kirkland Campbell’la konuşuyoruz. Son maça çıkıp kazandıktan sonra. “Storm, şizofren olmadığınızı söylüyor ama inanmakta zorlanıyorum. Hangisi gerçek sensin. Ringde gördüğüm mü, şimdi karşımda duran mı” dedim. “ıkisi de benim. Kendimi kontrol edebiliyorsam neden olmasın ki” dedi. “Ne iş yapıyorsun” dedim. “Türkçe gazetede yazacağın için söylüyorum. Çalışma Bakanlığı’nda güvenlik görevlisiyim” dedi.
RUH HASTALARI DÖVÜŞEMEZ Gandhi’nin insanı şiddete sürükleyen yedi hatadan biri dediği, bilinçsiz zevk arzusu bu... Ringdekilerin acımasızca kavga ettiği... Salondakilerin de kendinden geçerek bağırdığı, iplere kadar gelip en yakınından izlediği bir şiddet ayini...
“Bu ringde insan öldürmek çok kolay. Hiç olay yaşanmadı mı” dedim Genia’ya. “UCL sekiz yıldır sürüyor. Sadece tek bir ciddi olay oldu. Bir akıl hastasıydı. Çok agresifti ve dövüştüğü kişinin boynunu kırmak üzereyken bağırışlardan sonra bırakıp gitti. Sonra gazetelerde cinayet işlediğini okuduk” dedi. “Akıl hastalarına karşı dövüşenleri nasıl koruyorsunuz o zaman” dedim. “Aslında ona gerek kalmıyor. Çünkü söylediğim istisna dışında ruhsal problemleri olanlar bu ringde başarılı olamıyor çünkü iyi dövüşemiyorlar” dedi.
KÜLTÜRÜ ÖLDÜRECEK Dövüşlere katılanların iki farklı motivasyonu var. Birinci gruptakiler 39 yaşındaki Kirkland gibi zevk için dövüşenler. ıkinci gruptakiler ise Blackie Chan gibi bir gün bu dövüşler New York’ta serbest bırakılırsa profesyonel olmayı hayal edenler. Ancak Genia gibiler ise bunu iki sebepten istemiyor. Hem yasallaşırsa dövüşe kısıtlamalar getirileceği için. Hem de Madison Square Garden’a taşınacak turnuvaların yeraltı kültürüne zarar vereceğine inandıkları için.
Seyrettim. Dövüş üzerine bahis oynamadıkları için polisten korkmadığını söyleyen bu insanların yeraltındaki şiddet ayinine katıldım. Çıkışta da tren yerine... Genia ile birlikte New Yorklu bir müzisyenin grafitiye bulanmış steyşın vagon eski Volvo’su ile şehre döndüm. Dövüşlere ilham verici bulduğu için gelen Paul Josephs adında bir rock’çı.
Araba Wall Street işgal eylemlerinin resmi shuttle’ı gibiydi...Ses sonu kadar açık. Ve ona “Müzikten pek anlamam” dedikçe Joseph “Tam da bu yüzden dinle ve ne düşündüğünü söyle” diyordu. İlham kaynağı dövüş olan bir beste.
Genia’ya işte o anda hak verdim. Belki fark etmiyoruz... Ama New York’u New York yapan çoğu şey gibi... Aslında böyle bir dünyanın ürünü... O gün benim de bir parçasına şahit olduğum zengin yeraltı kültürünün...
Yazının Devamını Oku 11 Aralık 2011
Geçen gün söylendi. Geçmişte, aynı yönetim dönemi içinde, Amerika’dan Türkiye’ye hem başkan hem de başkan yardımcısının geldiği vaki değil diye. Dahası... Başkan Yardımcısı geldi; 15 gün olmadan bu hafta Savunma Bakanı da geliyor. Ne oluyor bir fikir edinmeniz için... Defterden notlar...
