8 Eylül 2008
KISA bir tatil nedeniyle masamda bulduğum bir dosyanın ortaya çıkardığı gerçeği birkaç gün gecikmeyle aktarmak durumunda kalıyorum.<br><br>Konu Rusya’nın Türk ürünlerine gümrüklerde koyduğu geçiş yasağı. Dosyanın bana geliş nedeni, AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın eski ortağı olduğu MENAS A.Ş’nin hayali ihracat soruşturmasına konu edilmesini 2006 Mayıs’ında gündeme getirmemden kaynaklanıyor.
Haberim üzerine Fırat, Habertürk’te, "... çünkü, Ukrayna’da vergiler çok yüksek olduğundan sahte evrak yapılarak düşük şeyler içeri sokuluyor. Ben bunu biliyorum. Haberim var. Eskiden beri bilirim" diye savunma yapmıştı.
TÜRKİYE’Yİ İHBAR GİBİ
Bu sözlerin neye yol açtığını görmek için önce kısa bir özet yapmam gerekiyor.
Gümrük Başkontrolörü Bayram Çolak, MENAS’la ilgili soruşturma yapıp konunun savcılığa intikalini sağlayınca Fırat, Çolak’ı önce Gümrük Müsteşarlığı’na; sonuç alamayınca da mektupla Başbakan Tayyip Erdoğan’a şikáyet etti.
Erdoğan da hemen Çolak için Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu harekete geçirdi; Fırat’ın, "Araştırıldığında mal varlığındaki büyük artış görülecektir" ihbarına rağmen, iki müfettiş Çolak’ın yedi sülalesinin peşine düştü; ama tek bir açıklanamayacak harcama kalemine veya mal varlığına rastlayamadı.
İşte bakın Çolak, o soruşturma nedeniyle 25 Nisan 2007 günü Başbakanlığa verdiği savunmada, neye dikkat çekip uyarı görevini yaptı?
Çolak, Fırat’ın sözlerinin, iktidar partisinin iki numaralı ismi ve Akdeniz İhracatçı Birlikleri eski Yönetim Kurulu üyesi olması nedeniyle, "Türkiye’yi zora sokacak itiraflar" diye kabul edileceğini söyledi.
DİDİK DİDİK EDİLECEK UYARISI
Çolak, savunmasında daha da ileri gitti; aynen aktarıyorum:
"Ukrayna’ya yapılan ihracatların vergilerinin yüksekliği dolayısıyla sahte belgelerle yapıldığını eskiden beri bildiğini söylediği göz önüne alındığında; sorumlu mevkideki bir milletvekilinin bu söylemi son derece sakıncalı, dehşet verici, kaçakçılık yapma niyeti olanları teşvik ve tahrik edici, ülkemizin uluslararası ticari itibarını son derece sarsıcı, Ukrayna’ya ihracat yapan dürüst ihracatçıları zor durumda bırakacağı izahtan vareste olan kayıtlara geçmiş sorumsuz bir beyandır."
Çolak’ın asıl çarpıcı tespiti ise sonraki cümlelerde:
"Sırf bu beyan nedeniyle bundan böyle Ukrayna ve yakınındaki ülkeler tarafından Türkiye’nin tüm ihracatının sonradan kontrol kapsamında didik didik edileceğini bilmek için kahin olmaya gerek yoktur."
Bu arada öğreniyoruz ki Rusya tarafı, birkaç yıldır Türk tarafı ile yaptığı hemen hemen tüm görüşmelerde bu konuyu gündeme getirmiş.
Fırat’ın açıklamaları, Ukrayna ile aynı gümrük rejimini uygulayan Rusya’yı tetiklemiş görünüyor.
Çift fatura uygulaması nedeniyle gümrüklerinde yaklaşık 2.5 milyar dolar vergi kaybı yaşayan Rusya’nın uyarılarını dikkate almamak; üstüne üstlük kendi memurunun uyarılarını da görmezlikten gelmek...
Sonuçta da tabii ki Rusya’ya karşı bir yaptırım şansı kalmaz.
