Şükrü Küçükşahin

Bu dönemin kaynakları

11 Ağustos 2008
ERGENEKON davası, bazı özel belge ve konuşmaları ortalığa yayılan, davayla ilgisi olmayan üçüncü kişileri çok üzecek haksız sonuçlar yaratacak. Sanıklar açısından dahi, ifşa edilen bazı bilgiler tamamen özel hayata ait olduğundan ciddi insan hakkı ihlalleri içeriyor.

Hukuk ve izlenen yöntemler açısından da çok haklı eleştiriler var. Ancak görünen o ki bu dava bir dönem için turnusol káğıdı olacak.

İlk ortaya çıkanlar da devlet adına kirli işleri üstlenen, sonra kulvar dışına çıkıp, çeteleşerek maddi çıkar şebekesi kuranlar oldu.

Davanın en önemli hizmeti bu yapının gözler önüne serilmesi olacaktır. Benimse bu dönemle ilgili merak ettiğim başka şeyler bulunuyor.

MİLLETİ GAZA GETİRENLER

Merakım, ancak dava bitince giderileceğinden, dilerim 13. Ağır Ceza Mahkemesi, en azından Anayasa Mahkemesi’nin AKP davasındaki hızını yakalar. AKP’ye ve hükümete karşı, "Vuralım, kıralım" tarzı en sert, en özden gelen örneklerle süslü söylemlerin sahipleri, nasıl oldu da kenarda tutuldu?

Bilmem kaç kişiye önderlik ederler hiç merak etmedim; ama delikanlılığı, muhalif söylemi küfür sanıp milleti gaza getirmeye çalışan, kendini tunç sanan, beli ise paraya göre dönenlerin, bu dönemin sonunda kimin yanına park edeceğini görmek çok heyecan verici.

Tayyare gibi yükselip, çok süratle uçanlar nereye inecekler acaba; örneğin, yılların özlemini gidermek için Meclis’e olabilir mi?

Yakın tarihimizdeki benzer davaları ve olağanüstü dönemleri anımsadığımızda, bu davanın da muhakkak çok mahir kaynakları vardır, diyebiliriz.

Bu kaynakların, Ergenekon’un neresinde olduklarını; nereye kadar yükseldiklerini; mangalda kül bırakmayacak şekilde hangi olayları tetikleyip, teşvik edip, sonra da belli merkezlere aktardıklarını elbet göreceğiz.

Eser yazacağım, diye kendisini savcı yerine koyanları da...

YA SİYASİ KANAT

Ergenekoncuların devleti ele geçirme, yargıyı teslim alma, askere hükmetme konusunda başarılı olduğunu söyleyemeyiz; ama belgelere, telefon konuşmalarına bakacak olursak milyon dolarlar havalarda uçuşup duruyor.

Sahi sanıkların, gerçek malvarlıkları ortaya çıkarılabilecek mi?

Baktığımızda 1 Mart tezkeresine karşı çıkan askerlere hesap kesiliyor gibi bir hava söz konusu; o zaman tezkereye karşı çıkan siyasiler ne olacak?

Gerçi CHP, daha başından Ergenekoncuların avukatlığına soyunarak kendisine verebileceği zararı verdi de peki, tezkereye karşı çıkan AKP’lilere de bir fatura kesilecek mi, kesilecekse bu nasıl bir fatura olacak?

Başbakanlık, Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt arasındaki hayali bir konuşmayı, dezenformasyon diye, sert bir dille kınadı.

Ancak, aynı iddianamede Erdoğan’ın Mehmet Ağar’a 60 milyon dolar verdiği de yazıldı; üstelik hiçbir belgeye da dayanmıyor, tam bir dedikodu.

Ağar, sesi çıktığınca itiraz etti; ya Başbakanlık niye ses çıkarmadı?

Doğrusu daha merak edilecek çok şey var; ama biz gazeteciler için en güzeli, bu dönemde sadece gazeteciliğin hakkını vermek olsa gerek.

