Biz de Ekaterinburg’da iki gün, -45 olmasa da -35’i iliklerimize kadar hissettik; sonra da 24 saatliğine Afganistan’da, Kandahar’ın sıcağını yaşamaya gittik.
Müteahhitlik sektörünün ulaştığı noktayı görmek için güzel; ama bu çağda insanlığın ulaştığı nokta bakımından üzücü, düşündürücü bir gezi oldu.
Yenigün İnşaat’ın sahibi Mithat Yenigün, “Kandahar’ın en yüksek binasını görmeye gidiyoruz” dediğinde, yüzünde imalı bir gülümseme belirdi.
SAVAŞ UÇAĞININ BÜYÜĞÜ ORADA AMA
O gülümsemenin nedenini Kandahar NATO Üssü’ne inerken anladık.
Solumuzdaki kontrol kulesini gösteren Yenigün, “İşte o bina” dedi.
Afganistan hava sahasına girdikten sonra, aşağıda çağdaş dünyayı temsil edecek tek bir büyük kent veya küçük bir yerleşme görmek mümkün değil. 1.5 milyon insanın yaşadığı Kandahar’da dahi en yüksek bina 27.8 metrelik kontrol kulesiyse, Afganistan’ı anlatmak için başka söze gerek kalır mı?
Kandahar’ı göremedik; çünkü üsten burnunu çıkarman dahi riskli.
Yenigün İnşaat, Rusya’nın Urallar’daki en önemli kenti Ekaterinburg’da müteahhitliğini üstlenip ortaklıkla bitirdiği bir iş merkezinin açılışını yaptı.
Milliyet’ten Serpil Yılmaz’la birlikte uçakta şirketin iki sahibi Mithat ve Edip Yenigün kardeşlerle Türkiye ve iş dünyasının sorunları üzerine sohbet ettik.
Mithat Yenigün çantasından bir kâğıt çıkarıp şu kısa metni okudu:
“Muharebede zafere ulaşmak ve galibiyet en küçüğüne kadar bütün rütbe sahiplerinin bizzat düşünce üreterek, durumun gereğine göre kendi kendilerine önlemler almaya alışmış olmasına bağlıdır.”
ONUN KAPASİTESİ DE DOLAR
Atatürk’ün 1914’te söylediği bu sözler Yenigün’ün yol haritası olmuş.
“Buna benzer sözler ediyordum; ama bir gün Atatürk’ün bu sözleri ile karşılaşınca, en güzel ifadesinin böyle olduğunu gördüm. Bastırıp bütün iş arkadaşlarıma dağıttım”
Baykal’la o sohbetimi haberleştirdim; çünkü bugün de iktidar partisindeki açılımla ilgili gelişmeleri yazmaya devam etme kararındaydım.
Her yeni gün birbirinden ilginç yeni yaklaşımlar görünce bu kaçınılmaz oldu.
Sizi yormayayım; AKP’de açılım kırılmasının mutlaka bir sonuç yaratacağını ileri sürebilirim; ama yıkıcı deprem etkisi yaratmayacağı kesin olan bu sonucun, nasıl bir sürecin ardından ortaya çıkacağını ise tam kestiremiyorum.
Azımsanmayacak sayıda iktidar milletvekilinin ‘katılıyorum’ dediği önceki iki yazıma ilaveten yeni gözlem ve bilgilerimi aktarmakla yetineceğim.
CEKETİMİZ DÜZGÜN GÖRÜNEMİYOR
İşe büyük bir samimiyetle giriştiğini her fırsatta gösteren Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, önceki gün ABD’de, yeniden, “Geri dönüşler askıya alınabilir” diyecek noktaya gelmiş olmasını çok ciddiye almalı.
Sıkıntının boyutunu anlatabilmek için biraz daha geriye, Erdoğan’ın yukarıdaki sözlerinin bir önceki cümlesinde atıf yaptığı günlere dönelim.
Başbakan o cümlesinde, ilk PKK’lı grubun gelişi üzerine Habur’da yaşananlar için, “Arzu edilmeyen bir tablo ortaya kondu” dedi.
KIRILMA ÜSTÜNE KIRILMA
Bu sözlere rağmen Erdoğan’ın, o gün Habur’da olan kamu görevlilerine, işin sorumlusuna neden bir fatura kesmediği hâlâ anlaşılmış değil.
Ancak öğreniyorum ki kendisinin de paylaştığı hisler yetkili her kurulda dile getirilmiş, hem de hiç hafife alınacak sözlerle olmamış.
Söylediğim yetkili kurullara Bakanlar Kurulu da dahil.
Tabii öngörüleceği gibi hedefteki ilk isim İçişleri Bakanı Beşir Atalay.
TÜBİTAK’ın illerin varlık haritalarını hazırlayacağını, bunu en kısa zamanda tamamlayacağını anlatırken mutluydu ve projenin önemini şöyle aktardı:
“Baktık böyle bir haritamız yok. Örneğin, bir yatırımcı hangi ilde ne yatırımı yaparsa daha kârlı olur, bilmiyor. Bu bilinir hale gelecek. Bu araştırmada sadece yeraltı zenginliklerine bakılmayacak, el sanatları veya benzeri varlıklar da belirlenecek. İllerde yenilik platformları oluşturulacak, üretime destek veren yeni projeler teşvik edilecek.”
