31 Ocak 2009
Müzik Yorumcuları Meslek Birliği MÜYORBİR’in “Akort” adlı süreli bir yayını var. Derginin son sayısında, Sevcan Çarkçı imzalı bir dosya hazırlanmış. Müzik sektörü açısından “Büyük Krizin 2008 Raporu” açıklanıyor. Bazı önemli bilgileri sizinle de paylaşmak istiyorum.
2007’de alınan bandrol sayısı 20 milyonken, 2008’de 15 milyon seviyesine gerilemiş. Bu rakamın 2004’te 44 milyon olduğunu ve o yıldan beri kademeli olarak düştüğünü de belirtmek lazım.
En yüksek satış rakamlarına ulaşılan 2004’te yaklaşık 15 milyon CD, 29 milyon da kaset için bandrol talep edilmiş. 2007’ye geldiğimizde CD için talep edilen yaklaşık 15 milyon bandrol adedinde bir değişiklik olmazken kaset için sadece 4,5 milyon bandrol verilmiş.
Evet kasetin format olarak hızla yok olduğunu biliyoruz. Peki 4 yıl önce kaset satın alan 24,5 milyon insan nereye gitti? Belki bir bölümü CD satın almaya başladılar. 2004’te CD satın alanların da bir bölümü müziğe para vermekten vazgeçip illegal yolları seçtiler ya da iyimser bir bakışla dijital olarak satın aldılar diyelim. Nasıl bir matematik kurarsak kuralım; sektörün 4 yıl içindeki kaybı yüzde 60’ları geçmiş durumda.
Dijital alandaki gelişmeler de bir hayli ilginç. ADSL aboneliği sayısının artışıyla birlikte bandrol sayısı düşmeye başlıyor. Örneğin 44 milyon bandrol verilen 2004’te ADSL abone sayısı 450 bin civarındayken, 15 milyon bandrol verilen 2008 yılında ADSL abone sayısı yaklaşık 5,5 milyon.
Dijital pazarda yaşanan gelişmeler umut verici ancak kaybın yarattığı boşluğu henüz dolduramıyor. 2008’in bu anlamda başarılı bir yıl olduğunu söylüyor MÜYAP Başkanı Bülent Forta. Hem TTNET müzik havuzunun yarattığı gelir, hem de Turkcell, Avea, Vodafone ve Power Club’la yapılan uygulamalar sektöre taze kan getirdi elbet. Ancak dijital satışlar Türkiye’de tüm satışın yüzde 20’si seviyesinde olmasına karşın fiziki satış çok düştüğü için sektörün karnının doymasına henüz yetmiyor. Aslında internet üzerinden illegal müzik paylaşımının aldığı pay çok büyük. TTnet verilerine göre Türkiye’deki iki büyük dosya paylaşım sitesinin yarattığı trafik, bir günlük internet trafiğinin yüzde 85’ini oluşturuyor. Varın gerisini siz düşünün.
MÜYAP, bu tip illegal paylaşım siteleriyle mücadele etmek için var gücüyle çalışıyor uzun zamandır. Aslına bakarsanız, IP (Internet Protokol) numaraları üzerinden isim ve adres bilgilerine ulaşmak çok kolay. Ancak yasalar bu mücadelenin daha hızlı ve etkin biçimde yapılmasını kolaylaştıracak kadar yeterli değil henüz.
Bülent Forta, şirketlerin sanatçılarına konser desteği vermesi ve büyük markaları cezp edecek organizasyonlar tasarlayarak, hem kendine hem de sanatçısına gelir yaratacak bir yapıya dönüşmesi gerektiğini vurguluyor. Esen Elektronik’ten Oktay Bakırcıoğlu’na göre besteciler ve yorumcular da taşın altına elini sokmalı. Örneğin, besteciler ön kullanım adı altında aldıkları paraları unutmalı. Sanatçılar, okuma parası ya da avans istemekten vazgeçmeli.
Yazının Devamını Oku 24 Ocak 2009
Hiç tereddüt etmeden diyebilirim ki Ayça Şen hayatımda tanıdığım en enteresan en eğlenceli kadınlardan biridir.
Doksanların başında kısa bir süre parçası olduğum Genç Radyo günlerinde tanıştığım Ayça, o gün bugündür Ayça Şen mayasına aykırı düşmeden bir sürü güzel iş çıkarttı ortaya. Radyoculuğu zaten tartışma götürmez; Türk radyoculuk tarihinin en eğlenceli karakterlerinden birisi kendisi. Gerek Sebastian Carlos’lu muhabbetleri, gerek dozajı kaçırmadan bizi yerlere yatıran telefon işletmeleri; internet ortamında hâlâ birer efsane.
Bir kitabı var sonra Ayça’nın; “Saatçi Bayırı”. Bir solukta okumuştum. O kendine has üslubu ve Türkçe zekasıyla iyi bir kalem olduğunu da göstermişti.
Şimdi bir albüm meselesi var. Adı “Astronot”. Mor ve Ötesi’nin şirketi Rakun Müzik etiketiyle, yine Mor ve Ötesi’nin bas gitaristi Burak Güven’in prodüktörlüğünde ilk albümünü çıkardı Ayça Şen. Mor ve Ötesi’nin “Başıbozuk” albümündeki remix’lerinden, Vega’nın “Hafif Müzik” albümündeki düzenlemelerinden ve Teoman remix’lerinden tanıdığımız Serkan Hökenek de düzenleme ve kayıtlarda katkıda bulunuyor albüme.
Ayça’nın bir şarkıcılık geçmişi var aslında, pek az kişi bilir. Ancak öte yandan uzun zamandır da şarkı söylemiyor. Çok güzel bir ses rengi var Ayça’nın. Ama o ses rengi fena halde Aylin Aslım’ın ses rengi ile benzeşiyor. Ayça’nın uzun süredir şarkı söylemiyor oluşu ve bu arada kendi vokal üslubunu geliştirme şansı olamayışı bu doğal benzerlikle birleşince; bazı şarkılarda (bilmiyor olsanız) Aylin Aslım söylüyor diye iddiaya girilebilecek kadar ikna edici bir durum oluşturuyor. Bunda; şarkı sözlerindeki “hikaye anlatıcı” üslubun ve düzenlemelerin de payı var elbet ama iş yine de Ayça’da bitiyor, bitecek bence bundan sonraki albümlerde.
Albümün sound’u ve kaydı hakkında söyleyecek çok bir şey yok. Ayça’ya da çok yakışan bir pop-rock sound’u yakalamışlar. Kolay dinleniyor. Hele “Son”, “Kalpsizsin”, “Aptal Gibi”, “Dönme Dolap”, “Erkek Sindrella” gibi nakaratı güçlü parçalarda tadından yenmiyor.
Hemen tüm şarkı sözlerinde imzası olan Ayça Şen etkili, zeki, yer yer komik. Ancak zaman zaman o sözlerin şarkılardan taştığına tanık oluyoruz. Ben kişisel olarak Ayça’nın “ciddi” bir şeyler yazmak için kendini bir miktar kastığını düşünüyorum. Evet, bir anne artık; otuzlarının sonunda ama Ayça kendini bırakmış olsa çok daha basit ama bir o kadar çarpıcı sözler çıkacağına eminim kendisinden. Belirli satırlarda bunun işaretlerini çok net alıyorsunuz.
Sözün özü, kaydadeğer bir ilk albüm Astronot. Her ilk albüm için geçerli olduğu üzere kimi eksikleri var. Ancak her ilk albümde hissedemediğimiz bir potansiyeli de var müzisyen Ayça’nın. Yeter ki bu işi biraz ciddiye alsın, devamını getirsin; bol bol sahneye çıksın, şarkı söylesin, şarkı yazsın. Çıksın; her zaman yaptığı gibi hem kendiyle, hem bizle makarasını da yapsın. Ama bu müzik işini ciddiye alsın…
ROCK ALEMİNDEN
Yazının Devamını Oku 17 Ocak 2009
Uzunca bir süredir geleceğin müzik taşıyıcısının ne olacağı konusunda tartışıyoruz. Yani plaktı, kasetti, cd’ydi derken sırada ne var? Sırada bir şey yok. Çünkü artık müzik çalardan bağımsız bir müzik taşıyıcıya ihtiyacımız kalmadı. Yakın bir geçmişe kadar yedeklemek ya da biriyle paylaşmak için cd’ye, dvd’ye basılan mp3’leri düşünün. Şimdi orada da cd’nin yerini usb diskler, taşınabilir hard diskler almadı mı? Şimdi bir nefes alın ve bu gelişmelerin ne kadar hızlı olduğunu ve ne kadar çabuk kanıksandığını düşünün. "Albüm asla ölmez, cd hiç ölmez" falan diye sayıklayanlar; asıl siz düşünün.