Bakalım kimlerin çocukları ileride anaları/babaları için ne diyecek?
Yazının Devamını Oku

Sızdırılan(!) gizli buluşmanın öyküsü

7 Ağustos 2008
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül ile Başbakan Tayyip Erdoğan’ın gece yarısı 5.5 saat süren gizli Çukurambar buluşması ortaya çıktı ya, AKP’yi destekleyen bazı yazarlara göre buluşma gizli değildi, aksine sızdırıldı; ilginç hem de Hürriyet’le Milliyet’e sızdırıldı! O gün Faruk Bildirici’nin izin günü olduğundan haber yönetimi bendeydi; o nedenle her aşamasını izlediğim bu sızdırmanın(!) öyküsünü anlatayım. Akşam 19.30 gibi Erdoğan’ın İstanbul programını iptal ettiği haberi gelince, Başbakanlık Muhabirimiz Hasan Tüfekçi harekete geçti, 21.00 gibi, Ankara’ya dönen Erdoğan’ın evinin yolunu tuttu.

ÖNÜ KESİLEN MUHABİR

Eve doğru giderken Hasan’ı Milliyet Muhabiri Murat Pazarbaşı aradı, "Başbakan şimdi evden çıktı; ama önümüzü kestiler takip edemedik" dedi.

Hasan, Aydınlık kavşağından U dönüşü yapıp sağda beklemeye başladı.

Az sonra arkada tepe lambasız tek koruma araçlı 34 F 8548 plakalı Başbakanlığa ait Mercedes yanından geçince Hasan uzaktan takibe başladı. Ama, Akköprü kavşağındaki yol çalışması nedeniyle oluşan trafikte izi kaybetti.

Dikkatinizi çekerim; trafiği açma yok; aksine yoğun trafiğe giriliyor.

Hasan, güzergáh nedeniyle Balgat veya Çukurambar’daki AKP’lilerin evlerini düşünerek oraya yöneldi; bu sırada paslaştığı Murat, AKP Genel Merkezi’ne geçti.

Etrafta kimse yoktu; ama birazdan boş Mercedes garaja girince Başbakan’ın yakın bir yerde olduğu sonucuna vardılar.

İlk durak Bülent Arınç’ın evi oldu, tüm çevre sokaklar tarandı.

O sırada Mondeo marka Başbakanlık koruma aracını gördüler, çevre taramasını genişletiler ve Cumhurbaşkanı ile Başbakan koruma müdürlerini Hüdaverdi Pastanesi’nde yakaladılar, hemen uzaktan fotoğraflarını çektiler.

Hasan beni arayarak, "Abi, Abdullah Gül de burada galiba" dedi. İnanamadım, "Hasan olamaz, aman dikkat emin olalım" dedim. Neyse, sokağın bir ucunda Murat, diğerinde Hasan konuşlandı; saat 23.00 gibi korumalar hareket edince yeni bir uzaktan takip başladı.

SIZDIRACAK BİR TEMAS DAHA VAR

İki koruma, zaman zaman farlarını kapattıkları otoyla bir apartmanın etrafında tur atınca, sonradan AKP Milletvekili Mehmet Tekelioğlu’nun evinin de bulunduğunu öğrendikleri Kar Apartmanı’na ulaşmış oldular.

Bu turlar sırasında korumalar, muhtemelen Hasan’la Murat’ı fark ettiler; çünkü birazdan sekizinci kattaki perdelerin aralanıp bakıldığını gördüler. Uzun bekleme başladı, 01.46’da Mercedes’in plakası takılmış bir Passat girdiği garajdan yolcularıyla 15 dakika sonra çıktı.

Araç yanlarından geçerken fotoğraflar çekilince Başbakan koyu renkli aracın arka camından geri dönüp Hasan’lara baktı.

15 dakika sonra dairenin ışıkları söndü; Hasan’la Murat ise 03.00’e kadar Gül çıkar diye beklediler; ama çıkan olmadı.

Gül’ün varlığı ile ilgili kuşkuyu ise ertesi gün Tekelioğlu giderdi.

Adres bulunana kadar Hasan’la Murat’ın Başbakanlık çevresinden tek bir kişi ile görüşmesi olmadığını da belirteyim. Ne sızdırma haber değil mi; hele bir de bu sızdırmayı örtmek için "Atatürk ile İnönü de gizli buluşurlardı" diyorlar ya, hiç sormayın.

