13 Haziran 2009
Cicibebe, zeka pırıltısının, isimsiz bir grubun diğerleri arasından sıyrılmasını nasıl sağladığına güzel bir örnek. Korsan tezgâhlarında satılan CD’ler de çok zarar verdi sektöre ama uzun süre boyunca sinsice büyüyen asıl tehlikeyi fark edemediler: İnternet... Yasal satışlar büyük oranda düştü. Müzik şirketleri artık prodüktörlük işlevlerini yerine getiremez hale geldi. Bu girdaptan çıkmak için konser gelirlerine ortak olmak gerekiyordu, ama birçok şirket bunu öngöremediği için o şekilde yapılanmamıştı. İşlerin sarpa sardığı, sektörün çöküşe geçtiği, krizin de bastırdığı bu dönemde, dönüşmek için geç kalınmıştı artık.
Müzik şirketleri, günlerini kurtarmak için masrafsız projelere yönelirken, olan kendini o şirketlere teslim eden yeni ve yetenekli müzisyenlere oldu. Çünkü bir atımlık şansları vardı ve müzik şirketleri kendilerini saldı çayıra, umdu ki Mevla kayıra. Ne olursa olsun bir albüm çıkartmalıyız diye düşünen genç müzisyenlerin büyük çoğunluğu kurban edilmiş oldu.
Albümden umudu kesenler, farklı yollar deneyenler oldu. Ama iş, albümünü internetten bedava yayınlamakla bitmiyor. Bunu bir pazarlama fikriyle birleştirmek, internetle savaşıyor değil uzlaşıyor olmak, hatta mümkünse müzik şirketiyle ortak hareket etmek en doğru strateji. Zardanadam, Demir Demirkan, Yakup gibi isimler çeşitli projeler yaptılar. Başkaları da var, hepsini saymaya gerek yok.
Ancak kimse Cicibebe kadar etkili bir pazarlama fikriyle ortaya çıkmadı. İsimsiz bir rock grubu... Ama hem medyanın ilgisini çektiler, hem de sistemle ilgili vermeleri gereken mesajı layıkıyla verdiler.
Cicibebe ilk CD’si “Tabuttaki Son Çivi”yi yayınladı. CD’yi müzikmarketlerde bulabiliyorsunuz. Bir kabı var, kitapçığı var. İçinde bir de CD var. Ancak o CD boş. Doldurulabilir bir CD. İçinde bir şifre, bir link, bir program, audio ya da video bir kayıt; hiçbir şey yok sizin anlayacağınız. Bu ürünü 1 TL’ye satın alabiliyorsunuz. Sonra gidip yasal olarak bedavaya indiriyorsunuz albümü internetten. Ve satın aldığınız boş CD’ye kaydediyorsunuz.
Elbette buradaki amaç 1 TL’ye satılan boş CD ve kabından gelir elde etmek değil. Ama söz konusu fikir büyük bir pazarlama değeri yaratıyor işte. Bu fikir sayesinde medyanın ilgisini çekiyor, programlara konuk oluyorsunuz, gazetelerde haberiniz çıkıyor. Çünkü diyorsunuz ki; “Aslında dolu bir CD ile boş bir CD’nin farkı kalmadı!”
Zeka pırıltısının, isimsiz bir grubun diğerleri arasından sıyrılmasını nasıl sağladığına güzel bir örnek. En önemlisi de televizyona çıkıp cahil cesaretiyle “Albümümü almıyorsanız, internetten de indirmeyin!” diye martaval okuyan nice büyük ismin anlayamadığı bir gerçeğin altını çiziyor olması bu projenin. İnternetle savaşma, interneti düşman belleme. Sen onu yenemezsin! Yapacağın tek bir şey var, o da işbirliği yapmak. Orada oluşan ekonomiden direkt ya da dolaylı olarak payını almak. Biraz vizyon, biraz da zeka...
Yazının Devamını Oku 30 Mayıs 2009
Göksel’in “Sabır” adlı çıkış parçasını dinlediğimde çok heyecanlanmıştım. Türkçe pop’un iyiden iyiye yükselişe geçtiği 90’ların ortalarında dinlediğim iki heyecan verici işten biriydi. Diğeri de Mirkelam’ın “Her Gece”si... Göksel’in o eski güzel yıllardan çıkıp gelen çocuksu ama buğulu sesi, daha o gün şöyle düşündürmüştü bana: Acaba 70’li yılların o tadına doyamadığım 45’lik devirli plaklarını seslendirse nasıl olur? Kısmet bugüneymiş. O arada iyisiyle kötüsüyle türlü nostaljik albüm dinledik belki ama Göksel’in “Mektubumu Buldun mu” adlı 12 şarkılık çalışması birçok açıdan farklı bir iş.