Bugün baktığımızda önümüzde iki güçlü aday var müzik taşıyıcı olarak. Bunlardan ilki elbet bizatihi mp3çalarlar. Yani müziğin siz mp3çaları satın aldığınızda paket dáhilinde gelmesi ihtimali. TTnet örneğini düşünün... Nasıl siz TTnet abonesi olduğunuzda tüm Türkçe arşivi ücretsiz indirme hakkına sahip oluyorsunuz ve ekstra para ödemiyorsunuz; aynen öyle. Ödemeye ödüyorsunuz da farkında değilsiniz; eser üzerinde hak sahibi olan herkes telifini tıkır tıkır alıyor. Bu yöntemin çeşitli versiyonlarını ilerleyen günlerde göreceğiz.
Gelelim ikinci bir müzik taşıyıcı adayı olan cep telefonlarına. Biliyorsunuz birçok marka, müzik çalma özellikleriyle öne çıkan farklı modeller üretti. Bu modelleri çeşitli kampanyalar ile desteklediler. Ancak iphone bambaşka bir devrimdi. Daha adı ortaya çıktığında büyük bir infial yaratan marka, satışa çıkar çıkmaz kapışıldı. Apple’ın hemen her ürününde yarattığı albeninin elbette etkisi var satın alma kararı üzerinde. Ancak burada üzerinde durulması gereken nokta şu: iphone, gerçek anlamda mp3çalarla telefonu birleştirebilen ilk cep telefonu oldu. Arkasından bir dolu taklidi çıktı, diğer markalar doğal olarak müzik çalar özellikleri gelişmiş modellere yöneldiler ama olmadı. Iphone’un yarattığı büyülü havanın yanından bile geçemediler.
Ancak Nokia’nın yeni ürünü 5800 XpressMusic’in beni şaşırtığını itiraf etmeliyim. Bir mp3çalar/ telefon olarak kesinlikle iphone’dan sonra en ciddi ürün Nokia 5800. Gördüğüm kadarıyla üç aşağı yukarı aynı özelliklere sahip iki telefon aslında 5800 ve iphone. Ama karşılaştırma meselesini işin teknik uzmanlarına bakıyorum. 5800’daki dikkatimi çeken en önemli özellik ise telefonu alan herkese 1 yıllığına Nokia Music Store kataloglarına sınırsız erişim hakkı tanıyor olması. Yani az önce konuştuğumuz mesele...
Eğer gelişmeler bu yönde sürerse; yani mp3çalar/telefonların (tabii internet özelliklerini de unutmadan) sayıları artarsa geleceğin müzik taşıyıcı adayı olarak mp3çalarların önüne geçeceği kesin.
Yazının Devamını Oku 10 Ocak 2009
Hadise’nin Eurovision’da Türkiye’yi temsil edeceği şarkıyı dinleyince, kendisinin ne kadar doğru bir seçim olduğunu daha iyi anladım. Gerek sahneyi dolduruşu, gerek dans yeteneği, gerek güzelliği ile işin gereğini yerine getiriyor. Sesi güzel, şarkı güzel demiyorum bile. Onlar olmadan olmuyor zaten.
Yılbaşı gecesi izlediğimiz şarkının süreç içinde daha da olgunlaşacağına, dans şovunun oturacağına inanıyorum. Dereceye girer mi, girmez mi bilmiyorum. Ama bu da girmiyorsa zaten hangisi girecek dereceye o da bir muamma. Eurovision’da başarılı olmak için nasıl bir formül gerekiyor diye sormuş olsaydınız, Hadise ve seçtiği şarkıyı hiç tereddüt etmeden örnek olarak verebilirdim çünkü.
Hadise yurtdışında yaşamış, bence kariyerinin daha çok başında olan bir Türk kızı. İyi niyetli ve hevesli olduğunu düşünüyorum. Eğer Türkiye’deki kariyeri ustalıkla yönetilirse gerçekten tahmin edemeyeceğimiz kadar ilginç noktalara gidebilecek bir potansiyeli var. Herhangi bir konuda Shakira’dan eksiği olduğunu düşünmüyorum. Yeter ki doğru yönlendirilsin, doğru adımları atsın. Hadise tarzında müzik yapan biri için Eurovision çok doğru bir vitrin.
DUMAN SAHNEDE
Sevenleri bilir, Duman bir performans grubudur. En mutlu oldukları yerin sahne olduğuna da defalarca şahit oldum. Ne albüm kaydı, ne imza günü, ne röportaj, ne televizyon programı... Gerçekten sahnede o kadar büyülüler ki, o kadar kendileri için çalıyorlar ki, o muhteşem enerji izleyenlere de geçiyor ve trans halinde çıkıyorsunuz konserlerinden.
İşte bu konserlerden belki de en güzeli Rock’n Coke 2006 performansıydı. Hem festival ambiyansı, hem kalabalık izleyici kitlesi hem de Duman’ın havasında oluşu sayesinde muhteşem bir konser izlemiştik. O zamandan beri şu konserin bir kaydı olsa elimde diye düşünürüm. Sesimiz duyuldu ve o performansın hem audio hem de video kayıtlarını içeren bir set piyasaya çıktı geçenlerde. Duman seven, sevmeyen herkesin izlemesi lazım.
Yazının Devamını Oku 3 Ocak 2009
Çocukluğu, ilk gençliği radyoların başında, müzik dergilerinde verilen program listelerini takip ederek geçenler, bugünün sınırsız olanaklarıyla müziğe ulaşan gençlerinden daha mı şanslıydı diye düşünürüm sık sık. Çünkü ulaşmak için verdiğimiz çaba bizi daha sık bağlamıştı müziğe. Dergiler, kasetler, plaklar için harçlıklarımızdan biriktirdiğimiz paraları, bir konser izlemek için duyduğumuz heyecanı unutmak mümkün değil. O yıllarda FM bandında yayın yapan TRT 3’ün hayatımızda çok önemli bir rolü vardı. Yavuz Aydar’ın, Sebla Özveren’in programı başlayacak diye mahalle maçlarını yarım bıraktığımızı, gerektiğinde sevgilimizle randevumuzu bile program saatlerine göre ayarladığımızı bilirim. Geceleri geç saate kadar Aykut Sporel’i uykusuz beklediğimizi...
Aradan onca zaman geçti. Artık TRT radyoları dışında sayısız özel, yerel, bölgesel radyo kanalı var. Ama biz TRT3’ün, o programcılarıyla ünlü efsane dönemini özlüyoruz hala.
Birileri sesimizi duymuş olacak ki geçtiğimiz günlerde TRT Radyo 3 bir atılım yaptı. Yeni bir döneme giren kanala büyük ustalardan İzzet Öz efsane programı "Teleskop"la dönüyor. Onun dışında, yine bir usta Nejat Çetinok da radyo günleri için yeniden TRT’de. Fuat Güner ve İzzet Öz zaman zaman birlikte program yapacaklar. Ama Fuat Güner’in ayrı bir programı da olacak. Demet Sağıroğlu’nun ise doksanlardan çalacağı "90’lık Kaset" adlı bir programı var. Yazar Tuna Kiremitçi "Kent Ozanları" adlı bir program hazırlayıp sunuyor. Hakan Tamar ve Necati Tüfenk’in "Siyah Beyaz"ı, Eyüp İblağ’dan "Blues’un Tonları", Hakan Çelik’ten "Tren Yolculuğu", Özlem Köseoğlu’ndan "Gece Vardiyası" dikkatimi çeken programlar. İşin caz ayağındaki programcılar ise Murat Beşer, Hülya Tunçağ, Levent Öget ve Ali Sönmez. Radyo 3’te ayrıca bir ilk; çocuklar için bir klasik müzik programı da olacak.
İstanbul’da 88.2’den dinlediğimiz kanalın diğer şehirlerde hangi frekanslarda olduğunu öğrenmek için www.trt.net.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.