Hep saldırdıkları, diktatörlük dedikleri dönemi tanık gösterir oldular. Hani bu iyi gelişme de, Başbakan’ın, bu gizli buluşmasından iki gün önce bir gizli teması daha oldu; onu da artık bu arkadaşlara sızdırsınlar!
Yazının Devamını Oku

Yeni bir başmüzakereci

4 Ağustos 2008
ANAYASA Mahkemesi’nin kararı ardından bütün beklentiler AKP’nin bundan sonra nasıl bir yol haritası izleyeceği üzerinde yoğunlaştı. AKP’nin elindeki sarılacak en önemli ip AB sürecini hızlandırmak. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başta olmak üzere AKP’yi destekleyen çoğu çevre ve kişiden bu ses yükseliyor.

AKP kulislerine bakarsak Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kafasında da bu var. AB sürecinde sonuca bir an önce ulaşmak için her şey yapılacak ve işe de başmüzakereciden başlanacak.

Malum, Ali Babacan hem Dışişleri Bakanı hem de Başmüzakereci; ama iki görevi bir arada götüremediği yönünde ciddi eleştiri ve kuşkular var. Konunun Bakanlar Kurulu’nda konuşulduğunu, bazı bakanların, "İki görevi ayırmak daha iyi olur" dediğini Erdoğan’ın da karşı çıkmadığını biliyoruz.

KADROLU YOLCULARA MÜJDE

Başbakan’ın AB konusunda ilk yapacaklarından biri Dışişleri’ni Babacan’da bırakıp, Başmüzakereciliğe yeni bir ismi ataması olacak.

AKP’de ta bürokrasi döneminden beri AB ile ilgili birkaç isim var. Bu isimlerin Babacan’a göre daha sosyal olduğu da belirtiliyor.

Bu vesile ile uçağının kadrolu gazetecisi arkadaşlarımız, Brüksel’e seyahatler azalacağından daha çok yeni ülke görme şansını yakalarken, Babacan’a da bakanlıkla daha fazla ilgilenme fırsatı doğabilir.

Türkiye, Ermenistan’la önemli görüşmeler yaparken Kafkas Dairesi Genel Müdürlüğü; PKK terörü yine tırmanırken Güvenlik Dairesi Genel Müdürlüğü; Türkiye tarihinde ilk kez Afrika Zirvesi’ne 20 gün sonra İstanbul’da ev sahipliği yapacakken Afrika Genel Müdürlüğü koltukları aylardır boş tutuluyor.

Böylece belki Babacan vakit bulur, bu konulara da eğilir.

GEREKÇEDEN ÖNCE EYLEM

Erdoğan’dan beklenen ikinci önemli adım ise gerekçeli kararla ilgili. "Mahkemenin gerekçeyi eylüle bırakması önemli bir fırsat" diyen bazı AKP kurmaylarına göre, Başbakan bu zamanı iyi kullanacak.

Gerekçedeki laikliğe karşı odak olma suçlamalarının gereğini bu süre zarfında yaparak, "Gerekçenin baskısı ile bu kararları aldı" dedirtmeyecek.

Bunun anlamı her an kabine değişikliği gelebilir; beklenti de bu yönde.

Beklentiler noktasında, karar sonrası, "Kaygıları hep birlikte giderebiliriz. Hepimizin özeleştiri ve empatiye ihtiyacı var" diyen Cumhurbaşkanı Gül’ün ileriye yönelik tutum ve söylemleri de merak ediliyor.

Örneğin, asker bildiri yayınladıktan sonra nihayet önceki gün, "Kurumların itibarını korumak gerek" diyen Gül’den, Başkomutanlık titrini daha sık anımsaması bekleniyor; yoksa, "O da askere saldırı yapılabildiği kadar yapılsın, inceldiği yerde yarım ağız iki laf ederim, anlayışında" söylentisinin daha da yayılmasına neden olacak.

