Meclis’i 25 yıldır yakından izliyorum; bu tartışma hemen hemen her yıl yaşandı, pek çok düzenlemeye gidildi; maaş, sosyal haklar, sağlık, emeklilik, araç ve ofis kullanımı başta olmak üzere birçok alanda iyileştirmeler yapıldı.
Haber Türk, konuyu gündeme getirip Gülin Yıldırımkaya da görüşlerimi sorunca, milletvekilliliğinin para kazanma aracı olmadığını, “gönüllülük esası” ve “hizmet verme aşkı” üzerine oturduğunu özellikle vurguladım.
Evlada bırakılacak en onurlu miras diye baktığım bu görevin, ‘maaş’ üzerinden gündeme gelmesinin çoğu milletvekilini üzdüğüne de eminim.
İŞTE MAAŞ, İŞTE ASGARİ ÜCRET
Bunca yıl siyasetçiyi yakından izleyen, koşullarını bilen biri olarak, “Bu maaş çok” dememi kimse beklemesin; ama gelin konuya başka açılardan bakalım.
Sanırım, “Burası Türkiye” sözü en çok bu konuda geçerli; çünkü milletvekili maaşının asgari ücretin 20 katı olduğu ender ülkelerden biriyiz.
Türkiye, sık sık yönetimin becerisinden(!) kaynaklanan ekonomik krizler yaşarken, kamu çalışanının maaşı, hep enflasyon üzerinde artırılan bir ülke.
Krizlerin sebebi kamu; ama özel sektörde milyonlar işsiz kalır, maaş artışı bir yana, maaş azaltmasına gidilirken işini kaybeden tek kamu çalışanı olmaz.
İlk sözü, “Hükümete günaydın” demek oldu.
Kılıçdaroğlu, önce, AKP’nin ilk hükümetinin kurulduğu günlerde yayınlanan 3 Ocak 2003 tarihli Acil Eylem Planı’nın 89’uncu sayfasında, “Açlık sınırının altındaki aileler belirlenecek” maddesinin bulunduğunu belirtti, sonra, “Süre olarak ne öngörmüşler biliyor musunuz?” diye sordu, yanıtı da kendi verdi:
“1-3 ay demişler; çok değil canım, anlayacağınız sadece yedi yılcık kadar bir sapmada, unutkanlıkta bulunmuşlar!”
Konuya o günden beri yakınlık duyduğunu, dönemin ilgili bakanı Beşir Atalay’la bunu konuştuğunu, Atalay’ın, “O kadar kolay iş değil” dediğini de anımsatan Kılıçdaroğlu, “O kadar kolay değil kabul; ama bu kadar da beklemeye gerek var mıydı” diye sordu.
AB ÜLKELERİNDE YOK
Kılıçdaroğlu, kendilerinin ise bu çalışmayı yaptıklarını şöyle anlattı:
“Haritayı, kömür ve yeşil kart dağıtım verileri üzerinden çıkardık. Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile İstanbul’un varoşları neredeyse aynı ölçülerde ilk sıralarda. En büyük sorun da yardımların mükerrer olmasıdır.”
Kızılay ve belediyeler dahil kamunun 16 kurum eliyle yardım dağıtmasını da ciddi sorun olarak gören
Hem merkezi hem de yerel yönetimlerin, özellikle de seçim dönemlerinde kamudan finanse edilen bu yardımları, gerçek ihtiyaç sahiplerine değil, yandaşlarına veya oy hesabına dayalı olarak dağıttığı iddiaları tartışmaların başında geliyor. En son ve somut örneğini yerel seçim öncesi Tunceli’de yaşadık. Sonuçta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e bağlı Devlet Denetleme Kurulu (DDK) da geniş bir rapor yayınladı; sosyal yardımların dağıtılmasındaki adaletsizliklere, kamu kaynaklarının yanlış sarf edilmesine dikkat çekti, yardımların bir düzene kavuşturulması gereğine vurgu yaptı.
DDK’nın bu raporunun yanı sıra devletin aynı amaçla harekete geçtiğini biliyorduk; şimdi öğreniyoruzki çalışmanın sonuna da gelinmek üzere.
TEK VERİ TABANI OLACAK
Devlet Bakanı Hayati Yazıcı’dan aldığım bilgilere göre, “Bütünleştirici Sosyal Yardım Hizmet Projesi” Türkiye’nin yoksulluk haritasını ortaya çıkaracak.
Bu yıl 7 milyon liralık bütçenin ayrıldığı projenin sonuçları için çok da beklemeyeceğiz; yılbaşına doğru rakamları tek bir veri tabanı üzerinden görebilecek hale geleceğiz.
Projenin amacı, yardımların gerçekten hak edenlere ulaşması, hane yaklaşımına geçilmesi, tek elden ve daha sağlıklı yardım ulaştırılması ve de suiistimallerin, siyasi kayırma iddialarının sona erdirilmesi. Proje, Yazıcı’ya bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü (SYDGM) koordinasyonunda İçişleri, Maliye, Sağlık, Çalışma bakanlıkları; TÜBİTAK, TÜİK, Vakıflar Genel Müdürlüğü, SHÇEK, valilikler; yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile yürütülüyor.
SİVİL TOPLUMA KARIŞILMAYACAK
Yazıcı, kamu kaynaklı sosyal yardımların bir bütünlük içinde yapılmasının öneminin farkında, o nedenle DDK’nın uyarılarının kendileri için yeni olmadığını söyledi, “Biz zaten bu konu üzerinde çalışıyorduk” dedi.