Her şeyden önce parça seçimleriyle ve düzenlemelerin aslına sadık kalınarak yapılması sonucu ortaya eli yüzü düzgün, kaliteli bir albüm çıkmış. Hiçbir şey satmıyor, biz de riske girmek yerine yapalım bir nostalji albümü, keyfimize bakalım değil, konsept bir albüm olmayı layıkıyla becermiş.
Çıkış şarkısı, benim yıllardır neden hala bu şarkıyı kimse keşfetmedi diye düşündüğüm “Baksana Talihe”. Aslında Göksel’den önce Nez de yorumladı bu şarkıyı ama yeterince ses getirmedi. Bu albümün çıkış şarkısı olarak seçilmesini de son derece doğru buluyorum. Ajda Pekkan’ın daha önce hem “Baksana Talihe” hem de “Viens Dans Ma Vie” adıyla Fransızca olarak yorumladığı şarkının orijinali bir İran halk şarkısı. Orijinal sözleri Farsça. Marjan’ın yorumuyla “Kavir Del” adlı orijinaline internet ortamında rahatlıkla erişebilirsiniz. Özellikle “Viens Dans Ma Vie” adıyla Ajda’nın Fransızca nasıl bu kadar güzel okuyabildiğine hep şaşırmışımdır. Çünkü bildiğim kadarıyla Ajda Pekkan hiç Fransızca bilmeden ezberleyerek okumuş o şarkıyı plağa. Bu kadar doğru bir aksanla okuyabilmiş olması, olsa olsa dil yeteneği ile müzik kulağı arasında güçlü bir bağ olmasına bağlı herhalde.
Şarkının bir diğer özelliği de “Viens Dans Ma Vie” versiyonunun ’77 yapımı bir Müjde Ar filminin, “Kızını Dövmeyen Dizini Döver”in tema müziği olması. Yanlış hatırlamıyorsam Ferhan Şensoy’un da ilk sinema filmi olma özelliği var o filmin. Ferhan Şensoy üstad, filmde bildiğiniz kötü adam rolünde.
Albümdeki bir diğer Ajda şarkısı “İnanmam”. “Affetmem” ile yeniden keşfettiğimiz Funda’nın şarkısı (daha sonra Zuhal Olcay da yorumladı) “Çaresizim”, Emel Sayın’dan “Dudaklarımda Arzu”, yine Füsun Önal’la sevdiğimiz ama Emel Sayın tarafından da yorumlanan “Senden Başka”, Yeşilçam klasiklerinden “Aşk Mabudesi” filminin tema müziği “Sen Bensiz Ben Sensiz” (onun da orijinali “Yeşilçam Şarkıları” adlı toplamada bulunuyor), Sezen Aksu yorumunun üstüne de yorum olabiliyormuş dedirten “Ağlamak Güzeldir”, Selçuk Ural’ın “Güle Güle Sana”sı, daha sonra Kıraç’ın kendine göre yorumladığı ama Ferdi Özbeğen yorumunu çok sevdiğim “Gülmek İçin Yaratılmış”, Seyyal Taner’den “Şimdi Sen Varsın”, Gönül Akkor’dan “Bilemedim” ve albüme adını veren az bilinen Gönül Yazar şarkısı “Mektubumu Buldun mu”; hepsini çok çok iyi yorumlamış Göksel.
Görselliği, duruşu ve samimiyetiyle
dört dörtlük bir iş olmuş “Mektubumu Buldun mu”. Şu zor zamanlarda en çok satan albümlerden biri olması da hak ettiği yerde olduğunu gösteriyor.
Yazının Devamını Oku 23 Mayıs 2009
Ne kadar tuhaf bir milletiz. Bundan bir süre önce Eurovision kimsenin umurunda değildi. Ailece ekran karşısına kurulup Eurovision izlediğimiz dönemi kapatmıştık. Ta ki Sertab’ın aldığı birinciliğe kadar. Hep böyle yapmıyor muyuz; bir iş kötü gidiyorsa biz orada olmayız. Ne zaman bir başarı olur, hemen sahip çıkarız. Bir de ahkâm keseriz “olmamış” diye.