İşte Erdoğan’la, üstelik bir başka AKP’linin evinde gizli görüşünce hem, "Zaten sadece AKP’nin cumhurbaşkanıydı" dedirtti, hem de "O buluşmada Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç da vardı" yeni söylentisine neden oldu. Açıklayayım, bu söylenti doğru değil, ama gizliliğin olduğu yerde söylenti de olur; umarız bundan ders çıkarılır.

Hazır AKP, AB sürecini hızlandıracakken Gül de eski partisine ayırdığı zamanının fazlasını ülke ülke dolaşıp tarih aldırmaya ayırsa Türkiye’nin sıkıntılarının çoğu kendiliğinden dağılıp gitmez mi?
Yazının Devamını Oku

Erdoğan’ın, Danıştay saldırısı sonrası iması

31 Temmuz 2008
AKP kapatma davasından Hazine yardımını kesme cezası çıktı. AKP’ye laiklik uyarısı yapılırken parti kapatma ayıbı da işlenmedi.

AB üyeliği yolunda yürüyen Türkiye, umarız yeniden böyle bir süreç yaşamaz; partiler daha iyi, daha organize, daha çok çalışarak rakiplerini geçer.

Şimdi artık her şey Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP’ye bağlı.

Bakalım AKP, bundan sonra aynı yolda mı yürünecek, yoksa mahkemenin mesajı ve toplumdaki uzlaşma beklentisini karşılayacak tutum mu takınacak?

Bu davada herkesi rahatlatacak bir karar çıkacağını umanlardan oldum.

Ancak AKP yönetiminde, TBMM Başkanı Köksal Toptan hariç, böylesi bir umudu besleyen olmadığı gibi; Erdoğan ve ekibi sanki şöyle bir sonuç için uğraştı:

KAPATMA MI İSTEDİLER

"Bizim için ilk seçimde en iyi sonuç kapatma halinde çıkar. O nedenle kapatma sonucu yaratacak eylem ve tutuma devam."

Bu çerçevede karar AKP için bir hayal kırıklığı da olabilir hani.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de kapatma bekler görüntüsü verdi.

Yoksa, demokratik hiçbir ülkede görülmeyecek şekilde, kapatma davasından birkaç saat, Yüksek Askeri Şûra toplantısından birkaç gün önce niye Başbakan’la gece yarısı, gizli bir mekanda, gizli bir görüşme yapsın?

Bu gizli buluşmanın nedeni ve amacı bilinmediği için ikilinin, "Mahkeme kapatmazsa biz onlara gününü göstereceğiz" mesajı verdiği, Gül’ün, "Kapatma sonrasında beni yok sayma" dediği yönünde söylentiler yayıldı.

Hangi söylenti yayılırsa yayılsın, hangi senaryo yazılırsa yazılsın Gül, "Herkesin cumhurbaşkanı olmayacak" tezine yeni bir kanıt sundu.

Gül’ün tarafsızlığı ve Erdoğan ile kıyaslandığında "daha fazla devlet adamı" şeklindeki imajının bu gizlilikle örselenmiş olması da ayrı.

Öte yandan her gün gazetecilik dersi vermeye kalkışan hükümet yanlısı medya, bu buluşmayı ne tek satır haber yaptı, ne de yorumladı.

Peki, aynı medya ve AKP, böylesi bir buluşma Ahmet Necdet Sezer ile Deniz Baykal arasında olsaydı ne yaparlardı, ne derlerdi?

HAZIR ERGENEKONCUYKEN

Tahmin edelim; daha Baykal ile Sezer’in Ergenekon üyelikleri ifşa edilmemiş olacaktı; ama yine de "Al sana darbenin alası" denirdi.

Hazır dün, Baykal’ın Ergenekonculuğu da ilan edilmişken Erdoğan’a bir soru sormak gerekiyor.

Ergenekon davasının ana dayanağı olan Danıştay saldırısı sonrasında olayı "Derin komplo" diye niteleyen Erdoğan, "Baykal, ’Rejim kırılma noktası yaşayabilir’ dedi, 24 saat sonra menfur saldırı oldu. Sonra, ’Siyasete kan bulaşmıştır’ diyor. Nerede bulaşmış, kim bulaştırmış? Saldırıyı siyaset mi gerçekleştirmiş? Hayır. O zaman Baykal bu komplonun içindedir" demişti.