Sadece Türk yazlıkçılar değil, binlerce yabancı da koyun müdavimi. Anlatacağım olayın başlangıcı, adını maalesef öğrenemediğim bir heykeltıraşın, hayranlığını ifade için sanatına başvurmasına dayanıyor.
Koyu bilenler veya gidecekler için söyleyeyim; karadan baktığınızda, sağ tarafta denize doğru uzanan kayalık çıkıntının ucuna, ya kaya üzeri zor yürüyüş ya da yüzerek ulaşabilirsiniz, ki kolayı yüzmek.
DEDENİN BOYNUNA GEÇEN HALAT
Altı yıl önce yabancı heykeltıraşımız, buradaki bir kaya üzerinde epey emek harcadı, yonttu, düzeltti; ortaya güzel bir dede büstü çıkardı. Gece fark edilsin diye iki gözü fosforlu sarı renkle boyadı.
Koy sakinleri heykele önce, koydan dolayı “Hebil Dede” adını taktı, sonra oraya kadar yüzüp Hebil Dede’ye dokunma, el sürme geleneği yarattılar.
Hebil Dede
İlk VIP yolcuları indi, apronda kendilerini bekleyen bir midibüs vardı.
Yolcuların gözüne midibüsün önünde dimdik duran şık bir bey ilişti. Midibüse yerleştiler, hareket edilmesini beklemeye başladılar; bunu dışarıdaki beyin bekleyişi de devam ettiği için normal buldular.
Neyse ki bekleyiş az sonra uçaktan göz alıcı güzellikte bir bayan inince sona erdi; beklemekte olan şık bey, o güzel kadına sarıldı, dikkat çekecek bir öpme sahnesinin ardından ikili VIP midibüsüne bindi, midibüs hareket etti.
BAK SENİ VIP’TEN ÇIKARIYORUM
Diğer VIP yolcuları ister istemez, o güzel kadınla “tanıdık gibi gelen” o şık beyin hasret kokan, samimi, sevgi dolu konuşmalarına da tanıklık ettiler. Şık bey, güzel arkadaşına ta Bodrum’lardan kalkıp geldiğini, onu apronda karşıladığını, VIP’ten geçirerek büyük jest yaptığını, pasaport kontrolü için diğer yolcularla aynı kuyruğa girmekten kurtardığını falan da anlattı.
Kulak misafirleri duyduklarından, gördüklerinden biraz rahatsız oldular; ama Allah’tan az sonra midibüs VIP salonunun önüne ulaştı.
Demokratik açılıma en sert tepkinin Karadeniz’den yükselmesi normal bir beklenti olduğundan, Yazıcı’nın, “İnsanlar evinde Kürtçe konuşuyorsa, evinin bitişiğindeki eğitim kurumunda konuşması da ülke bütünlüğünü bozmaz. Bunlara takılmamak lazım” şeklindeki sözlerini Akşam’da okuyunca hemşerilerinden nasıl bir tepki aldığını merak ettim.
Yazıcı, “İnandıklarımı, gizlemeden söyledim. Bizim insanımız tepki verecekse bunu çok sert yapar, görüşünü de hiç gizlemez; ama inanın tek olumsuz tepki almadım. Destekleyense çok çıktı” yanıtını verirken mutluydu.
VAZGEÇMEK YANLIŞ OLUR
Sadece, CHP Lideri Deniz Baykal’ın sözlerini, “Kürtçe eğitime evet deniyor” diye yorumlamasına biraz canı sıkılmış; ama onu da, “Başlıkları okuyunca böyle bir sonuç da çıkarılabilir; oysa içeride resmi dilin Türkçe olduğunu, bunun değişmeyeceğini söylüyorum” sözleriyle değerlendirdi.
Kürtçe dersten söz eden Yazıcı, avukatlık günlerindeki ortağı Eminönü eski Belediye Başkanı Nevzat Er Kürt kökenli olmasına rağmen, yanında Kürtçe konuşulduğunu pek anımsamıyor; Kürtçe şarkı türküyle de hayatında ilk kez, geçen günlerde, bir TV kanalındaki müzik programında tanış olmuş.
Böylesine özelliklere sahip Yazıcı, hukukçu kimliğiyle de soruna sadece siyasi açıdan bakmıyor; vatandaşlık kavramına geliyor.
Bu toplantıda iki amacın önde tutulduğunu düşünüyorum.
MGK’da asker, açılımla ilgili bazı çekincelerini ortaya koymuştu.
MGK’ya oranla daha dar katılımlı olduğundan zirve, askerin o çekincelerine daha ayrıntılı açıklık getirmeye uygun bir zemin yarattı.
İkincisi ise yine kadro nedeniyle daha teknik detaylara inildi.
Sonuçta da bütün kurumların, konuyla ilgili çalışmalarını en fazla 10 gün içinde tamamlaması üzerinde mutabakata varıldığını söyleyebiliriz.
İLK HABER MİT’TEN GELECEK
Peki, bu açılımlarda Milli Eğitim Bakanlığı nasıl bir politika izleyecek?
Bakan Nimet Çubukçu ile yaptığım sohbetten edindiğim izlenimleri aktararak soruya yanıt vermeye çalışacağım.
En çok merak edilen konu Kürtçe eğitim tartışmaları.
Böyle bir uygulamaya devlet okullarında gitmek söz konusu olamaz; bunun yaratacağı sorunlar büyük ve dünyada da örneği yok.
Özel okullarda Kürtçe eğitim ise ayrı bir tartışma konusu yapılabilir; ancak böyle bir karar alınırsa da o zaman ortaya öğretmen sorunu çıkacak.
Öğretmeni yetiştiren kurumlar üniversiteler ve de unutmamak gerekir ki bu da yıllar süren bir ön çalışmayı zorunlu kılar.