Tekne insanları

Deniz göçebelerinin Bodrum yaşamları

Türkiye’nin Ege ve Akdeniz kıyıları son yıllarda çok sayıda yabancı tekneye ev sahipliğine başladı. Marinaların kaliteli hizmeti, geleneksel misafirperverlik ile birleşince, özellikle Kemer’den Çeşme’ye uzanan kıyılarımız, teknede yaşayan ve yaşam alanı olarak da Türkiye’yi seçen yüzlerce kişinin yurdu oldu. Bodrum, Türkiye’nin dışa en açık kıyı kasabası olarak ünlendiği yıllarda kuşkusuz deniz göçebelerinin en çok rağbet ettiği limandı. Bugün, Genel Müdür Ömer Karacalar ve ekibinin yönettiği Bodrum Milta Marina’da teknede yaşayan ve dört türe dahil olduklarını gördüğüm yüzlerce denizci yaşıyor. İşte dört tür tekne insanından örnekler.

TUZU KURULAR

Özel yelkenlide güzel yaşam

Attila Özçelik bir işadamı. Ankara’da, uydu telefonları konusunda uzmanlaşmış Globalstar Avrasya adlı bir şirketi var. Eşi, iki küçük çocuğu ve yardımcıları ile yazlarını Anamur adlı teknesinde geçiriyor. Anamur, özel yapım bir yelkenli. Özçelik, gençliğinde başlayan yelken merakını bugün de sürdürüyor. Akdeniz’de yelken yapmadığı bölge yok. Yaşını söylemiyorum: ‘Deniz insanı dinç tutar’ diyor purosunu tüttürürken; saat 14.00 gibi. ‘Çocuklar açısından da iyi oluyor. Kent’in (oğlu) teknede yapmadığı iş yok. Eğitici oluyor.’ İçine girmeyenler bilmez, özellikle yelkenli teknelerde hacim kullanımı önemlidir; farklı alanlar ve hacimler yaratmak gerekli ama zordur. Yelkenciler ‘Teknen daima ihtiyacın olandan iki metre küçüktür’ derler; sonsuza giden bir önerme. ‘Arkadaşlarıma evimde 4 oda, 2 salon, 1 teras var diyorum. Gerçekten de var.’ 16 metrelik keç Anamur, güçlü arması, maun iç mekanı, bakır oyma zevkli kapıları ile çok özel bir tekne. İçinde de güzel bir yaşam sürülüyor.

OFİSİM DENİZDEDİR DİYENLER

Marina komşuluğu daha iyi

Elaine ve Ian Davis çifti İngiliz. Utangaç kocası fotoğraf çekilmesini istemediği için tekir kedisi Tabby ile 11.40 metrelik Boobalena adlı teknesinde poz veren Elaine, İngiltere’de belediyelerin katılacağı önemli bir profesyonel sergiyi Bodrum’dan düzenliyor. Eşi Ian yazılım mühendisi. Tekneleri, Bodrum Milta Marina Yönetim Binası önüne aborda olmuş; telefon bağlantıları yerinde, teknenin içinde kablosuz yerel ağ var. Boobalena ile yıllardır denize açılmıyorlar: ‘Ev ile denize açılındığı nerede görülmüş?’ diyor Elaine. ‘Bodrum size ucuz gelir. Neden ev tutmuyorsunuz?’ dediğimde ‘Denedik olmuyor, teknenin yerini tutmuyor’ diye yanıtlıyor Elaine. Marina komşuluğunu, ev komşuluğuna yeğliyorlar. Ian gitmek üzereyken başını çıkartıp, yoğun Kuzey İngiltere aksanı ile selamlıyor bizi. Keyfi yerinde. ‘Burada en büyük sorun ne?’ diyorum hemen. ‘Cep telefonu ile internete bağlanmakta zorluk çekenler ilk bana geliyor. Danışmanlık ücreti alsaydım, zengin olurduk’ diyor; o yüzden saklanıyor galiba.

DÜŞLERİNE KAVUŞANLAR

Denizde kendim oluyorum

İngiliz Mike Hartley, emekli elektrik mühendisi. ‘Yanlış anlamayın’ diyor ‘Elektrik prizi takmazdım; baraj gibi, fabrika gibi tesislerin elektrik işlerini yapardım.’ İngilizler onun gibiler için ‘yaşlı deniz tuzu’ ya da ‘yaşlı deniz köpeği’ der. Oyster 42 tipi, 13.10 metrelik yelkenlisi Indulgence’ın havuzluğunda konuşurken ‘Ben gençliğimi yaşamadım pek. Bu tekneyi alabilmek için 15 yıl çok çalıştım ve biriktirdim’ diyor. Marinada pek durmuyor; denize açılıyor ve bayıldığını söylediği Gökova’ya gidiyor. ‘Siz sormadınız ama ben söyleyeyim hemen’ diye ekliyor: ‘Bu marina çok iyi yönetiliyor. Personel işini biliyor, hiçbir sorun yok.’ Eşi, annesi hasta olduğu için sık sık İngiltere’ye gitmek zorunda. Yolu İngiltere’ye ancak Noel’den Noel’e düşüyormuş. ‘Neden tekne yaşamı?’ sorusuna yanıtı kısa: ‘Denizde kendim oluyorum.’

AKILCI TEKNECİLER

Ayda 1000 dolar yeter

Yılın yarısını Hollanda’da, kalan yarısını Sadiq adlı Bavaria 38 tipi 12.3 metrelik yelkenlilerinde Bodrum’da geçiren emekli Hollandalılar: Ronald Blom ve Will Blom - Blotboom. Sürekli denizdeler. Hollanda’dan arkadaşları sıkça Bodrum’a uğruyor; onları almak için Milta Marina’ya gelip, sonra yine ver elini Gökova. ‘Sürekli teknede yaşayamayız’ diyor Will. ‘Hacim sorunu var. Gerçi uyum sağladık ama tekne ev gibi değil.’ Hollandalı çift, kara ile denizin hoş bir karışımını yaşıyorlar. ‘Yıllar yılı Kuzey Denizi ve kanallarda küçük yelkenlimizle gezdik. Sonra Sadiq’i aldık’ diyen Ronald, ‘Burada yelken çok keyifli ve Türkiye ucuz. Tam bize göre’ diye ekliyor. ‘Böyle yaşamak için tekneyi aldıktan sonra kaç para gerekir ayda? 1000 dolar yeter mi?’ soruma, kısa bir tereddütten sonra ‘Yeter. Ama belki arada iyi lokantalara gitmek için de biraz para harcamak gerekir’ diyor.

Ütay’ın sessiz öğretmeni Halki

Yıllar yılı hazırlık yaparlar, teknenin eksiklerini giderirler, günleri marinalarda, mevsimleri çekek yerlerinde geçer o an gelsin diye.

Yıllar yılı hayal kurarlar, bir sonraki yaz, kış, ilkbahar, sonbahar -bu defa kesinlikle- denize açılacaklardır; önce yakın uzaklara uzun, sonra upuzaklara daha da uzun yolculuklar yapacaklardır.

Uykusuz gecelerde sıcak yataklarda fırtınalar atlatıp güzel koylara demir atarlar, aşık olurlar, terk edilirler, muzaffer yola çıkışlar, muzaffer dönüşler yaşarlar.

Ve bu düşler, hep bağlandıkları tonozlarda, onarılıp cilalandıkları çekek yerlerinde kalır.

Orta sınıfın birazcık kalınlaşması yüzünden seçeneklenen küçük dünyalarımız unuttursa da, çok değil 25 yıl önce denizi merkezine alan bir yaşam tarzı oluşturmak bugünkünden çok zordu. Deniz, ancak ağızlarında gümüş kaşıkla doğanların topa girebildiği bir alandı. Bilinen klişe ile ‘denizci bir ulus olmadığımız’ için emekçi denizci tabanımız çok küçüktü ve bu da denizlerde çoğalamamanın en önemli nedeniydi.