Hele bir de, "Ben veya adamlarım ne yaparsa her şey normaldir" diyorsak.
Oysa Çolak’ın gördüğünü Mir Bey de, Başbakan da, bakanlar da görebilirdi.
Yazının Devamını Oku 4 Eylül 2008
ALİ Babacan’dan sonra Dışişleri Bakanlığı’nın gizli bakanlık haline geldiğini defalarca yazdım. <br><br>Sorunun doğrudan Babacan’la ilgili olduğunu söylemeliyim. Halka bilgi vermektense her şeyi, tek seçicisi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le paylaşmayı yeterli bulan, ara sıra uçağındaki "kadrolu" bir iki gazeteciyle görüşmeyi ihmal etmeyen Babacan’ın tarzını ortaya koyan son bir haberi vereyim de vahameti görün.
Cuma günü medyaya, Babacan’ın Azeri muhatabı ile basın toplantısı yapacağı; ama soru sorulmayacağı mesajı geçildi.
Basın toplantısı, ama soru yok; çünkü bakanın kendine güveni henüz gelmedi!
Babacan bunu da yaptı ya, ne demeli.
ABD RAHATSIZ OLMADI
Babacan gizlenmeye devam etse de herkesin Gül döneminin şeffaflığını arar hale geldiği bakanlıktan bazı haberleri aktarayım.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, bana söylediği, "Göreceksiniz Gül, Erivan’daki maça gidecek" öngörüsü çıkıyor gibi.
Ancak Dışişleri kadroları, Baykal’ın, Ahmedinejad’ın gezisiyle ilgili eleştirilerini ise isabetli görmüyor.
Çünkü, Baykal, "Ahmedinejad’ın, Gül’ün yanında müttefik ABD’yi eleştirmesi diplomatik nezaketten uzak" demişti, Dışişleri buna katılmıyor.
Dışişleri’ne göre ABD, Ahmedinejad’ın eleştirilerinden rahatsız olmadığı için İstanbul açıklamalarına tek yanıt dahi vermedi.
Ayrıca Türkiye, Ahmedinejad’la yapılan görüşmeleri, nükleer krizde taraf olan "Altılar" ile bütün detayıyla paylaştı.
Görüşmenin İstanbul’da yapılması tamamen Türkiye’nin; ancak cuma namazı için Sultanahmet’in seçilmesi ise İran’ın tercihi.
Şundan da emin olmalı; Ahmedinejad’ın söylemlerinde rejimi rahatsız edecek ifadeler vardıysa, bunlarla ilgili tepkiler diplomatik yolla mutlaka iletilmiştir.
BEŞİNCİ GÖRÜŞME HAFTAYA
Bu arada İran’a, "Kışın doğalgazı kesme konusunda artık bizi oyalayamazsınız" dendiği için Gül’ün söylemiyle "Türkiye, sözü dinlenen ülke mi değil mi?"yi anlamak için kışı beklememiz gerekecek.
Şimdi de Dışişleri’nin bir diğer önemli çalışmasına geçeyim.
Türkiye’nin kotardığı Suriye-İsrail dolaylı görüşmelerinin beşincisi muhtemelen haftaya, yine İstanbul’da yapılacak.
Bu görüşmelerin başlamasında Başbakan Tayip Erdoğan’ın özel katkısının altını çizmeli.
Erdoğan’ın bu amaçla bir yılda iki taraf başbakanlarıyla en az 10-12 kez telefon görüşmesi yaptığı bilgisini verirsem ne demek istediğim açıklığa kavuşur.
Her görüşmeden sonra Erdoğan’a çok ayrıntılı bilgi aktarıldığını da eklemeliyim.
Ayrıca, bu görüşmelere Batılı ülkelerin destek vermeye başlamasını da Türkiye’nin önemli bir iş başardığının göstergesi olarak kabul etmeli.
