4 Nisan 2009
Fuat, Türkçe rap’in önemli bir motifi. Cartel’in büyük başarısı sonrası suskun kalan Türkçe rap’in Ceza ile yükselişi, hatta merkez popun, rock’un Ceza’ya, Ayben’e featuring (eşlik)’ler yaptırması, sonra rap felsefesi ile yaşayan bu güzel kardeşlerin “ben ne yapıyorum yahu” demesi, bunların yazdıkları sözlere yansıması hiç yadırganacak şeyler değil.
Sagopa’nın sadık bir kitlesi var. Kolera’nın işleri heyecan verici. Birbirlerinden çok etkileniyorlar ama Kolera’da umut var. Ayben’in ağabeyi Ceza’ya duyduğu hayranlık sebebiyle kendi üslubunu henüz bulamamış olması da benzer bir örnek. Ama olacaktır. Bu arkadaşlar bu işe baş koymuş; eninde sonunda olacaktır.
Aziza A. güzel bir kanal yakaladı. Çok sevmezler ama Ege Çubukçu bence gayet düzgün işler çıkartıyor.
Mesele sokak çocuğu olduğunu unutmadan sistemle barışmak. Kendi renklerini de sisteme katma meselesi, dolduruşa gelmeden inandığın şeyleri yapma, kendini geliştirme meselesi?
Lafa Fuat’tan girdik. Uzun zamandır Fuat’ın “Kalbüm” adlı son albümünü dinliyorum. Bir önceki “Her Ayın Elemanı”nı başucu albümü yapmıştım. Kendi üslubu olan, çok iyi söz yazan, ses rengi ziyadesiyle albenili, karizmatik bir adam Fuat.
Televizyonda rapstar’la biraz keşfeder gibi oldular ama hâlâ ve ısrarla gizli kalmış cevher. Diyeceksiniz ki, cevherin anlaşılması için illa kitlelerce onaylanması mı gerek? Bilakis, o duruşu koruduğu için cevher Fuat.
Ama daha da bilinecektir, anlaşılacaktır. Ceza kendini hiç bozmadan önemli şeyler başardı, Fuat da yapacaktır.
“Kalbüm”, “Her Ayın Elemanı”na kıyasla sindirilmesi daha zor bir albüm. Daha çok beat’ler (tempo) üzerine kurulu, sample’dan (alıntı) yine uzak durmuş, sözleri ve atıfları ön plana çıkartmış. Müzikal olarak baktığında daha olgun.
Ama Fuat’ın kitlelerle buluşabilmesi için, özenle koruduğu duruşunun başka mecralar aracılığıyla desteklenmesi lazım. Bu bir dizi müziği veya ortalıkta daha çok görünmek olabilir. Yani Fuat’ın artık geri planda olmasına gönlüm razı olmuyor.Albümde ön plana çıkacağına inandığım “Kalbüm”, “Habeş Maymunu”, Her Yer Bağdat”, “Tey Tey Tey” gibi şarkıların yanı sıra Arif Şentürk’ten bildiğimiz “Kırcaali’yle Arda Arası” adlı Rumeli türküsünün (aman bre deryalar olarak bilinir) Fuat yorumu var ki, özellikle tavsiye ediyorum.
CEZA FARK VAR DEYİNCE ANLAŞILDI MEVZU
Elitist müzik insanlarının rap’e karşı bir tavrı var. Müzikten saymazlar, geçici bir heves olarak görürler, küçümserler ama tarih itinayla her önemli şeyi yerli yerine koyar. Rap her şeyden önce sözdür, isyandır, ritimdir, üsluptur. Eğlenceli olduğu olur, kızgın olduğu olur, kavga ettiği olur, barıştığı olur. Yurtdışında çalışan Türk vatandaşlarının, soydaşların çocukları, torunları vesilesiyle tanıştı Türk insanı rap’le.