Şimdi ben, meslektaşlarım Hadise’nin dördüncülüğünü beğenmiyor diye gurur duyamıyorum maalesef kendileriyle; çünkü samimi değiller.
Eurovision’a katılacağı belli olmamışken henüz, Hadise’nin potansiyeline ve o markanın yönetilmesindeki zafiyete dair en ağır yazıları yazan benim. Çünkü Tarkan’dan daha büyük bir uluslararası potansiyeli olduğuna inanıyorum Hadise’nin. Kariyeri doğru yönetilirse Türkiye markasına değer katacağını düşünüyorum. Ve memnuniyetle itiraf ediyorum ki, şapka çıkartılacak kadar iyi yönetilmiştir Hadise markası Eurovision sürecinde. Ne gerekiyorsa yapılmıştır. Evet, konserler yapması gerekir Hadise’nin, şarkılar söylemesi gerekir. Hayatını idame ettirmek için sahneye çıkması gerekir. Emin olun Hadise aptal değildir. Onun sırtından para kazanmaya çalışan menajerinin elinde oyuncak olmuş, Eurovision sahnesine çıkacağı zamana dek çalışmaktan bitap düşmüş ve maalesef dördüncü olmuş veremli kız değildir. Bunu söyleyenin iyi niyetinden şüphe ederim. Bu vesileyle de menajeri Süheyl Atay’a çabası için teşekkür ederim.
Bir komşu muhabbetidir gidiyor. Herkes komşusuna puan veriyormuş, etnik kökenmiş, oymuş, buymuş. Bundan doğal ne var? Bizden Bosna Hersek’e, Azerbaycan’a yüksek puan çıkmış. Emin olun ikisinin şarkısı da iyiydi. Bizim sms’lerin o sound’a yönelmesi ve o şarkıları ödüllendirmesinde kafamızın almadığı nedir? Makedonya’dan 12 puan almışız, orada Türk nüfustan birkaç kat fazla Arnavut vardır üstelik. Azerbaycan da bize 12 puan vermiş.
Emin olun ki beğenmişlerdir şarkımızı, sebebi odur. Onları geçelim Belçika, İngiltere, Fransa, Almanya’dan iyi puan almışız. Siz dilerseniz bizim soydaşlar verdi diye düşünün, ama sadece sms oylarıyla 12 tam puan almak mümkün değildir, ülke jürisinin katkısı gerekir. Halk; kulağına yakın gelene, sempati duyduğuna oy verir. Bu kuzey ülkeleri için de aynen böyledir, başka komşu ülkeler için de böyle. Bunda gocunacak bir şey yok. Dersiniz ki “sms oylarıyla derecelendirmek doğru değildir, uzman ülke jürisinin oy ağırlığı artırılsın”, ona saygı duyarım.
RUSYA’DAN DERS ALMALI
Bir gerçeği de unutmamak lazım. Eurovision artık bir şarkı yarışması değil, bir televizyon şovudur. Her geçen yıl büyümekte olan bir ekonomi yaratmaktadır. Rusya’nın da Avrupa’ya yakın durma stratejisi gereği bu organizasyona 42 milyon dolar harcamış olması tesadüf değildir. Patricia Kaas’ın orada olması, Andrew Lloyd Webber’in şarkı yazması da keza öyle. Bu nedenle artık Eurovision’u gerçekten ciddiye almak zorundayız. Çünkü hem müzik sektörü hem de ülke tanıtımı için önemli bir mecradır Eurovision.
Hadise hastaydı, ondandır değildir bilmiyorum, ama vokal performansı gerçekten kötüydü. Evet, koreografi ve kıyafeti de öyle. Şunu da unutmamak lazım, uzun yıllardır bu kadar iyi şarkının yarıştığı bir Eurovision finali de olmamıştı. Bu nedenle kimsenin Hadise ve ekibinin başarısına gölge düşürmeye hakkı yok. Bundan sonrası içinse, ev sahibi Rusya’nın olaya yaklaşımından alınacak çok ders var.
