Paylaş
Bu kişilerin ortak özelliği, Reşadiye’de yedi askerin şehit edilmesini TSK üzerine yıkan söylem ve imalarda bulunmaları.
Bingöl’de 33, Reşadiye’de 7 erin şehit edildiği iki saldırı arasında bağlantı kurmakta ısrar eden bu kişiler PKK, Reşadiye’yi üstlenince de durmadı. Kimi eski PKK yöneticilerine dayandı, “Derin PKK ile derin ordu” dedi; kimi kuşkulara işaret etti; kimi, “Öcalan eylemden habersiz” gerekçesine sığındı.
Ben de Bingöl’deki saldırı ile Reşadiye’deki arasında benzerlik görüyorum.
Öcalan, her iki eylem için de, “Nedir bu, anlamadım” demişti. (Bakınız: Pazartesi günkü Yeni Şafak, Söyleşi Yorum köşesi.)
YAŞAMLARI PAHASINA ÇARPIŞTILAR
Söyleşiden anlıyoruz ki ilk gün “Nedir bu” diyen Öcalan, ertesi gün Bingöl eylemini üstlenince konunun uzmanı arkadaş, o kadar çok şaşırıyor ki Celal Talabani’ye sert bir tepki koyuyor, bunu Öcalan’a iletmesini istiyor.
Karayılan da Reşadiye’yi üstlenince aynı şaşkınlık yaşandı; çünkü bu kişilerin gözünde, gerçek bu kadar açıkken dahi, TSK, ne derse desin inandırıcı olamaz.
Burada bir acımasızlık, anlaşılmaz bir kin yok mu?
Hele bir de kendinizi Erzincan’daki, “Emrindeki 9 askeri öldürdün” imasıyla karşılaşan komutanın yerine koyarak, onun acısını hissederek düşünün.
Bütün bunlardan hedef herkesi, “Barışı isteyen Öcalan, istemeyen TSK” mesajına inandırmaksa söyleyelim, AKP içinde dahi bu mümkün değil.
Aksine, buna en büyük karşı çıkış iktidar partisi içinden; hem de Kürt milletvekillerinden gelebilir, gelir de.
Unutmayalım ki çoğunun hem ailesi hem kendisi yıllardır PKK ve Öcalan ile mücadele ediyor, yaşamları pahasına onlarla çarpışıyor.
Yine de; önce “Anlamadım, nedir bu” dedikleri saldırıları sonra üstlenen PKK ve Öcalan’a güvenmek isteyenler kendileri bilir; ama ciddi bir merakım var.
Acaba Öcalan ile açılımı konuşanlar ondan, “Merak etmeyin bir şeyler yapın, PKK silah bırakma kararını açıklar” sözü alıp o güvenle mi yola çıktı?
Belki de alınan bu gazın hızıyla frensiz, soluksuz Habur’a varanlar duvara toslayınca sersemlediler, akılları da henüz yerine gelemedi.
Onları orada bırakıp size Washington büyükelçisi Nabi Şensoy’un istifasının perde arkasını aralayacak bazı bilgileri aktarayım.
TALEBİN ADRESİ DEĞİLİM
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın randevular dahil bütün programı, Başbakanlık Başdanışmanları Hakan Fidan ve SETA kökenli İbrahim Kalın üzerinden yürütüldü; büyükelçilik devre dışı bırakıldı, geziye SETA damgası vuruldu.
Şensoy, bu iki durumdan da çok rahatsız oldu; örneğin, tercihi Erdoğan’ın SETA’da değil CSIS veya Brookings Institute’de konuşmasıydı.
Erdoğan, “Obama ile görüşmeye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu katılsın” talebini bu isimlerin hepsinin olduğu toplantıda dile getirdi.
Şensoy, bu noktada talebi yerine getirecek adresin, kendisi değil organizasyonu yapanların yani, Fidan ve Kalın olduğunu varsaydı.
Bu anlayışını hissettirse de ABD Dışişleri nezdinde girişimde bulunmaktan kaçınmayan Şensoy, buna rağmen bir faturayla karşılaşınca istifa etti.
Mesajı ise, “Ben ne istendiğinde dışlanıp, zorlanıldığında kapısı çalınacak bir kurumun temsilcisiyim ne de bunu hazmedecek bir diplomatım” oldu. Şensoy’un yerine adı geçenler arasında Fidan’ın olduğunu da anımsatayım.
Paylaş