Siyaseti yakından izleyen bir gazeteci olduğum için dost sohbetlerinde de raslantısal buluşmalarda da en çok bu konudaki sorulara muhatap oluyorum.
Son günlerdeki tek soru, “Sarıgül hareketi ne yapar” oluyor.
Soru haksız değil, Sarıgül hareketini görmezlikten gelmek de akıllıca değil.
Siyasette başarının yeni isimler ve yeniliklerle kazanıldığı en basit gerçek.
Daha dün yapılan İzmir mitingine katılım da bunun göstergesi sayılmalı. Ancak yine de bu soruya en sağlıklı yanıtın, daha önce de yazdığım gibi, nisan ayındaki CHP kurultayı ardından verilmesi gerektiğine inanıyorum.
O kurultayı aslında siyasetin geleceği için de belirleyici görüyorum.
SARIGÜL CHP ESERİ
Bugün bir Sarıgül hareketi konuşuluyor, tartışılıyorsa bu CHP’den kaynaklı. Çünkü, CHP yeterli dönüşümü, yenileşmeyi sağlamış olsa; ülkede heyecan dalgası yaratıp kitleleri iktidar hedefine inandırma becerisi gösterebilseydi Sarıgül, üstüne konacağı bir zemini zaten bulamazdı.Üstelik bütün bu gelişmeleri, CHP Lideri Deniz Baykal’ın, “AKP oyları yüzde 20’lerde” dediği bir süreçte yaşıyoruz.
Dün öğleden önce görüştüğüm Baykal, Çelikkol’a tavrı Türkiye’ye tavır olarak görürken bir noktaya dikkat çekti.
Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin ziyareti sırasında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sözleri üzerine İsrail Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Türkiye, İsrail’e ahlak dersi verecek son ülke” dendiğini anımsattı.
“Türkiye, yerine hükümet veya başbakan olsa hadi neyse diyeceksin; ama bütün ülkeyi, milleti hedef aldığını gösterdin” dedi.
Çelikkol’a tavırda Erdoğan’ın Hariri ziyaretindeki sözlerinin etkisi olabileceğini kabul etmekle beraber Baykal, tavrını açık koydu:
“Tamam, çığırından çıkmış bir süreç söz konusu olabilir. Ama böyle kompleksli bir tavırla Türkiye’ye ne mesaj ne de zarar verilir. Sadece İsrail kendini küçük düşürmüş olur. Aklı başında herkes de bunu görür, gördü.”
ARAP POLİTİKASINA DESTEK
Baykal, Arap dünyasının tavrındaki önemli ayrılıkları anımsatmayı unutmadan Türkiye’nin İsrail politikası için şu önerileri yaptı:
“İsrail’le ilişkide, karmaşık boyutu iyi değerlendirmekten; konuyu iç politika malzemesi yapmaktan; popülist, demogojik üslup kullanmaktan kaçınmalıyız. Arap ülkelerinin çoğu da bu özen içinde. Bizde ise sorunlar, ciddi yanlışlar görülüyor. Oysa şiddet ve terör konusunda net tavır koyarak yürürsek Arap dünyasıyla ilişkide hiçbir olumsuz sonuç doğmaz.”
Bu amaca ulaşılması için önemli kararlar alındığını yazdık, çizdik.
Bundan sonra ne olacak sorusuna da, “Kurumlar arası uyuma özen gösterilecek, işbirliği ve bilgi paylaşımı artırılacak” yanıtı verildi.
“Şimdi ne bekleyelim” diye benzer bir soruyu ben de hükümet üyelerine yönelttim, aldığım yanıt şöyle oldu:
“Ne bekleyeceğinizi değil, ne beklemeyeceğinizi söyleyelim: Kurumlar arasında uyumsuzluk beklemeyin.”
Gül’e teşekkürler; çünkü bu darbe korkutması bin yıl sürecek sanıyordum.
Böylece dilerim demokratlık çıtasını sadece “askere vurma” noktasına düşürenler, artık çıtayı yükseklere taşırlar.
Biz yazarların, “Ben demiştim” yaklaşımından hazzetmem; çünkü haklı çıkmadığımız çok olay da var; yalnız darbe konusunda beni bağışlayın.
Gül’ün tespitini katıldığım her TV programında söyleyip durdum, tam iki yıl önce, 19 Ocak 2008’de ise eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun sözlerinden de hareketle bu düşüncelerimi gerekçelendirdim.
Özetle, “Dünya konjonktürünü geçin, AB hedefiyle de olsa, on yıldır demokrasi yolunda büyük adımlar atan Türkiye’de darbe yapılamaz. TSK’nın yapısı da artık darbeye uygun değil. TSK’nın üç darbe planını sessiz sedasız kendi içinde önlenmesi de bunun göstergesi” dedim.
ASKERE DAHA NEGATİF BAKIŞ
Peki; askeri vesayet görüntüsü, çeteler, gömülü silahlar, andıçlar yok mu?
Katılmıyor değilim; ancak sapla saman karıştırıldığı için sondan, kozmik odayı arayan hakim/savcıya gönderilen mermilerden başlayarak yazalım. Gül ve Başbakan Erdoğan ne kadar “Çatışma yok” deseler de bu son olay en hafif tabirle çatışmaya yol açma girişimidir; ama bal gibi çatışmadır.
İki din adamının da mesajı Türkiye’ye yönelikti; oysa çözüm yeri Yunanistan. Çünkü, hükümette okulun açılması konusunda hiçbir tereddüt yok; aksine Ortodoks din adamlarının İstanbul’dan çıkacak olmasını olumlu da buluyor.