Yazının Devamını Oku 16 Mayıs 2009
Aslında iyi bir Akın Eldes takipçisiyim. Özellikle Bulutsuzluk Özlemi’nde gitaristlik yaptığı 1986-2000 yılları arasındaki dönemi çok iyi bilirim. Bulutsuzluk Özlemi’nin de en üretken olduğu, en önemli hitlerini ürettiği yıllardır. Akın Eldes gerçekten hem teknik hem de üslup anlamında çok çok iyi bir gitarist. Barış Manço, Mehmet Güreli, Bülent Ortaçgil gibi önemli isimlerin albüm kayıtlarında bulundu ama kendi çizgisinde işler yapmaya başlaması ilk albümü Kafi’ye denk gelir. 2002’de çıkan Kafi’den 2 yıl sonra ikinci albümü Türlü’yü ve son olarak da 2 yıl önce “Cango”yu çıkartmıştı.
Tabii o arada yapılmış bir Pinhani işi var. Evet bildiğiniz Pinhani. Kavak Yelleri dizisinin müziği olana kadar kendi yağında kavrulan, dizinin başarısıyla birlikte kitlelerce tanınıp konserler veren Pinhani. Kendilerine has sound’larıyla çok iyi şarkılar yazan Pinhani.
Akın Eldes, mütevazılığından olsa gerek Pinhani’ye bir müzisyen ağabey olarak yaptığı katkılardan çok söz etmiyor. Ama hem albüm kayıtları aşamasında hem de kimi performanslardaki varlığıyla Pinhani sound’u üzerindeki etkisi çok büyük. Grup elemanlarına sorsanız, onların da tereddütsüz aynı yanıtı vereceklerine eminim.
Akın Eldes’in caz, funk ve bizden ezgileri ustalıkla harmanlayan şarkılarını beğeneceğinize, özellikle kulaklığınızı takarak birkaç kez dinlediğinizde aldığınız hazzın kat be kat artacağına yürekten inanıyorum.
Bir aya yakın bir süredir severek dinlediğim Ara Taksim’i sizinle paylaşmak istememin temel nedeni ise şu. Birincisi çok iyi bir müzisyenin 11 şarkılık, 70 dakikalık öyküsünü dinlemeniz için. İkincisi, biraz daha açık söylemek gerekirse; aynı şeyleri dinlemekten sıkılmadınız mı artık?
Şimdi yazı kaçırmamak uğruna herkeslerin eller havaya coşkusunda işler çıkartacağı, uyduruk remikslerin havalarda uçuşacağı günlere girmek üzereyiz. Ara Taksim, sizi kendinize getirecektir diye umuyorum. Bu arada albüm yakın geçmişte kaybettiğimiz Tanju Duru anısına?
ARŞİVLİK BİR ÇALIŞMA
Geçtiğimiz ayın dikkat çekici işlerinden biri de Mucize Nağmeler’di. Bir süredir televizyon ekranlarında izlediğimiz ve yaratıcı bir iş olduğunu düşündüğümüz Mucize Nağmeler’in kayıtları hem DVD hem de CD formatında yayınlandı. Biliyorsunuz programın özelliği Türk sanat müziği ekseninde oluşu. Hem eski klasik eserlerin hem de kimi yeni eserlerin seslendirildiği projenin bir diğer önemli özelliği de, asıl işi müzik olsun olmasın birçok önemli ismi musiki etrafında bir araya getiriyor olması. Kimlermiş onlar derseniz: İnci Çayırlı&Ercan Saatçi, Nurhan Damcıoğlu&Erol Büyükburç, Işın Karaca&Emre Kınay, Gülşen&Cem Davran, Nurseli İdiz&Levent Kırca, Zuhal Olcay&Fatih Erkoç, Aşkın Nur Yengi&Haluk Bilginer, Metin Şentürk, Niran Ünsal, Yavuz Bingöl, Ayşegül Aldinç, Linet, Coşkun Sabah, İzel, Hüseyin Bitmez, Kamuran Yarkın, Ferda Anıl Yarkın ve Metin Özülkü. Arşivlik bir çalışma.
Karşı kıyı bu albümde
Bir yerlerde duyduğunuzda “Aaa bu şu Türkçe değil miydi?” dediğiniz yabancı parçalar vardır. Özellikle de Türk ezgileriyle süslü Yunanca parçalar. İşte o parçaların hepsi şimdi Müzakka isimli bir albümde toplandı. Despina Vandi, Elli Kokkinou, Giannis Bardis, Victoria Halkiti, Giorgos Mazonakis gibi Yunanistan’ın ünlü şarkıcıları Türkiye’nin popüler şarkılarını söyledi. Universal Müzik Taksim Edisyon etiketiyle çıkan albümün tanıtım partisi 29 Mayıs Cuma gecesi The HALL’de gerçekleşecek.
Beş Grammy adayından yeni albüm
1987 doğumlu Jazmine Sullivan, genç yaşına rağmen beş Grammy adaylığıyla dikkatleri çekmişti. Şimdi de yeni albümü Fearless ile dinleyicileriyle buluşuyor. Küçüklüğünde kilise korosunda da şarkı söylemiş olan Sullivan, geleceğin iddialı R&B yıldızlarından biri olarak gösteriliyor. Albümde Missy Elliott, Stargate, Wyclef Jean, Salaam Remi ve Carvin & Ivan gibi ünlü isimlerin desteğini almış.
TRT müzik kanalı açıyor
TRT’nin, “klip değil müzik kanalı” iddiasıyla açılacak yeni kanalı TRT Müzik, haziran ayında yayın hayatına başlayacak. Prime time’da Türk halk ve Türk sanat müziği çalınacak. Bu kararda, TRT 4’ün çocuklara tahsis edilmesiyle kanallarını yitiren Türk halk ve sanat müziği müdavimlerinin, yoğun baskı yapmasının etkili olduğu söyleniyor. Yine de pop, rock, hip hop, tasavvuf ile yabancı müziklerin de yayınlanacağı kanal, eski radyo günleri tadında yeni programlar, canlı yayınlar, konuklar, klip kuşakları, sinema programları, müzik haberleri ve müzik belgeselleri sunacak. Uydu ve kablodan yayın yapacak. TRT Çocuk da saat 21.00’dan sonra bu kanala bağlanacak.
Yazının Devamını Oku 9 Mayıs 2009
Ünlü biri değilseniz, kırmızı halıda yürümek çok saçma. Etrafta bir sürü kamera, ışıklar... O kameraların ardında da bir an önce geçse de işimize baksak diye bakan kameramanlar... Kral TV Müzik Ödülleri Gecesi’nde jüri görevimi ifa etmek üzere kırmızı halıda yürürken aklımdan bunlar geçti. İçeri girdim, mahşer yeri. Ama inanın kimseyi tanımıyorum.
Bu yıl Mü-yap Endüstri Ödülleri ile birlikte verildi Kral Müzik Ödülleri. O nedenle yapımcılardan, onların davetlilerinden, Unkapanı eşrafından falan çok insan var içerde.
Elimizde, konferanslarda, toplantılarda kullanılan bir cihaz var. Ekranda adaylar belirince seçtiğimiz numaraya basıyor oyumuzu veriyoruz. Sadece bizim oyumuz değil. SMS’lerle gelen oylar da hesaba katılıyor ve nihai sonuç ortaya çıkıyor.
Orada elim ayağıma dolaşmasın diye evde kendi adaylarımı belirlemişim, o nedenle içim rahat. Şöyle bir baktım kendi birincilerime, içimden yarısı bile tutmaz, dedim. Ama işte bizim de jüri olarak katkımız budur; gidelim,
bize verilen görevi layıkıyla yapalım.
Oy verdikçe, sonuçlar belirdikçe şaşkınlığım arttı. Neredeyse oy verdiğim herkes seçildi. Unutmayın ki bu, Türkiye’nin en popüler alanında iş yapan bir müzik kanalı. Sizin sevdiğiniz kişi seçilmeyebilir. Mutlulukla itiraf ediyorum ki, evet burun farkıyla kaybedenler oldu ama kimsenin hakkı yenmedi. Demek ki olabiliyormuş. Demek ki işin içine şaibe karışmadan da bu iş yapılabiliyormuş.
Bunca yıldır bunca laf ettiğim Kral TV ve temsil ettiği zihniyetin artık değişmesini temenni ediyorum. Bu yılki yarışma bir geçiş dönemini temsil ediyor ve gerisinin
sektöre fayda sağlayacak şekilde, seri biçimde geleceğine inanıyorum. İnanmak istiyorum.
Sektörü kişisel çıkarları için manipüle eden, parayla klip gösteren bir Kral TV değil, iyi bir müzik kanalı olduğu için dakikalarca reklam alan bir Kral TV hayal ediyorum.
Feridun Düzağaç’ın yılın klibi ödülü alması, Pinhani’nin en iyi dizi müziği ödülü, bunlar güzel göstergeler. Şimdi
kimse de İsmail YK’ya
burun kıvırmasın. Serdar Ortaç kriz ortamında hem çok sattı hem de çok başarılı performanslara imza attı.
Murat Dalkılıç keza, hakikaten en iyi çıkış. Rafet El Roman’ın Yusuf Güney’le yaptığı iş sonuna kadar hak etti ödülü.
Ferhat Göçer’in Mü-yap’ta Diamond Ödülü alıp da Kral’dan hiç ödül almaması enteresan. Göçer’in ödülüyle bağlantılı olarak değil elbet ama ben Mü-yap’ın “en çok satanlar” ödülünü alınan bandrol üzerinden vermesini sağlıksız bulduğumu bir kez daha belirtmek istiyorum. Dijital ödülleri tenzih ederek...
Son olarak şunu söyleyeyim; Müslüm Baba sahneye çıktı ve her zamanki gibi en kral performansını gösterdi. Son bölümde insanlar saygısızca salonu terk ederken bile sahnesini hiç bozmadı, ağzına sağlık kendisinin. Hele “sıradaki şarkı yanlış hatırlamıyorsam Sezen Aksu’nundu” dediği an vardı ki; dedim adam havada yürüyebiliyor, böyle olmak lazım.
Yazının Devamını Oku 25 Nisan 2009
Bugünlerde kiminle konuşsam, bir gitmek lafı. Herkes sanki sözleşmiş gibi habire didikliyor kendini. Kıyıda köşede birikmişi olandan cebi en deliğine, işinden memnun olanından her gün söylenerek gidenine kadar herkes bir gitme hali içinde.
Belki yıllardır bu böyle, gideceği yok kimsenin belki, ama Ayyuka’nın o güzel şarkısında dediği gibi “havada bir hinlik var” sanki. Teoman’ın son albümü “İnsanlık Halleri”ni dinlediğimde de benzer bir ruh halinden beslenen çok iyi bir albüm dinlediğimi düşündüm. Teoman, üç yıldır hiçbir şey yapmamıştı. Şaka değil, bu albüm de sekizinci albümü. Yorulduğunu biliyorum Teoman’ın. Ne kadar duygusal ve iyi bir adam olduğunu da biliyorum. Bazen yaptığı şeylerden utandığını, bunun vicdan azabını çektiğini de... Kendi de söylüyor zaten. Ama ne yalan söyleyeyim, 3 yıllık bir tutukluktan sonra böyle iyi bir albüm, bırakalım şu albüm lafını, böylesine sağlam 11 şarkı çıkacağını hiç ummuyordum. Dedim ya, o ruh hali sanki Teoman’ı daha bir özgür bırakmış. Sanki yapmak isteyip de ertelediği şarkılarıyapmış gibi.
Bir gerçek var ki, Teoman bu işin formülünü çok önce bulmuş bir adam. Yani eline gitarı alır, havasındaysa arka arkaya 5 tane hit yazar. Şimdi “İnsanlık Halleri”ni dinleyince bir kez daha anlıyorum ki, o 3 yıllık tıkanıklık başka bir tıkanıklıkmış.
Her şeyden önce, yapısına baktığımızda, alıştığımız Teoman şarkıları formundan ciddi farklılıklar gösteriyor şarkılar. Düzenlemeler başta Alper Erinç ve Sarp Özdemiroğlu olmak üzere Hakan Özer, Sunay Özgür ve Volkan Başaran gibi önemli isimlere ait. İşin güzel kısmı ise, buna rağmen müzikal bütünlük anlamında bir huzursuzluk hissetmiyorsunuz. Özellikle Alper Erinç’in düzenlemeleri yaklaşım olarak ciddi farklılıklar gösteriyor olsa da bütünlüğü hiç bozmuyor.
HİKAYE ANLATICISI
Teoman, şarkı yazarı olarak da enteresan bir yöntem izler. Önce sözü, hatta o sözün hikayesini, resmini düşünür. Hikaye anlatıcısıdır. Bakmayın siz, en zor yöntemdir ama Teoman bunu belki de Türkiye’de en iyi becerenlerden biridir. O yüzden şarkılarını dinlerken gözünüzün önüne bir şeyler gelir. Bu anlamda Ahmet Erhan’ın “Sevişirdik Bazen” şiiri ve Elif Şafak’ın sözlerini yazdığı “Uçurtmalar” da albümde son derece şık duruyor. Hele Calogero/Zazie’nin bestesiyle bir “Çoban Yıldızı” var ki?