DERSİM’İN RESMİ BELGELERİ
TÜBİTAK’ın yanı sıra Atatürk Kültür Türk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türkiye Bilimler Akademisi de görev alanında olan Aydın, bu bilim kurumlarını modern bir kampusta toplamayı hedeflediklerini açıkladı.
Bu amaçla 200 milyon dolarlık yatırım yapılacağını, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da projeyi hararetle desteklediğini aktarıp şu bilgileri verdi:
“Sayın Başbakan’a kalsaydı, şimdiye kadar bitirmiştik; ama yer sorunu yaşıyoruz. Ankara’da bu büyüklükte bir yer bulmaya çalışıyoruz. Bulduk diyebilirim, yakında başlanır. en kısa sürede de bitirilecek. Estetik olarak da bilim yuvasına yakışacak bir merkez olacak burası.”
UNDP ve PMD’nin ortak talebi üzerine severek panelist olmayı kabul ettiğim bu konudaki duyarlılığımı sanırım okurlarım anımsayacaktır. Kadına seçme ve seçilme hakkını pek çok Avrupa ülkesinden önce vermiş olmaktan dolayı gururlanmamıza karşın, 80 yıl sonra kadının siyasete katılımında hâlâ Avrupa’da en gerilerde olmaktan dolayı derin üzüntü duymalıyız, üzüntüyü en çok da erkeklerin hissetmesi gerekir.
Panelde konuşacağız; ama bu vesileyle parlamentoyu yakından izleyen bir gazeteci olarak gözlemlerimi paylaşmak istedim.
UTANMAMAK İÇİN
Sorunun temelinde kadına toplumsal bakışın yattığını, Müslüman dünyada bu bakışın daha büyük sıkıntılar barındırdığını biliyoruz.
Bunu geçerek baktığımızda, en ciddi sorunu, çok katıldığım; ama en iyi CHP Ankara Milletvekili Nesrin Baytok’un ifade ettiği şu anlayışta buluyorum:
“Siyasete renk gerek. Sadece erkeklerle olmuyor, kadın da bulunsun!”
İleri gidip; “Erkekler utanmasa, kadına hiç yer vermeyecek” dahi denebilir.
Çünkü genelde, sırf rakip parti kadına bir koltuk verdi diye diğeri onu takip ediyor; vekillik yolu iki üç kadına açılıyor, kamuoyu bunu yeterli görmeyince bir iki de üst düzey koltuk sağlanıyor, “oldu bitti” diye bakılıyor.
“Onur Öymen; ‘Çözüm, Dersim ve Şeyh Sait isyanlarında yapılandır’ dedi. Bunu, ‘Darağaçlarını kurun; kesin biçin, sürün’ diye çevirsek kim ne der?”
Başka güncel konular nedeniyle bu tartışmaya bir daha girme fırsatı yakalayamadım; ancak süreci yakından izlemeyi sürdürdüm.
Yazımın çıktığı gün, müsteşarlık yıllarından bugüne her zaman çok saygılı bir ilişki içinde olduğumuz Öymen’den nazik sitem aldım; yanıtlarımı da verdim.
Sonraki günlerde ikimizin olduğu başka ortamlarda da konu gündeme geldi.
Edindiğim izlenimler ışığında gelinen noktayı özetlemeye çalışacağım.
NASIL KOVDUK, DER MİYDİ?
Öymen’i dinlediğimizde özür dilemiş olsa da sözlerinde bir yanlış olduğuna hâlâ inanmadığını görürüz; ama içinde fırtınalar yaşadığını düşünmeli.
Sözleri sosyal demokrat bir partinin anlayışına uyduğunu savunan çıkar mı bilmem; ama CHP lideri Deniz Baykal’ın konuya bakışı ortada. Baykal’ın, Öymen’in kürsüdeki sözlerine, sonrasında açıklamalarına devam etmesine, Atatürk’lü savunma yapmasına, isyanda halkın zarar görmesini “NATO standartlarında yan hasar olur” diye gerekçelendirmesine, Öymen’in de bulunduğu ortamlarda “Yanlış” dediği bilinen bir gerçek.
Toplantının sadece söylem bölümü öne çıktı; oysa oranın ruhu, milletvekillerinin havası belki de söylemden daha önemliydi.
Murat Başesgioğlu’nun çıkışından başlayalım ve çıkışı bireysel görmeyelim.
O sözleri, bir toplantı söz konusu olmasa da ayaküstü yapılan sayısız görüşmeden çıkan, milliyetçi kökenli vekillerin ortak görüşü olarak okumalı.
Net konuşalım; Başesgioğlu demiştir ki: “Ben bu açılıma karşıyım”.
Bu sözler çok önemli, altı çizilmeli ve kimse Başesgioğlu’nun sözlerine sadece milliyetçilerin hisleri olarak da bakmamalı; işin doğrusu, Batı illerindeki milletvekillerinin büyük bölümünün de içten içe alkışı var arkasında.
Sözcü için, “Bakanlıktan alındı öyle konuşuyor” demek de haksızlık olur; çünkü Başesgioğlu’nun görüşü parti yönetimince çok önceden beri biliniyor.
ANA SORUN ‘NEREYE KADAR’DA
Grubun havasını iyi okursak ilk sorunun, Başesgioğlu’nun da dillendirdiği, “Silah bırakmadan açılım olur mu? Sanki terörün sonucu olarak demokratikleşme geliyor, görüntüsü veriyoruz” olduğunu anlarız.