Yazının Devamını Oku 1 Eylül 2008
KAPATMA davası sonrası sohbet ettiğim bazı AKP’liler ile AKP’yi iyi tanıyan siyaset uzmanları dikkatimi, ilginç olay ve tarih çakışmalarına çektiler. Çoğumuz unutmuş olabiliriz; ama sohbet ettiklerimin unutturmak istemediği bu olaylarla tarihler için öyle çok gerilere gitmeye gerek yok, kapatma davasından biraz önceye dönmek yeterli.
Sonuçlarını görmek için ise gelecek yıl sonbaharı beklemeli.
AYNI GÜN OLANLAR
"Fethullah Gülen ABD’den dönecek" haberlerinin 24 Haziran’dan birkaç gün önce çıkmaya başlaması, verilen ilk tarih.
24 Haziran’da ne mi oldu; Yargıtay Genel Kurulu, Gülen’in, yasadışı örgüt kurma suçundan beraatini kesinleştirdi.
Aynı gün akşamı beklenmedik bir gelişme yaşandı.
Başbakan Tayyip Erdoğan o günkü programını tamamladı sanılıyordu; oysa Başbakanlık Konutu’nda mesai henüz bitmemişti.
Erdoğan, bugün Genelkurmay Başkanı olan Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ ile sürpriz bir yemekte bir araya geldi.
Yemeğe Org. Başbuğ’un, korumasız gelmesi buluşmanın ani geliştiğinin işareti sayıldı.
Ertesi gün, "ABD’den Gülen’in yeşil kart talebine ret" haberi geldi; ancak konuttaki buluşmanın sıcaklığı daha kaybolmamıştı ki yeni haber, "Karar bozuldu, Gülen’e yeşil kart hakkı doğdu" oldu.
Böylece, "Gülen dönecek" haberleri bıçakla kesilir gibi bitti.
"Başbakan da, TSK da Gülen hareketinden memnun değil. Bu ortak paydada buluştular" diyen çıkar mı bilmem; ama tarih denkliği dikkate değer görülüyor.
BU KEZ BOZMAMALI
Konuttaki bu buluşmayı, Erdoğan’la şimdi emekli Org. Yaşar Büyükanıt’ın Dolmabahçe görüşmesine benzetip "ikinci mutabakat" diye görenler ise çok.
Kafalarındaki soru ise, "İlk mutabakatı bozan AKP, ikincisinin gereklerini yerine getirecek mi getirmeyecek mi?"
Aynı kişilerin, "Artık bozmamalı" dediklerini belirtelim.
Ağustostaki YAŞ’ta Başbakan’ın sonuna kadar oturmaması ve ihraç olmaması da ilk olumlu sinyaller olarak görülüyor.
Şimdiki beklentileri Anayasa Mahkemesi’nin gerekçelerine uygun tutumlar, hükümette değişiklik, bürokrasinin bazı önemli noktalarına liberal atamalar.
Sonra, "Asıl ölçü, kesin ihraçlı aralıktaki YAŞ. Başbakan’ın şerh koymaktan vazgeçmesi büyük jest olur" diye düşünüyorlar.
Bu beklentinin güçlü olduğunu belirtip son iki adıma geçelim:
"Gülen cemaatinin gücünün kırılması ve AKP kongresinde yeni bir vitrin oluşturulması."
"Peki, AKP bütün bunları niye yapsın" sorusunu da sordum.
"Çünkü, kendi anketlerimiz de kanıtladı. Kapatma olsaydı oylar yüzde 50-60 falan olmayacak, deniz görünecekti" dendi.
Son denilen ise, "Başbakan refleksleri ile değil mantığı ile hareket ederse sorun yok" oldu.
Org. Başbuğ’u, devir teslimde dinledik, şimdi Erdoğan’a bakacağız.
Yazının Devamını Oku 28 Ağustos 2008
GENÇLİK ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay, "5 altın, 5 gümüş, 5 bronz alacağız" dediği olimpiyatlardan 1 altın, 4 gümüş, 3 bronzla döndük. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle, koca Türkiye, bir Phelps kadar olamayınca, 20 Mart 2006’da AKP dönemi bürokrasisiyle ilgili şu yazımı anımsadım:
"Başbakan, sık sık ’İşi ehline veriyoruz’ diyerek Sezer’e göndermelerde bulunuyor; ancak belediyede birlikte çalıştığı arkadaşları için pek de ’ehil’ kaygısı taşımıyor gibi görünüyor.
