MHP Ankara Milletvekili eski büyükelçi Deniz Bölükbaşı, 2 Mart’taki yazımda, Başbakan Tayyip Erdoğan’a "İsrail’e ara iyileştirici yolladın mı, yollamadın mı?" sorusunu yöneltip, "Cevap gelmezse ben konuşacağım" demişti.
Yanıt gelmeyince Bölükbaşı, 4 sayfalık bir açıklama gönderdi.
"Başbakan, Davos çıkışını seçimin temel malzemesi yaptı" diyen Bölükbaşı, "Davos kahramanlığı" ve "Gazze fatihliği" ile başlayan sürecin "şeyhülislamlık" ile sürüp, "son Osmanlı padişahlığı" ile noktalandığını anlattı.
Ancak Bölükbaşı, ilginç bilgilerle, Başbakan’ın Davos sonrası izlediği politika ile kahramanlığın sahte olduğunu ortaya koyduğunu savundu.
SÖYLENENLER ÜZERİNDE DURMAYIN
Bölükbaşı’na göre Erdoğan, Davos sonrası İsrail’e karşı sistemli bir tevil çabasına girdi ve bunun için şu dört kanalı kullandı:
İşadamı Jak Kamhi, ABD’deki Musevi çatı kuruluşları (American Jewish Community, Bnai Brith), Türkiye’nin Telaviv ve Washington büyükelçilikleri.
Peki Erdoğan, İsrail’e ne denmesini istedi; işte Bölükbaşı’nın iddiası:
" İsrail’in Gazze saldırısının, Başbakan Olmert’in Ankara ziyareti hemen sonrasında başlatılması bizi güç durumda bırakmış; HAMAS’la yürüttüğümüz özel görüşme sürecini olumsuz etkilemiş, itibarımızı sarsmıştır.
Türk kamuoyu Filistin konusunda çok hassastır.Gazze saldırılarının Türkiye’deki belediye seçimleri süreciyle eşzamanlı olması, bizi zora sokmuş, İsrail’e sert tepki göstermek mecburiyetinde bırakmıştır.
Davos’ta gösterilen tepkinin muhatabı İsrail halkı ve devleti değildir. Davos’ta yaşananların, hassas ve tepkili Türk kamuoyu ve yerel seçim süreci ışığında değerlendirilerek, anlayışla karşılanmasını bekliyoruz.
İsrail’le stratejik ilişkiler Türkiye için büyük önem taşımaktadır.Başta askeri ve savunma sanayi alanındaki işbirliği olmak üzere bu ilişkileri her alanda geliştirmek kararlılığımız değişmemiştir.
Her iki ülkede seçim süreçleri sonrası ilişkiler yeniden ivme kazanacaktır. Seçim süresi üzerinde söylenenler üzerinde durmayalım."
Bölükbaşı’nı ciddiye alan olur, almayan olur; ama unutulmasın, iddia sahibi, bir yıl öncesine kadar Dışişleri’nin en önemli isimlerinden biridir.
PARTİNİN CESUR VALİSİ
Seçim sürecinin ana tartışma konularından biri de valiler üzerine.
Tunceli örneğini anmaya dahi gerek yok; ama duayen Aydın Valisi Mustafa Malay da "parti valisi" görüntüsü veriyorsa iş çığırından çıktı demektir.
Seçim için gittiğim illerde muhalefetten, "Burada AKP’nin ilk sıra milletvekili vali.AKP miting yaptığı gün memurlar izinli sayılıyor. Muhalefetin mitinginde ise vizite dahi yasak. Miting alanının hazırlanmasında da valilerin katkısı oluyor" yakınmalarını duydum.
AKP’nin Kırıkkale mitinginde ben de tanık oldum; sohbet ettiğim kişi, memur çıkınca, "Öyleyse niye buradasın" diye sordum; yanıtı şöyleydi:
"AKP’li değilim; ama hepimize sözlü izin verildi, ben de çıktım geldim."
Aydın Valisi ise oldukça cesur çıktı; bunu yazılı bir belgeye döktü.
CHP de ilk kez böylesi önemli bir belgeyi ele geçirme şansı yakaladı.
Doğrusu, AKP’nin, miting için vali desteğine hiç ihtiyacı yok; ama vali, devletin valisi olduğunu unutur, Başbakan da "Benim valim" der, Cumhurbaşkanı ise ildeki temsilcisinin bu haline sessiz kalırsa yadırganacak ne var!