Ama bu ülkede türlü zorluğa direnmiş, söyleyecek sözü olan, ufku açık çok genç var daha rap yapacak. Bu nedenle Türkçe rap’in yolu aydınlık. Ceza “Adanalı”da “Fark Var” deyince anlıyorlar mevzuyu belki ama eninde sonunda o fark da anlaşılacak.
Yazının Devamını Oku 28 Mart 2009
Nil Karaibrahimgil, en başından beri farklılığını belli etmiş bir kadın. O nedenle kimseye bir “proje” gibi görünmüyor. Çok çekici, çok gerçek, çok samimi bir şey. Eksikleri, geliştirmesi gereken yönleri de var elbet. Ama artıları ağır basıyor. Nakarat melodisi yazma konusundaki doğal yeteneği, şarkı sözlerinde yakaladığı derinlikli basitlik, hepsinden önemlisi bizzat Nil’in duruşunun, giyiminin kuşamının öykünülecek bir kadın portresi çiziyor olması yaptığı işleri de albenili kılıyor.
Nil’in çocuksu bir merakı ve ilgisi var yaptığı işe karşı. Kendi inandığı şeyi yaptığı için de hala heyecanını koruyor. Ama yaratıcı da olsa, havada uçuşan o müzikal fikirlerin bir müzik direktörü, aranjör tarafından toplanması, bir müzik puzzle’ı yapar gibi yerli yerine oturtulması lazım. Nil de bunun farkında ki, uzun süredir Ozan Çolakoğlu ile çalışıyordu. Çok güzel bir ikili olduklarını en başta düşünen bendim. Büyük bir uyum oluşmuştu aralarında.
Son albüm “Nil Kıyısında”yla birlikte Ozan Çolakoğlu yerine Alper Erinç ile çalışma kararı aldı Nil. Alper Erinç de Ozan Çolakoğlu gibi müzikal anlamda son derece açık kafalı bir adam. Görüyorum ki Nil şarkılarını da bambaşka bir yerden bakarak okumuş. Duygusal tarafını, kadın tarafını daha ön plana çıkartan bir parça seçimi ve düzenleme matematiği var yeni albümde.
Nil artık kızları bir araya toplayıp kek yapmıyor, tek taş aldırmıyor onlara. Onun yerine aşk ve ayrılık acısı çeken bir kadının hikayesini anlatıyor yeni şarkılarda. Kadınların hep bir ağızdan söyleyip dans edeceği sloganlı şarkılar değil bunlar belki, ama kesinlikle daha olgun; başka kadınları duygusal olarak örgütlemek yerine tek bir kadından söz eden şarkılar.
İÇİNDEN BAŞKA BİR NİL ÇIKMIŞ
Nil Kıyısında’yı dinlerken aradan sevdiğiniz şarkıyı seçme ihtiyacı duymuyorsunuz, çünkü şarkılar arasında öykünün devamlılığı bakımından güçlü bir bağ var. Karanlık şarkılar mı? Bence değil. Özellikle Nil’in kadın dinleyicilerinin iç çekerek dinleyeceğine inandığım bir albüm.
Aşk acısı, ayrılık gibi konularda çok önemli yaralara usturubuyla dokunmuş çünkü. Fazlaca kelime oyunu da yapmamış. Alper Erinç’in, yönlendiren bir aranjör olarak Nil’in içinden bir başka Nil çıkarmayı becerdiğini rahatlıkla iddia edebilirim. Bazıları eski Nil’i özleyebilir. Bu şarkılarla yeni hayranlar da edinebilir. İnanın bunlar hiç önemli değil. Ben artık net bir şekilde önemli olanın bir müzisyenin yaşadığı müzikal yolculuğun yönü ve şarkıları olduğu düşünüyorum. “Bu albüm” diye bir şey yok; sadece yeni şarkılar ve farklı duygular var.
Nil de böyle düşünüyor olmalı ki, bu albümden sonrası için plak şirketi ile kontratını yenilememiş. Bir memnuniyetsizliği olduğundan değil.
Artık albüm fikrine inanmadığından. Klip çekemediği şarkıların heba olmasından, emeğinin boşa gitmesinden yorulmuş, o kadar. Artık yaptığı reklam jingle’larını sponsor edip her şeyini kendi yapmayı düşünüyor. Yeni şarkılar yapacak, klipler çekecek ve bunları çok önem verdiği web sitesi üzerinden paylaşacak. Konserler yapacak. Tabii Nil’e ve bu sisteme sahip çıkacak büyük sponsorlar da olacaktır. Bunu başarsa başarsa Nil’in başaracağına inanıyorum.
Yazının Devamını Oku 21 Mart 2009
Öyle eskisi gibi, “tutan birilerini bulalım, onun benzerlerini çıkartalım, ilgi biraz azalınca verelim magazin gazını” düşüncesiyle ne şirketin ne de sanatçının para kazanma şansı var artık. Şimdi şirketler çıkartacakları albümleri anahtar teslim olursa kabul ediyorlar ancak. Hatta klip maliyetini bile sanatçıya yüklemek istiyorlar. Satış gelirinden zaten pay alamayan sanatçı da haliyle tek ekmek kapısı olan konser gelirini paylaşmak istemiyor şirketle. Ama bu işte bir yanlışlık var.
Bir şirketten albüm çıkartmak sadece simgesel bir anlam ifade ediyor bugün. Sanatçı “bir albümüm olsun bari de konser yapabileyim” diye düşünürken, şirketin durumu “aman para harcamayalım, dağıtımcı olalım bize yeter” şeklinde. Bunun böyle yürümeyeceği kesin.
Şirketlerin artık kendi inandığı müziği yapan insanları anlayacak, onları nasıl konumlayacağını bilecek ehil yöneticilere ihtiyacı var. “Bu albüm burada satmaz”cı, dokuz sekizlik ritme, ya da nağmeli gırtlağa odaklanmış kimi cahil yöneticilerin gidip yerlerine dünyada müzik sektörünün nereye gittiğinin farkında olan, interneti ve nimetlerini idrak etmiş, vizyon sahibi insanların gelmesi gerekiyor. Yahu, albümler zaten satmıyor. Sen kendi müziğini yapan o insanları alıp nasıl bir yere getiririm, nasıl o adamlardan para kazanırım diye düşünmek yerine günü kurtarmaya çalışıyorsun elindeki üç beş tane uyduruk işle. Çünkü örneğin “yeni trend” Türkçe rock’ı da elektro gitarla türkü söylemek sanıyorsun.
Tam da bu noktadan hareketle mart başında çıkan FOMA albümü “Albüm”den söz etmek isterim. Olaylar pek yakınımda cereyan ettiği için en başından beri izliyorum gelişmeleri. Bu adamlar neredeyse 2 yıl önce başladılar bu maceraya. Adamlar dediğim de büyük çoğunluğu yıllarını müziğe vermiş ustalar. Şarkılarını yazdılar. Kayıtlarını yaptılar. Bir gün bir şarkıda yaylıları Apocalyptica çalsın diye bir hayal kurdular. Dünyaca ünlü grup tereddüt etmeden kabul etti şarkıları dinleyince. Sonra ünlü Finnvox Stüdyoları’na gittiler mix ve mastering için. Her şey bittikten sonra da gururla plak şirketlerinin kapısını çaldılar. Bu vesileyle açık söylemek istiyorum. Ben plak şirketlerinde çalışanların bir bölümünün ne dinlediğini anladığından bile emin değilim. İnsanlar inandıkları için ceplerinden harcayıp böyle bir iş çıkartmış, dünya standardında bir rock albümünü getirip masana koymuşlar. Ama işte galiba o masada bir sorun var. Elec-trip Records’un bu anlamdaki vizyonunu bizzat kutlamak istiyorum.