Sadece bir örnek vermekle yetinelim.
Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay, görevini 3 yılı aşkın süredir vekáleten yönetiyor; çünkü Sezer kendisini yeterli, ehil bulmuyor.
Başta futbol ve Türkiye’nin birincilik kürsülerini hiç boş bırakmadığı halter olmak üzere, yüzmede, voleybolda, basketbolda, atletizmde son yıllarda yaşanan hüsranlar Sezer’e haklılık kazandırırken, sporla çok ilgili olduğu halde Erdoğan, bu başarısızlıkları görmek istemiyor."
O NE GÜRLEMEYDİ
Ertesi gün arayan Atalay, yüksek sesle nasıl gürledi hálá anımsarım.
Önceki gün Akşam Gazetesi’ne de benzer şeyler söylemiş; "Öyle projelerimiz var ki çocuklarımız gelecek olimpiyatlarda göğsümüzü gerecek" demiş.
Abdullah Gül’ün asaleten atadığı ilk bürokratlardan olan Atalay, altı yıldır bu görevde olmasına rağmen hálá geleceğe yönelik umutlarla işi götürme çabasında.
Kolay değil tabii, böylesine bir başarısızlığın altından kalkmak.
Önce Çin’den, faturayı belediyelerin futbola ağırlık vermesine kesti; ancak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı da haklı olarak, "Altı yıldır sen ne yaptın?" diye sorunca susma yoluna gitti.
Oysa haksız değildi, belediyeler zaten o illerde yeterince Süper Lig’de temsilci varken diğer spor dallarına yönelebilir, sokak aralarına yaptırdıkları sahalarla, binlerce oyuncu yetişmesini sağlayabilirlerdi.
Bunu yapmadılar, nedenini de en iyi Atalay biliyor olmalı.
Yan yana koltuklarda kaç maç izledi bilemiyorum; ama keşke o zamanlarda, "Başkan, futbolu bıraksanız şu dallara yönelseniz" deseydi.
ELİNİ ÇEKMESİ GEREKENLER
Neyse, bunu da geçtik, yine Çin’den "Başarısız dallardaki federasyonların yöneticileri bir daha seçilemeyecek" haberini veren Atalay, "Birilerinin elini taşın altına sokması lazım, biz soktuk" demeyi de ihmal etmedi.
Anımsatayım Erdoğan da, "Burada kendim başta sorumlu tutuyorum" dedi.
Sanırım bu sözleri okuyan herkes emin olmuştur ki, her iki isim de hiçbir federasyon seçimine müdahale etmedi, seçimler rekabet içinde geçti.
Evet, Başbakan tespitinde haksız değil, başta kendisi durumu sorgulamalı, Atalay ise elini taşın altından çekebilir.
İyi de olur; çünkü deniyor ki o kırılmış elle artık bir şey yapamaz.
Ama bilinmez bakarsınız "başarılara" toz kondurmadan yoluna devam eder; sonuçta bu dönem bürokratları arasında belediye başkanlığından beri Başbakan’a yakın olma şansı yakalamış Atalay’ın bir ayrıcalığı olabilir.
Atalay, Londra olimpiyatları ardından da çıkar yeni umutlu projelerden söz eder olur biter; nasılsa işin ehli oldu ya artık.
Yazının Devamını Oku 25 Ağustos 2008
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve hükümetin Kafkasya politikası konusunda ilginç iddialarda bulundu.<br><br<Baykal, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın ziyaretini hiç unutmuş değil. "Ben Tahran’da yolları kapatmazdım" diyen Ahmedinejad’ın hükümeti de küçük düşürdüğünü, hükümetinse bunu görmezlikten geldiğini savunan Baykal, içine sindiremediği bir durumu şöyle dillendirdi:
"Adam, Cumhurbaşkanı’nın yanında, ABD’ye verip veriştiriyor. Tamam, ABD’ye saygı göstermezsin; ama bulunduğun ülkenin hassasiyetlerine duyarlı olursun. Olmuyor, bizimki de yanında durmuş dinliyor. Peki, karşılığında ne elde ettin? Söyleyeyim; hiçbir şey."