Bu arada müzik yazarı olarak bendeniz de 5 Ocak’ı 6 Ocak’a bağlayan gece saat 01.00’de "Gece Vardiyası"nda, hayatımı değiştiren şarkılarla Özlem Köseoğlu’nun konuğuyum, sizi de beklerim.
Yazının Devamını Oku 27 Aralık 2008
Çıtır Kızlar grubunu hatırlıyor musunuz? Zamanında Yonca Evcimik şürekasından ablaların oluşturduğu bir kız grubuydu. Hani yetmişlerdeki Cici Kızlar’ı saymazsak Türkiye’nin ilk kız grubu Çıtır Kızlar’dır diyebiliriz sanırım. Cici Kızlar’la Çıtır Kızlar’ı ayıran temel fark, varlık sebepleriydi. Cici Kızlar’ın kuruluş nedeni kendiliğinden ve tamamen müzikle ilgiliyken, Çıtır Kızlar ticari kaygılarla tasarlanmış toplama bir iştir. Çok da rağbet görmeyince tarihin sayfalarına gömülmüştür. Tıpkı erkek versiyonu Birkaç İyi Adam gibi.
O arada Universal Müzik’in gazete ilanlarıyla bulduğu genç kızlara dans ve şan eğitimi vermek suretiyle oluşturmaya çalıştığı Venüs grubu görücüye çıkamadan yok olmuştur.
Taa ki Hepsi’ye kadar. Hepsi, her şeyden önce şunu ispatlamıştır: Mesele birkaç kızı bir araya getirip, oradan buradan rastgele şarkı alıp sonra dans ettirerek olacak iş değil. O kızların duruşu önemli; nasıl şarkı söyledikleri, röportajlarda ne söyledikleri, ne giydikleri, nasıl dans ettikleri elbette çok önemli. Ama daha önemlisi galiba gerçek olmaları. 11-17 yaş arası genç kızların o özdeşliği kurması, onlara öykünmeleri için temel şart bu.
Hepsi kızları hem geldikleri eğitim, hem hanımefendi duruşları, hem de yapılan işin kalitesi itibariyle bunu başarmıştır.
Hepsi dinleyen genç kızların büyük çoğunluğunun yabancı pop dinleyicisi olduğunu unutmamak gerek. O nedenle zoru başarmıştır Hepsi; Türkçe müziğe burun kıvıran, hem de yaş itibariyle en fütursuz, en hoyrat dönemindeki bir tüketici kitlesine kendini kabul ettirmiştir. Daha da güzeli, aradan geçen zaman içinde de kendini geliştirmiş bir gruptur.
Hepsi’nin açtığı kulvardan giden 4yüz’ü de son derece başarılı buluyorum. Sektörün içine düştüğü sıkıntılar nedeniyle biraz sahipsiz kaldılar ama önleri açık.
Şimdilerde sahnede boy göstermeye hazırlanan "Kızlar" grubu var sonra. Hugo ile tanıyıp sevdiğimiz Tolga Gariboğlu’nun yapımcı ve süpervizörlüğünde kotarılmış üç şarkılık bir maxi single yaptılar. Projenin tasarımı, görseli, şarkılar bütünlük arz ediyor. "Şeker Kız" hedef kitlesine ulaşacak güçte, doğru bir şarkı. Tabii düzenlemeyi yapan Ozan Çolakoğlu’nun katkısını da unutmamak gerek.
Eller havaya ya da varoş edebiyatı yapan şarkıları dinleyen ve ticari olarak muhatap kabul edilen kitlenin dışında bir potansiyel daha var. Onlar Türkçe dinlemiyorlar, çocukluktan gençliğe geçiyorlar, hiçbir şeyi kolay kolay beğenmiyorlar. Ama bir beğendiler mi işin sahibini ihya ediyorlar, bağlanıyorlar. Hepsi, bu anlamda bir kulvar açtı. Bakalım ne zaman bir erkek grubu bunu başaracak. Asıl bomba o zaman patlayacak.