Bir albüm yazarken beni en çok mutlu eden durum, “Falanca filanca şarkılara dikkat” diye yazmak zorunda kalmamak oluyor. Bir albümü baştan sona dinlediğinde, içindeki hikayeyi keşfettiğinde böyle bir gereksinim olmuyor çünkü. Hiç kötü bir şarkıdan söz edemeyeceğim.
Bilmiyorum, “İnsanlık Halleri” Teoman’ın son albümü mü olur, bundan sonra yapacağı şarkıları nasıl bir yöntemle sevenlerine ulaştırır... Ama bana göre külliyatının en önemli albümlerinden biri “İnsanlık Halleri”.
Teoman zamanında “satacak şarkı” formuyla ilgili formül yaratmış bir şarkı yazarı. Kendi yarattığı formülün esiri olmaktansa dilerim bu yeni formülün peşinden gider. Ve her şarkısını son şarkısı gibi yazar.
Yazının Devamını Oku 18 Nisan 2009
Yeni albümler birbiri ardına çıkıyor, yaz konserleri kapıda bekliyor. Depeche Mode, Röyksopp, Linkin Park, Nine Inch Nails, Prodigy geliyor. Müzikseverleri 2009 yazında, hareketli günler bekliyor. Hepsi yakında, burada... Yeni yıldı, krizdi derken çıkışları baharı bulan albümler birer ikişer dökülmeye başladı. Özellikle rock’ın büyük isimleri Teoman, Duman ve Manga’nın yeni albümleri heyecan veriyor. Redd ve Ogün Sanlısoy’un son albümleri, Haydut, Gren gibi yeni gruplar, hepsinin sırası gelecek, hepsini büyük bir keyifle yazacağım bir aksilik olmazsa.
Sonra Atiye var? Dört yandan kıstırılmış piyasa koşullarında ticari anlamda da getirisi olacağına inandığım bir proje; ondan da söz edeceğiz. Sıla’yı da es geçmek olmaz. Duruşunu hiç bozmadan ikinci albümü “İmza”yı çıkardı henüz.
Yine dikkat çekici olduğuna inandığım Melih Ünen ve Bora Uzer’in albümleri var. Onların da üzerinde durmak istiyorum.
Yaz hareketli geçecek gibi görünüyor. Daha sırada bir dolu albüm var. Ve tabii bir dolu da konser?
Kesinleşmiş büyük konserlerden ilki hepinizin bildiği gibi Santral İstanbul’daki Depeche Mode Konseri. Tarih 14 Mayıs. Sonra yine aynı mekanda farklı bir sahne kurulumu ile Efes Pilsen One Love Festival’i izleyeceğiz. 20 Haziran Cumartesi günü indie-rock gününün ana grubu The Klaxons olurken, 21 Haziran Pazar elektro pop gününün ana grubu uzun zamandır hasretle beklediğimiz Röyksopp.
Ve tabii Rock’n Coke? Geçtiğimiz yıl, bütçe ve tarih uyuşmazlığı nedeniyle son dakikada iptal edilen Rock’n Coke’un bu yıl neler yapacağı epeydir merak konusuydu. Festival yetkilileri geçtiğimiz günlerde üç önemli grupla anlaştıklarını açıkladılar; Linkin Park, Nine Inch Nails ve Prodigy. Kimsenin burun kıvırabileceği isimler olduklarını sanmıyorum. Hele alt grupların da güçlü oldukları, Türk gruplarından doğru performanslar çıkabileceği düşünülürse, bu sene Rock’n Coke epey eğlenceli geçeceğe benzer.
Hepsi bu kadar da değil elbet. RadarLive ne yapacak, Masstival ne yapacak, başka irili ufaklı hangi konserler olacak, Binboamania’dan ne haber; hepsinden zamanı gelince söz edeceğiz. Ancak hala merak edenler varsa Madonna İstanbul Konseri büyük olasılık gerçekleşmeyecek.
KRAL’IN YENİDEN DOĞUŞU
Kral TV Video Müzik Ödülleri’ni bu yıl ilk kez yeni yayıncısı Doğuş Yayın Grubu düzenliyor. Yıllardır bıkıp usanmadan eleştirdiğimiz aday belirleme prosedürünü değiştirmişler sağ olsunlar. Bu yıl içinde benim de bulunduğum 50 kişilik bir seçici grup belirledi adayları. 5 Mayıs’ta Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde gerçekleşecek ödül gecesinde ise jüri kesin sonuca varacak.