Baykal, "Yok, ’Bağdat harap olmadan’ dedim. Desen ne yazar? Adamın seni dinleyecek hali yok ki. O şovunu yapmak için geldi. Sense akıl vermek için çağırdın öyle mi? Gülünecek durum" sözleriyle de Gül’ü hedef aldı.
RUSYA’YA DESTEK GEZİSİ
Görüşmemizde dış politikada çok tehlikeli şovlar yapıldığı inancında bulduğum Baykal, Başbakan Erdoğan’ın "Sarkozy perişan oldu, ben Rusya’ya gittim her şeyi çözdüm" havası yaydığını düşünüyor.
Erdoğan’a, "Hiç de öyle değil, Kafkasya girişimleriniz tam bir fiyasko" diye seslenen Baykal, Rus basınında çıkan şu başlıkları tanık gösterdi:
"Türkiye, Rusya’ya hak verdi", "Türkiye, Rusya’yı desteklemeye geldi", "Türkiye Başbakanı, saatlerimizi ayarlamaya geldik, dedi."
Sonra da, "Yani, Moskova’ya Rusya’yı desteklemeye gitmişiz" diye ekledi.
Ermenistan politikasının "kepaze edilmesi gerektiğini" söyleyen Baykal, "Başbakan, Azerbaycan’a niye gitti?" diye sordu, yanıt da verdi: "Türkiye’nin Ermenistan politikası kırılacak, onun için gitti. Azerbaycan’a bunu hazmettirmeye çalışıyor. Soykırım iddiası ve Karabağ’ın işgali göz ardı edilerek yapılacak bu. ABD’nin de, Batı’nın da istediği bu."
Bendeki bilgiler farklı ama Baykal, bir iddiada daha bulundu:
"Bakın, Cumhurbaşkanı da Erivan’a, Ermenistan-Türkiye maçına gidecek. Maç da bu kırılmanın işareti. Bu teslimiyet daha başka şekillerde de olacak."
Bu arada Baykal’ın, Şaban Dişli konusunu, yeni yasama döneminde TBMM’nin birinci maddesi yapacaklarını söylediğini de belirteyim.
AYGÜN İNANDIRICI OLMALI
Ergenekon davası kapsamında bir süre tutuklu kalan ATO Başkanı Sinan Aygün’le, evinde bulunan ve kara para kapsamında el konulan 2.5 milyon Euro ile ilgili yaptığım görüşmeyi haber olarak verdim.
O görüşmemde Aygün’e, paranın tefecilikten kazanıldığı yönündeki iddialar da dahil akla gelecek her soruyu yönelttim.
Aygün, paranın kaynağının gayrimenkul satışlarından geldiğini, yapmaya hazırlandıkları bir yatırım için de evde tuttuğunu anlattı.
Bunu bütün belgeleri ile kanıtlayacağını da sözlerine ekledi. Buna gerçekten de ihtiyaç var; çünkü dünyada hangi işadamı 2.5 milyon Euro’yu (4.5 milyon YTL), haftalarca, belki de aylarca kasasında tutar?
Bu paranın günlük faizinin bile binlerce YTL olduğunu düşünürsek hiç de haksız bir soru değil, o nedenle Aygün bütün belgeleri ortaya sermeli. Hele bir de el koyma kararının, gözaltından 28 gün sonra, yani bir inceleme/araştırma süreci yaşandıktan sonra alındığı ortadaysa ayrıca önemli.