Yazının Devamını Oku 20 Aralık 2008
Mor ve Ötesi kariyerlerinin dönüm noktası olan "Dünya Yalan Söylüyor" albümünden sonra bağlı bulundukları şirketten ayrılıp yeni bir oluşum içine girdi grup. O kararın alt metninde elbette ticari nedenler de vardı. Kazandıkları büyük başarı sonrası Pasaj Müzik’le bir fikir ayrılığına düşmüş olabilirler bu anlamda. Ancak ondan da önemlisi şu ki; bir başka şirkete transfer olmak yerine taşın altına ellerini sokmayı tercih ettiler ve kendi şirketlerini kurdular.
Önce menajerleri ile yollarını ayırdılar, ardından eski dostları Can Sertoğlu’nu hem menajer hem de ortak kurdukları müzik şirketi Rakun’un patronu olarak konumladılar.
Mor ve Ötesi, grup olarak en başından beri ne yapmak istediğini bilen, doğru ya da yanlış ne karar verirse versin, verdiği kararların arkasında durmayı becerebilen bir tutum sergiledi. Kendi aralarında tartıştılar, birbirlerine kızdılar ama kol kırıldı yen içinde kaldı.
Rock’n Coke’a katılmama kararı almaları stratejik hatalardan biriydi zamanında. Hele bir de "Dünya Yalan Söylüyor" albümünden önce kariyerlerine büyük katkı sağlayan Fanta Turnesi düşünülünce Rock’n Coke’a karşı aldıkları tavır iyice havada kaldı.
Gösterdikleri politik tavrın hem kendisinin hem de biçiminin büyük bir destekçisi olduğumu da belirtmek isterim. Ama sanıyorum Rakun’un kurulmasının temel nedenlerinden biri de bu: Mor ve Ötesi kariyerini ustalıkla yönetmek.
Birçok insanın Mor ve Ötesi’nin duruşuyla çeliştiğini iddia ettiği Eurovision serüveni var sonra. Ben onların aksine bu adımın grubun kariyeri açısından son derece doğru bir adım olduğunu düşünenlerdenim. "Katıldılar da ne oldu..." diyebilirsiniz. Önümüzdeki şubat sonu itibariyle başlayacakları Avrupa turnelerinden sonra bu soruya daha tatminkar bir yanıt alabileceğiz.
Geçtiğimiz günlerde "Başıbozuk" adını taşıyan bir albüm çıkarttı grup. Evet, káğıt üzerinde "yeni" bir albüm ama tüketicinin yanılmasına neden olabilir. Sanıyorum onlar da aynı kaygıya kapılmışlar ve albümün üzerine durumu açıklayan bir çıkartma yapıştırmışlar.
Durumu biz de açıklayacak olursak; "Başıbozuk", grubun üç yeni şarkısı, üç konser kaydı ve sekiz elektronik remix’inden oluşan özel bir çalışma. Sözü geçen üç yeni şarkıdan biri bildiğiniz Eurovision şarkısı "Deli". Diğer ikisi "İddia" ve "Sonbahar" da en az "Deli" kadar güçlü şarkılar. "Deli"yi ilk dinlediğimde nasıl sevdiysem "İddia" ve "Sonbahar"ı da o kadar sevdim.
Konser kayıtları grubun hayranları için ilginç olacaktır diye düşünüyorum.
Remix’lere gelince... Grubun hayranlarının o şarkıları elektronik altyapılarla dinlediklerinde ne hissedeceklerini kestiremiyorum. Kişinin müziğe bakışıyla, ufkuyla alakalı çünkü. Ama şu kadarını söyleyeyim; remix derken kastım bazılarının yaptığı gibi şarkıların altına iki dımtıs döşemek değil. Sekiz remix’in tamamını çok beğendim. Zaten hepsi de ustaların elinden çıkma.
Önümüzdeki dönem hem Mor ve Ötesi’nin hem de Rakun Müzik’in geleceği açısından çok önemli.
Yazının Devamını Oku 13 Aralık 2008
Bir kadına vuran erkeğe, bırakın onu, bir insana vurana insan denir mi çok düşündüm. Çünkü şöyle bir yanılsama var: Kadın güçsüzdür, o nedenle ona vurmak "güçlü" olan erkeğe yakışmaz. Yoksa kadın da bilekliyse bir erkek olarak vurabilirsin gibi bir mesele varsa, ya da erkek erkeğe dövüşmeyi az da olsa meşru kılıyorsa "kadına karşı şiddete son" demek, insan tarafıma dokunur.
