16 Haziran 2008
TÜRKİYE-Çek Cumhuriyeti maçı için TTNet’in organizasyonu ile Cenevre’deyiz, ama burada da siyaset bizden uzak durmuyor. <br><br>Her kesimden önemli isimlerle Cenevre’nin her köşesinde karşılaşmanız mümkün.
Konu da dönüp dolaşıp yine siyasete geliyor.
AKP İstanbul Milletvekili Reha Çamuroğlu’nun, Alevi açılımı konusunda kendisine verilen sözlerin yerine getirilmemesi nedeniyle Başbakanlık danışmanlığından istifasının sonuçları ile ilgili sorulara muhatap oldum.
İstifanın AKP için bir güvenilirlik sorunu yarattığı kesin.
Bir milletvekilinin ağzından, AKP’nin tabanını rahatsız edecek özgürlüklerin önünü açmada ne kadar soğuk davrandığı ortaya çıktı.
Yazının Devamını Oku 12 Haziran 2008
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, şu günlerde yakın çevresindeki bir istifanın şokunu yaşıyor. AKP kulislerine bomba gibi düşen bu istifanın perde arkasını, yine bu kulislerden sızan bilgiler ışığında aralamaya çalışacağım.
AKP’nin Alevi açılımının mimarı olduğu için Erdoğan’ın, danışmanlığına getirdiği İstanbul Milletvekili Reha Çamuroğlu sert bir mektup yazarak bu görevinden istifa etti.
Başbakan’ın yakınları, "Ya yapma bunu; ’enjoy it’ (Keyfine bak)" dese de Çamuroğlu kararından vazgeçmedi.
Bunun üzerine mektubu geçen hafta alan Erdoğan harekete geçti.
Çamuroğlu ile görüşüp neden bunu yaptığını sordu, yanıtını da aldı.
VERİLEN SÖZLERİ YAPMADINIZ
Çamuroğlu, mektubunda Alevi açılımı konusunda kendisine verilip de yerine getirilmeyen pek çok sözü anımsatıyordu, Erdoğan’a.
Yetinmedi, birkaç soruyu da orada tekrarladı:
"Sayın Başbakanım, Alevilere karşı ayrımcılığın bitirilmesini istedik. Bitti mi? Sorabilir miyim; bürokrasinin üst kademelerinde, valiler arasında kaç Alevi var? Sadece bir vali mi? Bu yeterli mi? Peki emniyet müdürleri arasındaki durum ne? Ya altı yıllık iktidarımız boyunca devletten ihale alan kaç Alevi yatırımcı var? Belki hiç yoktur!"
Çamuroğlu, cemevlerine hükümetin ilgisiz tutumundan da yakındı.
Başbakan’ın, "Ama, Diyanet’in dedikleri ortada" imasına içerledi.
Zaten, Alevi açılımı açıklandığında Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, "Yok böyle bir şey" dediğinde Başbakan’ın sessizliğini manidar bulmuştu.
Çamuroğlu, AKP yönetiminin, "Aleviler nedeniyle şu ile siz gidin. Orada açılımı anlatırsınız" önerisini de Çiçek’in bu sözlerini anımsatarak reddetmiş, bu yolla bir mesaj vermişti.
Binlerce ayrım örneği verebileceğini söyledikten sonra, "Bu ayrımcılık sürdükçe Alevi örgütleri karşısında sıkıntıya düştüğünü" ima etti.
Başbakan’a, "Bu insanlar karşısında duvara dayandım artık" dedi.
ALLAHAISMARLADIK
Çamuroğlu’nun anlatmak istediği bir ölçüde de aldatılmışlık duygusuydu.
Başbakan kendisini dinledi; ama daha çok istifanın önüne geçmek üzerine yoğunlaştığı izlenimi bıraktı.
Oysa beklenen çok daha fazla şeydi, söz de değil, eylemdi.
Konuşma da bunu getirmiyordu.
Erdoğan ise istifa mektubundan ve içeriğinden hiç hoşnut değildi.
"Reha Bey, siz bu mektubu yazmamış, ben de kabul etmemiş olayım" dedi.
Çamuroğlu, bu söz üzerine ayağa kalktı, Başbakan’a elini uzattı:
"Allahaısmarladık Sayın Başbakanım."
Ayrılış o ayrılış; bir daha bir araya gelmediler.
Çamuroğlu, istifadan da mektuptan da vazgeçmedi.
Erdoğan, gruptaki mesajını Çamuroğlu ve onun gibi tutum alabilecek bazı isimlere yönelik mi verdi bilemiyorum; ama sonucu merakla bekleyeceğiz.
Yalnız, bu istifanın AKP’nin Alevi açılımının sonunu getirdiği net.
AKP ve Erdoğan için ciddi bir inandırıcılık sorunu yaratması da cabası.
Yazının Devamını Oku 9 Haziran 2008
TBMM Başkanı Köksal Toptan, daha işin başında türban serbestliğinin Anayasa değişikliğiyle yapılmasına karşı çıktı, partisini uyardı.
Toptan’ın uyarılarını dikkate almayan AKP, Anayasa Mahkemesi’nin kararı ardından, kurtarma görevini ondan istedi; "Yangına sen müdahale et" dedi.
Ancak Toptan’ın yaptığı çıkışın AKP’yi de, AKP’ye karşı çıkan çevreleri de memnun etmediği görülüyor.
Dün konuştuğum Toptan’ın, "anlaşılmadığı kanısını" dillendirmesinden, tepkilerden memnun kalmadığı, hatta üzüldüğü sonucunu çıkardım.
OH ÇEKECEĞİMİZİ ÜMİT EDİYORUM
Yazının Devamını Oku 5 Haziran 2008
CHP Tarım Kurultayı nedeniyle Deniz Baykal ile birlikte Şanlıurfa’ya gittik. Doğrusu, yolculuk boyunca kurultayı değil, varsa yoksa Önder Sav’ın neden olduğu tartışmaları konuştuk.
Bir partiliyle dine saygısızlık kabul edilen espriler yaptı; özür dilemedi.
Dinlendiğini söyledi, meğer olay kendi gafletiymiş; özür dilemedi.
Son olarak, Kanaltürk’le yapılan, CHP’nin Saymanı Mustafa Özyürek’in dün söylediği gibi spekülasyonu açık sözleşmenin altındaki imza da ona ait çıktı.
ELEŞTİRİLERİMİ GERİ ALIYORUM
Sav merkezli bu üç gafın CHP’lileri sıkıntıya soktuğu çok açık.
Bu havayı görüştüğünüz her CHP’liden alabilirsiniz; ama onların beklentisi Sav’ın kendisinin bir tasarrufta bulunması.
Daha doğrusu Deniz Baykal’ın bunu istemesi.
30 yıldır siyaseti yakından izlememe rağmen Sav, ilişki kurma gereksinimi duymadığım ender siyasetçilerden biri oldu hep.
Kapalı kutu hali ilgimi çekse de kendisini uzaktan izledim.
Herhangi bir konuda görüşünü merak etmedim; ama parti içi etkinlikleri konusunda yeterli bilgiye sahip oldum, demeliyim.
Kendisini halefleriyle kıyasladım; makamını doldurmadığını, gezmediğini, halkla görüşmediğini yazdım, eleştirdim.
Meğer gezmemesi, konuşmaması CHP için daha iyiymiş.
Bir geziye çıktı dine saygısızlık etti; bir valiyle buluştu partisini, partililerini komik duruma düşürdü.
Altına imza attığı harcamanın kamu vicdanında karşılığı yok.
Şimdi Sav’a yönelik tüm eleştirilerimi geri alıyorum.
Meğer konuşmaması, sokağa çıkmaması daha hayırlıymış.
KORUMA ALTINDA
Dünkü geziye de katılan Sav’ı burada da uzaktan gözlemledim.
Yüzünden, mimiklerinden yine bir şey okumak mümkün değildi.
Havaalanına iner inmez partililer etrafını sardığında, elini öptüklerinde de böyleydi.
Dört iriyarı gencin kollarının oluşturduğu çember içinde parti otobüsüne yürürken de manzara aynıydı.
Baykal’dan daha iyi korunuyordu; demek ki en azından bazı CHP üyeleri için böyle bir önemi var.
Bu durumda söyleyeceğimiz bir şey zaten olamaz; hele bir de görevine 80 üyeli Parti Meclisi’nden 80 oy alarak seçildiğini anımsadığımızda bu ilgiyi hak ediyor, dememiz bile gerekir.
Şimdi Urfa’da sadece bunu mu yazacaktın, diyecek CHP’liler.
Ama, Sav orada durdukça başka yolu da yok gibi.
Yoksa, Şanlıurfa’daki üzücü kazaya rağmen CHP’liler gördükleri ilgiden memnun kaldılar.
Bu ilginin çevre illerden gelen CHP’lilerce sağlanması da sorun olmadı.
Son nokta; Önder Sav’ın yüzünde bir istifa emaresi okudum mu, diye soranlara yanıtım şu olacak:
"Hayır; öyle bir yüz görmedim."
Yazının Devamını Oku 2 Haziran 2008
DIŞİŞLERİ Bakanı Ali Babacan’ın, "Müslüman çoğunluğun sorunları var" dediği Türkiye’de, AKP’nin Kızılcahamam kampında dün yaşanan çok önemli, ibretlik bir "kafa" kavgayı aktaracağım. Yaklaşık üç ay önce, Elazığ’ın Karakoçan İlçesi’nde YİBO yurtlarında kalan 28 kız öğrenci 4 kilometre mesafedeki okullarından dönüşte taciz edildi.
Öğrenciler Karakoçan İlçe Milli Eğitim Müdürü’ne giderek, özellikle akşam dönüşte kendilerine araç tahsis edilmesini istediler.
Yanıt; "Size araba, maraba yok. Parası olan okusun, olmayan evlensin" oldu.
Olay yerel gazetelerde, "Haydi kızlar kocaya" başlığı ile duyuruldu.
Bunun üzerine AKP Elazığ Milletvekili Fevzi İşbaşaran devreye girdi.
Vali Muammer Muşmal’la birlikte öğrencilere araç tahsis edildi, odaları bakımdan geçirildi, ailelerle konuşulup eğitime devam etmeleri sağlandı.
BU KAFA KAYMAKAMIN
İşbaşaran bu sırada Karakoçan Kaymakamı Erdinç Yılmaz’ı arayarak öğrencilerin kendisi ile görüşmek istediğini; ancak görüşemediklerini söyledi.
Öğrencilere velilik yapma kararı verdiğini belirten İşbaşaran, "Onlara aylık burs da sağladık. Aileleri arayıp kefil olduğumu da söyledim" dedi.
Ama kaymakamdan şok edici şu yanıtı aldı:
"Sayın milletvekilim, 28 öğrencinin 12’si Alevi. Bunların devlete bakışını zaten biliyorsunuz."
İşbaşaran’ın yanıtı da şu oldu:
"Bak kaymakam, bu bizim değil senin bakışın. Bu ne terbiyesizlik? Bunlar çocuk be! Bunun da ötesinde bu ayrımı nasıl yaparsın? Nasıl böyle konuşursun?"
Sinirlenerek telefonu kapatan İşbaşaran durumu, sıcağı sıcağına Meclis’te İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a aktardı.
Atalay’dan aldığı yanıt kendisini ikinci kez şoka soktu:
"Fevzi Bey, bir dilekçe verin konuyu inceleteyim."
İşbaşaran, "Sayın Bakan, ben bir milletvekiliyim. İlimde yaşanan vahim bir olayı aktarıyorum, siz benden dilekçe istiyorsunuz. Ben mesajımı aldım, teşekkür ederim" demekle yetindi.
BU DA BAKANIN KAFASI
Dün Kızılcahamam kampında bakanlar gruplar halindeki milletvekilleri ile buluştu.
Diyarbakır, Elazığ, Malatya, Adıyaman, Mardin milletvekilleri ile Atalay’ın buluşmasında İşbaşaran, yeniden bu konuyu aktarıp "Siz bana böyle dediniz" anımsatması yaptı.
Sonrasında Atalay ile İşbaşaran arasında şu kavga çıktı:
Atalay: Sen doğruyu söylemiyorsun...
İşbaşaran: Ben bir milletvekili olarak ilimle ilgili bir sorunu anlatıp soru soruyorum, doğruyu söylemeyen sizsiniz... Bir kaymakam bunu yapamaz, uyarmanızı istedim. Siz vatandaş gibi dilekçe vermemi istediniz. Siz Dilekçe Komisyonu musunuz ki? Ayrıca ben memur muyum ki size dilekçe vereyim. Sayın Bakan bu ilçe çok hassas bir ilçe. Alevisi, Sünnisi birlikte yaşıyor. Bunu gündeme getirmeyeceğim, size sormayacağım da ne yapacağım? Ben sizin geçmişinizi de biliyorum. Rektörlüğünüzü de biliyorum..."