Yazının Devamını Oku 21 Ağustos 2008
AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli, AKP içinde, her kesimle diyalog yollarını açık tutan, ilişki kurmakta sıkıntı çekilmeyen isimlerden biri. O nedenle ki bazı yandaş yazarlar, AKP’lilerin sadece kendileriyle ilişki kurmasına alışık oldukları için Dişli’nin bu yanını anlayamıyorlar.
"Dişli’nin arası şu medya grubu ile çok iyi; ama onunla ilgili yolsuzluk haberi en çok bu medyada yer buldu" diye şaşkınlık geçiriyorlar.
Nazlı Ilıcak hariç konuya hemen hemen girenin olmadığı bu kesimin habercilikle ilgisi olmadığından, herkesi kendileri gibi biliyorlar.
O nedenle, sırf AKP yöneticisi olduğu için Dişli’nin adının karıştığı arsa skandalına neredeyse hiç yer vermediler.
Hadi onlar iktidar yandaşı; ama demokrasi, yolsuzluk dendiğinde "Tarafız" diyenlerin utangaç haberlerine, adlarının önündeki liberal sıfatıyla övünen kendilerini akıl küpü sanan bazı payandaların sessizliğine ne demeli?
Hiç şaşırmadım; çünkü onlar "Bırakınız yapsınlar, bırakınız zengin olsunlar, nasılsa bize de düşüyor" diyenlerden olsalar gerek.
PARTİSİ SAHİP ÇIKTI
CHP’nin çalışkan isimlerinden Kemal Kılıçdaroğlu, çok ciddi bir olayı ortaya çıkardı, buna karşın açıklığı ile tanıdığım Dişli, inandırıcı olamadı.
Dün de arayıp ulaşamadığım Dişli, ortalığa geç çıkmakla yetinmedi, soruları yanıtsız bırakıp kayıplara karışma yoluna başvurdu.
Sanırım bunda partisinin ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın tutumu rol oynadı.
AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ, basın toplantısında Dişli’nin yanında yer alıp onu savunarak partisinin desteğini gösterdi.
İktidara gelmenin sıcaklığı ile, "Ya ticaret, ya siyaset" diyen Başbakan ise bazı bakanlar, "Çocuklarımız taş mı yesin" deyince bu sözlerini yutma yoluna gitti; ortaya çıkan pek ciddi yolsuzluk iddiası karşısında, iddiaya konu edilen arkadaşlarının kendisine bilgi vermesini yeterli gördü.
Üstüne üstlük bir de, "Ben de bu maaşla geçinemiyorum" diye dert yandı.
Oysa hem o arkadaşlarını dinleyip hem de iddiaları araştırtsaydı bugün, Dişli de başkaları da çoktan bulundukları koltuktan ayrılmış olurdu.
AKP, işte asıl o zaman diğer partilerden farkını gösterirdi.
Ama Dişli niye istifa etsin ki, maşallah bazı evlatlar, sağlıklı olmasa da, her gün bal, börek, çörek, çikolata yiyor.
SİYASETÇİ KARMAŞIK İŞLERE GİRMEZ
Bu olayda da hadi diyelim ki Kılıçdaroğlu’nun iddiaları tamamen yanlış.
Peki, Dişli gibi önemli bir siyasinin bu kadar karmaşık ticari ilişki içinde olmasına, örneğin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in, "İş takipçisi" diye şikáyet edip tutuklanmasını sağladığı yeğenini aracı koymasına yakışık bir tutum diye bakılamaz.
Dişli’nin ortaklık konusunda söyledikleri zaten çelişkili de hiç doğru değil ama ortak olsa dahi bir siyasinin kişisel servetini böylesi karmaşık bir ticari etkinlikte kullanması kabul edilemez.
Bütün bunlara karşın, sonuçta Başbakan, istifa istese, "Çoktan istifa etmesi, mal varlığını açıklaması gereken çok arkadaşı var" denecek, alamadıkça da Dişli’den bu niye istensin ki?
Dişli, "Günah keçisi tek ben miyim, benim çocuklarım ne yesin" diye sorma hakkına sahip değil mi?