Malum, Ergenekon iddianamesine göre MİT, kendisinin göremediği, PTT yolu ile ulaşan bir evraktan keşfettiği Ergenekon örgütü ile ilgili bilgi notlarını 2003 ve 2006’da iki kez Erdoğan’a yolladı.

Yukarıdaki sözler Erdoğan’ın, Baykal’ın Ergenekon üyeliğini beş yıldır bildiği, Danıştay saldırısı ardından bunu ima ettiği anlamına mı geliyor?

Vay be ülkeye bak sen!
Yazının Devamını Oku

Kadrolaşma mı dediniz

28 Temmuz 2008
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, Ertuğrul Özkök’ün kadrolaşma iddiaları ile ilgili sorusuna, "Bunu kabul etmem mümkün değil" diye yanıtladı.<br><br>TSE, Odalar Birliği’nin de etkin olduğu kamu kuruluşlarından biri. Bu nedenle önceki başkan Çorum Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Kenan Malatyalı görevini mayısta Konya Ticaret Odası Başkanı Tahir Büyükhelvacıgil’e bıraktı.

Şimdi bir bakalım, böylesi bir kurumda bile kadrolaşma nasıl?

1996’da Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın özel kaleminde çalışan Aziz Yılmaz, RP kapatma davasından siyasi yasaklı çıkan Şevki Yılmaz’ın ağabeyi.

Refahyol’dan sonra kamudan ayrıldı; iki yıl önce, 59 yaşında TSE’ye döndü.

Ama Ankara’da gören olmadı, görevini hep Gebze’de yaptı.

TEDVİREN ATAMA

Yılmaz, 26 Şubat’ta, Malatyalı’nın olmadığı Yönetim Kurulu toplantısında, Denetim Merkezi Başkanlığı’na koşulları uymadığı için tedviren atandı.

Kendisi hálá Gebze’de oturmaya ve oradan çalışmaya devam ediyor.

Bu işin görev yeri Ankara olmasına rağmen Yılmaz’a tanınan bu ayrıcalığın bir nedeni olmalı. TSE Personel Yönetmeliği’ne göre, bu göreve atanan kişi, tercihen İngilizce, Almanca veya Fransızca bilmeli; en az dört yıllık üniversite diplomalı; standardizasyon, kalite, belgelendirme, laboratuvar, meteoroloji ve benzeri konularda bilgi ve deneyim sahibi olmalı.

Bu durumda Başbakan bir sordursa; orada, bu niteliklere uygun, dört yıl dirsek çürütmüş, kurumda yıllardır çalışan kimse yokmuş da, bir tek iki yıllık mezun Yılmaz mı bulunmuş?

Kurumu yakından izlediği bilinen Başbakan, TSE’nin Yönetim Kurulu’na da Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürü Hüseyin Tekin’i atadı.

Ardından kardeş Ahmet Tekin Denetim Kurulu üyesi yapıldı.

Acaba Başbakan bu atamayı etik, verimli, adil, işlevsel buluyor mu?

Çiçeği burnunda Başbakanlık Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan ise Denetim Kurulu’nun diğer üyesi oldu; şanslı doğrusu, tanıdıklarla çalışacak.

KÖŞK’TEN AÇIKLAMA

Perşembe günkü, "Hayrünnisa Hanım kopyaları ile yetinecek" başlıklı yazım için Cumhurbaşkanlığı Basın Başdanışmanlığı’ndan bir açıklama geldi.

Açıklamada şunlara yer verildi:

"Köşk’te kullanılmak üzere depo müzeden 35 eserin istendiği, bu yöndeki yazının TBMM Başkanlığı’nca kayda alınmadan iade edildiği doğru değildir. Depo Müze’den sadece 35 eserin fotoğrafları, tanıtım bilgileri istendi.

Hayrünnisa Hanım’ın istediği bir vazonun Yıldız Sarayı’ndaki atölyelerde yapılması şeklinde bir mutabakat söz konusu değil.

Restorasyon nedeniyle Cumhurbaşkanlığı’nda bir proje ekibi oluşturuldu. Bu ekibin mart ve nisanda makam odasında sergilenecek objeler konusunda yaptığı çalışma üzerine, 21 Nisan’da Yıldız Çini ve Porselen İşletme Müdürlüğü’nden, satışa sunulan ve daha önce üretilen birkaç parça vazonun üretiminin mümkün olup olmayacağı soruldu.

Birbirinden tamamen bağımsız iki farklı olay birbirine karıştırılarak, gerçekle bağdaşmayan bilgilerle kamuoyu yanıltılmaktadır."
Yazının Devamını Oku

Hayrünnisa Hanım kopyaları ile yetinecek

24 Temmuz 2008
ANIMSATAYIM Hayrünnisa Hanım, 1 Nisan’da Dolmabahçe Sarayı’nı gezmiş, Osmanlı döneminde saray ahalisinin günlük kullanımında olan eserlerin halka sergilendiği Depo Müze’ye de uğramıştı. Hayrünnisa Hanım orada 35 parça eseri beğenerek, bunları, restorasyon sonrasında Köşk’te kullanılmak üzere TBMM’den talep ettirmişti.

Konuyu gündeme getirmemin ardından TBMM Başkanlığı ile Köşk yetkilileri arasında yüz yüze görüşmeler yapıldı ve talep listesi TBMM tarafından evrak kaydına alınmadan iade edildi.

Sonra ne oldu diye baktım ve bir uzlaşma sağlandığını öğrendim.

20 BİN YTL VE YEDİ AY

Aldığım bilgelere göre, TBMM Başkanlığı, talep edilen 35 eserin verilmesinin söz konusu olamayacağını Cumhurbaşkanlığı’na anlattı.

Ancak, "Talep etmeniz halinde, istediğiniz eserlerin bire bir kopyasını yapıp size satabiliriz. Kopya eser yapmada Yıldız Sarayı’ndaki atölyelerimiz son derece başarılı" seçeneğini de Çankaya’ya yazı ile bildirdi.

Biliyorum, TBMM’de de birçok tarihi eserin çok başarılı kopyaları bulunuyor, bunların hepsi de Yıldız’daki atölyelerde üretildi.

Anlaşılan Köşk bu seçeneği benimsedi; çünkü geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı’ndan TBMM Başkanlığı’na bir talep yazısı geldi.

Yazıda şu anda Depo Müze’de sergilenen bir vazonun kopyası isteniyordu.

TBMM talebi olumlu buldu; ama 20 bin YTL maliyet çıkardı.

Maliyet yüksek; çünkü üretimden kalkmış bir vazo olduğu için yeniden kalıp dökülecek, aynı malzeme bulunacak ve titiz bir işçilik gerçekleştirilecek.

Ayrıca, bütün bu işlemler için de en az 7 ay beklenecek.

Şimdi durum Köşk’e bu ayrıntıları ile bildirildi.

Bakalım Hayrünnisa Hanım, fiyata ve süreye "Olur" diyecek mi?

Evet, çözüm bu noktada böyle bulundu ve Hayrünnisa Hanım’ın yeni talepleri de olursa bu şekilde karşılanacak; ancak yine de ortada şu soru duracak:

Cumhuriyet döneminin simgesi olan Köşk’te, Osmanlı dönemini simgeleyen eserlerin kullanılması oranın mirası, ruhu ile uyuşur mu, uyuşmaz mı?

Biliyorum, Genel Sekreter Mustafa İsen’in hassasiyeti büyük; ancak konu yine de bir uzmanlar kurulu ile tartışılsa iyi olmaz mı?

HEDİYELER GÜL MÜZESİ’NE

Köşk’ten söz etmişken, Mehmet Yılmaz’ı, sık sık gündeme getirdiği Suudi Kralı’nın Harünnisa Hanım’a hediyesi konusunda biraz bilgilendireyim, diyorum.

Mehmet Yılmaz, anladığım kadarıyla, ne kadar sıklıkta bu hediyenin değeri ve envanteri konusunda soru sorsa da uzun süre yanıt alamayacak.

Bekleme süresi daha da uzayabilir; ama yanıt için en erken Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün görev süresinin bitmesini bekleyecek.

Öğrendiğime göre Gül, 9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i örnek aldı.