Geçtiğimiz iki yıl içinde FOMA’nın müziğiyle söylemek istediklerimi çeşitli vesilerle söyledim. Ama ben albümle ilgilenmiyorum. Bu plastik parçasının adının da “Albüm” olmasını rastlantı olarak görmüyorum. Öte yandan FOMA’nın müziğinin eninde sonunda kitlesiyle buluşacağına inanıyorum. Hem de sadece Türkiye’de değil? Tüm albümü dinleyebileceğiniz www.myspace.com/fomaband adresindeki hareketlilik de beni doğruluyor. Bu çok güzel 10 şarkı için kendilerine teşekkür ederim. Bir de inandıkları değerler ve kararlılıkları nedeniyle?
Yazının Devamını Oku 14 Mart 2009
Yıllar önce şöyle bir şey yazmışım: “Mor ve Ötesi benim en büyük vicdan azabımdır...” Neden, onca yıl bu kadar kaliteli işler yapan bir grup hak ettiği yerde değil öyle değil mi? Sonra bir vesileyle gruptan Kerem Özyeğen’le konuşmuştuk. Kerem de “sana vicdan azabı çektirmek istemiyoruz” demişti şakayla karışık. Şimdi o günlerin üzerinden çok zaman geçti. Ama nelere direnerek bugünkü konumuna geldi Mor ve Ötesi onun üzerine bir düşünmek lazım.
“Pinhani diye bir grup var”, “Asfalt Dünya diye bir grup var” diye yazdım defalarca yılmadan. Kimse dizi müziği ya da magazin malzemesi olmadan ilgi göstermeyecek mi bu adamlara?
Duman eski köprünün altından söz ederken ve kimseler umursamazken “Duman, Duman” diye yırtındım. Şebnem Ferah’ın Volvox döneminden beri konserlerine gidiyorum; inandım kendisine.
Serdar Ortaç’ı, Mustafa Sandal’ı radyo dj’liği yaptıkları zamanlardan beri takip ediyorum. Ceza’ya ve rap işiyle iştigal eden nice insana seneler önce inanarak danıştım bu işi nasıl büyütebiliriz diye.
Hakan Eren; dedim içimden, bir prodüktör olarak orada önemli bir şeyler yapıyor. O eski kırkbeşliklerin ortaya çıkması için illa “Issız Adam” mı lazım? Belkıs Özener’e ve çoktan klasik olması gereken isimlere hak ettiği ilgiyi göstermek için bunca yıl niye bekledik? Bu kadar mı ilgisiziz müziğimize, bu yola baş koyanlara...
Gökhan Özen bir şarkı yaptı çok beğendim; adam orda içten içe yırtınıyor ben “müzik” yapmak istiyorum diye; ama kimse farkında değil. Gökhan nasıl çıkacak peki bu çarkın içinden? Gökhan, Tarkan, Murat, Serdar, Ceza, Şebnem; yarın Ayşe, Ali nasıl yapacaklar bu işi? Bizim prodüktörler mi becerecek de yönlendirecek? Sponsorlar mı fark edecek de doğru kişiye yatırım yapacaklar? Bence çok zor... Sonunda ne olacak biliyor musunuz? Internetti, krizdi, seçimdi derken iyice küçülen bu işin tadı kalmayacak. Kalmayacak çünkü bu işle uğraşan sanatçıların, emekçilerin ekmeği olmazsa; o iş de maalesef olmayacak.
En iyimser tahminle de meydan, müzik yerine tamamen işin magaziniyle iştigal eden insanlara kalacak. Biz de yüzlerce yıllık müzik mazisi olan bir toplum olarak Anadolu topraklarında bu kuraklığı yaşayacağız.
Diyeceksiniz ki “bunca derdimiz var ona sıra gelene kadar...”
Ama unutmamak lazım ki bugün doğrudürüst şarkılar dinleyen çocuklar değiştirecek her şeyi. İyi filmler, tiyatro oyunları izleyenler politikacıların gazına gelmeyecek. Operanın gürültü olmadığını düşünenler; onlar geliştirecek bu ülkeyi. Kendi müziklerinin ne kadar değerli olduğunu bilen bugünkü küçük çocuklar...