Yazının Devamını Oku 18 Ağustos 2008
ÜÇ yıldır, yeni kurulan üniversitelere akademik personel yetiştirmek amacıyla yurtdışına mastır ve doktora öğrencisi gönderiliyor. Birinci yıl bu konuda çeşitli tartışmalar yaşandı; konu Danıştay’a da gitti ve sonuçta bir çözüme ulaşıldı.
İlk yıl bin 200, ikinci yıl da 500 şanslı ve başarılı öğrenci yurtdışında 5 yıl sürecek eğitim olanağını yakaladı.
Kim gitti, kim gitmedi diye geçmişe bakmanın anlamı yok.
YÖK, 2008/2009 dönemi için bugünden başlayarak, 22 Ağustos’a kadar bin 400 öğrencinin resmi burslu statüde yararlanacağı yeni grup için ilanlar yayınlamaya başlayacak.
Bakalım YÖK’ün bu ilanlarını bugün, hangi gazetelerde göreceğiz?
Duyduğum önce, "İnternet ilanı yeter" denmiş; ama sonra, itiraz gelir, iptal olur diye bazı az satan gazeteler yeterli görülmüş; dilerim yanılırım.
TATİLCİLER DİKKAT
Yine kulağıma gelenlere göre böylece başvurular, önceden haberlilerin (Kimler olabilir ki!) ilgisi ile sınırlı tutulacak; yazın sıcağında Bodrum’da modrumda tatillerini geçirenler ise saf dışı kalacak.
Konuyla ilgili bilgi almak için başvuranlar arasında türbanlı öğrencilerin epey yer etmesi de buna bir gösterge olarak dillendiriliyor.
Eğitim camiasında böylesi şeytanlıkları düşünecek, "İlla hükümet yanlısı öğrenciler gitsin" diyecek kimse çıkmaz eminim; ama ben yine de bu şansı yakalamak isteyen tüm öğrencileri uyarıp bilgilendireyim diyorum.
İlan süresi bugün başlayıp cuma günü bitecek. Başvurular 25 Ağustos-5 Eylül arasında elektronik ortamda, "ylsy.osym.gov.tr" adresinde kabul edilecek, bilgi için 0 312 298 80 50 No’lu santral kullanılacak.
Bu yıl LES yerine ALES (Akademik Yüksek Lisans) sınavı esas alınacak.
Puanı 75 ve üzeri olanlar bu haktan yararlanırken 2006’dan itibaren LES sınavına girmiş olanlardan 70 ve üzeri alanlar da aynı şansa sahip. Başvuru için diploma notlarının ise 10 üzerinden 7, 100 üzerinden 70, 4 üzerinden de 2.75 olması şart.
SPONSORLAR MERAK KONUSU
Eğitimden söz etmişken, Milli Eğitim Bakanlığı merkez binasındaki tefriş çalışmalarına da değineyim.
Bakanlık ve Müsteşarlık katında üç yıl ara ile ikinci tefriş yapılıyor; böylece müsteşar yardımcıları da çalışmaktan ter içinde kaldıkları günlerde banyo olanağına kavuşmuş oluyor.
Bu tefrişatın Vakıflar Bankası’nın sponsorluğunda yapıldığı biliniyor.
Yönetim katına bu yapılırken diğer bölümler de ihmal edilmedi; ancak banka, bu kadar büyük sponsorluk yapamadığı için yenileri bulunmuş.
Bu noktada bakanlığın, sonuçta eğitime katkı sağlayarak güzel iş yapmış olan bu sponsorları ve davet usulü ile işi verdiği firmayla ilgili ayrıntıları açıklamasında yarar var; çünkü, neler söyleniyor neler?
Sırf maliyet artsın diye masa sandalyeler kırılıyormuş; firma ortaklarıyla bakan akrabaymış; ortada sponsorlar yokmuş, okul yapmak için oluşturulan Eğitime Yüzdeyüz Destek Fonu kullanılıyormuş, vs., vs.
Benden söylemesi.