Demirel, İslamköy’de bir müze yaptırdı ya sanırım Gül de Kayseri’de aynı şeyi yapacak; görev döneminde verilen hediyelerle kullandığı eşyaları burada sergiletecek.

Bu nedenle Mehmet Yılmaz uzun zaman bekleyecek, diyorum.
Yazının Devamını Oku

Buna ne diyeceksiniz Mir Bey

21 Temmuz 2008
NAYLON faturacı Orhan Aslıtürk, Turan Çevik gibi birçok ünlü hakkında soruşturma yapan Gümrük Kontrolörü Bayram Çolak, AKP Genel Başkanvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ın ortak olduğu Menas A.Ş. hakkında hayali ihracat iddiasıyla rapor düzenledi. Konuyu gündeme getirmemin ardından Çolak’ın başına doğrusu çok şey geldi.

Fırat, Çolak’ı önce Gümrük Müsteşarlığı’na şikáyet etti; sonuç alamadı.

Bu kez 14 Mart 2007 günü yetkili kurul olmamasına rağmen Başbakanlık Teftiş Kurulu’na bir mektup yazdı; Çolak’ın CHP’den milletvekili aday adayı olmasının rapora kesin etki ettiğini, menfaat temeline dayalı bir organizasyonla karşı karşıya kaldığını savundu.

Fırat, büyük harfleri bana ait olan, şu suçlamada bulunup teftiş istedi:

"Kontrolörün mesleğe giriş tarihindeki servet beyanıyla bugünkü serveti karşılaştırıldığında, izah edilemeyecek HAKSIZ bir varlığa sahip olduğu ve varlığın eşi, çocukları ve kardeşleri üzerine de geçirdiği GÖRÜLECEKTİR."

UÇAĞI, GEMİSİ VAR MI

Fırat’ın bu başvurusu üzerine Kurul Başkanı Mutalip Ünal, Başbakan Tayyip Erdoğan’dan onay istedi.

5 Nisan’da verilen onay üzerine Başbakanlık Başmüfettişleri Mehmet Gürbüz ve Mehmet Emin Baysan 3 Aralık 2007’de biten bir araştırma yaptılar.

Erdoğan’ın 18 Aralık’ta imzaladığı bu sonuç raporunda, Çolak’ın yanı sıra eşi, üç çocuğu, üç kardeşi, eşinin kardeşiyle annesi hakkında kamu kurumları; özel, kamu ve yabancı bankalar nezdinde araştırma yapıldığı yazıldı.

Raporda görülüyor ki, ilgili tüm kurumlara, bu kişilerin otomobilleri, ziynet eşyaları, menkul ve gayrimenkulleri, gemileri, uçakları, hisse senetleri olup olmadığı soruldu.

İlginçtir bu isimlerin bazılarının tek bir mal varlığı dahi çıkmadı.

Kısa keselim, raporun sonuç bölümünde şu ifadelere yer verildi:

"Bu kişilerin normal gelirleriyle elde edilmeyecek bir hesap, para hareketi veya harcamaya rastlanmadığından; Bayram Çolak ile eşinin kardeşleri arasında iki havale ve bir ödeme dışında makul olmayan bir ilişki bulunmadığından; Çolak’ın kanuna veya genel ahlaka uygun olarak sağlandığı ispat edilmeyen mallar veya ilgilinin sosyal yaşantısı bakımından geliriyle uygun olduğu kabul edilmeyecek harcamalar şeklinde ortaya çıkan haksız edinilmiş bir mal varlığı tespit edilmediğinden soruşturmaya gerek bulunmadığına..."

MAHKEME GÖREVİNİ YAPTI DEDİ


Yine kısa keseyim, Fırat bununla da yetinmedi Çolak’ı mahkemeye verdi.

Ankara 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nden 9 Temmuz 2008 günü şu karar çıktı:

"Sanığın görevini yaptığı kanaatine varıldığından, görevi kötüye kullanma suçunun oluşmadığından beraatına..."

Şimdi bu durumda bir hukuk adamı olarak, hukuku savunmak adına sık sık oldukça sert ve kırıcı bulunan açıklamalar yapan Fırat’a, Çolak’ın hukukunu sormak gerekmez mi?

