Oysa karar, PKK’lıların dönüş gününün akşamı, MGK toplantısının hemen ardından izlenen görüntüler üzerine alındı diyebiliriz.
Hükümet içi değerlendirmede Erdoğan’ın oluşan tüm görüntülere tepki koyduğunu, ancak en çok PKK’lıların üniformalı oluşu üzerinde durduğunu, bunu kabul edilemez bulduğunu aktarabilirim.
Aynı tepki herkeste vardı, “İyi niyetle, 1999’daki gibi olmasın” diye yola çıkılmış; ama umulan karşılık görülememişti.
İşte o gece, “Böyle olacaksa gelmesinler daha iyi” denildi.
KOORDİNATÖRLÜK SORUNU
Bu karar hemen açıklanmadı; aksine Erdoğan, ertesi gün Ağrı’da bütün PKK’lıların dönüşünü beklediği yönünde açıklamalarda bulundu.
Çünkü bu arada yeni durum değerlendirmesi yapıldı, temaslarda bulunuldu.
Şunu da ileri sürebilirim ki, daha başında böylesi bir başarısızlığın yaşanmasında özeleştiri mekanizması da işletildi, oklar çoklukla ve doğal olarak koordinasyonu üstlenmiş İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a yöneldi.
PKK’lılar sınıra dayanıp teslim olduğu günlerde, “Babası, 20 yıl PKK’yı besleyip büyüttü, Türkiye’nin başına bela etti” denilen Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat da Türkiye’nin AB üyeliği için kulise çıkacak.
Başka bir açıdan bakarsak, Türkiye’nin bölgedeki yeni konumu ve izlediği siyasetin sonucunu ortaya koyan bu bilgi nerden çıktı, diye sorabilirsiniz.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 7 Ekim’de Fransa’ya gitti, Türkiye’nin üyeliği önündeki en büyük engel olarak görülen Devlet Başkanı Sarkozy ile buluştu.
İşte o geziden Gül, şaşırdığı, beklenmediği ama Türkiye için oldukça sevindirici ve son derece önemli gördüğü bilgi ve bulgularla döndü.
“Böylesi bir olasılık söz konusu mu derseniz, hükümetin ve MİT’in bazı öngörülerinin bulunduğunu tahmin edebiliriz.”
Söyleyeyim o öngörü, “Bugünlerde bir teslim grubu sınıra gelebilir” idi; ama konuştuğum kaynağa saygım gereği ancak o kadar yazabildim.
Aynı yazıda, MİT’in süreçteki rolüne özel vurgu yaptığımı da anımsatayım. Peki 1, 1.5 ay önce beklenen bu gelişme neden ertelendi?
SİLAHSIZ GİRİŞ OLACAK
Bir şekilde PKK ile temasta olduğuna inandığım MİT’e o günlerde, “PKK’da teslim olursak 1999’daki muameleyi görür, sonuçta içeri atılır mıyız? Bize iyi polis-kötü polis oyunu mu oynanıyor tartışması çıktı” bilgisi ulaştı. Hemen 1999’da neler yapıldı diye bakıldı; o günlerde özellikle MGK sonrası açıklamalardaki farklılıklar, “tek kişi kalana kadar” söylemleri dikkat çekti.
Bu savunmaya kim ne kadar hak verir bilemem; ama Ankaralı bir gazeteci olarak diyebilirim ki değişiklikler teamül, bilgi, birikim, kariyer, etik kural da göz ardı edilerek, çoğunlukla bakanların tercihine göre yapılıyor.
Bu iktidar döneminde üç kez bakan değişikliği yaşanan Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’ndan örnekle gideyim, isterseniz.
Ali Coşkun ve Zafer Çağlayan’ın ardından, AKP iktidarının 7’nci yılı da olsa yeni Bakan Nihat Ergün bürokraside önemli düzenlemelere gitti.