Yazının Devamını Oku 14 Ağustos 2008
CUMHURBAŞBAKANI Abdullah Gül, bugün İstanbul’da İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad’ı ağırlayacak, önemli bir görüşme yapacak. Ziyaretin çok apar topar yapılması eleştiri aldı; ama acelecilik görüşmenin ana konusu olan İran’la ABD arasındaki nükleer krizden kaynaklanıyor.
Yani, zaman sıkıntısı yaşanan bir durum söz konusu.
Bu görüşmede Gül’ün Ahmedinejad’a ciddi mesajları olacak.
Türkiye’nin bölge ülkeleri nezdinde büyük itibar kazandığına, sözü dinlenilir ve güvenilir hale geldiğine inanan Gül, -ki Suriye ile İsrail arasındaki dolaylı görüşmelerdeki Türkiye’nin rolünü buna en iyi örnek kabul ediyor- İran’ın da aynı duygular içinde olduğunu düşünüyor.
İşte kendine olan bu güvenle, bugün muhatabına öncelikle, bir bölge ve dünya tablosu çizerek seslenecek.
AMAN ACELE HAREKET ET
Gül’ün bu konuşmasındaki bazı satır başları şöyle olacak gibi:
ABD yönetiminde, İran konusuna farklı bakışlara sahip olanlar var; bunu görüş ayrılıkları şeklinde de görmek mümkün.
İran konusunda daha yumuşak bir politika izlemesi beklenen Barak Obama, seçimi kazanmaya daha yakın göründüğünden, İsrail şu anki ABD yönetimine, acil bir karar vermesi için baskı yapıyor, çok aceleci davranıyor.
İsrail’in bu baskısının hiç sonuç yaratamayacağını söylemek zor; bu nedenle ciddi bir zaman darlığı yaşadığımızı düşünmeliyiz. Sorunun çözümünde tek yolun diplomasi olması gerektiği açık ve önümüzde Avrupa’nın önemli bir teklifi bulunuyor.
Teklifin, karmaşık bazı yanlarına rağmen, çok iyi olduğunu sizin de kabul ettiğinize inanıyorum.
Bu teklife zaman kaybetmeden yanıt vermenizde büyük yarar var; çünkü İran’ın zaman kazanmaya çalıştığına dair inançlar güçleniyor.
Biz elimizden geleni yapacağız; ama sizden de acele hareket etmenizi bekliyoruz, bu bütün dünyanın da beklentisidir.
AB İÇİN YÜRÜTME YASAMA ZİRVESİ
Doğaldır ki Gül’ün önündeki tek konu İran değil.
AB konusunda bundan sonra nasıl bir performans sergileyeceğini merak ettiğimi önceki yazılarımda dile getirmiştim.
Öğrendiğim kadarıyla Gül, konuyu sürekli sıcak tutuyor.
İleriye yönelik programlarını da bu çerçevede oluşturmaya çalışıyor.
Mayıs ayına kadar, AB’nin önemli 3-4 ülkesine resmi ziyarette bulunacak; aynı sürede üç AB ülkesinin devlet başkanını da Türkiye’de ağırlayacak.
Ayrıca Frankfurt Kitap Fuarı’na katılıp Alman yönetimiyle buluşacak.
Aynı sürede Türkiye’de yapılacak "Su" ve "Uygarlıklar" zirvelerine katılacak AB üyesi devlet başkanları da Gül’ün AB kulisine muhatap olacaklar.
Gül, bunların yanı sıra, içeriye yönelik AB programları da yapıyor.
En önemlisi TBMM’nin yeni yasama dönemi başlar başlamaz, yasama ve yürütmenin AB ile ilgili bütün birimlerinin başkanlarını buluşturmak olacak.
Bu buluşmaya TBMM Başkanı Köksal Toptan ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın katılımı da söz konusu; Dışişleri Bakanı Ali Babacan ise kesin gibi.
Doğrusu da Gül gibi bir Cumhurbaşkanı’nın gündeminin, Başbakan’la gizli, acemilik dolu gece yarısı görüşmeler yapmak yerine bunlarla dolu olmasıdır.
Yazının Devamını Oku