Uzun yıllar önce, 1976’da 16 yaşında kısa bir gezi için babam ve kardeşimle gittiğimiz Alanya’da deniz beni ne kadar sıkmıştı. Bomboş, üzerinde tek bir teknenin olmadığı, hareketsiz bir Akdeniz. Arada bir geçen pancar motorlu bir balıkçı teknesi; o kadar. Çok uzakta tek bir gemi görmüştüm; kapkaranlık gecede aydınlık, hareketli bir çizgi, motor sesi boğuk boğuk geliyordu.

HAYATIN İFLASI

Stanley Kubrick’in harika filmi Dr. Strangelove’u seyredenler anımsayacaktır. O filmdeki manyak bombacı generali Sterling Hayden oynuyordu. Film çekilirken alkolizm dahil birçok dertle boğuşan Hayden, gençliğinde, Amerika kıtasının kuzeydoğu sahillerinin balık zenginliği ve sisi ile ünlü Grand Banks bölgesinde bir zamanlar miço ve yelkenci, kürekçi olarak çalışırmış.

Benim, Alanya’nın bomboş denizine bakıp sıkıldığım 1976 yılında yayınlanan Voyage adlı kitabında Hayden şöyle diyor: ‘Bir yolculuğun gerçekten anlam taşıması için, aynı yaşamın kendisi gibi, mali dengesizliğin sağlam temellerine sahip olması gerekir. ‘Denize açılmak istiyorum ama param yetmiyor’ diyenlere yetmeyen şey aslında gitme cesaretleridir, güvencelerin kanser yapan disiplinine boğulmuşlardır. Hepimiz güvencelere taparak yaşamlarımızı gündeliğin tekerlekleri altında eziyoruz. Farkına varmadan yaşam bitiyor. Seçenek basit: Cüzdanın mı iflası, yoksa yaşamın mı?’

Hayden, mahkeme kararını çiğneyerek, çocuklarını bir süre annelerinden ayırma pahasına, onlarla uzun bir Tahiti yolculuğuna çıkan yani riskli de olsa seçim yapabilen biriydi.

ÇOK SESLİ BESTE

Marinalarda dolaşmayı hep sevdim.

Rüzgarda yelkenli tekne armalarının çıkardığı garip ve zaman zaman modern çok sesli müzik bestelerini andıran sesler, birbirinden farklı tekneler (gerçi son yıllarda seri üretimin tekne yapımına damgasını vurması ile benzeşme arttı), birbirini tanımayan insanların selamlaşmaları, denizin tam içinde olmaları beni hep marinalara çekti. İç çekip ‘Benim de olsa’ ya da ‘Bizimki daha güzel’ demeler.

Halki’yi de öyle Bodrum’da bir marinada gördükten sonra aldık; hiç aklımda yoktu ama. Formu çok hoşuma gitti, biraz hüzünlüydü, 15 yaşındaydı ama birkaç yıldır kullanılmamıştı, elden geçmesi de gerekiyordu ama Neptün’e uyduk aldık. Çok para vermedik yanlış anlaşılmasın; ağzımızda gümüş kaşık ile doğmamıştık.

Kızım da ağzında gümüş kaşık ile doğmadı. Türkiye’de yavaş da olsa palazlanan orta sınıfın 5 yaşındaki bir çocuğu.

Şimdi her hafta sonu tekneye gidiyoruz kızım Ütay, Halki’nin hanımı ve arkadaşlarım ile; onun çıkartmalar ile kişiselleştirdiği, girip havuzluğa bakan lomboza tık tık vurduğu ayrı bir kamarası var; geçen cumartesi ilk kez uyudu orada.

Yelken seyrinde, tekne yattığında dengede durmayı öğrendi. Bağlı iken bile tutunarak yürümesi gerektiğini, teknede söylenenlerin sektirmeden yapılacağını biliyor. Arada bir denizin ortasında ‘Sıkıldım, dönelim’ dese de, dümen tutmaya bayılıyor, sıkıntısını dümen tutmak gideriyor.

Öğüt vermeyen sessiz bir öğretmen olarak Halki, kızıma, düşleri bağladığı tonozda, cilaladığı çekek yerinde kalmasın, istediği deniz hangisiyse ona açılabilsin diye güç ve cesaret vereceği için, donanım sağlayacağı için değerli. Tüm tekneler gibi...
Yazarın Tüm Yazıları