Bir albüm alırken de, konsere giderken de bunu düşünmek lazım. Çünkü bu işi yapan insanlar idealleri uğruna aç kalıyorlar.
Yazının Devamını Oku 7 Mart 2009
Güldünya Şarkıları albümünden söz etmiştim. Aile İçi Şiddete Son! Kampanyası kapsamında birçok önemli kadın sanatçıyı bir araya getiren proje. Şimdi önümüzdeki hafta başı bir de konseri olacak. 9 Mart Pazartesi günü Tim Maslak Show Center’da. Behzat Gerçeker yönetimindeki ENBE Orkestrası’nın eşlik edeceği isimler arasında kimler var bir hatırlatayım size: Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Rojin, Aynur, Aylin Aslım, Şebnem Ferah, Funda Arar ve diğerleri?
Genç yaşında aile içi şiddete kurban giden Güldünya’nın isminin verildiği projeye ait konserin yine önemli bir amacı var. Bilet satışından elde edilecek gelir, Aile İçi Şiddet Acil Yardım Hattı’nın daha fazla kadına ulaşması için kullanılacak. Bunca önemli kadın vokalisti bir arada dinlemek ayrı keyif, bir yandan böyle bir amaca hizmet etmek de? 7 gün 24 saat ulaşılabilen Acil Yardım Hattı, bu yıl içinde 81 ilde aktif hale gelmek istiyor. Çorbada sizin de tuzunuz olsun.
Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Serhan Şeşen’in Doğumgünü Konseri de bu anlamda önemli bir konserdi. Geçen yıl aralık ayında aramızdan ayrılan genç arkadaşım Serhan, müzisyen ağabeylerimden Burhan Şeşen’in oğlu. Burhan Ağabey, bir baba olarak çektiği acıyı kısa sürede faydalı işlere yönlendirerek Serhan’ı yeni nesillerle tanıştıracak projeler yaratmak istiyor.
Tabii insan hayatına daha fazla saygı duyulsun da istiyor, felsefeyi daha çok insan sevsin de istiyor, müziğe eğilimi olan Serhan gibi yetenekli gençler için yapacak çok şey olduğuna inanıyor.
Sevenlerinin desteğiyle hayata geçen ve bu konseri düzenleyen “Serhan Şeşen Müzik, Felsefe ve Yaşama Saygı Derneği”nin daha da desteklenmesi bu anlamda çok önemli. Acılı bir babanın, annenin, Serhan’ın dostlarının yükünü bir miktar hafifletmek için yapacak çok şey var. Lütfen derneğin adını unutmayın ve elinizden geldiğince destek olmaya bakın. Emin olun harcadığınız her kuruş çok hayırlı işlerde değerlendirilecek. Yine de Burhan Ağabey’den (her ne kadar sosyal sorumluluk projesi de olsa) bilet fiyatlarının bu kadar yüksek tutulmamasını rica ediyorum. Ne kadar fazla insana ulaşırsak o kadar iyi. Çünkü bu projeyi sahiplenen, bu projeyi doğru anlayan insanların omuzlarında yükselecek bir sürü Serhan. Ve o gençlerin ceplerinde maalesef o kadar para yok.
YORGUN DEMOKRAT
Yusuf Hayaloğlu çok ilginç bir adamdı. Bir döneme damga vurmuş, hâlâ dinlemekten keyif aldığımı göğsümü gere gere söyleyeceğim çok önemli Ahmet Kaya şarkılarının ardındaki gizli kahramandı.
Çünkü Yusuf Hayaloğlu gerçekti. O yazdığı en damar şiirleri de içtenlikle yazıyor, okuyordu. Şiirlerini konuşur gibiydi zaten Yusuf Hayaloğlu, herkesin anlatacak bir şiiri olmaz?Ahmet Kaya ve Yusuf Hayaloğlu, Türk popüler müzik hayatında tamamen kendi yollarını yürüyen iki sanatçı olarak ve samimiyetle bir iş başardılar. İkisini de uğurladık şimdi; ruhları şad olsun?
Yazının Devamını Oku 28 Şubat 2009
Bir şarkıyı birinin sesinden dinlemeye alıştığınızda, o yorumu sevip kabullendiğinizde, başkasından dinlemekte güçlük çekersiniz.
Birinin bir şarkıyı diğerinden “daha iyi” okumasına neden olan unsur; o şarkıya neler kattığı, o şarkıyı söylediğinde yarattığı farktır aslında. Eğer yorum iyiyse önünde sonunda alışır, seversiniz.
Eskiden, “Şu şarkıyı falancadan başkası bu kadar iyi söyleyemez” diye geçerdi sıkça aklımdan. Şimdi ise Müslüm Gürses kapısını hep açık tutuyorum. Hatta aklımdan geçen şarkıyı Müslüm Baba seslendirmemişse henüz, zihnimde onun yerine ben söylüyor ve yine beğeniyorum, yine beğeniyorum.
Bundan uzun zaman önce Teoman şarkılarına getirdiği yorumu dinlediğimde, Gürses’in pop şarkılarını yorumladığı bir albüm çalışması önerisi getirmiştim. Derken “Aşk Tesadüfleri Sever” geldi. Dört dörtlük bir proje, hakkıyla kotarılmış bir işti. Ticari karşılığını da almış olmalı ki bugün o projenin devamı denebilecek yeni bir albüm; “Sandık” piyasada.
İlk albümün müzik prodüktörlüğünün üstesinden ustalıkla gelmiş ikili Ender Akay ve Sunay Özgür, “Sandık”ta da harika bir iş çıkartmışlar. Müslüm Gürses’in yorumlayacağı şarkıların seçimleri de, sanatçının klasik olmuş şarkılarının yeni düzenlemeleri de dört dörtlük. Yaylılardan vazgeçilmemiş olması, öte yandan kıvamın tutturulması da şarkıların iskeletini dimdik ayakta tutuyor. Davullarda Volkan Öktem olduğunu da belirteyim.
Yazının Devamını Oku 14 Şubat 2009
Bazı popüler dizilerin yüksek izlenme oranları, Issız Adam gibi filmlerin gişe başarısı, 70’lerin kırkbeşlik devirli plaklarının geniş kitlelerle buluşmasını sağladı.
Takdir edersiniz ki hiçbir video klip, uzun metraj, üstelik gidenleri hüngür hüngür ağlattığı rivayet edilen Issız Adam gibi bir filmin yarattığı duygu yoğunluğunu yaratamaz. Gişe başarısıyla birlikte filmin şarkılarını içeren albüm de sektörün sıkıntı çektiği günlerde hatrı sayılır bir satış yaptı. Aslında o şarkılar hep vardı. O yılların şarkılarını içeren toplama albümler de bir süredir varlar. Ama ne zaman fark ediliyor o şarkılar; o filmdeki duyguya iliklenince.
Yine de “Anlamazdın”ın bu denli sevilmesine çok mutlu oldum. Her ne kadar Ayla Dikmen’in tüm eserlerini içeren arşivlik bir çalışma uzun süredir piyasada olsa da (Seninle Sonsuza Kadar, MCC Müzik) madem vesile olmuş film, boynumuz kıldan ince. Devamını getirmek isteyenler için başka önerilerim de var.
Keşfedilecek Plaklar; Bir Zamanlar Serisi’nin özel bir yayını. Albümde, yine Issız Adam’la yeniden gündeme gelen Nil Burak, Sibel Egemen gibi isimlerin yanı sıra Ayla Algan, wIşıl Yücesoy, Sezen Aksu, Meral-Zuhal, Nükhet Duru ve Seyyal Taner gibi birçok ustanın bir duygunuza iliklenmeyi bekleyen şarkıları var. Bakarsınız bir film ya da dizi beklemeniz gerekmez bu kez.
Bir diğer önerim de 60’lı yıllarda keşfedilen ve 70’lerin hemen başında yitirdiğimiz Gönül Turgut’un eserlerini içeren çalışma. Muazzam bir ses... O yılların şarkılarına özel bir ilginiz yoksa henüz dinlememiş olmanız muhtemel.
FRANSIZCA BARIŞ MANÇO
Barış Manço’nun aramızdan ayrılışının 10. yılında yayınlanan 4 şarkılık bir CD dikkatimi çekti sonra. “Kızılcıklar Oldu mu” adlı çalışma, sanatçının Belçika’da öğrenim gördüğü yıllarda kurduğu Les Mistigris grubuyla yaptığı kayıtları içeriyor. Senelerden 1966...
“Kızılcıklar Oldu mu”nun Fransızcası “Bien Fait Pour Toi”yı, “Aman Avcı”yı ve 2 Fransızca Barış Manço bestesini sanırım ilk dinleyişiniz olacak.
Yazının Devamını Oku 7 Şubat 2009
Geçtiğimiz hafta sonu, Dream TV’de, üstad Barış Manço’nun 10. ölüm yıldönümü nedeniyle özel bir yayın vardı. Bayağı hoşuma gitti.
Bu bir risk miydi bir müzik kanalı için? Öyle ya; Barış Manço aramızdan ayrıldığında 4-5 yaşında olanlar bugün müzik televizyonlarını izlemeye başlama yaşlarına ancak geldiler. Barış Manço ile ilgili hiçbir kişisel deneyimleri yok. Ne “7’den 77’ye” bilirler, ne “Adam Olacak Çocuk”. Ne “40 puanla şampiyon olmak” nasip olmuştur onlara, ne de “langırt köy sandığına” demek.
Barış Manço’nun farklı bir kumaşı vardı, orası kesin. Beyefendiliği, çocuklarla arasındaki o büyülü iletişim, müzisyenliği, televizyonculuğu sadece bizim değil, yedi düvelin kalbini fethetmeye yetmişti. Yazdığı onlarca güzel şarkı içinde Türk rock’ının mihenk taşlarından, belki de ilk Türkçe progresif rock denemesi olan “Dönence”, sonra bugün bile hayretler içinde dinlediğim funk-rock sound’lu “Aheste”nin özel yeri var gönlümde.
Bu hafta sonu da Cem Karaca’nın ölümünün 5. yılı vesilesiyle özel bir yayın var Dream TV’de. Bu sabah 11.00’de başlayacak. Kaçırırsanız 18.00’de yakalayabilirsiniz, ya da yarın aynı saatlerde. Konser görüntüleri, videolar, özel röportajlarla dolu belgesel tadında bir özel hafta sonu.
Geçen hafta Dream TV’de Barış Manço varken, MTV’de de Justin Timberlake Hafta Sonu vardı. O da Justin’in doğum günü vesilesiyle yayınlandı.
Baktığınızda sanki hedef kitle açısından MTV’nin yaptığı daha doğruymuş gibi görünüyor. Ama öte yandan Dream TV’nin başka türlü bir müzik televizyonc uluğu yapmaya çalıştığı, başka bir mesaj verdiği de apaçık görülüyor. Dream TV müzik belgeselciliğine, şehirli rock ve popa yatkın, hatta popun merkezinden uzak durmaya çalışan bir yayıncılık sürdürüyor. MTV ise, kanalın dünya kriterlerini esas alarak daha çok popüler olanla ilgileniyor doğal olarak. Buna diyecek bir sözümüz yok çünkü, VH1 diye bir kanalları daha var. Bizde Barış Manço’ya, Cem Karaca’ya denk gelen tüm işleri orada kotarıyor MTV. Ama VH1 Türkiye yok ne yazık ki. Dolayısıyla MTV Türkiye’nin bir ayağı mecburen eksik kalıyor.
Aslına bakarsanız Sezen Aksu, Nilüfer, MFÖ falan da göstermemesi gerekiyor MTV Türkiye’nin, o kriterleri esas alıyorsa. Ama gösteriyor. Demek ki biraz çabayla o boşluğu doldurmak da mümkün.
Yazının Devamını Oku