Aile İçi Şiddete Son Kampanyası, bu anlamda söylenmesi gerekeni layıkıyla söylüyor.
Aile içi şiddet meselesine değinmek, temeldeki şiddet problemini çözmeye dönük çabanın güzel bir başlangıcı: Bir sosyal sorumluluk projesi. Benim de Hürriyet ailesinin bir ferdi olarak gururla arkasında durduğum bir vesile konuyu anlamak, anlatmak için.
Aylin Aslım’ın başından beri gerektiğince anlaşılamayan üslubunun, Güldünya’nın hazin hikayesini, "Güldünya Şarkıları" projesinin isim annesi haline getirmesine aracı olmasıyla ilgili de dikkatle düşünmek lazım. Çünkü bazı konular; hiçbirimizin duymak, görmek istemediği kadar tatsız. "Ah yazık" deyip geçtiğimiz onca iç ağrısı olayın vicdan azabını hep beraber çekmeyi becerebilsek, hayatımızın daha anlamlı olacağı kesin bu ülkede.
Aylin Aslım bunu en başından beri kararlılıkla yapıyor. Olay, bir şarkı yazarak Güldünya’nın dramını gündeme getirmek değil sadece; Güldünya’yı gündemin kendisi yapacak tutarlılığı göstermek daha mühim.
Şarkı; sloganın, vecizenin taşıyıcısı değildir elbet ama bir kadın, bir Türk kadını, bir sanatçı, bu sancıdan rahatsız olmuyorsa orada da bir sorun var demektir. Bu anlamda Aylin Aslım’a fitile verdiği ateş için teşekkür ediyorum. Sezen Aksu’nun bir duayen olarak bu projede Aylin’in yaktığı ateşi harlıyor, yani "Güldünya"yı seslendiriyor olması da ödül işte tüm bu emeğe.
Güldünya Şarkıları Projesi’nin danışmanlarından, müzik yazarı ağabeyim Naim Dilmener, bu albüm için "Kadın sanatçıların kadınlar için söylediği şarkılar" tabirini kullanmış. İşte bu ifadeyi doğrulayan şarkı, "Kadınlar Vardır" ile açılıyor albüm. Yaptığı işleri gururla takip ettiğimiz Mustafa Ceceli’nin düzenlemesiyle Filiz Kerestecioğlu’na ait şarkıyı Sezen Aksu, Nilüfer, Zuhal Olcay, Nazan Öncel, Aylin Aslım, Aynur ve Rojin’den oluşan koro seslendiriyor.
Aylin Aslım’ın Nilüfer’in "Karar Verdim"ini, Nilüfer’in Ajda Pekkan’ın "Sanane Kimene"sini, Rojin’in Şebnem Ferah başyapıtı "Sil Baştan"ı, Şebnem Ferah’ın Sezen Aksu şarkısı "Masum Değiliz"i, Zuhal Olcay’ın Funda Arar’dan "Neyse"yi, Funda Arar’ın da Zuhal Olcay klasiği "Dünden Sonra Yarından Önce"yi söylediği bir kadın albümü.
Kadın vokal olarak büyük hayranlık duyduğum Şevval Sam ve yine özellikle altını çizerek söylüyorum bir kadın sanatçı olarak bayıldığım Nazan Öncel’in iki yeni şarkısı da var. Aynur’un "Kumrucuk’u, Ajda Pekkan’ın "Kadın Dediğin"i, Ayten Alpman ustanın yıllar sonra yeniden söylediği "Ve Tanrı Kadını Yeniden Yarattı"sı ile tamamlanan özel bir proje "Güldünya Şarkıları".
Galiba yapmamız gereken Güldünya’ya rahmet okumanın da ötesinde bir duruş belirlemek, tutarlı ve kararlı olmak; şiddetin her türüne karşı durmak.
Güldünya ve onun kaderini paylaşan diğerleri artık aramızda olmasa da, dünya gülsün diye ve tabii bu albümü satın aldığınızda vereceğiniz her kuruşun bu amaca hizmet edeceğini de unutmadan...
Yazının Devamını Oku