KENDİ KENDİNİ DENETLEYEBİLEN BÜROKRAT
Ergün, operasyonu en etkili şekilde yapmak için ‘iyi personelci’ seçti; Başbakanlık Personel Genel Müdürlüğü de yapmış olan Hüsnü Tekin’i, Müsteşar Yardımcılığı’na getirmek için Başbakan’dan izni kopardı.
Dışarıdan bakarsak, ‘Bunda ne var’ diyebiliriz; ama biraz detaya inelim.
İki yıl önce TSE Yönetim Kurulu üyesi de yapılan Tekin, şubatta Personel Genel Müdürlüğü’nden Yüksek Denetleme Kurulu (YDK) üyeliğine atandı.
YDK üyeliği, çok özel bir görev, yasası başka bir yerden ücret almayı yasaklar, o nedenle 7 bin 600 ek göstergenin olduğu ender makamlardan biridir; ama Tekin’in TSE Yönetim Kurulu üyeliği sürüyor, oturum başına 500 TL alıyor.
“Anlamadın tabii ne dediğimi” diye ekleyip sözlerini sürdürdü:
“Eskiden zil yoktu, bahçe kapısında ip sarkıtılırdı. İpi çekince içeride çan çalardı. Böylece kapıya en yakın kişi gelip açardı. Ben de dün akşam bir ip çektim. Kapanmak bir yana bugün de ip üstüne ip çekeceğim. Üç kapı var.”
Tekrar mektuba dönünce, daha sohbetin başında Erdoğan-Baykal buluşmasının bu hafta, Başbakan çarşamba günü Irak’a gideceğinden, belki de bugün veya yarın gerçekleşebileceği ortaya çıktı.
Yine de Başbakan’a muhtemelen bugün ulaşacak CHP’nin yanıtında, “Görüşlerimiz işte bunlar” dendikten sonra, “Buna rağmen ‘görüşelim’ derseniz, buyrun sizi ağırlamaktan memnun oluruz” ifadesi yer alacak.
EKTEKİ RAPOR
Baykal, bu daveti nezaketen yapıyor gibi; çünkü görüşlerinde önemli bir değişiklik yok ve üstelik İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın “Bakın süreç, dediler nereye geldik” diye örnek gösterdiği Güneydoğu gezisine canı çok sıkılmış.
Geziyi de mercek altına alarak şunları dedi:
“Hâlâ ne yapacaklarını bilmez haldeler. Çelişki içinde olduklarından neler konuşuldu, nereye gelindi? Siz bilinçli, planlı bir süreç götürdüklerini mi düşünüyorsunuz? Hayır. Olan da Türkiye’ye oluyor. Kanun hâkimiyeti kalmadı. İçişleri Bakanı gidiyor, orada hayat durduruluyor. Her adımı hukuksuzluk. Acı bir tablo. Süreç yaşanırken, hukuk üstünlüğü işlemez kılındı. Güvenlik güçleri sadece kendilerini koruyor, bakan seyirci.”
Hemen şunu belirteyim; Baykal, bu sorunla yatıyor, bu sorunla kalkıyor. Hafızasını tazeliyor, okuyor, dinliyor, hükümetin attığı adımları yakından izliyor, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın mektubunu biraz da merakla bekliyor. Sohbetten edindiğim izlenim, Kuzey Irak’ın yakın tarihinde yaşanan gelişmeler, CHP’nin ve Baykal’ın tavrını belirleyici hal almış. Bunda dönemin Irak’taki iki muktedir adamının sözlerinin derin izi var. Sözünü ettiğim birinci isim, Saddam’ın, uzun yıllar yardımcılığını yaptıktan sonra devirip yerini aldığı Devlet Başkanı El Bekir.
Baykal, Bülent Ecevit ile birlikte yaşadığı ve artık unuttuğu El Bekir ile ilgili anısını sanırım, hükümetin Kürt açılımı ardından anımsadı.