Peki ya Başbakan Erdoğan, "Arkadaşlarımdan geldi diye, her şikayeti işleme koyacaksam kamu görevlileri görevlerini hangi cesaretle yapar, yolsuzlukların üzerine nasıl gider" diye düşünüp; Çolak hakkında, "GÖRÜLECEKTİR" kesinlikteki iddiasıyla asılsız suçlama yaparak kendisini ve müfettişleri aylarca gereksiz uğraştıran Fırat’tan bir açıklama isteyecek mi?
Yazının Devamını Oku

Şener, Arınç ve etik

17 Temmuz 2008
BÜLENT Arınç, 9 Temmuz’da NTV’de Murat Akgün’ün sorularını yanıtlarken çok ilginç değerlendirmeler yaptı; ama "Ergenekon" gölgesinde kaldı. Arınç, ertesi gün AKP’den istifa edecek Abdüllatif Şener için, "Ahlaki olan partiyle ilişkisini kesmesidir. Bir saniye bile kalmamalıdır" dedi.

Şener’in AKP üyeliğini sürdürürken parti kurma çalışması yapmasını etik bulmayıp gündeme getiren biri olarak bazı anımsatmalar yapmak istiyorum; ama önce Arınç’ın aynı yayındaki şu sözlerini okuyalım:

"Abdüllatif Bey’le aynı çizgiden geliyoruz. Milli Görüş gömleğini ben giydiysem, o da giydi. Merve Kavakçı ile yan yana basın toplantısı yaptıysam, o da yaptı. Eşlerin başının örtülü olması bir eksiklikse birilerine göre, benimki de seninki de öyle. Çizgimiz aynı, düşüncemiz de bugüne kadar aynıydı. Beni topa tutanlar seni alkışlıyorsa bir süre kullanmak içindir."

KULAKLAR ÇINLAMIŞ OLMALI

Arınç’la aynı mantıkta olmadığım için, tesadüf ki o gün Başbakan Danışmanı bir köşe yazarının alkış tufanına tuttuğu Hasan Cemal Abi’miz başta birçok solcu, liberale, "Geçmişte sol/liberal gömlekler giydiniz, hepinizin eşlerinin başı açık, yoldaşlık yaptığınız binlerce arkadaşınızla aynı düşünceleri paylaştınız. Bugün arkadaşlarınızı topa tutan Arınç veya arkadaşları sizi alkışlıyorsa, bir süre kullanmak içindir" demeyeceğim.

Ama, Arınç’ın sözleri tarihe geçmiştir, isteyen istediği biçimde okur.

Şimdi dönüyorum Şener ile Arınç arasındaki etik bakış farkına.

Sayın Arınç, FP’den en son istifa edenlerden biri sizdiniz.

Terk ettiğiniz, Milli Görüş’ün babası, Merve Kavakçı’yı milletvekili yapan, rahmetli eşinin başı örtülü, çizginizin önderi Erbakan’dı.

O gün sizi, CNBC-e’de yayına aldım; kulaklıklar kulağımızda yayına girmemizden hemen önce bana, "Şükrü Bey, Hoca’nın batan .... bankasında kaç milyon doları gitti, bilesiniz" dediniz.

FİLM MERAKI BENİ KISKANDIRDI

Bir haber nedeniyle, -kendisi de kabul edecektir, ben haklıydım- gerginlik yaşamamıza rağmen sonrasında ilişkimiz iyi geliştiği için Şener’le, Arınç’a oranla daha rahat görüşen bir gazeteciyim.

Gazeteci-siyasetçi ilişkisi içinde birçok buluşmamız oldu.

Etik tartışmasını açmamdan ve istifasından önce de iki kez buluştum.

Şunu söylemeliyim ki, Şener bana hiç, "Şükrü Bey, Arınç’ın veya falanca AKP’linin şu bankadaki hesabına bakar mısın" tarzı istihbarat vermedi.

O nedenle Şener, Arınç’ın sözlerine karşılık bana, "Kamuoyu kimin ne dediğini görüyor" demekle yetinirken haksız mıydı?
Yazının Devamını Oku