Okulun açılması için yasal veya anayasal bir değişikliğe gerek olmaması da hükümetin işini kolaylaştırıyor. Hükümetteki tek korku; Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşüne karşılık alınmadan ‘evet’ deme hatasının benzerini tekrarlamak.
Bu korkuyu aşmak için Yunanistan’a yapılan öneriler de atla deve değil.
ÜÇ SEÇENEKTEN BİRİ OKULU AÇAR
Hükümetin çeşitli yollarla Yunanistan’a ilettiği mütevazı denebilecek “mütekabiliyet” amaçlı önerileri üç seçenekte toplanıyor.
Bu operasyonların yarın gireceğimiz ve şimdiden herkese mutluluk getirmesini dilediğim yeni yılın en geç sonbaharında bir seçim olasılığının işaretçisi sayılıp sayılmayacağını düşünmek gerekir.
Başbakan Tayyip Erdoğan için partisinin bütünlüğünü korumak her zaman yaşamsal değerde olduğundan aykırı görüşler veya kendi iradesine rağmen sonuçlanan gelişmeler olduğunda derhal müdahale ettiği bilinen bir gerçek.
Son olarak, AKP’nin en başarılı olduğu Konya başta olmak üzere Sakarya, Tokat, Kars ve Trabzon il örgütleri ya görevden alındı ya da il başkanları istifa ettirilerek yenilenme yolu açıldı. İzmir’de 17 ilçe örgütüne yönelik başka bir operasyon da gerçekleştirildi.
İŞBAŞARAN’LA VERİLEN MESAJ
Bu arada Elazığ Milletvekili Fevzi İşbaşaran’ın istifasıyla sonuçlanan bir gelişme yaşandı, bunu iyi anlamak için şu örneği de anımsatmalıyım. Bir süre önce AKP’li iki milletvekili Hatay Cilvegözü Gümrük Kapısı’ndan giriş yaparken uzun süre beklettikleri gerekçesiyle görevli memurlarla tartıştı.
Kimine göre devlet “kirlilikten” arındırılıyor, kimine göre yatak odası şeffaflaştırılarak devletin varlığına büyük darbe vuruluyor.
Devletin en kozmik birimi olarak nitelendirilen Seferberlik Tetkik Kurulu’nda (STK) günler alan belge araştırmasına varan bu büyük operasyon üzerine yazılan, üretilen, söylenen çok şey var; ben de katkı sağlamaya çalışayım.
Hangisinin doğru çıkacağı zaman alacak, inanılması çok güç iddialar ve bilgiler ortalıkta uçuştuğu için ilk tavsiyem kimse erken ve kesin konuşmasın.
ŞAHİN KROKİSİ TAMAMLANMIŞ DA
Bilindiği gibi Arınç’ın evinin sokağında yakalanan iki subay askeri istihbarat birimlerinden değil; ama oraya emir komuta zinciri bilgisi içinde geldiler.
Üzerlerinde sadece Arınç’ın evinin adresi yoktu, iki kroki daha çıktı.
Krokilerden ilki Arınç’ın evinin sokağıyla ilgiliydi ve geliştirilmiş değildi. İkincisi ise bitirilmişti, TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in evinin çevresinin bütün detaylarını gösteriyordu.
Bu noktada Arınç sık sık konuşurken Şahin neden susuyor, sorusuna yanıt veremiyorum; ama bilginin doğruluğuna inanıyorum, bunu geçelim diyorum. Geçelim de acaba Şahin’le ilgili kroki yeni tamamlandı, sonra Arınç’ın sokağına gelindi, ardından da başka bir sokağa mı geçilecekti diye de soralım. Civarda oturan diğer ünlü isimler sadece Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile Devlet Bakanı Hayati Yazıcı da değil.
Bu kişilerin ortak özelliği, Reşadiye’de yedi askerin şehit edilmesini TSK üzerine yıkan söylem ve imalarda bulunmaları.
Bingöl’de 33, Reşadiye’de 7 erin şehit edildiği iki saldırı arasında bağlantı kurmakta ısrar eden bu kişiler PKK, Reşadiye’yi üstlenince de durmadı. Kimi eski PKK yöneticilerine dayandı, “Derin PKK ile derin ordu” dedi; kimi kuşkulara işaret etti; kimi, “Öcalan eylemden habersiz” gerekçesine sığındı.
Ben de Bingöl’deki saldırı ile Reşadiye’deki arasında benzerlik görüyorum.
Öcalan, her iki eylem için de, “Nedir bu, anlamadım” demişti. (Bakınız: Pazartesi günkü Yeni Şafak, Söyleşi Yorum köşesi.)
YAŞAMLARI PAHASINA ÇARPIŞTILAR
Söyleşiden anlıyoruz ki ilk gün “Nedir bu” diyen Öcalan, ertesi gün Bingöl eylemini üstlenince konunun uzmanı arkadaş, o kadar çok şaşırıyor ki Celal Talabani’ye sert bir tepki koyuyor, bunu Öcalan’a iletmesini istiyor.
Karayılan da Reşadiye’yi üstlenince aynı şaşkınlık yaşandı; çünkü bu kişilerin gözünde, gerçek bu kadar açıkken dahi, TSK, ne derse desin inandırıcı olamaz.
Burada bir acımasızlık, anlaşılmaz bir kin yok mu?