Bunun üzerine diğer AKP milletvekilleri devreye girdi.
Fevzi İşbaşaran odadan dışarı çıkarak lavaboda elini yüzünü yıkadı.
Ardından gelen milletvekilleri, "Bakan özür dileyecek, biz kendisine gerekenleri söyledik. Odaya gel" deyince yeniden toplantı salonuna geçti.
Atalay, özür diledi; ama İşbaşaran’ın sinirleri yatışmadı:
"Özrünüzü kabul etmiyorum. Siz de kaymakam gibi düşünüyorsunuz."
Başka söze gerek var mı?
Yazının Devamını Oku 29 Mayıs 2008
HAYRÜNNİSA Hanım’ın Dolmabahçe Sarayı’ndaki bazı objeleri Çankaya Köşkü’ne taşıma talebi ile ilgili yazım bir tartışma yarattı. Çankaya Köşkü’nden, saraylardan bu şekilde obje alımının daha önce de yapıldığı açıklanırken, kişilik hakları ihlali yaptığımız ifade edildi.
Kabul etmemin mümkün olmadığı bu ifade üzerine konuya yeniden girmek durumundayım.
Öncelikle Depo Müze’nin, depo olmadığını, halka açık sergi müze olduğunu; Hayrünnisa Hanım’ın depolara bakmadığını belirteyim.
Ayrıca Depo Müze’de halı yoktur; ama Hayrünnisa Hanım’ın talepleri arasında bildiğim kadarıyla ve de uzmanların itirazlarına rağmen, halı da var.
YAKIŞIR ANLAYIŞI
Sanat tarihçisi, tarihçi, içmimar olmayan Hayrünnisa Gül’ün eserleri tek başına, "Bu şuraya, bu buraya yakışır" yaklaşımıyla seçtiği de aktarıldı.
First leydilerin yaşadıkları mekanlara bilgileri, eğitimleri, misyonları çerçevesinde bir damga vurdukları gerçeğini kabullenerek bir örnek vereyim:
Rahmetli Emel Korutürk, Sorbon Üniversitesi’nde güzel sanatlar okumuştu.
Kendi çabasınca Köşk’te bazı düzenlemeler yaptı; ama her obje seçimine Enver Ziya Karal başta olmak üzere uzmanlarıyla toplanıp karar verdi.
Rahmetli Sakine Evren ise eşinin Köşk hayatını görmeden vefat ettiğinden Kenan Evren, dönemini yalnız yaşadı; ama o döneminde de Karal ve bazı bilim adamları sık sık devrede oldular.
Karal’ın, "Köşk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun simgesi, semboldür.
Her tarafında o kokunun alınması, dekorasyonun bu ruhu yansıtması gerektiğini" her seferinde söylediğini 15 yıl Köşk’te yaşayan Ali Baransel’den öğrendim.
Semra Özal da kendi dönemlerinde saraylardan hiçbir eser alınmadığını, Ahmet Necdet Sezer döneminde iade edilen objelerin varlığından dahi haberdar olmadığını, bunların depolarda tutulmuş olabileceğini aktardı.
LİSTEDE NELER VAR
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in görüşlerini de özetleyeyim:
"Mahkeme kadıya mülk değil.
Orası makam sahibinin mülkü değil.
Bunlar yanlış şeyler.
Devirler farklı (Cumhuriyet/Osmanlı).
Saraylardan obje getirmeye hiç gerek yok, yanlış.
Biz de yapmadık.
Dokunmasınlar saraylara."
Köşk’ün, önceki dönemlerde saraylardan alındığını belirttiği listenin ilk iki sayfasını Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen bana faksladı.
Ama listeye baktığımda kayıt numarası 670’e ulaşan objeler var.
Yeniden görüşemediğim için şu iki soruyu soramadım:
- Bunlar Atatürk döneminde Köşk ilk kurulurken olanaksızlıklar nedeniyle Dolmabahçe’den getirilen yemek takımları ve eklentileri mi?
Sezer’in, "Burası Cumhuriyetin simgesi, bu objeleri de kullanmıyoruz, ait oldukları yere gönderelim" diye iadesine karar verdiği 7 bin 947 obje de ağırlıklı olarak bunlar mı yoksa aralarında Hayrünnisa Hanım’ın talep ettikleri gibi koltuk takımları, sobalar, avizeler, halılar, sehpalar da var mı?
İki listeyi kıyas için, İsen’e, "Hanımefendi’nin 35 objelik listesini de açıklar mısınız" ısrarında bulundum; ama olumsuz yanıt aldım.
Bu kıyas yapılmadan doğru karar mümkün değilse de asıl soru şu:
Çankaya, Çankaya; Dolmabahçe, Dolmabahçe olarak kalacak mı?
Yazının Devamını Oku 26 Mayıs 2008
HAYRÜNNİSA Gül Hanım, 1 Nisan günü Dolmabahçe Sarayı’nı gezdi. Dönemin günlük kullanımındaki eşyalarının sergilendiği depo müzeye de uğradı; burada beğendiği bazı objelerin fotoğrafını çektirdi. Bu durum saray görevlilerinin dikkatinden kaçmadı.
Görevliler, Hayrünnisa Gül’ün, fotoğrafını çektirdiği objeleri, restorasyonu yapılacak olan Çankaya Köşkü’ne isteyeceğini öğrendiler.
İşte bunun üzerine bakın nasıl ilginç gelişmeler yaşandı.
35 OBJE İSTİYOR
Durum Meclis yönetimine bildirilince, yönetimin de gayri resmi olarak, "Böyle bir girişimde bulunmayın" mesajını Köşk’e ilettiğini öğrendim.
Sonra kısa bir sessizlik dönemi yaşandı.
Ama, bir süre önce Hayrünnisa Hanım, bu mesajı dinlemeyerek fotoğrafını çektirdiği objeleri Meclis’ten istetti.
İstenen objelerin sayısı 35.
Bunlar arasında, dönemin padişahları veya diğer saray halkı tarafından kullanılan sehpa, koltuk takımı, yazlıklarda kullanılabilen yatar kalkar tek kişilik koltuk, biblo, soba, avize, halı gibi objeler var.
Bu listemde eksik olabilir; ancak tüm objelerin Osmanlı dönemine ait olduğunu anımsatmaya gerek dahi yok.
Hayrünnisa Hanım’ın talebi için Meclis’te ne işlem yapıldığı şimdilik belirsiz.
Kulağıma gelen, yazı üzerine konunun Köşk’le bir kez de karşılıklı konuşulduğu; objelerle ilgili detaylı bilgiler verilip, lisan-ı üslupla bunların yerinde kalmasının daha uygun olacağının anlatıldığı.
CESUR BİRİ ÇIKMALI
Şunu da belirtmeliyim; tabii ki bu talep TBMM’ye Hayrünnisa Hanım’ın imzası ile yapılmadı; Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nce yapıldı.
Bu noktada, Kültür Bakanlığı Müsteşarlığı’ndan gelen Mustafa İsen’in talebi yerinde gördüğünü öğrenmenin şaşırtıcı olduğunu da belirtmeli.
Hayrünnisa Hanım da, İsen de Çankaya Köşkü’nde ne kadar Osmanlı dönemi objesi var baktılar mı bilemiyorum.
Ama, Köşk’ün Cumhuriyet döneminin izlerini taşıdığı ortada.
Bildiğim kadarıyla, bugüne kadar Köşk’e, müzelerden Osmanlı dönemi eseri taşınmadı.
Bu yolla Köşk’e, "Cumhuriyet’in sembolü" vurgusu yapılmak istendi.
Şimdi bu girişimle iki şey yapılmış olacak:
Bir; Köşk’e Osmanlı izleri taşınacak.
İki; yerinde ve halka açık sergilenmesi gereken objeler, ait olmadıkları mekanda ve halka kapalı bir alanda saklanacak.
Meclis’in uyarılarına rağmen Hayrünnisa Hanım’ın bu başvurusunun ne yapılacağını izleyeceğiz; talep geri mi çekilecek, gereği mi yapılacak?
Gereği yapılacak ise konu Meclis Başkanlık Divanı’nda görüşülecek.
Orada muhalefet de var ve itiraz geleceği kesin.
Bence; talebin karşılanma olasılığı da oldukça düşük.
O nedenle, cesur birinin çıkıp Hayrünnisa Hanım’a, "Yapmayın bunu. Meclis’i de Cumhurbaşkanlığı’nı da, eşinizi de sıkıntıya sokar, gereksiz yeni bir tartışma yaratırsınız" demesi şart.
Yazının Devamını Oku 22 Mayıs 2008
TBMM Başkanı Köksal Toptan’ın, AKP’yi kapatma davasında Anayasa Mahkemesi’nden "Oh dedirtecek karar" bekleyen sözleri Hürriyet’te imzamla çıktı. Toptan’ın, 12 Kasım’daki Bursa gezisine, Akşam’dan Deniz Güçer, Yeni Şafak’tan Abdülkadir Selvi ile birlikte katıldık.
Helikopter yolculuğumuzda, gürültü nedeniyle toplu görüşme yapamadık; ama yan yana oturduğumuzdan ben uzun sohbet şansı yakaladım.
Toptan’la kulak kulağa, uzun uzun kapatma davasını irdeledik.
Toplu görüşmeyi ertesi gün kahvaltıya bırakarak Toptan’dan ayrıldık.
Toptan’ın, sonradan "3. yol" başlıkları ile de yayınlanan "Oh dedirtecek karar" haberi de bu kahvaltıda çıktı.
Bu nedenle "Toptan ne demek, ne yapmak istiyor" sorularına muhatap oldum.
PARTİ KAPATILMASIN
Toptan’la dün de bir görüşmem oldu; ancak aşağıda yazacaklarım kendisinin ifadeleri değil; benim bu görüşmelerden edindiğim izlenimlerdir.
Öncelikle Toptan, bize bu sözleri söyledikten sonra, aynı gün karşılaştığı Başbakan Tayyip Erdoğan’a bilgi verdi; bir itiraz gelmedi.
Cumhurbaşkanı Gül ise Toptan’ın açıklamalarından memnun diyebilirim.
Avusturya Cumhurbaşkanı Fischer onuruna önceki gece Köşk’te verdiği yemekte, konuğunun davayla ilgili sözlerini yanıtlarken, Toptan’ı işaret edip, "Uğraşıyor işte" demesinden bunu çıkarıyorum.
Toptan’ın sözlerini yorumlamaya gelince; önce, AP ve BTP’nin kapatılmasını yakından yaşamış bir siyasi olarak, "parti kapatılmasın" istiyor.
Kapatma sonrası kurulacak bir partide, liderin dışarıdan yönetiminin zorluğuna DYP’de tanıklık ettiğinden partisini Erdoğan’sız düşünemiyor.
Böylesi bir süreci hem ülke hem de partisi için çok sakıncalı bulduğundan, konuşma gereği duydu.
"Parti kapatılmasın" amacı partisel bir tutum; ama Toptan’daki ülkesel kaygı, aralarında çok derin bir aşk bulunduğuna inandığı demokrasi ile laikliği birlikte korumak.
Bu iki áşığı ayırmanın felaket getireceğine inanıyor.
AKP’Yİ UYARIYOR
Bu noktada da, ne kadar Anayasa Mahkemesi’ni hedef almış görünse de bence, asıl mesaj ve uyarıları AKP yönetimine.
Laiklik üzerinde kuşku yaratarak, onu yıpratarak demokrasinin yürüyemeyeceğini; bu konuda net tutum almak gerektiğini dillendirmek istiyor.
Laiklik konusunda net tutum alınmayınca dava da gelebiliyor işte.
Tutumlara örnek mi; birkaçını sayalım:
AKP, türbanı üniversitede serbest bırakırken, "İlk ve ortaöğretimle kamuda ise türban kesinlikle takılamaz" diyemedi.
Aksine, buralarda da serbestiyi savunan AKP’liler çıktı.
Bakanlar Kurulu’nun yapısı da dahil, bürokrasideki kadrolaşma ortada.
Bazı bakanlarla milletvekillerinin söylemleri de cabası.
Bu sıraladığım üç gerekçenin, sadece bazı savcılar üzerinde etkili olduğunu düşünen AKP’liler varsa, bence onlar, Toptan gibi siyasilerin laikliği ne kadar özümsediğini de fark etmemiş olabilirler.
Eğer böyle ise asıl tehlike de buradadır.
Toptan’ın uyarmak istedikleri de bu isimler olabilir.
Yazının Devamını Oku