KEŞKE NOT ALSAYDIM
1978’de Baykal’la birlikte Irak’a giden Ecevit, El Bekir ve Saddam’la buluştu. Yardımcı Saddam’la anılar da ilginç; ama onu geçerek El Bekir’e dönüyorum. El Bekir, Irak’ta Kürt sorunu ile de uzun yıllar uğraşmış bir devlet başkanı. Görüşmede söz dönüyor dolaşıyor, Kürt sorununa geliyor; El Bekir, verdikleri veremedikleri hakları, yaptıkları yapamadıkları işleri anlattıktan sonra; “Sizde neler yaşanıyor, aman dikkat edin” tavsiyesinde bulunuyor. Ecevit, “Bizde her makamda Kürt var, Meclis’te önemli sayıda milletvekili Kürt kökenli, herkes her hakkı kullanır. Bizde bu sorun çıkmaz” diyor.
El Bekir, “Öyle demeyin, bakın ilerde siz de bunu yaşarsınız” diye üsteliyor, ayrıntılara giriyor; işte Baykal, şimdi o ayrıntıları tam anımsamıyor. Onun için de, “Keşke o konuşmayı teybe alabilseydik, ya da sonrasında bir kenara not etseydim” diye pişmanlık gösteriyor.
İkinci Iraklı ise 1994’te bir SHP heyetinin, Saddam’ın daveti üzerine gittikleri Irak’ta görüştükleri Devlet Başkanı Yardımcısı Taha Yasin Ramazan. Kurmaylarının Baykal’a aktardığı Ramazan’ın sözleri de aşağı yukarı şöyle:
“Siz bugün Kuzey Irak’taki yöneticilere yardım ediyorsunuz, 7 milyon dolar veriyorsunuz. Elektrik sağlıyorsunuz. Bu içişlerimize karışmak değil mi? Biz çok daha fazlasını verdik. Özerklik, kota hakkı da dahil. Unutmayın yarın 7 milyar dolar veren olur. O zaman görürsünüz ne olacağını?”
AÇILIMI AÇMAK DEĞİL KAPATMAK
Ahmet Hakan, bu sözleriyle sahneye yerleştirilen Genel Merkez maketini kastediyorsa kendisine şöyle yardımcı olabilirim.
Bence mesaj, “Tayyip Erdoğan, 22 Temmuz gecesi Genel Merkez’de yaptığı ‘balkon konuşmasına’ sadık. Kongre konuşması da onun devamıdır. Binayı oraya taşıyamazdık, maketi arkaya koyma yoluna gittik” diye okunmalı.
Konuşmanın içeriğindeki hoşgörü, demokrasi, herkesi kucaklayan yönetim anlayışı vurguları; “Biz Birlikte Türkiye’yiz” sloganı da bunun göstergeleri.
Verilmek istenen mesaj bu da; 22 Temmuz sonrasına şöyle bir göz gezdirip, o konuşma ile sonrasında yapılanları kıyaslarsak herkes çok farklı sonuçlar çıkaracaktır; o nedenle cumartesi günkü kongredeki sözlerden çok, bundan sonra yapılacaklara bakılmasını öneririm.
BÜLENT ABİ DAHİ YAPAMAZSA
CMK yeniden yazılırken, sırf yeniden yargılanma isteyemesin diye, Öcalan’ın dava trafiğini dikkate alan tarihlere dayalı düzenleme yapıldı. 311. maddeye, “4/2/2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kesinleşmiş kararları ile 4/2/2003 tarihinden sonra AİHM’e yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır” 2. fıkrası eklendi.
Şüphe de bu fıkranın kaldırılacak olmasından kaynaklanıyor; ancak fıkra kaldırılırken Öcalan’ın yolu üç yerden birden kesiliyor.
BAŞVURUSU ALEYHİNE OLDU
Yolun hangi noktalarda kesildiğini yazmadan önce, şu süreci anımsatayım: