Temuçin Tüzecan

İki tekne ve denizin gücü

7 Ağustos 2005
<B>G</B>ant Kupası’ndan iki tekne denizin birleştirici gücünü yansıtıyordu bu yıl. Kategorisinde birinci olan üç neslin bir arada yarıştığı Seher ve birbirlerini hiç tanımadan yarışarak kaynaşan üniversitelilerin teknesi, kategori beşincisi Eylül. Teknemiz bizim annemiz, adı da Seher

Seher üç neslin bir arada yarıştığı bir tekne. Dededen toruna, üç nesil.

Dede Şehap Aksoy teknenin reisi (skipper). Kardeşi Özcan Aksoy cenova, anne Fatma Aksoy Schulz ana yelken ayarından sorumlu, damat Uwe Schulz dümenci, torunlar Alexander Deniz ve Julian Engin yelken sorumlu yardımcıları. Ve bu üç kuşak, uyumlu bir ekip olarak, teknelerinin yelkenlerini IRC Gezi B kategorisinde katıldıkları yarışlarda başarılara basıyorlar. En son geçen hafta Bodrum’da düzenlenen Gant Kupası’nda kategorilerinde 1. oldular.

Dede Şehap Aksoy 76 yaşını göstermiyor; özellikle ödül törenlerinde çok keyifli, neşeli:’Üç kuşak yarışmanın ve başarıyı birlikte kutlamanın mutluluğu hiçbir şeyle ölçülmez. Denizdeki özgürlük ve mutluluğu karada yaşamak mümkün değil ki. Teknemiz annemiz, adı da Seher. Annemiz hálá bizi kucağında taşıyor.’

Herkesin uzmanlaşmasını gerektiren bir ekip çalışması yelkende başarıya götürür. Tüm teknelerde bazen sesli ama genellikle sessiz itirazlar edilir. ‘Dümenci eşim şöyle gidelim, babam böyle gidelim diyor. İşler terse dönerse çocuklar konuşmaya başlıyor. Bizi dinlemediniz yarışı hálá bitiremedik, sesleri yükseliyor. Yani bir tartışmadır sürüyor’ diyen anne Fatma Aksoy Schultz’u eşi Uwe destekliyor. Uwe, ‘Başarıyı yakalamak kolay değil, herkesin katkısı gerek. Bazen halatı tutacak küçücük bir el bile çok şey değiştirir’ diyor.

Küçük çocukların bulunduğu teknelerde güvenlik özellikle önem taşıyor. Fatma Aksoy Schulz, Türk yelkenciliğinde güvenliğe ve donanımın yeterliliğine dikkat edilmediğini söylüyor: ‘Dalgalı ve fırtınalı günlerde bile çok arkadaşlarımız can yeleği takmıyor. Denize efelik yapılmaz; bunu unutuyorlar.’

Tekneye bindikleri anda can yeleklerini takan 13 yaşındaki Alexander Deniz ve 11 yaşındaki Julian Engin çekirdekten denizci. Biri 6 aylıkken, diğeri 1 yaşındayken tekneye ayak basan iki kardeş için Seher ikinci evleri. ‘Ön kabin onların odası oldu. Denizi zorlama olmadan sevdiler, benimsediler. Şimdi her yıl Bodrum’daki deniz tatilini iple çekiyorlar’ diyen dede Şahap Aksoy’a torunlardan küçük bir tepki geliyor: ‘Oyundan uzak kaldığımız için sıkılıyoruz, makarna ve bulgur pilavından da bıkıyoruz ama denizi de çok seviyoruz.’

Yani Seher küçük mutlu bir gemi. Nice kupalara, madalyalara. Celal DEMİRBİLEK

Tecrübesizliğimize yenildik

Gant Kupası’nın bu yılki güzel yönlerinden biri de üniversiteliler ekibiydi. İstanbul’daki Bilgi, Kadir Has, Boğaziçi ve Koç Üniversiteleri’nden yedi genç Bodrum Açıkdeniz Yelken Kulübü’nün eğitim teknesi Eylül ile yarıştı. Pek başarılı olamadılar doğru; IRC Gezi B kategorisinde beşincilikle yetindiler. Ama eksik olan tecrübeydi; istek ya da beceri eksik değildi. Yeni tanışan ve tekneyi hiç tanımayan bu gençlerin oluşturduğu ekip, Gant Kupası’nın mavi boncuğuydu.

Kaya Tilev Bilgi Üniversitesi’nde öğrenci ve Eylül’ün reisi. Kaya’nın kardeşi Alp de Bilgi Üniversitesi’nden. Yine Bilgi’den Gizen Elçi, Boğaziçi Üniversitesi’nden Mehmet Erkan ve Can Özçelik, Koç Üniversitesi’nden Ateş Turnaoğlu ve Kadir Has Üniversitesi’nden Utku Öner ekibi tamamlıyorlar.

Eylül nispeten küçük ve yaşlı bir tekne. Tecrübesizlik de Eylül ekibini hayli zorlamış. Reis Kaya Tilev bu ilk deneyimi, çabalarını ve öğrendiklerini Orsa için anlattı.

Yarıştan bir gün önce Bodrum’da antrenman için açıldığımızda ilk kez tanıştık. Özellikle ilk gün başımıza gelmeyen kalmadı. Tuvalet taştı, yanlış rotaya girdik ve diskalifiye olduk. Ama ilk günün hatası ikinci gün işimize yaradı; rüzgarlı açığa çıkıp kıyıda kalan üç tekneyi geçtik.

Teknemiz orsa (rüzgara karşı) gidemiyordu. Bu nedenle rotaları apaz (rüzgar yandan) ve pupa (rüzgar arkadan) belirlemeye çalıştık; balon yelken açtık. O zamanlar başarılı olduk. Teknenin hız göstergesi bozuk olduğu için performansını yarışın sonuna doğru tam olarak anladık ama iş işten geçmişti. Son gün rüzgarın kıyıdan estiğini bildiğimiz halde açıldık ve önde götürdüğümüz yarışı son ayakta verdik. Tecrübe eksikliği işte. Ama çok şey öğrendik.

İlk kez böyle bir fırsat elde ettik. Yarış ilerledikçe sakinleştim. Herkes daha hızlı hareket etmeye başladı. Ekip de sakinleşti, görevlere daha iyi konsantre oldu. Yine bağrışmalar çoktu; o anda bir şeyi en hızlı anlatmanın yolu bağırmak. Yarışlarda en zoru başlangıçlardır; bence 4 starttan 3’ü iyiydi.

GANT KUPASI SONUÇLARI

IRC - YARIŞ

CARAMIO BÜLENT ÖRGEN

LIMONCELLO HAKAN BÖRTECENE

TAXI AYKAN SEMİZER

IRC YARIŞ GEZİ

ADA ALP DOĞUOĞLU

KOTCHERO II ALİ YÖNDER

XL CEVAT SATIR

IRC GEZİ A

MELTEM TİMOÇİN ÖNÜR

SINGLE STAR ARTO TEKYILDIZ

DOLPHİN ADNAN YURDUM

IRC GEZİ B

SEHER M. ŞEHAP AKSOY

YEŞİL M. ŞÜKRÜ YILMAZ

DUYGU CİHAT KALKIŞ

DESTEK

ARMADA JOSEF VALENTA

JASMIN TRIO ŞÜKRÜ UZUNER

FANTASY ZAFER GÜNEL

Aynı teknedeyiz gelin sorunları tartışalım

Ey okur. Ben de kendimi küçük ölçekli bir polemiğin içinde buldum. Ben de Andy Warholl’un öngördüğü gibi 15 dakikalığına meşhur oldum; çok ama çok küçük bir cemaat içinde ama olsun.

Aslında başıma gelecekleri, çok sıcak bir akşamüzeri Turgutreis marinanın havuzunda buharlaşmaktan kurtulmaya çalışırken öğrenmiştim ama ne öğrendiğimi daha anlamamıştım. Garip bir cümle ama doğru.

Yarışan ekiplerden birinin genç bir üyesi, sıcaktan sığındığı havuzda ‘Bu yelkenciler acayiptir abi. Bir şeyi yapmazsın, niye yok derler; yaparsın, teşekkür etmedikleri gibi şikayet de ederler’ demişti birine ve hı hı deyip kulak ardı etmiştim. Çocuk meğerse bir káhinmiş. Genç yelkenci, bu sözleri Gant Kupası’na ilişkin olarak söylüyordu ve ‘Ama boş verin her şey iyi gidiyor’ diyordu.

Hürriyet, Bodrum’da yapılmakta olan Gant Kupası yelken yarışına iki yıldır destek oluyor. Bodrum Milta Marina ve Bodrum Açıkdeniz Yelken Kulübü tarafından düzenlenen Gant Kupası gerçekten önemli bir etkinlik, çünkü yelkenciliğin yaygınlaşması ve sevilmesi adına önemli bir işleve sahip. Dahası, Yunanistan’ın İstanköy Adası’na da uğrandığı için bir de uluslararası yönü var. Bizim bu desteğimiz gelişerek, sürecek.

Olay şudur. Yahoo’daki Yelkenciler Lokali listesinde, Hürriyet’in Gant Kupası ile ilgili haberlerini eleştirirken, muhabir arkadaşıma ve gazetenin kendisine hakaret eden, üstelik resmi görevi de olan bir hakeme verdiğim yanıt ortalığı karıştırdı. Bütün dar gruplarda olduğu gibi işi ‘camiaya dönük bir saldırıya’ dönüştürüp, okları bana yöneltme çabası içine girildi. Şimdiye dek tek bir ok atılmış durumda ey okur ama isabet etmedi.

*

Bu sayfanın yayınlanma nedeni çok açık: İnsanları denize çağırmak. Yelken yarışları bu sayfanın hedefleri açısından bakıldığında insanları denize çağırmanın önemli yollarından biri ama tek yolu değil.

Şu saptamayı yapmak gerekli, kimse alınmasın: Türkiye’de yelken yarışlarını sağdan say 1000, soldan say 999 kişi yapar; ilgili kişi sayısı ise birkaç bini ya bulur ya bulmaz. Yani bir yelken yarışı Türkiye’de o günün en önemli spor etkinliği değildir. Gazetelerin öncelikleri günün haber gündemine göre belirlenir. Eğer Bodrum’daki yerel bir futbol maçı orada önemli algılanıyorsa, günün o yöredeki ana spor haberi budur.

O nedenle yelkenci dostların sonuçlar anında yazılmadı ya da hakemler eleştiriliyor diye öfkelenmeleri pek de anlamlı değil. Sonuçlar yazılır (bakınız yanda, aşağıda); yanlış ya da eksik varsa düzeltilir. Tabii üslubun baştan doğru olması halinde.

Neyse... Aynı teknedeyiz ve sorunları açık açık tartışmakta her zaman yarar görürüm. Hakaret etmeden konuşmayı ve yazmayı öğrenerek ama.

*

Gerçekten çok iyi yönetilen Gant Kupası ardından, yelkenin medyada hiç yer bulmadığından şikayet edenlere ve Yelken Federasyonu’na önerilerim var:

Yelkenci muhabirler yetiştirin.

Muhabirleri kurslara davet edin. Tekneyle denize çıkartın. Yelkenciliği öğretin. En iyi gazeteci elçi muhabirdir, kale içeriden daha kolay fethedilir.

Yarışları ilişki fırsatı olarak görün.

Gazeteciler yarışları sponsorların desteği ile değil, Yelken Federasyonu’nun veya kulüplerin desteği ile izlese, ilişkiler gelişir.

Medyada spor yöneticileri ile yakın ilişkiler kurun, lobi yapın.

Basına tam saha pres uygulayın. Bilgi verin, haber fırsatı yaratın, beklemeyin, moda deyimle proaktif olun. Örnek: İstanbul Yarış Haftası ile ilgili nasıl bir basın çalışması yapıldı acaba? Bana bilgi ulaşmadı. Bilgi olmazsa haber çıkar mı?

Yani, iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batıralım.
Yazının Devamını Oku

Küçük olsun benim olsun

31 Temmuz 2005
Türkiye’de amatör denizcilik gelişmiş değil. Amatör tekne sayısı gerçekten çok az. Bu durumun çeşitli nedenleri var. Denize çıkmayı lüks görüp cezalandıran, hiç yatırım yapmadığı denizi kullananları acımasızca vergilendiren devlet anlayışı amatör denizciliğin gelişmesini önlüyor. ‘İnsanlar açken bu işlerle nasıl ilgilensinler’ diyen popülistler ortaya çıkıyor. Ama her hafta yollara dökülüp orman içinde mangala giden onbinler bu tezi otomobilleri ile çürütüyor. Yani sorun aslında kaynak sorunu değil. Çatışma kara ile deniz arasında.

DENİZ BU ÜLKEDE DİKENLİ GÜLDÜR

Örneğin İngiltere’de, İskandinavya’da şehircilik anlayışı denizi merkez alır. Marina yatırımları cesaretlendirilir, tekne sayısının artması istenir ki bu teknelerin bakımı-onarımı o şehirlerde bir sektör oluştursun. Amatör denizcilik, destek hizmeti verenlere iyi para kazandırır.

Ama İstanbul’da insanlar marina yapılsın diye değil, yapılmasın diye gösteri yapar. Çünkü marinaya tekne bağlamak ucuz popülizmin ağzında ancak zengin işidir. Belediyeler yıllardır harç ve rüsumlarını ödeyen yelken kulüplerinin tesislerini yıkmaktan çekinmez; sonra belediye başkanları kendilerine aldıkları makam motor yatını, yettiğini söyledikleri ama imanına kadar dolu marinaya torpille bağlatırlar. Yani deniz, bu ülkede sevenleri için çok dikenli bir güldür kısacası.

‘Yapamayız ki teknecilik çok pahalı’ diyen amatörler için araştırdık; küçük, denizci tekneleri sizler için bulup çıkardık. Bu yelkenlileri krediyle alıp denizlere açılabilir, yelken bastıktan sonra yalnızca denizin sesini dinleyip kendinizle başbaşa kalabilirsiniz.

Krediyle alınabilecek teknelerin üreticileri yabancı. Türkiye’de temsilcilikleri var ve tekneleri İstanbul’da teslim ediyorlar. Türkiye’de de küçük ve ucuz tekneler üretme konusunda içten içe çalışmalar sürüyor. Buna ilişkin gelişmeleri de aktarmayı umuyoruz. İşte birkaç örnek.

JEANNEAU SUN 2000

6.64 metre boyunda, su çekimi epoksi ile sağlamlaştırılmış hareketli salması ile maksimum 1.6 metre. 10 beygire kadar dıştan takma motoru kabul ediyor. Küçük kamarasında gerekirse 4 kişi yatabiliyor. KDV, ÖTV hariç 18 bin 500 euro. Jeanneau Türkiye: 0212 661 68 96. (www.jeanneau.net)

FIRST 21.7

Beneteau’nun sportif markası First’ün bu yeni teknesi 6.4 metre boyunda. En fazla 11 beygir gücünde dıştan takma motorla kullanılabilen First 21.7’nin su çekimi hareketli salması ile maksimum 1.80 metre. Kamarasında 4-6 kişi kalabiliyor. KDV, ÖTV hariç 23 bin 950 euro. Tezmarin: 0212 256 42 22. (www.beneteau-tur.com)

HUNTER 216

Güven veren gövdesi, güçlü ve affedici arması ile Hunter 216 deneyimli ve acemi herkes için biçilmiş kaftan. Boyu 6.55 metre, su çekimi hareketli salması ile maksimum 1.1 metre. Dıştan motor takılabiliyor. KDV, ÖTV hariç 21 bin dolar. Alfabeta: 0212 661 72 52. (www.alfabeta.com.tr)

Boğaz’a yelken kaçtı

Denizcilik Müsteşarlığı Deniz Ulaştırması Genel Müdürlüğü tarafından Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’ne gönderilen bir yazı, İstanbul’u deniz şehri yapma çabalarına darbe vurdu.

Müsteşar İsmet Yılmaz’ın imzasını taşıyan 15 Haziran 2005 tarihli yazıda, İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nda trafiğin aksatılmaması amacıyla, Marmaray Projesi’nin süreceği 27 ay boyunca deniz trafiğini aksatacak her türlü etkinliğe izin verilmeyeceği belirtiliyor.

Her türlü etkinlikten kastedilen kuşkusuz yelken yarışları. Bu karara çok ciddi itirazımız var.

Hafta içerisinde görüştüğüm Müsteşar İsmet Yılmaz ‘Öyle yapmak zorundaydık. Trafiği kapatmak ciddi ekonomik kayıplara yol açıyor. Ama bu her şeyin yasaklandığı anlamına da gelmiyor. Ciddi, kurumsal organizasyonları tabii ki değerlendireceğiz, izin vereceğiz’ dedi. Yılmaz, birkaç hafta önce ise ‘Yapılan etkinlikler Türk Boğazlarından uğraksız gemi geçişlerine sekte vurmaktadır. Bunun sonucunda Türk Boğazlarının kuzey ve güney girişlerinde yığılmalar meydana gelmektedir.

Artık bu tür etkinlikler Türk Boğazları separasyon hattında ve çevresinde yapılmayacaktır’ demişti.

Hangi sözlerin doğru çıkacağını izleyeceğiz ve zaman içinde hep beraber göreceğiz.

Efsanevi tekne denize kavuştu

Tek başına 274 günde dünya turu atarak rekor kıran Sir Francis Chichester’in efsanevi teknesi Gipsy Moth IV, İngiltere’nin çok satan yelken dergilerinden Yachting Monthly’nin önderliğinde başlatılan kampanya ile restore edildi. Portsmouth’a 1967 yılında dönüşünden sonra 38 yıl süreyle Londra’nın doğusunda Greenwich’de karada sergilenen Gipsy Moth, 215 gün süren, 9 bin saat emek harcanan ve 600 bin İngiliz sterlinine mal olan bir çalışma ardından Solent’de denize kavuştu. Gipsy Moth IV, yoksul gençlerin denizle buluşmasını sağlamak amacıyla gençlerden oluşan mürettebatı ile çok etaplı bir dünya turuna çıkacak.

Bir yelkenliye asla pasarella ile yanaşmayın

Kaza geliyorum demiş anlaşılan. İstanköy Marinası’nın o kadar içine sanki sokulmaması gereken 35 metrelik üç katlı bir Yunan guletinin pasarellası (yolcu geçişi için köprü) Kon Tiki’nin çarmıklarına (direği tekneye bağlayan çelik teller) takılınca olan olmuş.

Bodrum Milta Marina’nın Genel Müdürü Ömer Karacalar’ın Oceanis 400 tipi teknesi suyla yeksan olduktan sonra, direği üç parçaya ayrılıp parçalanmış.

Rumca, Türkçe küfürler gırla tabii...

Ama bizler ancak Basra harab olduktan sonra İstanköy’e geldiğimiz için hasar temizleme çalışmalarını izlemekle yetindik sadece.

Sabit arma (direk ve bağlı unsurları) yenilenecek; en az 20 bin dolar tutar.

Yelkenlilere, pasarella gibi sarkıtlar ve dikitlerle yanaşırsanız olacağı budur.

Teknenin dışına uzanan her şey yanaştığı ya da yaklaştığı bir yelkenlide takılacak bir şey kesin bulur.

İstanköy’deki olay, Titanik’in batmasından bu yana en büyük deniz kazası değil tabii ki.

Acemi olduğunu her fırsatta gururla ifade etmekten çekinmeyen bendeniz de yakınlarda bir başka tekneye küçücük bir zarar verdiğim için Yunan kaptanı hem anlıyorum, hem de kıs kıs gülüyorum; ama onun yaptığı ile kıyaslanınca benimki Ömer’in teknesine kürdan ile saldırmaya benzer.

Almanlar’ı da bu arada ‘schadenfreude’ (başkalarının zararından duyulan mutluluk) sözü nedeniyle selamlıyorum.

Bu yıl mevsim başında denize ikinci tek çıkışımızda bütün kış sökmeyi düşünüp de bir türlü sökmediğim ve Halki’nin sınırları dışına taşan 25 santimlik bir paslanmaz çelik boru yanımızdaki teknenin vardavelasına (yelkenli teknelerin parmaklığı) çıkış sırasında takılınca teller mısır patlar gibi atmıştı.

Kıpkırmızı yüzüm ve katmerlenmiş korkularım ile kargalar dahil herkesin bana güldüğünü düşünerek Fenerbahçe Marina’dan ayrılmıştım.

O gün her şey aksadı; elim ayağım birbirine dolandı ama sonunda salimen Fenerbahçe’ye gelip yanaştık.

Komşu tekneden özür diledik.

Birer kadeh şarap ile iş tatlıya bağlandı.

Kon Tiki’nin İstanköy’de geçirdiği kazada kimsenin canının yanmaması sevindirici.

Yarışa iyi başlayan ve ilk etapta ikinci olan Kon Tiki’nin yarış dışı kalması ise tatsız.

Ama Kon Tiki, yeni arması ile önümüzdeki yıl sürpriz yapabilir gibi görünüyor.

*

Gant Kupası’nın başlangıcı anlayacağınız biraz heyecanlı oldu.

Rüzgar yok derken 20-23 knotlara ulaştı ve ilk etap çok keyifli geçti. Bugün (cuma) ikinci gün daha sert bir havaya uyandık.

Rüzgarın 7 kuvvetinde eseceği, fırtınaya döneceği söyleniyor; orsası güçlü olan bugün kazanır çünkü Yalıkavak kısmen rüzgar yönünde.

Geçen yıla kıyasla katılım yüksek.

Katılımcılar ilginç; üniversite takımı var, üç nesil aile takımı var, çekirdek aile takımı var, testosteron tekneleri diye adlandırdığım iddialı yarış tekneleri var.

Ama akşamları keyif var, eğlence var ve daha önemlisi dostluk var.

Ayrıntılar haftaya...
Yazının Devamını Oku

Bu denizler, bu tekne bizim

24 Temmuz 2005
Ege’de eylül sonlarında başlayan sürekli ve sert kuzeyli rüzgarlar, aşağıdan yukarı çıkışları zorlaştırır. Biz de, eylüle kalmıştık ve poyraz sert esiyordu. Bodrum Turgutreis D-Marin’de poyrazın dinmesini bekliyorduk. Zamanımız sınırlıydı ve uygulamalı ders bir: Deniz sınırlı zaman dinlemez, hep kendi temposunu dayatır. Bir buçuk ay önce aldığımız Halki yalnız kaldığı için epey hüzünlü, yıllardır elden geçmediği için biraz hırpaniydi. Onu iyi tanımıyordum. Gerçi bir ay kadar önce satın alırken bu işi bilen dostlar iyice inceleyip olumlu sağlık raporu vermişlerdi ama... Yine de canların emanet edileceği bir teknenin denizdeki davranışını bilmek çok önemliydi. Marina içinde, biraz da dışarı çıkıp deneme seyirleri yaptık. Sorun yok gibi görünüyordu.

BAŞINIZ CİDDİ DERDE GİREBİLİR

Teknelerin nispeten küçük hacimlerine bakıp aldanmayın. En küçüğünde bile bir apartman dairesinde bulunan tesisatın tamamı vardır; metrelerce elektrik kablosu, metrelerce boru, şalterler, sigortalar, vanalar. Tümünün yerlerini, işlevlerini bilmek gereklidir ama kısa sürede öğrenmek el kitabı olmayan kullanılmış bir teknede hayli zordur. Önceki sahibin mantığına göre ve zaman içinde gelişerek ortaya çıkmış bir örümcek ağını andıran tesisatı içselleştirerek çözüp, kendinize uygun hale getirmezseniz, başınız ciddi derde girebilir. Bodrum’da uygun hava beklemek bu nedenle öğretici oldu.

Meteoroloji sitelerinden rüzgarın azaldığı ve kesileceği bilgisini aldığımız gecenin sabahında Kuşadası’na doğru yola çıktık. Dört kişiydik; ben, Halki’nin hanımı, kuzen Kaptan Can ve Kaptan Noyan. Can’ın Yüksek Denizcilik Okulu’ndaki son sınavına girip büyük yük gemilerinde çalışmaya başlamadan önceki son, bir yelkenlideki ilk seferiydi ama kod adı çoktan Kaptan’dı. Halki’nin komutası ise Noyan’daydı.

Rüzgarın bitmesi denizin sakinleştiği anlamına gelmez. Solugan (fırtına sonrası rüzgar dinse de süren) dalgalar tahmini 2-2.5 metreydi. Makineyle yol alıyorduk. Kuzeye yöneldik ve dalgalar kafadan gelmeye başladı; saatte yaklaşık 4.5-5 knot yapıyor olmalıydık. Harita üzerinde yavaş bir tırmanış.

Halki batıyor, çıkıyor. Pervane boşta dönüyor, dalga kıçını batırınca denizi öfkeyle yakalayıp Halki’yi ileri itiyor. Bazen büyük dalgalar kısa aralıklarla geliyor üstümüze; Halki asılı kalıyor, sonra yokuş aşağı iniyor. Islak bir lunapark.

Dalga burundan giriyor, havuzluğu bizi kısmen ıslatarak aşıyor ve kıçtan çıkıyor. Sırayla dümen tutuyoruz. Kıçtaki geniş alanda, iyice sağlama alınmış bumbayı tutup, ayakta durmak büyük keyif. Dalgalar, mikroskobik deniz damlalarının yüzüme vuran iğnecikleri, Perkins makinenin bazen keyifli, bazen aceleci, bazen memnuniyetsiz, bazen mütereddit ama tıklamadan güven veren homurtusu. Bazen burnuma gelen hafif bir egzost kokusu. Bu denizler, bu tekne, Halki bizim.

Denizde başka tekne yok; herkes içeri, dingin sulara kaçmış. Açığımızda klasik bir yawl (iki direkli ve ikinci direği dümenin arkasında olan tekne tipi) bize eşlik ediyor. O da yukarı çıkıyor olmalı, belki de İstanbul’a gidiyordur.

Kötü haber. Halki güverteden su alıyor. Ama iyi haber; şarıl şarıl değil, tıp tıp. Yapısal bir sorun yok. Çıkacağını tahmin ettiğim bir sorun: güverte kaplamaları Bodrum güneşinde kavrulmuş ve çekmiş, su geçirmez dolgu malzemesi de işlevini yitirmiş. Ama tıp tıp damlalar saatler boyunca kesilmediği için her şey sırılsıklam. Biraz şişsin, kesilir. Uygulamalı ders iki: Teknede kuru kalmak sağ, sağlıklı ve konforlu olmak için gerekli.

Yaşamın sırrı uyumda. Yani ıslaklığı benimseyerek ve sorun yok diyerek yola devam. Ama kardeşim dalgalar bitmiyor, deniz bitmiyor, yol da bitmiyor. Tam 11 saat.

Sonunda, Kuşadası Körfezi’nin nispeten dingin sularına giriyoruz. Festival varmış; Türk Yıldızları gösteri uçuşu yapıyor. Cenova (ön yelken) ile seyrederken bizi nirengi noktası alıyorlar sanki; üzerimizde buluşup oradan Kuşadası’na yöneliyorlar. Harika. Marina’da bize gösterilen yere, ilk uzun seyri tamamlamanın yorgun keyfi ile bağlandığımızda saat akşam 7 gibi.

Yıllar boyu kaç deniz mili yaptığını bilmediğim deneyimli Halki, ikisi ilk kez bir yelkenli tekneye binen bizleri salimen limana ulaştırmıştı. Sınava giren ve geçen bizdik. İtmesine, kakmasına, oradan oraya fırlatmasına, sırılsıklam etmesine rağmen aşmıştık dalgalı denizleri. Kavga çıkmadı. Halki, asılı kaldığı dalgaların tepesinden iç hoplatarak indiği anlarda gözler ilk önceleri korkuyla kocaman açılsa da, deniz, kimseyi kendinden uzaklaştırmadı.

GANT KUPASI HAFTAYA

Yoldan çıkıp denize girmemden ve Halki’ye güven dolu aşkımı Kuşadası Marina’da itiraf etmemden bu yana yaklaşık bir yıl geçti. Deniz merkezli olmasını düşlediğim bir yaşamın öznesi haline gelen Halki’yle tanışmama geçen yıl vesile olan ve Hürriyet’in bu yıl da desteklediği Gant Kupası - 2005 Yat Yarışı önümüzdeki hafta Bodrum’da yapılacak.

Yat yarışları, herbiri özel becerilere sahip oyuncuları olan ekiplerin, sürekli eğitimle birarada çalışmayı öğrenmelerini gerektirir. Teknenin özellikleri, hava şartları ve tüm oyunlarda olduğu gibi şans önemlidir ama ekibin akordu daha da önemlidir. Bu nedenle yelken yarışçılığını ileri spor dallarından biri saymak yanlış olmaz.

Türkiye’yi uluslararası denizcilik haritasına ve takvimine yerleştirme çabaları açısından büyük önem taşıyan önemli spor etkinlikleri arasında yer alan Gant Kupası - 2005 izlenimlerini önümüzdeki hafta sizlerle paylaşacağım.

Yosun’dan haber var...

Yeşim - Tonguç Tokol çifti tekneleri Yosun ile 28 Haziran’da Bali’de buluştu. İşte onlardan gelen ilk mesaj.

İklime ve değişen saatlere uyum sağlamaya çalışırken, Yosun’da yaptığımız ilk kontrollerde pervane döndüğünde şafttan ciddi miktarda su girdiğini gördük. Ne yazık ki manuel sintine pompamızın diyaframı da yırtılmıştı.

Bir yandan bu tamiratları yaparken diğer yandan teknenin yerleştirilmesi, yelkenlerin, halatların, makaraların donatılması, çarmık ve istralya ayarları, karinanın şnorkel ile dalarak komple temizlenmesi, yakıt ve su ikmali (yarım tondan fazla su ve mazotu bidonlarla ve botla tekneye taşıdık), yol planlaması, kumanyanın hazırlanması ve formaliteler gibi hazırlıklar aralıksız on gün kadar sürdü.

Nihayet her ne kadar ufak tefek eksiklikler kalsa da, 9 Temmuz’da Bali yakınlarındaki Lembongan Adası’na, kuvvetli akıntıları ile ünlü zorlu Lombok Geçiti öncesi bir geceliğine uğradık. Ertesi gün gel-git akıntılarının 8 knota kadar çıkabildiği bu geçidin ortalarına dahi gelemeden karşı yönden bindiren kuvvetli rüzgar bizi Lembongan’a geri dönmek zorunda bıraktı. Zaman zaman teknenin GPS’e göre geri geri gittiğini bile gördük.

Havanın normale dönmesi için iki gün bekleyip adayı gezme imkanı bulduk. İkinci denememizde daha az zorlanarak motor - yelken Lombok Adası’nın kuzeyine, şu an demirli bulunduğumuz yere ulaştık. Burada bir - iki gün kaldıktan ve diğer onarım ve bakımları yaptıktan sonra Singapur’a kadar olan yolumuzda yine bazı Endonezya adalarına uğrayarak yola devam etmeyi düşünüyoruz. İki hafta çok yorucu geçti. Sürekli tamiratlar ve teknenin işlerini dar olan zamanımıza sığdırmak zorundayız.

Hürriyet Gazetesi’nin bize verdiği dizüstü bilgisayarı kullanmaya başladık. Yeri geldiğinde geleneksel seyir yöntemlerini kullansak da bizim için büyük kolaylık oldu.

Bali, Lembongan ve Lombok adalarında güzel anlar da yaşamadık değil. Eski denizci dostlarımız ile tekrar karşılaşıp, yeni dostlar edindik. Çoğunluğun Hindu olduğu Bali’de bir cenaze merasimine katıldık. Kendi geleneklerine göre cenaze yakılarak, küller denize dökülüyor. Merasimde kimse üzgün ve kederli görünmüyordu. Çünkü onların inançları farklı bu konuda.

Uzun yarış Provezza’nın

34 yıldır düzenlenen Türkiye’nin en uzun süreli yat yarışı Deniz Kuvvetleri Kupası 2005 Sabah Açıkdeniz Yat Yarışları tamamlandı. Istanbul - Çeşme arasında iki etaplı olarak yapılan yarışta, yarış sınıfında Oğuzhan Too ile büyük bir mücadele içine giren Provezza, yarış - gezi sınıfında Limoncello ve gezi sınıfında Ameera birinci oldular. Provezza ekibinin lideri İzzet Sefer ‘Start verildiği andan itibaren, ilkinde olduğu gibi yine Oğuzhan Too’yla çekişmeye başladık. Sağanak rüzgarları kullanarak hızlandık ve rakibimize fark attık. Rüzgarın devamlı değişmesinden dolayı 15’ten fazla yelken değiştirdik. Yorgun bir gecenin sonunda mutlu sona ulaşan tekne biz olduk’ dedi.
Yazının Devamını Oku

Tekne insanları

17 Temmuz 2005
Deniz göçebelerinin Bodrum yaşamları

Türkiye’nin Ege ve Akdeniz kıyıları son yıllarda çok sayıda yabancı tekneye ev sahipliğine başladı. Marinaların kaliteli hizmeti, geleneksel misafirperverlik ile birleşince, özellikle Kemer’den Çeşme’ye uzanan kıyılarımız, teknede yaşayan ve yaşam alanı olarak da Türkiye’yi seçen yüzlerce kişinin yurdu oldu. Bodrum, Türkiye’nin dışa en açık kıyı kasabası olarak ünlendiği yıllarda kuşkusuz deniz göçebelerinin en çok rağbet ettiği limandı. Bugün, Genel Müdür Ömer Karacalar ve ekibinin yönettiği Bodrum Milta Marina’da teknede yaşayan ve dört türe dahil olduklarını gördüğüm yüzlerce denizci yaşıyor. İşte dört tür tekne insanından örnekler.

TUZU KURULAR

Özel yelkenlide güzel yaşam

Attila Özçelik bir işadamı. Ankara’da, uydu telefonları konusunda uzmanlaşmış Globalstar Avrasya adlı bir şirketi var. Eşi, iki küçük çocuğu ve yardımcıları ile yazlarını Anamur adlı teknesinde geçiriyor. Anamur, özel yapım bir yelkenli. Özçelik, gençliğinde başlayan yelken merakını bugün de sürdürüyor. Akdeniz’de yelken yapmadığı bölge yok. Yaşını söylemiyorum: ‘Deniz insanı dinç tutar’ diyor purosunu tüttürürken; saat 14.00 gibi. ‘Çocuklar açısından da iyi oluyor. Kent’in (oğlu) teknede yapmadığı iş yok. Eğitici oluyor.’ İçine girmeyenler bilmez, özellikle yelkenli teknelerde hacim kullanımı önemlidir; farklı alanlar ve hacimler yaratmak gerekli ama zordur. Yelkenciler ‘Teknen daima ihtiyacın olandan iki metre küçüktür’ derler; sonsuza giden bir önerme. ‘Arkadaşlarıma evimde 4 oda, 2 salon, 1 teras var diyorum. Gerçekten de var.’ 16 metrelik keç Anamur, güçlü arması, maun iç mekanı, bakır oyma zevkli kapıları ile çok özel bir tekne. İçinde de güzel bir yaşam sürülüyor.

OFİSİM DENİZDEDİR DİYENLER

Marina komşuluğu daha iyi

Elaine ve Ian Davis çifti İngiliz. Utangaç kocası fotoğraf çekilmesini istemediği için tekir kedisi Tabby ile 11.40 metrelik Boobalena adlı teknesinde poz veren Elaine, İngiltere’de belediyelerin katılacağı önemli bir profesyonel sergiyi Bodrum’dan düzenliyor. Eşi Ian yazılım mühendisi. Tekneleri, Bodrum Milta Marina Yönetim Binası önüne aborda olmuş; telefon bağlantıları yerinde, teknenin içinde kablosuz yerel ağ var. Boobalena ile yıllardır denize açılmıyorlar: ‘Ev ile denize açılındığı nerede görülmüş?’ diyor Elaine. ‘Bodrum size ucuz gelir. Neden ev tutmuyorsunuz?’ dediğimde ‘Denedik olmuyor, teknenin yerini tutmuyor’ diye yanıtlıyor Elaine. Marina komşuluğunu, ev komşuluğuna yeğliyorlar. Ian gitmek üzereyken başını çıkartıp, yoğun Kuzey İngiltere aksanı ile selamlıyor bizi. Keyfi yerinde. ‘Burada en büyük sorun ne?’ diyorum hemen. ‘Cep telefonu ile internete bağlanmakta zorluk çekenler ilk bana geliyor. Danışmanlık ücreti alsaydım, zengin olurduk’ diyor; o yüzden saklanıyor galiba.

DÜŞLERİNE KAVUŞANLAR

Denizde kendim oluyorum

İngiliz Mike Hartley, emekli elektrik mühendisi. ‘Yanlış anlamayın’ diyor ‘Elektrik prizi takmazdım; baraj gibi, fabrika gibi tesislerin elektrik işlerini yapardım.’ İngilizler onun gibiler için ‘yaşlı deniz tuzu’ ya da ‘yaşlı deniz köpeği’ der. Oyster 42 tipi, 13.10 metrelik yelkenlisi Indulgence’ın havuzluğunda konuşurken ‘Ben gençliğimi yaşamadım pek. Bu tekneyi alabilmek için 15 yıl çok çalıştım ve biriktirdim’ diyor. Marinada pek durmuyor; denize açılıyor ve bayıldığını söylediği Gökova’ya gidiyor. ‘Siz sormadınız ama ben söyleyeyim hemen’ diye ekliyor: ‘Bu marina çok iyi yönetiliyor. Personel işini biliyor, hiçbir sorun yok.’ Eşi, annesi hasta olduğu için sık sık İngiltere’ye gitmek zorunda. Yolu İngiltere’ye ancak Noel’den Noel’e düşüyormuş. ‘Neden tekne yaşamı?’ sorusuna yanıtı kısa: ‘Denizde kendim oluyorum.’

AKILCI TEKNECİLER

Ayda 1000 dolar yeter

Yılın yarısını Hollanda’da, kalan yarısını Sadiq adlı Bavaria 38 tipi 12.3 metrelik yelkenlilerinde Bodrum’da geçiren emekli Hollandalılar: Ronald Blom ve Will Blom - Blotboom. Sürekli denizdeler. Hollanda’dan arkadaşları sıkça Bodrum’a uğruyor; onları almak için Milta Marina’ya gelip, sonra yine ver elini Gökova. ‘Sürekli teknede yaşayamayız’ diyor Will. ‘Hacim sorunu var. Gerçi uyum sağladık ama tekne ev gibi değil.’ Hollandalı çift, kara ile denizin hoş bir karışımını yaşıyorlar. ‘Yıllar yılı Kuzey Denizi ve kanallarda küçük yelkenlimizle gezdik. Sonra Sadiq’i aldık’ diyen Ronald, ‘Burada yelken çok keyifli ve Türkiye ucuz. Tam bize göre’ diye ekliyor. ‘Böyle yaşamak için tekneyi aldıktan sonra kaç para gerekir ayda? 1000 dolar yeter mi?’ soruma, kısa bir tereddütten sonra ‘Yeter. Ama belki arada iyi lokantalara gitmek için de biraz para harcamak gerekir’ diyor.

Ütay’ın sessiz öğretmeni Halki

Yıllar yılı hazırlık yaparlar, teknenin eksiklerini giderirler, günleri marinalarda, mevsimleri çekek yerlerinde geçer o an gelsin diye.

Yıllar yılı hayal kurarlar, bir sonraki yaz, kış, ilkbahar, sonbahar -bu defa kesinlikle- denize açılacaklardır; önce yakın uzaklara uzun, sonra upuzaklara daha da uzun yolculuklar yapacaklardır.

Uykusuz gecelerde sıcak yataklarda fırtınalar atlatıp güzel koylara demir atarlar, aşık olurlar, terk edilirler, muzaffer yola çıkışlar, muzaffer dönüşler yaşarlar.

Ve bu düşler, hep bağlandıkları tonozlarda, onarılıp cilalandıkları çekek yerlerinde kalır.

Orta sınıfın birazcık kalınlaşması yüzünden seçeneklenen küçük dünyalarımız unuttursa da, çok değil 25 yıl önce denizi merkezine alan bir yaşam tarzı oluşturmak bugünkünden çok zordu. Deniz, ancak ağızlarında gümüş kaşıkla doğanların topa girebildiği bir alandı. Bilinen klişe ile ‘denizci bir ulus olmadığımız’ için emekçi denizci tabanımız çok küçüktü ve bu da denizlerde çoğalamamanın en önemli nedeniydi.

Uzun yıllar önce, 1976’da 16 yaşında kısa bir gezi için babam ve kardeşimle gittiğimiz Alanya’da deniz beni ne kadar sıkmıştı. Bomboş, üzerinde tek bir teknenin olmadığı, hareketsiz bir Akdeniz. Arada bir geçen pancar motorlu bir balıkçı teknesi; o kadar. Çok uzakta tek bir gemi görmüştüm; kapkaranlık gecede aydınlık, hareketli bir çizgi, motor sesi boğuk boğuk geliyordu.

HAYATIN İFLASI

Stanley Kubrick’in harika filmi Dr. Strangelove’u seyredenler anımsayacaktır. O filmdeki manyak bombacı generali Sterling Hayden oynuyordu. Film çekilirken alkolizm dahil birçok dertle boğuşan Hayden, gençliğinde, Amerika kıtasının kuzeydoğu sahillerinin balık zenginliği ve sisi ile ünlü Grand Banks bölgesinde bir zamanlar miço ve yelkenci, kürekçi olarak çalışırmış.

Benim, Alanya’nın bomboş denizine bakıp sıkıldığım 1976 yılında yayınlanan Voyage adlı kitabında Hayden şöyle diyor: ‘Bir yolculuğun gerçekten anlam taşıması için, aynı yaşamın kendisi gibi, mali dengesizliğin sağlam temellerine sahip olması gerekir. ‘Denize açılmak istiyorum ama param yetmiyor’ diyenlere yetmeyen şey aslında gitme cesaretleridir, güvencelerin kanser yapan disiplinine boğulmuşlardır. Hepimiz güvencelere taparak yaşamlarımızı gündeliğin tekerlekleri altında eziyoruz. Farkına varmadan yaşam bitiyor. Seçenek basit: Cüzdanın mı iflası, yoksa yaşamın mı?’

Hayden, mahkeme kararını çiğneyerek, çocuklarını bir süre annelerinden ayırma pahasına, onlarla uzun bir Tahiti yolculuğuna çıkan yani riskli de olsa seçim yapabilen biriydi.

ÇOK SESLİ BESTE

Marinalarda dolaşmayı hep sevdim.

Rüzgarda yelkenli tekne armalarının çıkardığı garip ve zaman zaman modern çok sesli müzik bestelerini andıran sesler, birbirinden farklı tekneler (gerçi son yıllarda seri üretimin tekne yapımına damgasını vurması ile benzeşme arttı), birbirini tanımayan insanların selamlaşmaları, denizin tam içinde olmaları beni hep marinalara çekti. İç çekip ‘Benim de olsa’ ya da ‘Bizimki daha güzel’ demeler.

Halki’yi de öyle Bodrum’da bir marinada gördükten sonra aldık; hiç aklımda yoktu ama. Formu çok hoşuma gitti, biraz hüzünlüydü, 15 yaşındaydı ama birkaç yıldır kullanılmamıştı, elden geçmesi de gerekiyordu ama Neptün’e uyduk aldık. Çok para vermedik yanlış anlaşılmasın; ağzımızda gümüş kaşık ile doğmamıştık.

Kızım da ağzında gümüş kaşık ile doğmadı. Türkiye’de yavaş da olsa palazlanan orta sınıfın 5 yaşındaki bir çocuğu.

Şimdi her hafta sonu tekneye gidiyoruz kızım Ütay, Halki’nin hanımı ve arkadaşlarım ile; onun çıkartmalar ile kişiselleştirdiği, girip havuzluğa bakan lomboza tık tık vurduğu ayrı bir kamarası var; geçen cumartesi ilk kez uyudu orada.

Yelken seyrinde, tekne yattığında dengede durmayı öğrendi. Bağlı iken bile tutunarak yürümesi gerektiğini, teknede söylenenlerin sektirmeden yapılacağını biliyor. Arada bir denizin ortasında ‘Sıkıldım, dönelim’ dese de, dümen tutmaya bayılıyor, sıkıntısını dümen tutmak gideriyor.

Öğüt vermeyen sessiz bir öğretmen olarak Halki, kızıma, düşleri bağladığı tonozda, cilaladığı çekek yerinde kalmasın, istediği deniz hangisiyse ona açılabilsin diye güç ve cesaret vereceği için, donanım sağlayacağı için değerli. Tüm tekneler gibi...
Yazının Devamını Oku

İstanbul bunu neden yapmasın

3 Temmuz 2005
Dünya donanmalarından gemiler Ahırkapı’da demirlesin, Dolmabahçe Sarayı önünden geçerek Karadeniz’e uzansın, Bostancı’dan Sarıyer’e yelkenli tekne yarışları yapılsın, karadan yürütülerek getirilen Fatih’in gemileri Haliç’te seyretsin, Tophane ve Haydarpaşa’daki İstanbul limanları sergi, konser ve gemi ziyaret alanları haline dönüştürülsün... diye güç birliği yapmak o kadar da zor olmamalı. Adını yeni duyduğum bir ülkenin (Yunanistan), adını hiç duymadığım bir bölgesinden (Megara) gemiyle gelen Byzas (onu da hiç tanımıyordum) adlı bir adamın beraberindekilerle şimdi İstanbul dediğimiz şehri kurduğunu öğrendiğimde sanırım ilkokul birinci sınıftaydım. Eğitim dediğimiz büyülü aydınlanmanın kursağıma giren ilk meyvesi işte bu bilgiydi; yıl 1967-1968 olmalı.

Haritaları da, yine o sırada baktığımız Kadıköy planında evimizin sokağını bulduğumda çok sevmiştim. Kadıköy ve İstanbul tarihini Bahariye İlkokulu’nun birinci sınıfına gidenlerin kafasına nakşetmeyi akıl eden öğretmenim Şükriye Tunca’yı sevgi ve saygıyla anıyorum.

Bugün ‘Tarihi Yarımada’ dediğimiz bölgeye yerleşmedikleri için ‘Körler Ülkesi’ olarak adlandırılan Chalcedon’un (Kadıköy) karşısında denizden gelen insanlar tarafından kurulan bu şehir, İstanbul, eğer kuruluş efsanesi doğruysa tam 2641 yıldır yaşıyor. Başından geçen işgallerin, tanık olduğu yağmaların, yol açtığı savaşların çoğu denizle bağlantılı; zenginliği ve refahı da.

Dolaşımdaki para biriminin tasarımı ve üzerindeki simgeler parayı basan yöneticilerin ülkeleriyle ilgili algılamalarını yansıtır. Örneğin, Doğu Roma İmparatorları tarafından 1500 yıl önce bastırılan gümüş sikkelerden birinde Haliç’teki balık bereketine nazire, palamut kabartması vardır. Cumhuriyet tarihinde basılan paralarda İstanbul’un deniz ve denizci özelliğine gönderme yapma kaygısı görmeyiz. Yani deniz bugün İstanbul ve İstanbullu için tarihinde olmadığı denli önemsizdir. Ve İstanbul, kuruluşundan 2641 yıl sonra esaslı bir ‘Körler Ülkesi’ne dönüşmüştür.

*

Bir başka deniz şehri, İngiltere Kraliyet Donanması’nın ana üssü Portsmouth, hafta içinde 250 bin kişinin izlediği bir Uluslararası Deniz Şenliği’ne ev sahipliği yaptı. Bugün sona erecek şenliğe, 35 ülkeden 58 gemi katıldı. Modern savaş gemileri ile önde gelen donanmaların yelken ve temel denizcilik eğitimi için kullandıkları çok direkli eski ve büyük yelkenliler borda bordayaydı. Türkiye’yi F 245 borda numaralı Oruçreis fırkateyni temsil etti.

57 ülkenin Deniz Kuvvetleri Komutanı da Portsmouth’a geldi. Çoğu yelkenli, yüzlerce küçük tekne ve mürettebatları ile gösterileri kıyıdan izleyen onbinlerce kişi şenliğe sivil ve amatör denizcilik coşkusu kattı.

Bu yılın önemi, 2005’in, Avrupa’daki İspanya-Fransa tehdidine son veren ve İngiltere’nin okyanuslardaki hakimiyetini İkinci Dünya Savaşı’na kadar sürekli kılan Trafalgar Deniz Zaferi’nin 200. yıldönümü olmasıydı. Bu nedenle de şenliğin yıldızı, 18. yüzyıl savaş gemisi Blandford’un bire bir kopyası olan ve 1997 yılında Marmaris’te denize indirilen Grand Turk adlı 50 metrelik gemiydi. Şenlikte, Amiral Horatio Nelson’un Sancak Gemisi HMS Victory rolü oynayan Grand Turk, geçen salı gecesi 250 bin kişinin izlediği büyük havai fişek gösterisinin de amiral gemisi oldu.

Portsmouth, İngiltere’nin denizaşırı imparatorluğa açılan kapısıydı. Amerika’yı, Avusturalya’yı Anglosakson kılan nüfusun geçtiği en önemli limanlardan biriydi. İngiltere denizciliğini tanımlayan önemli bir adresti; hálá da öyle. Ancak İstanbul’un deniz tarihi ile kıyaslandığında Portsmouth devede kulak kalır her anlamda. İşte bu nedenle şenlik fotoğraflarından yansıyan denizci coşku, bende ciddi bir kıskançlık ve üzüntü nöbetine yol açtı. İstanbul gibi köklü bir deniz şehrinde benzer bir şenliğin bugüne dek hiç düşünülmemiş, ya da düşünüldüyse bile kalıcı biçimde hayata geçmemiş olması canımı yaktı.

*

Bu İstanbul Uluslararası Deniz Şenliği için bir çağrı yazısı; anlamış olmalısınız.

Kültür Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Denizcilik Müsteşarlığı gibi doğrudan doğruya İstanbul ile ilgili resmi kuruluşlara, Deniz Ticaret Odası gibi denizden ekmek yiyenlerin örgütlerine, İstanbul’daki kültür etkinlikleri ile özdeşleşmiş İstanbul Kültür Sanat Vakfı gibi sivil toplum kuruluşlarına bir çağrı: İstanbul’u, Avrupa ile Asya’yı ayıran denizin kenarına ilişmiş bir şehir değil, o denizin üzerine oturan ve o denizi tarif eden bir şehir haline getirecek İstanbul Uluslararası Deniz Şenliği düzenlenmesi için biraraya gelebilir misiniz? Hatta.. Gelmelisiniz.

Dünya donanmalarından gemiler Ahırkapı’da demirlesin, Dolmabahçe Sarayı önünden geçerek Karadeniz’e kadar uzansın, Bostancı’dan Sarıyer’e yelkenli tekne yarışları yapılsın, karadan yürütülerek getirilen Fatih’in gemileri Haliç’de seyretsin, Tophane ve Haydarpaşa’daki İstanbul limanları sergi, konser ve gemi ziyaret alanları haline dönüştürülsün... diye güç birliği yapmak o kadar da zor olmamalı.

Türkiye’nin ne denli Avrupalı olduğunu ya da olmadığını kimseye anlatma gereği hiç duymadım ama İstanbul’da düzenlenecek bir şenliğin önyargıları gidermede çok etkili olacağına da eminim. Dahası, bu şenliğin, Türkiye’nin en önemli turizm markası olan İstanbul’a katacakları da ortada değil mi?

Onu da deniz tutardı

Amcasının 12 yaşındayken Kraliyet Donanması’na soktuğu Amiral Nelson, 16 yaşına geldiğinde dünyayı dolaşıp denizciliği öğrenmiş, 21 yaşında ilk gemi komutanlığını kazanmıştı. Fransızlarla tam 120 kez farklı muharebelerde karşı karşıya geldi. Kolunu kaybetti, gözünden yaralandı.

İngiltere bu deniz kahramanını onurlandırmak için Londra’nın merkezindeki meydana Trafalgar adını verdi; meydandaki yüksek sütunun üzerine de bir Amiral Nelson heykeli dikti. Amiral Nelson, zafer kazandığı İspanya’nın Trafalgar Burnu’na uzaktan, o sütunun tepesinden ikiyüz yıldır bakar, durur.

Söyleyenlerin yalancısıyım; benimle tek ortak yönü, onu da dalgalı denizlerin tutmasıymış.

Tarihi gemimiz yok

Türkiye Deniz Kuvvetleri, Akdeniz’in en güçlü filolarından birine sahip. Modern gemiler ve denizaltılar birbirinin peşisıra denize indiriliyor; donanma modernleşiyor.

Güçlü donanmalar bayraklarını yabancı limanlarda dalgalandırırken tarihlerinden izler taşıyan gemilerle de gidiyorlar. Portsmouth’da, Türkiye’nin denizcilik mirasını yansıtacak bir tarihi geminin olmaması bu nedenle düşündürücüydü.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Akdeniz hakimiyetinin simgesi olan, Barbaros Hayreddin Paşa gibi komutanların yetiştiği ve komuta ettiği, şebek denen korsan gemilerinden biri geleneksel yöntemlerle yapılsa, Deniz Kuvvetleri de ziyaretlerinde modern savaş gemilerinin yanında bu gemiyi kullansa etkisi katlanır.

‘Kadırga’dan Kalyon’a Osmanlı’da Yelkenli’ adlı kitabı geçen yıl ekim ayında yayınlanan Ahmet Güleryüz, Türk Deniz Kuvvetleri için bir şebek yapımının ve sonrasında da kullanımının kolay olacağını belirtiyor ve ekliyor: ‘Denizci teknelerdir. Onlarla İzlanda’ya kadar gitmişlerdi.’ Yani Portsmouth’a haydi haydi giderlerdi.

Rüzgar baba

Her yanımız hürriyet

Sabah gün doğarken Ayvalık Marina’dan vira bismillah ettik... Oradan Bademli ve durmadan Karaburun, ve Sakız’ın saçak altından Ildır Körfezi’ndeki Karaada. Saatte ortalama 5-6 mille... Bazen yelkenle, bazen yelken-motor, bazen iri dalgalar üstünde, dalarak şahlanarak 12 saat seyir... Ve o güzelim turkuvaz renkli sulara şöyle bir ‘funda demir’ attığınız zaman... İşte o zaman, tüm yorgunluklar, gerginlikler bir anda yok olup gider.

- Hey hey diye bağırıyoruz, baksana be her yanımız hürriyet.
Yazının Devamını Oku

Biraz cesaret

26 Haziran 2005
Yelkeni yarış için yapanlarla, keyif için yapanlar arasındaki en önemli fark nedir? Yarışçılar yelken yapmayı bir an önce sona erdirmek, keyifçiler ise sona erdirmemek ister. Yelkenin indirilmesi yarışın bitmesi anlamına gelir ki önemli olan da zaten budur. Yarış biter, makineler çalışır, marinada lift kuyruğuna girilir tekneler bir an önce karaya çıksın diye. Zaten iyi bir yarış teknesinin hayatının çoğu karada geçer.

Güngörmüş bir keyif teknesi ise denizden çıkmak istemeyen bir çocuk gibidir; sudan biraz buruşmuş olabilir ama güzeldir, sevimlidir, birlikte yaşamaya çağırır insanı.

Bu çağrıya cevap vermek Türkiye’de hálá büyük cesaret istiyor. Bunu yapabilenler gerçekten de kafayı ‘sıyırıp’ bu işe giriyor. Gündelik yaşamın hızından, yoğunluğundan kaçma isteği önüne geçilemeyecek bir hal alsa da medar-ı maişet motorunun işletilmesi gereği elleri kolları bağlıyor. Çalışma kültürümüz de, toplumsal kültürümüz de alıp başını gitmelere pek hoş bakmıyor. Bu nedenle, ‘Delirdi vallahi; her şeyi bırakıp gitti’ denenlerin sayısı o kadar az ki.

Temponun bizden hızlı olduğu ülkelerde ise durum tersi.

AMA ONLAR ZENGİN

Yeni eğilim şu: İnsanlar çalışma yaşamlarının ortalarına geldiklerinde denizlere açılıp gidebiliyorlar. Kimi çok fazla kırıp dökmeden, köprüleri yakmadan açılıyor, kimi hayatını farklı bir ray üzerine oturtarak, seçimim bu diyerek.

Doktorken yat kaptanı olmaya karar verip şimdi Karayib Denizi’nde çalışanlar, öğretmenken evi kiraya verip, bahçede yaptıkları küçük tekneleri ile dünya turuna çıkanlar, mesleğini yapmak istemediğini görüp büyük yelkenlilerde mürettebat olmayı seçenler, Ivan Kasırgası’ndan sonra Karayib Denizi’ndeki adalarda hasarlı ve ucuz tekneler olduğunu duyup, satıp, savıp bu tekneleri alıp onaranlar, onlarla dünyayı gezenler, deniz aşkları, gün batımı bebekleri. Bu insanlar sizin, benim gibi sıradan insanlar. Ücretli, evlerini banka ipoteği ile almışlar, onların da okul taksitleri, kredi kartı borçları var.

Muhalefet seslerini duyar gibiyim. ‘Ama onlar zengin ülkelerin vatandaşları.’

Bu doğru ama muhalefet için yeterli değil. Türkiye’de denizin kendisini çağırdığını söyleyen ve bu gazeteyi satın alan bir ücretli, eğer gerçekten isterse küçük bir otomobil fiyatına sıkı bir yelkenli tekne alabilir. Geçenlerde, denizci bir Türk klasiği 30 milyar liraya satıldı. Doğru; üzerine para harcamak lazım ama bunu bir anda yapmak gerekmiyor. Ve hayaller de kurdukça olgunlaşıyor.

SİGARA, MARİNA PARASI

Bir teknenin yıllık işletme gideri, bir otomobilin yıllık işletme giderinden daha az. Benzin parası yok, pahalı kasko yok, tamamen anlamsız ve kaldırılması gereken bir Motorlu Taşıtlar Vergisi var ama yaşlı teknelerde oran düşük olduğu için can yakmıyor. Otomobilden vazgeçmek istemiyorsanız, örneğin, yıl boyunca her gün içilen bir paket sigaraya ödenen para, küçük bir teknenin yıllık marina ücretine eşit. Yani çözüm öncelikleri doğru koymaktan geçiyor.

Yıllar yılı dünyayı gezenlerin söylediği şey şu: ‘Okyanus’un ortasında iyi denizci olmak önemli ama iyi tamirci olmak daha önemli.’ Herkesin kendi işini yaptığı bir alem bu; muslukçu çağırmak mümkün değil, elektrikçi de. Söylenen, iyi planlanmış bir gezinin ayda bin dolara yapılabileceği; buna arada bir çıkan onarımlar da dahil.

Gerçekten niyetlenenler birleşin, otomobili değiştirmeyin, tekne alın: ‘Biraz cesaret!’

Yelkenciliğin piri Ted Hood Tuzla’da tekne yapacak

Yelken teknolojisini ileri taşıyan buluşları, kabul gören anlayışa karşı çıkan ama sonunda benimsenen tekne tasarımları ve yarışlardaki başarıları ile yüzyılın en önemli 100 denizcisi arasında yer alan sessiz güç Ted Hood, İstanbul Tuzla’da üretim üssü kuruyor.

Sessiz güç çünkü Ted büyük başarılarına rağmen sakin ve mütevazı. Gençlik yıllarında onu yarışırken ve kazanırken izleyenler onun teknelerinde rakiplerindeki kavga ve gürültüden eser olmadığını, Ted’in çelik gibi kararlılığı ve derin bilgisi ile bir orkestra gibi birlikte çalışması gereken tekne mürettebatına bağırıp çağırmadan istediği her şeyi yaptırabildiğini anlatıyorlar. Bu sessiz kararlılığın ben de tanığıyım çünkü geçen hafta sonunda Ted Hood ile bir saat kadar görüşebilme imkanına sahip oldum.

22 ÜLKEDE ÜRETİM

Küçücük başarıların büyük gürültü dalgaları yarattığı gündelik ortamımızla ya da Amerikalılar’ın alamet-i farikası haline gelen gürültüleri ile kıyaslandığında Ted gerçekten çok sessiz. Konuşmuyor, sorulara en fazla birkaç cümle ile cevap veriyor; gerekli ve yeterli olanı söylüyor. Ted’in tekne tasarım anlayışını yansıtıyor bu sessizliği; yeterli ile gereklinin iyi harmanlandığı güzel tekneler Ted’in tekneleri.

İstanbul’un 40 kilometre doğusundaki Tuzla, bundan 25 - 30 yıl önce baharları esneyerek kalkan, uykulu bir sayfiye kasabası iken bugün Türkiye gemi ve tekne üretiminin önemli merkezlerinden biri oldu. Bunda, Haliç’teki askeri tersanenin Tuzla’ya taşınmasından sonra bölgenin teşvik edilmesi büyük rol oynadı. Böylece Haliç kurtuldu, ama Tuzla sayfiye özelliğini yitirdi ve bir ağır sanayi bölgesi oldu. Bugün, Tuzla tersanelerinde onbinlerce tonluk gemiler yapılıyor. Yat üretimi ve onarımı da küçük işletmeler tarafından sürdürülüyor. Bu küçük işletmelerde çoğu Karadeniz’den gelen ahşap ustaları ile gemi sanayii disiplinine sahip işçiler harikalar yaratıyor. Tanığıyım; eğer isterlerse ve denetimi yapılırsa, dünyanın en ince ve kaliteli işi bu ustaların elinden çıkabiliyor.

Bugüne dek dünyanın 22 yerinde tekne üreten Ted Hood, Karaca Taşkent ve Deniz Çelbis ile kurduğu TeKaD Şirketi’ni Tuzla’nın önemli oyuncularından biri haline getirmeyi hedefliyor. Bu nedenle alıcının her türlü isteğinin uygulanabileceği yeni 17.5 metrelik Expedition 54’ü Tuzla’da üretecek.

17 METRE KATAMARAN

Neden Tuzla sorusuna verdiği yanıt şu: ‘Burada işçilik çok iyi. Dünyanın her yerinde iyi ustalar yaşlıdır; burada genç ustalar arasında da çok iyileri var. Dinliyorlar ve uyum sağlıyorlar. Polonya’da büyük umutlarla işe başlamıştık ama olmadı çünkü gençler iyi iş bilmiyordu, yaşlılar esnek değildi. Tuzla’ya gelmemin nedeni işte bu.’

Ted Hood markası kaliteli ve denizci teknelerle özdeşleşmiş durumda. Bir keresinde ‘Bizler aslında yüzen mobilyalar tasarlayıp, üretiyoruz’ diyen Hood’a, pahalı bir Ted Hood teknesinin Türkiye’de üretildiğini öğrenenlerin tepkisinin ne olduğunu soruyorum: ‘Kaşları kalkıyor önce. Türkiye’de tekne yapabiliyorlar mı diye soruyorlar. Anlatınca ikna oluyorlar.’

İkna olanlardan biri tarafından ısmarlanan 17 metrelik bir katamaran geçenlerde Tuzla’da suya indirildi. Hood, bu teknenin üretim kalitesinden çok memnun olduğunu belirtiyor.

Hood’un ortağı Karaca Taşkent, bu markanın Tuzla’ya gelmesinin, bölgeyi bir yat üretim üssü olarak öne çıkartacağını belirtiyor. Web sitesinde ‘Türkiye’de dünya standardında yatlar yapmak’ başlıklı genişçe bir dosyaya yer veren ve uzun uzun Tuzla’yı anlatan Ted Hood, Taşkent’in umutlu beklentisine büyük destek veriyor.

Gerçekten de Tuzla’nın büyük potansiyeli var. Bölge açısından eksik olan, kritik markaların bugüne dek Tuzla’ya gelmemesiydi. Ted Hood’un bu girişimi, daha önce Perini Navi’nin Yıldız Tersanesi’ni satın alıp süper yatlarını burada üretmeye başlaması aslında otomotiv devlerinin Türkiye’de yatırım kararı almaları kadar önemli.

Yapılan araştırmalar, önümüzdeki dönemde, zengin ülkelerde emeklilerin artması ile birlikte boş zaman etkinliklerine talebin yükseleceğini gösteriyor. Tekne de bu talebin yöneleceği alanlardan biri olarak öne çıkıyor. Bu nedenle bir Türk girişimcinin, tek başına ya da yabancı ortak ile marka olmuş bir tasarımcının elinden çıkmış çizgilere sahip teknelerin seri üretimine geçmesinin tam zamanı. Seri üretim maliyet avantajlarının daha fazla öne çıkartılmasına olanak sağlayacağı için önemli. Bunun, güçlü bir sermaye desteği ile gerçekleştiği gün Tuzla dünya yat üretimine damgayı vuracaktır.

Expedition 54 nasıl bir tekne

İtiraf etmeseler de yelkencilerin önemli bölümü çaktırmadan makine kullanır. Hele durgun havada hız düştüğünde, yelken - makine birlikte gidenlerin sayısı artar. Ted Hood’un son tasarımı Expedition 54, hız ve konfordan vazgeçmeyenler için düşünülmüş, deniz yüzeyinden hayli yüksek, iç hacmi büyük ve rahat bir yelkenli tekne. 17.5 metrelik teknenin içi istendiği gibi tasarlanabiliyor. Havuz testleri İstanbul Teknik Üniversitesi’nde yapılan teknenin potansiyel hızı 10 deniz mili ve bu hızda 375 beygirlik makinesiyle menzili 2000 mil.

İlan edilen satış fiyatı 1.4 milyon dolar.

Rüzgar baba

Deniz sonsuz bir ilaçtır

Biz içimizdeki boşluk hissinin, tatminsizlik, sıkıntı, sinir ve depresyonun, ruhlarımızdaki tatmin edilmemiş açlığın, hayatın kaynağı suya, denize özleminden kaynaklandığını, denizle birleşerek giderilmeyi beklediğini yıllar önce fark ettik. Deniz sonsuz bir ilaçtır. Denizciliğin kuralları birazcık yürek, birazcık da bilektir. Denizler ülkesi hálá hayatla boğuşan, fakat çok daha iyi bir dünya hayal etmeden de duramayan ve o çok daha iyi dünyada yaşayabilmek için bir adım geri çekilmeye razı olabilecek yürekli insanlar içindir.

Yazılım

Yıldızların altında

Gece seyri ilk çıkıldığında insanı heyecanlandırır ve ürkütür. ABD’de Celestaire tarafından geliştirilen yeni yazılım Navigator dizüstü bilgisayarlarda kullanılabiliyor. Navigator, yıldızların bulunmasını, yıldız haritaları oluşturulmasını, deniz almanağı sayfaları hazırlanmasını ve gökyüzüne bakarak rotanın izlenmesini mümkün kılıyor. Ayrıca varolan kağıt haritaların taranıp sisteme aktarılması halinde rota belirlemede de kullanılıyor. Fiyatı 60 dolar.

www.celestaire.com/catalog/products/3123.html
Yazının Devamını Oku

Boyu değil işlevi

19 Haziran 2005
Teknelerden söz ediyorum. Bu tartışma tekneler için de geçerlidir.<br><br>Larry Ellison. Microsoft’dan sonra dünyanın en büyük ikinci yazılım şirketi Oracle’ın kurucusu ve Forbes Dergisi’ne göre 18.4 milyar dolarlık serveti ile yeryüzünün en paralı dördüncü adamı. Ellison, 1999 ve 2003 yıllarındaki Amerika Kupası yelken yarışlarına takımı ile katıldı, BMW Oracle 2003’te yarı finalde şampiyon Alinghi’ye 5- 1 yenildi. Bundan önce, dünyanın en zorlu yarışında, Sydney-Hobart’ı kazanan maksi yat Sayonara, altı yelkencinin öldüğü fırtınadan yüksek hızıyla kaçarak efsane teknelerden biri oldu. O da Ellison’a aitti.

ELLISON’UN GİGA YATI

Microsoft’un kurucularından Paul Allen ile servet sıralamasında olduğu gibi yat büyüklüğünde de mücadeleye giren Ellison’un, Almanya’da Lürssen Tersanesi’nde yapılan yaklaşık 154 metrelik Rising Sun adlı giga yatı (artık mega yat dönemi sona erdi) denize indirildi. Bu, Allen’ın İstanbul’a geçen yıl gelen Octopus adlı yatından büyük. O nedenle bir sorun yok.

Ama Rising Sun, Dubai Emiri Şeyh Muhammed bin Raşid el Makdum’un 180 metrelik Platinum adlı yatından küçük ki, bu bir sorun; hatta çok önemli bir sorun. Ellison’un 270 milyon dolara mal olduğu söylenen Rising Sun’ı küçüklüğü nedeniyle teslim almakta biraz isteksiz davrandığı söyleniyor. Oysa bize hep işlevin önemli olduğu söylenmişti. Neyse, gelişmeleri heyecanla bekliyoruz.

Üstelik bir başka motoryatı daha var Ellison’un. Katana. Adını bir tür samuray kılıcından alan 80 metrelik bu teknenin, normal seyir için 2 tane 5’er bin beygirlik Deutz Dizel makinesi, çok hızlı seyir için de bir tane 18.599 beygirlik benzin-türbin makinesi bulunuyor. Bu makine çalıştırıldığında, nihai liman ile bulunulan yer arasında tanker gemiler bekletiliyor ki yakıt sorunu olmasın, uçağa geç kalınmasın.

Katana’da her türlü lüksün dışında NBA maçlarına uygun bir basketbol sahası da var. 2002 yılında yapılan Newport-Bermuda yarışına katılan Sayonara’yı izlemek, bir basket maçı yapıp stres atmak ve saatte 32 deniz milini bulan hızıyla, 3000 mili üçbuçuk günde aşıp en yakın havalimanına ulaşmak için zamanında kelepir kapatılmış Katana. Ve yakınlarda da 60 milyon doların üzerinde olduğu sanılan bir fiyata satılmış.

FAVORİ YAT KATANA

Yelkenciliği San Francisco Körfezi’nde zengin olmadan çok önce öğrenen Ellison, ‘Yelken beni dinlendirmiyor; tam tersine işyerindeki gerginliğin alternatifi’ diyor. Bana garip gelen bir yaklaşım ama olsun. İdeal teknesi ise jakuzi ve basketbol sahası ile Katana. En büyük sportif hedefi Amerika Kupası yelken yarışını kazanmak.

Yelken ve motoryatı birarada düşünebilen pek fazla denizci yoktur aslında. Yelkenli tekne mi, motoryat mı? Rüzgar gücü mü, makine gücü mü? Kişi bu sorulara genellikle meşrebine göre, bazen cüzdanına göre cevap verir. Ben, iki nedenle de, rüzgar diyenlerdenim.

Her ikisi birden diyebilen şanslı kullardan biri Ellison. Diğeri ise ezeli rakibi Allen.

Ellison’un yelken merakını anlattık. Allen’a gelince... 97 metrelik Tatoosh adlı ‘küçük’ mega yatının filikalarından biri beni vuruyor doğrusu; 12.5 metrelik German Frers tasarımı, karbon fiber yelkenli, Tatoosh’un iskele tarafında simsiyah duruyor. Benim Halki’den büyük. Ama, ama işlevi aynı; gerçekten.

Bunu kıskanmadığımı söylersem, bana yalancı dersiniz. Demeyin; çünkü kıskandım. Gerçekten.

Vakko yarışı İstanbul’a yaraştı

Geçen hafta sonu Boğaz’da yapılan Vakko Cup yelken yarışı, İstanbul’un denize, denizin İstanbul’a ve dahası yelkenin tarihi İstanbul siluetine ne denli yaraştığını bir kez daha gösterdi.

Vakko Cup daha ilk yılında, yelkenlilerin İstanbul’u bir tual olarak kullanmasını sağlayarak, şehre sportif heyecan getirmenin çok ötesinde İstanbul’a bir ‘deniz şehri’ kimliği kazandıracak önemli bir adım attı. Doğru; belki mayamızda pek deniz yok, o yüzden biraz zaman gerek ama Vakko Cup, İstanbul’un unutulan deniz boyutunun ortaya çıkmasına kuşkusuz yardımcı oldu. Kıyıda, yelkenlileri izleyenler arasından deniz estetiğine ilgi duyan bir avuç kişinin çıkması bile İstanbul’un deniz şehri kimliğinin ortaya çıkmasına çalışanlara büyük destek verdi.

Dünyanın öbür ucundaki Yeni Zelanda’nın Auckland Şehri ‘yelkenler şehri’ olarak bilinir. Bu onyılların deniz ve yelken sevgisinin sonucu kuşkusuz. Ama, İstanbul’da da bir yerden başlamak gerekiyor kuşkusuz. Ve bu başlangıç iyiydi.

Sportif anlamda da ciddi bir mücadeleye sahne oldu Vakko Cup. 83 teknede toplam 682 mürettebatın yelken bastığı bu en geniş katılımlı yarışın başlaması ile İstanbul Boğazı trafiğe kapatıldı. Ödül töreninde kazananlar ve kaybedenler sporcu ruhu içinde bir aradaydı.

Şimdi hedef İstanbul’da çok büyük bir Uluslararası Deniz Şenliği düzenlemek olmalı.

İstanbul’un 2010 yılında Dünya Kültür Kenti ilan edilmesi çabaları çerçevesinde, bir deniz şenliği büyük önem taşıyor. Dünya donanmalarından savaş gemileri, tarihi gemiler, yelkenliler, balıkçı motorları, yani yüzen her şeye açık bir şenlik. Kıyıda kadırga leventleri ile Karayip korsanları karşılaşsın, Barbaros Hayreddin ile Andrea Doria sohbet etsin. Haydi.

Güvenlik

Kedi köpeğe can yeleği

Teknesine kedi ve köpeğini almak isteyip de, ‘denize köpek düştü’ manevrası yapmaktan korkanların derdine çare Crewsaver’dan geldi. Dört boyu olan can yeleği piyasada. Her cins kedi ve köpeğe uygun olan yeleğin malzemesi kalın köpük; gece görüşü için fosforlu bandı ve brandadan tutamağı var ki, denize düşen can çekilip çıkartılabilsin. www.crewsaver.co.uk

Moda

Yelkenci şıklığı Sonia Rykiel’den, Balenciaga’ya modacılar bu yaza, denizci giysileri ile damga vurdu. Bahriye
subayı giysilerini andıran altın düğmeli koleksiyonu ile Balenciaga eski günlerin gemilerine atıfta bulunurken,
Sonia Rykiel genç kadın giysilerine yelkenci rahatlığı verdi. Tag Heuer ve Chopard yeni saat koleksiyonlarında
denizi öne çıkartırken, Channel ve Y-3 çantalarında halat benzeri malzemeler kullanarak tuz kokulu koleksiyon-
lara imza attılar.

Bavaria Yat

38 ve 42’lere çağrı

Adriyatik Denizi’nde yarış sırasında Bavaria Match 42 teknelerden birinin salmasının düşmesi sonucu, altı mürettebattan biri öldü. Alman Bavaria şirketi sattığı 150 Match 38 ve Match 42’yi salmalarının gözden geçirilmesi için bakım merkezlerine çağırdı. Yapılan açıklamada, teknenin, salmasını yarış sırasında kayalara çarpmış olabileceği, mürettebatın yarışa devam etmesi nedeniyle kazanın meydana geldiği belirtildi. Bavaria, Würzburg yakınlarındaki fabrikada, yılda değişik boylarda 2500 kadar tekne üretiyor ve geliştirdiği seri üretim teknikleri ile maliyetleri düşürerek, yatçılığı kitlelere yayan öncü Avrupa şirketlerinden biri olarak tanınıyor.

Tekne Çantası

Ütülü giysiler için

Ne kadar dikkatli katlarsanız katlayın, giysileriniz tekneye gidinceye kadar buruşur; sanki hiç ütülenmemişler gibi. Yelken giyimi şirketi Musto’nun yeni çantası yelken kumaşından ve tamamen su geçirmez. Şeklini hiç
kaybetmeyen 64 litrelik çantayla isterseniz suya düşün fark etmez. İngiltere fiyatı 30 sterlin artı KDV.
www.musto.co.uk

Deniz Kitapları

Bu yıl hasat iyi

Denizciliğe ilginin artmasını, yayınlanan kitapların çokluğu gösteriyor. Yelkencilerin tartışma sitelerinde ‘eskiden daha çok kitap yayınlanırdı’ diyenler olsa da, veriler bunun pek de doğru olmadığını gösteriyor. 2004 yılının sonu ile 2005 yılında yayınlanan kitaplar, deniz aydınlanmasının boyutlarını gösteriyor:

Amatör Denizci Elkitabı

İstanbul Deniz Zindanı 1740

Meltemle Esen Deniz Damlaları,

Osmanlı Gemileri

Alanya Gemileri, Ortaçağ Kalesi’nde Gemi Graffitileri

Ben Bir Türk Zabitiyim

Mesudiye Zırhlısı, Efendi Kaptan Kurtar Bizi

Adalar Denizi Kılavuzu

Sarıldım Minik Teknemin Halatına

Kırmızı Çizgili Ekvator

Okyanusta Bir Türk Kızı

A’dan Z’ye Yelkende Denizcilik Terimleri

Yelken Seyri

Anında Hava Tahmini

Sezar Atmaca’ya teşekkürler. http://www.denizlerkitabevi.com

Rüzgar baba

Haldun Sevel


Davetlisiniz denizler ülkesine

Buraya gelin, denizler ülkesine. Denizde, teknenizle cennet koylarda yaşamak, kendinizle ve çevrenizle iyi geçinmek, şevkat duygularınızı canlandırmak, kalbinizi sevgiye açmak, kıymet bilmek için buraya gelin. Gücünüzü görmek, sade ama insanca ve mutlu bir yaşam için buraya, denizler ülkesine gelin.
Yazının Devamını Oku

Kaptan’ın seyir defteri

12 Haziran 2005
Bu köşeyi yazmaya başlarken acemi olduğumu belirtmiştim. Size bir haberim var: Bugün biraz daha az acemiyim. Biraz takdire, başarıları paylaşmaya ihtiyacım var. Söze dayalı bir kültürümüz olduğu için davranışlarımızı atasözleriyle dayanaklandırmayı severiz. Bu atasözlerinin bazıları da benim tüylerimi diken diken eder. Yiğitliğin onda dokuzu kaçmaktır derler mesela. Bunu kim demiştir, neden demiştir?

Ben kaçmadım. Rüzgarın sert ve kafadan estiği geçen pazar günü Kalamış Marina’dan denize açıldık, Halki’nin hanımıyla beraber.

TEK FALSO

Cahil cesareti de bir güzel deyiştir, bilenler bilir. Halki küçük bir tekne değil. Sadun Boro’nun Kısmet’i, 11.60 metrelik Halki’den 1.60 metre küçüktü ve dünyayı dolaştı onunla. Ben acemi, Halki’nin hanımı hem cahil hem acemi ama deniz aslanları gibi tonozu (denizde bağlanma yeri), koltukları bırakıp dümeni hafif iskeleye kırarak, kazasız belasız ayrıldık. Tek falso tonozun ipini denize düşürmemiz oldu; onu da telefonla hallettirip, sorumlu denizcilik yaptık.

Marina’dan çıkıp Kalamış Koyu’nu gördüğümde göğsüm hafif kabarmadı değil. Halki tıngır mıngır gidiyor, etraf tekne dolu ve onlara çarpmıyorum, hiçbiri acemi olduğumu bilmiyor, Halki’nin kaptanı olarak el sallıyorum aleme. Tüm hayatımı etrafında geçirdiğim bu koydan, bebekken yüzme öğrendikten sonra onu unuttuğum için inceden bir de özür diliyorum.

Etraf optimistlerle dolu; küçük çocuklar eğitmenlerin eşliğinde yelken öğreniyor. Yol hakkı onların, unutma iskele iskele geçilecek. İskele sol, sancak sağ. Unutma.

Çakar ile kıyı arasından yavaşça süzülüp Fenerbahçe Burnu’nun açıklarına yöneliyoruz. Rüzgar güzel. Yelken basmak gerek.

Deneyim bilgiyi içselleştirir. Bende bilgi var, yelken ile ilgili olarak okuduklarımı yanyana dizseniz, halk kütüphanesi kadar raf gerekir. Ama deneyim az, yok denecek kadar az. Sonuçta engin kuramsal bilgi, uygulamada elimin ayağımın birbirine dolanmasına engel olamıyor.

Yelken basmak için teknenin pruvasını (burnunu) rüzgara çevirmek gerek. Bu kolay. Sonra yelken basılacak. Yalnız tekneyi birinin, yani Halki’nin hanımının, rüzgara dönük tutması lazım ki, yelken basarken zorlanılmasın ve çarşaflanmasın. Ki bu ilk defada ciddi olarak çarşafladık.

Cenova (ön yelken), Halki sıkı bir iskele yapınca terse dolandı ve rüzgarın etkisi ile yapraklanarak büyük bir gürültü çıkartmaya başladı. Malum rüzgar sert ve herkes bakıyor, kıyıda yürüyüşe çıkanlar bile. Bu bir rezalet. Gaz-debriyaj dengesi yapamayıp, yokuşta arkadakine çarpmak gibi. Trafikte kaybolursun, bir sürü beyaz, kırmızı, mavi araba var. Oysa bir tane Halki var. Beni tanırlar, hep anlatırlar. Anonim kalamazsın bu denizlerde. Çok kötü madara olduk.

GÜNGÖRMEZ YAKASI

Ve tabii çatışma. Kolları kavuşturup denize bakmalar falan. Ben de bir yandan kızıp, bir yandan dolandığımız çarşaftan nasıl çıkacağımı düşünüyorum. Kaptan buldu sonunda, daha ayrıntılı talimat verdi ve cenovayı halletti, bastı. Ardından anayelkeni de.

Poyraz ile Kınalıada’ya doğru çıkıp, sonra apaz (rüzgarı yandan alarak) seyri ile adalara paralel, Büyükada’nın ilerisine kadar gittik. Sağanaklarda 18-19 deniz miline çıkan rüzgarın cilvelerini öğrendik, Naviga Cup yarışını uzaktan izledik.

Ama seyir boyunca ana yelkenin güngörmez yakasının (yelkenin teknenin kıçına bakan kenarı) bol gelmiş bir pantolon gibi sarkmasına ve yapraklanmasına engel olamadık. Herşeyi denedik, olmadı. Ah o kitaplar yanımda olsaydı.

Dönüşte iki bot yardımı ile yanaştık; zordu ama oldu. Aklım yapraklanmada; kitaplığa baktım evde, yok. Gazetedeymiş.

Pazartesi günü ilk yaptığım şey, gazetedeki odamda, Sezar Atmaca ve Selahattin Erkanlı’nın Türkçe’ye kazandırdıkları, Resimlerle Yelken ve Arma Ayarları kitabını bulmak oldu. Hatayı keşfettim.

Acemilere soruyorum: Acaba hata neydi?

Korsanlardan yelkene destek

Çarpıcı filmleri ile insanlara denizi sevdiren ya da korkutarak soğutan Hollywood, bu kez yelken sporunu herkese yaklaştıracak bir pazarlama adımı atıyor. Karayib Korsanları 2 filminin tanıtımı için dünyanın en önemli okyanus yarışlarından biri olarak gösterilen Volvo Ocean Race ile bir anlaşma yapan Walt Disney, bir tekne ile yarışa katılacak.

Yelken yarışçılığının Formula 1’i olarak nitelenen Volvo Ocean Race, 5 Kasım 2005’te İspanya’nın Sanxenxo Kenti’nde liman yarışı ile başlayacak. Okyanus geçişi bir hafta sonra Vigo Limanı’ndan başlatılacak ve yaklaşık 8 ay sonra henüz adı açıklanmayan bir İsveç Limanı’nda bitecek.

Yarışta 9 okyanus etabı bulunuyor. Bu etaplarda tekneler dünyanın en tehlikeli denizlerini, en sert hava şartlarında aşacak. Ulaşılan limanlarda ise liman yarışları yapılacak. Hedef yelken sporunu sevdirmek. Yapılan anlaşmanın ayrıntıları açıklanmadı ancak Temmuz 2006’da vizyona girmesi beklenen filmin yıldız oyuncularının bazı limanlarda profesyonel yarışçılarla biraraya gelip, filmin tanıtımını yapacakları söyleniyor.

SANİYEDE 10 METRE

İlk kez 1973 yılında yapılan bu yarış birbirinin aynı teknelerle 4 yılda bir tekrarlanıyor,

Bir önceki yarışın ardından sıfırdan tasarlanan teknelerin üretimi sürdürülüyor. Boyları 21.5 metre olan bu tekneler teknolojinin son olanaklarından yararlanılarak yapılıyor. Hem tasarım, hem de kullanılan üretim malzemeleri anlamında 21. yüzyıl teknolojisini yansıtan bu tekneler hafif, hızlı ve çok dayanıklı oluyorlar.

Teknelerde kullanılan teknoloji, birkaç yıl içerisinde amatör teknelerin üretimine de yansıdığı için yarışlar yelkenciliğin gelişimine büyük katkı sağlıyor.

Güney Okyanusu en korkulan etap. Dağ gibi dalgalar arasında minicik kalacak olan dev tekneler, rüzgar ve deniz durumuna göre saniyede 10 metre hızla yol alacakları için denize düşenin kurtulma olasılığı çok az, çünkü su çok soğuk.

Johnny Depp’le konuşmalar

Film başına 18 milyon dolar kazanan Johnny Depp ve filmin diğer yıldızları yarış teknesine binerlerse ekip lideri ile şu diyaloğu yaşayabilirler:

Jakuzzi nerede? Yok. Sıcak su sıran haftaya.

Papaya nerede? Papaya yok. Aslında hiç meyve yok. İstersen bir dilaltı vitamin al, portakallısı güzel.

Ayakkabılarımı nereye koyacağım? Ayakkabıları değil... Bir çift ayakkabıyı; o da kaymaz olacak.

Kokar ama. Doğru çok kötü kokarlar çünkü 9 çift ayakkabı daha var.

Akşam yemeğinde portakallı ördek istiyorum. Sıcak suyla ıslatılmış erişte, yahni; körili veya körisiz. Mönü bu, seç seçebildiğini.

Kitap

Vira Demir’den yeni baskı

İstanbul’dan Antalya’ya kadar uzanan kıyılara ilişkin ayrıntılı deniz bilgisi veren kılavuz kitabı Vira Demir’in yeni baskısı çıktı. Sadun Boro’nun yazdığı kitap sığınılacak koyları, balıkçı barınaklarının son durumunu ve fenerlerle ilgili ayrıntılı bilgi veriyor.

Şenlik

Oruç Reis Portsmouth’da

İngiltere, efsanevi Amirali Lord Nelson’un Napolyon’un donanmasına karşı kazandığı Trafalgar Zaferi’nin 200. yıldönümünü büyük bir şenlikle kutluyor. 30 Haziran - 2 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşecek şenlikte Oruç Reis Firkateyni Türkiye’yi temsil edecek.

www.festivalofthesea.co.uk

Yeni tekne

11 Metre güzellik

Tayland, dünya yelkencilerine yeni bir tekne armağan etti. El yapımı Doubloon 36 tik güverte ve tamamen ahşap kabini ile sunuluyor. İlk kez geçen yıl Annapolis Fuarı’nda sergilenen Doubloon 36 standart konteynere sığdığı için alıcılara kolay ulaştırılıyor. 150.000 $

www.celebrityyachting.com/prod_2.asp

İstanbul’da yelken

Vakko Cup

Vakko yelken yarışı dün İstanbul Boğazı’nda yapıldı. Üç kategoride yarışan teknelerden kazananlar ödüllerini bugün alacak.

Haber takibi

Tokollar Hürriyet için yazacak

Nikon Türkiye temsilcisi Karfo Karacasulu tarafından sağlanan bir fotoğraf makinesi ve Hürriyet’in verdiği bir dizüstü bilgisayar ile donanan dünya gezgini Tonguç ve Yeşim Tokol çifti yaşadıklarını Hürriyet okurları ile paylaşacak.

Rüzgar baba

haldun sevel

O balıklar kaç para

Aylardan şubat ve soğuk bir denizdi. Midilli-Bademli arasında viya böyle seyirdeydim. Soğuktan elleri morarmış bir balıkçı bana el sallayıp sigara işareti yaptı. Sokulup poşet içinde sandalına sigara attım. O yıl bahar geldiğinde yine aynı yerlerde felekten bir gün çalıyordum. Bir balıkçı sandalı yaklaştı. Balıkçı poşete iri kolyosları doldururken sordum: ‘O balıklar kaç para?’ Balıkçı şu cevabı verdi: ‘Sen onların parasını vermiştin abi.’ Poşet, üşümüş balıkçıya sigara verdiğim poşetti.
Yazının Devamını Oku