Kriz nedeniyle mi yoksa stratejik güç birliği amacıyla mı bilmem ama bu yıl Doğuş Yayın Grubu bünyesinde gerçekleşecek Kral TV Video Müzik Ödülleri Töreni, MÜ-YAP Türkiye Müzik Endüstrisi Ödülleri ile birlikte olacak. Yani sektörün en ciddi ödül töreni olması gereken önemli bir organizasyonla karşı karşıyayız. Ben de jüri içinde bulunduğumdan gelişmeleri adım adım izleyeceğim.
Yazının Devamını Oku 11 Nisan 2009
Birçok yarışmada jüri olmam için teklifler geliyor. Eskiden de gelirdi. Bazılarında olmayı kabul ettim de. Ancak kimilerinde öyle laubalilikler, adaletsizler gördüm ki, bu işten soğudum. Siz ne kadar ciddiye alarak yapsanız da işi, jürisi ve organizasyonu sizin kadar ciddi değilse olmuyor, olamıyor.
Yani jüride kim olduğundan tutun da, değerlendirme ölçütlerinin konsensüs ile belirlenmesi, jüri üyeleri ve organizasyonun aynı dili konuşuyor olması çok mühim. Çünkü o yarışmaya yaptığı şarkıyı gönderen insanların bir anlamda hayatıyla, umutlarıyla oynuyorsunuz. Adil olmanız, adil olabilmek için de ciddi ve ölçüt sahibi olmanız şart.
İşte “Jack Daniel’s Müzik Yarışması”nın 2009 ayağı için bana jüri olmam teklif edildiğinde yukarda saydığım nedenlerle tereddüt ettim. Ve aynen yukarda yazdığım gibi sütten ağzı yanan birinin neden yoğurdu üfleyerek yediğini anlatmaya çalıştım. Ancak, kriterler ve jüri üyeleri konusunda beni ikna etmeyi başardılar doğrusu.
Jüri üyeleri benim dışımda Alper Erinç, Haluk Kuruosman, Demir Demirkan, Sebla Koçan gibi güvendiğim müzik insanlarından oluşuyordu. Onlar dışında David Barbe ve Hugh Cornwell adlı yabancı müzik adamları da değerlendirme sürecine katılacaklardı. Jüri üyeleri olarak bir araya gelip yemekli toplantılar yaptık. Değerlendirme ölçütlerini tartışarak belirledik ve herkesin içine sindi sonunda.
20 Aralık Cumartesi yapılan tanıtım gecesinden sonra başvurular 23 Mart 2009 tarihine kadar devam etti. Biz o tarihten 7 Nisan’a kadar önceden belirlediğimiz puanlama sistemi ile 10 grup belirledik ve böylece ön eleme süreci de bitmiş oldu. Şimdi sırada final var. Bu akşam, finale kalan gruplar canlı performansları ile kozlarını paylaşacak. Dereceye giren ilk üç grubu tamamen müzikle ilgili çok özel hediyeler bekliyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse uzun süredir reddettiğim jürilik tekliflerini bu yıl dördüncüsü düzenlenen Jack Daniel’s Rock Yarışması sayesinde kabul etmiş olmamdan ötürü büyük keyif duyuyorum. Çünkü bu yarışmayı kazanacak grupların tamamen objektif kriterlerle adilane bir şekilde belirlendiğine dair inanım tam. İyi olan kazansın?
POP FOLK LEBLEBİSİ
Geçen gün elime yeni bir toplama geçti. Artık eski 45’lik toplamalarına alıştık ama bu seferkinin konsepti biraz daha farklı olduğu için sizinle paylaşmak istedim. Odeon Müzik etiketiyle yayınlanan “Pop Folk” adlı toplamada kimler kimler yok ki! Modern Folk Üçlüsü, Erkut Taçkın, Bunalımlar, Cevad Sedef, Esin Afşar, Bora Ayanoğlu, Durul Gence, Ayferi, Güzin ile Baha, Ayla Algan, Tanju Okan; say say bitmiyor.
Bana toplamanın konsepti çok hoş geldi. İçeriği ve parça seçimi konusunda da memnun kaldım. Size de şiddetle tavsiye ediyorum.
Yazının Devamını Oku