Herkesin bir ajandası var
İran masasından Amerikalı bir diplomatla konuşuyoruz. Yaptırımlarla ilgileniyor. Laf, Joe Biden’ın Türkiye ziyaretine geldi. “ıran yaptırımlarında Türkiye’den beklentiniz tam olarak nedir” dedim. “Biden, Hürriyet’e verdiği röportajda Türkiye’den daha fazla yaptırım istediğinizi söyledi ama görüşmelerde konunun üzerinde neredeyse hiç durulmamış. Bu tür toplantılarda herkesin elinde bir gündem vardır” dedi. “Sırayla herkes gündemden bir madde okur. Ama çeviri de görüşmeyi yavaşlattığı için, alttakilere sıra gelmez. ıran konusunda da yaşanan buydu.”
Sonra bir Türk diplomata sordum. Panetta’nın ziyaretinde gündem ne olacak diye. Onun da dediği şu oldu: “Onlar Irak konusunu açacak, biz de PKK’yı.”
Şu Predator meselesi
Meşhur Predator’lar... Amerikalılar, “İstihbarat veriyoruz ya, daha ne yapalım” dediği halde... Türkiye neden ABD ile görüşmelerinde hep PKK konusunda ilave destek istiyor, bir Türk istihbaratçıyla konuştum... Ağzından anlatıyorum: “Evet bir istihbarat desteği var ama... Irak’tan kaydırılan dört Predator henüz aktif değil. şimdilik bu işbirliği iki kanaldan yürüyor. Birincisi, tahsis ettikleri tek Predator ile. Bir de Erbil’deki istihbarat paylaşım ofisi üzerinden. Predator’un uçuş rotasını biz belirliyoruz. Bir gün önceden veriyoruz Amerikalılara. Gelen görüntüler anında bize ulaşıyor. Aynı görüntüler, Amerika’daki merkezler ve İngiltere, Almanya, Katar’daki istihbarat füzyon merkezlerine de gidiyor. Bizim merkezde, Amerikalılarla birlikte 24 saat en az beş Türk görevli oluyor. Bunlar görüntü okumayı bilen, insanla hayvanı ayırt edebilen tecrübeli personel. Ufak gruplar için değil ama eğer kırsalda kalabalık bir PKK grubu fark ederlerse anında haber veriyorlar. Sonra Türk uçakları operasyon düzenliyor. Çok etkin mi derseniz... Hayır. Ama hiç yoktan iyi. Halbuki asıl ihtiyacımız olan, ‘kıymetli hedef’ dediğimiz üst düzey PKK’lılarla ilgili bilgiler. Bunun için Erbil’deki ofis düşünülüyordu. Ama oradan tek gelen, değersiz dediğimiz bilgiler. Üç gün önce şu bölgenin şurasından katırlarla geçtiler, demenin bizim için ne önemi var? Halbuki istihbaratta zamanla yarışırız. Ayrıca üçlü mekanizma toplantıları var. Iraklılar, Amerikalılar ve bizim düzenli yaptığımız. Bunlara MİT, asker, Dışişleri en 10 kişi gider. Irak merkezi yönetiminden bir general, bir de Kürt yönetiminden bir yetkili olur. PKK’nın bulunduğu bölgelerde kontrolleri sıfır. Ne konuşacağız bu insanlarla. Bir defa kendi Predator’umuz olacak. Şimdi mesela İncirlik’teki Predator’lar Irak’a geçerken bütün o bölgenin üzerinden uçacak değil mi? Altta bizim birlikler. Böyle kaygılar yaşanmadan görüntüleri kendimiz temin etmeliyiz. Daha önemlisi Predator’ların saldırı kapasitesi olanları var. Tespit ettiğinde anında vuruyor. Asıl bunlardan kullanacağız. Yoksa şimdiki işbirliğini çok çok önemli bir şey gibi yansıtmamak lazım.”
Ne Suriyesi! Asıl konu İran
Obama yönetiminin gündemi Irak, Türk hükümetinin gündemi PKK olabilir. Ama Washington’da bir grup var, ne Suriye ne Irak ne Arap Baharı. Neredeyse tek bir meseleleri var: İran. İsrail’e yakın Yahudi örgütler ve muhafazakârlardan söz ediyorum.
Hafta içi, Bill Clinton zamanında CIA direktörlüğü (1993-1995) yapmış James Woolsey ile konuşuyoruz. Bahsettiğim grupların kurduğu bir vakfın başında şimdi. “İran konusunu nasıl görüyorsunuz” dedim. “Yakın bir gelecekte sert yaptırımlar uygulansa iyi olur. Çünkü bu, İran’ın nükleer silah elde etmesi ya da savaş seçeneklerine karşı elimizdeki tek alternatif olacak” dedi.
Sert yaptırımlardan neyi kast ettiğini sordum. “İran Merkez Bankası’na yaptırımdan daha fazlasını söylüyorum. İran’a gıda ve ilaç satışı hariç tam bir boykot uygulanmalı” dedi.
“Ne kadar zamandan bahsediyorsunuz” dedim. “İran’ın nükleer silah elde etmesine birkaç ay var” dedi. “Çünkü bombayı bir füzenin önüne takmaları gerekmiyor. Onun için belki 1-2 yıla daha ihtiyaçları var. Ama uçaktan atılan, basit bir nükleer bombaya aylar içinde ulaşabilirler” dedi.
“O zaman Obama yönetimi nasıl bir reaksiyon gösterecek” dedim. “Onu bilmiyorum. Ama o zaman hangisinin daha kötü olacağına karar verecekler. Güç kullanmak mı yoksa İran’ın nükleer bombayla bir süper güce dönüşmesi mi? Bence güç kullanmak daha az kötü olan seçenek” dedi.
“Peki Amerika, İran’ı vurmaya karar verirse Türkiye nasıl etkilenecek” dedim. “Katılmasına gerek yok. Biz yalnız da yapabiliriz. Ama ne kadar çok NATO müttefiki destek verirse o kadar iyi olur” dedi.
Bundan birkaç hafta önce, bu sefer Demokrat Partili bir Kongre yetkilisiyle konuşuyoruz. Suriye’de olanları soruyorum. Amerika’nın ne yapacağını... Ama ben Suriye sordukça o bana İran’ı anlatıyor. “Suriye’de hiçbir şey olmayacak” dedi sonunda. “Bir müdahale yaşanmaz. Asıl mesele İran.” Ve 2012 başkanlık seçiminden önce... Obama yönetiminin İran’ın nükleer tesislerine bir hava operasyonu düzenleyeceğinden neredeyse emin olduğunu söyledi.
Esad’ın Alevi kardeşi CHP
Biz neler konuşuyoruz, başkaları neler değil mi... Suriye’nin hiç etkisi yok değil tabii... Barbara Walters’a mülakat verirken, ülkesinde ölen insanlardan sonra insana sadistçe gelen yüzündeki o gülümsemesiyle Esad, bölgedeki dargınları buluşturan mahallenin kötü çocuğu oldu. Ve Washington’daki ısrail’e yakın çevreler için de ıran öncesi sanki bir test haline geldi.
Bazı think tank’çiler var kentte. Düşünce kuruluşlarında çalışanlar... Bunların işi güya akademik çalışmalar yürütüp fikir üretmek ama... Ne düzenli makale yazdıklarını görürsünüz... Ne de ortaya koydukları bir bilgiye rastlarsınız. Güvendiğim bir think tank’çi de anlattı. Bir listeleri vardır. Her sabah ofiste sırayla bu listedekileri ararlar. şu gazetenin temsilcisi... Buranın büyükelçisi... O partinin dış ilişkiler komisyonu başkanı vesaire. Öğlene kadar telefonda kendilerini ve yüksek düşüncelerini pazarlarlar. Öğleden sonra da haber okuyup aranmayı beklerler. On-the record, off-the record... Artık Allah ne verdiyse iş karıştırmak için...
Onlardan biri mi çok bilmiyorum. Ama bir think tank’çiyle tanıştık. Türk basınında okuduklarını anlatıyor. “CHP’nin durumu ne ilginç değil mi. Esad ile Alevi dayanışması içine girdiler” dedi birden. Ne düşündüğümü merak ediyor. Ama ne diyeceğimi şaşırdım. “Onların tipik, AKP’ye karşı olma politikaları” dedim. “Türkiye’nin zarar göreceğine inanıyorlar” dedim. “Alevilikle ilgisi olduğunu zannetmiyorum” dedim fakat...
Geçen sene CHP için “AKP’ye karşı yükselen güç” derken... Şimdi “Esad’ın Alevi kardeşi CHP” noktasına geldiklerini görünce... O kadar bel atı vuruyorlar. O kadar güvenilmezler ki... CHP’nin Washington’a her geldiğinde bu çevrelerden medet ummasını insanın aklı almıyor.
Ya Edelman gelirse
Değişir elbette. Hatta seneye Obama kaybeder de yerine Cumhuriyetçiler gelirse... Her şeyin ne kadar hızlı değiştiğine Amerika’nın Ankara Büyükelçiliği’ndekiler bile şaşırır.
Mitt Romney’nin dış politika ekibine giren... Ve Romney seçilirse muhtemelen Beyaz Saray’da kritik bir görev alacak Eric Edelman ile mesajlaşıyoruz. Romney’nin dış politika prensiplerini anlatması için konuşalım diye. “Kampanya şimdilik izin vermedi” deyince erteledik. Ama eski Ankara Büyükelçisi’nin Beyaz Saray’a yerleştiğini... ıran masasının başına geçtiğini... Türkiye politikasını belirlediğini düşünün. AKP’nin kentteki en büyük muhaliflerinden biri olarak... Bütün bu konuştuklarımızın en ufak bir geçerliliği kalır mı!..
Dediğim gibi bunlar sadece notlar... Geçmişi bilip geleceği müthiş bir öngörüyle tahmin eden... Ama şimdiki zamandan kopuk olanlara benzemeyelim diye...
Yazının Devamını Oku 4 Aralık 2011
İş, “Bir tavuk fotoğrafı nasıl cinsel çağrışımlar yaratabilir ki?” iddiası kadar basit değil Hikâyeyi çoğunuz biliyor. Hürriyet Pazar Gazetesi’nin yemek yazarı Civan Er, 20 Kasım’da köşesinde bir tavuk fotoğrafı yayınlıyor. Hürriyet okuru Oya Argun Özel de fotoğrafı müstehcen bulduğunu belirten bir mektup yazıp Okur Temsilcisi Faruk Bildirici’ye yolluyor. Fotoğraf için ilgili herkesi kınamış. Fotoğrafı kullanmanın da sağlıklı bir zihnin eseri olmadığını savunmuş. Bildirici ertesi gün Özel’in mektubunu yayınlıyor... O da, “Bir tavuk fotoğrafının, hatta pişirilip tabağa yerleştirilmiş bir tavuk fotoğrafının müstehcen(!) olabileceği hiç aklıma gelmezdi” diyor.
Anlatacağım olay Amerika’da iki ay önce yaşandı. Evet Civan Er’in kullandığı fotoğrafın müstehcen olduğunu söylemek zor. Ama iş, Bildirici’nin Özel’i eleştirirken söylediği... “Hem zaten bir tavuk fotoğrafı nasıl cinsel çağrışımlar yaratabilir ki?” iddiası kadar da basit değil.
Fotoğrafı basan New York Times (NYT). Bir tavuğu almışlar... Tiziano’nun nü Venus tabloları gibi boylu boyunca uzandırıp ‘şuh’ bir pozunu çekmişler. Konunun önemi yok. Tavuğun derisiyle ilgili bir yemek yazısı. Ama fotoğrafa bakınca siz de göreceksiniz. O kadar ileri gitmişler ki...
Hayvan hakları savunucuları ayaklandı önce. PETA hemen kınadı. Kurucusu Ingrid Newkirk, “Bu sadece hayvan haklarına saygı gösterenler için değil herkes için inciticidir” dedi. Sonra işi fetiş sanata... Hatta Newkirk gibi nekrofiliye (ölüsevicilik) vardıranlar bile oldu. Bazılarıysa “PETA, NYT’a teşekkür etmeli. Bu fotoğrafı gördükten sonra bir daha hiç tavuk yemeyeceğim” dedi.
Benim aklıma gelmezdi. Psikolojide ‘normallik önyargısı’ denir. ıhtimal vermeyip devam edersin. Ya ondan. Ya da hayvan hakları konusunda belki yeterince duyarlı değilimdir!..
Ama eğer birileri rahatsız oluyorsa... Ve NYT örneğindeki kadar uç olmayan bir fotoğraf olsa bile... Ölü bir havyanın gövdesinin bu şekilde sergilenmesine karşı çıkıyorsa... ‘Zevksiz’ ve ‘tiksindirici’ diyorsa... Bu da bir hassasiyet şeklidir!..
şaşırmak hayatın en eğlenceli kısımlarından. Her gün okuduklarımdan, gördüklerimden şaşırmasam zaten anlatacak hikâyem olmaz. Ama, “Nasıl böyle bir şey yapabilirler” diyen huysuz, bilmiş bir şaşırma değil bahsettiğim. “Demek böyle şeyler de oluyor” diyen habersiz bir şaşırma. O yüzden NYT tartışmasını da anlatıp Oya Argun Özel’e teşekkür etmek istedim. Bana bu hassasiyeti hatırlattı.
Sizin haberiniz var mıydı?..
Yazının Devamını Oku 27 Kasım 2011
Şubatta lansmanı yapıldığında herkesin dilindeydi The Daily. Rupert Murdoch’ın sadece iPad’den yayın yapan dijital günlük gazetesi.
Bir riskti. Ama aynı zamanda... Bütün medyanın, başarılı olacak mı, diye beklediği bir hevesti. Washington Post’un patronu Donald Graham’la
lansmandan bir ay önce konuşmuştuk. Aynen şöyle dedi bana: “Umarım Murdoch başarılı olur. Biz de aynısını kopyalarız.” İşte bu yazı onun bilançosu. Soru: The Daily oldu mu? Yer: The Daily’nin New York’taki ofisi. Vakit: Perşembe günkü Şükran Günü’nün bir gün öncesi
Ofis, Murdoch’un medya holdingi News Corp’un merkezinde. 6. Cadde ve 47. Sokak’ın köşesi. 9. katı ikiye ayırmışlar. Koridorun bir tarafı, girişi eski New York Post. Diğer tarafı, dışındaki pastel camla “Ben burada teknolojiyi temsil ediyorum” diye bağıran The Daily.
MEDYA FABRİKASI
İçerisi, küçük kübiklerin olduğu bir medya fabrikası. Uzun bir hol düşünün. En başında tasarımcılar oturuyor. Sonra yapımcılar. Sonra muhabirler. Yanlardaki küçük odalarda da editörler... Holün sonunda bir prodüksiyon stüdyosu var. Muhabir hikâyeyi buluyor. Ardından prodüktörle bir çatı oluşturuyor. Dış çekimse dış çekim. Stüdyo gerekiyorsa stüdyo. İş oradan dağılıyor. Seri üretim bandı gibi...
GENÇLERE GÖRE
Önce şirketin pazarlama direktörü Rebecca Grossman-Cohen ile buluştum. Genç. Şükran Günü haftası benimle buluşacak kadar çalışkan. “İnsanlar şirketten ayrılmaya başlamış doğru mu” dedim. “150 kişilik bir yer burası ve ayrılanların oranı sıradan bir medya şirketindekinden fazla değil” dedi. “Okuduğum kadarıyla ayrılanlar yaşı büyük olanlar” dedim. “Evet. Çünkü yeni kurulan şirketin heyecanı ve iş yoğunluğu gençlere göre” dedi.
DERİLERİ KALIN
Yazının Devamını Oku