5 Temmuz 2010
KEMAL Kılıçdaroğlu’nu, CHP Genel Başkanı olarak ilk kez bir yurt gezisinde, Trabzon ve Giresun’da izledim, gözlem yapmaya çalıştım.<br><br>Malum, kimilerine göre Kılıçdaroğlu, “şişirilen bir balon”.
Böyle düşünenlerin gerekçeleri neye dayanıyor bilemiyorum; ama kendilerine Kılıçdaroğlu’nun bir gezisine katılmalarını öneririm.
Yine onlara göre, Kılıçdaroğlu’nun ülke sorunlarına çözümü yok.
Farz edin bu da doğru; ama yine diyorum ki, gidin bu gezilere, bakın bakalım, sadece “Sizin Kemalinizim” diyen, konuşmasında gazetecilerin başlık veya yeni sözler bulmakta oldukça zorlandığı bir siyasi, ortada seçim ya da referandum yokken nasıl oluyor da meydanları dolduruyor?
Bazı illerdeki ilgiyi mezhepsel, etnik nedene bağlayanlar da çıkmıştı.
Yazının Devamını Oku 1 Temmuz 2010
ELBERT Hubbart, yüz yıl önce “Garcia’ya Mektup” başlıklı bir makale yazdı. Özetleyelim; ABD Başkanı, İspanya ile savaşta Küba dağlarında, nerede olduğu bilinmeyen isyancı lider Garcia’ya acil bir mektup yollamak ister.
Ancak bu mektubu kimin yerine ulaştıracağı konusunda çaresizlik içindedir.
Bir subay, “Çavuş Rowan ancak bu işi yapar” deyince çavuş çağrılır.
Başkan mektubu uzatır, “Bunu Garcia’ya teslim edeceksin” der.
Rowan, hiç soru sormadan mektubu alır; göğsünün üzerine yerleştirir, selamı çakıp odadan çıkar ve 4 gün sonra da görevini yerine getirir.
Şimdi, bu mektubun hikâyesi de nereden çıktı diyeceksiniz.
GARCİA KİM DİYE DAHİ SORMA
Yüz yıl sonra Türkiye’de DSİ Genel Müdürü Haydar Koçaker de bürokratları arasından Garcia’ya mektup götürecekleri tespit etmeye kalkıştı da ondan.
DSİ, mühendisler üzerinde yükselen, sorgulama ve soruşturma ile yürütülmesi gereken bir kurum; çünkü baraj yapar, kanal açar, vs.
Koçaker, oturdu, “Garcia’ya mektup götürecek kişilere ihtiyacımız var. Hem de en kısa sürede, her yerde her zaman...” başlıklı bir anket hazırladı.
İki sayfalık üst yazıda, çeşitli ülkelerde bazı kurumların mektuba verdiği önemi anlattıktan sonra, şu tür değerlendirmelerde bulundu:
“Burada size Rowan’ın, ne zorluklar atlattığını, ne tehlikeler geçirdiğini, ne denli kahraman bir asker olduğunu anlatacak değilim. Yalnızca bir noktayı, hem de çok elzem gördüğüm bir noktayı, iyice belirtmek için yazıyorum size. Lütfen dikkat edin; Rowan, ‘Garcia nerede’, ‘Garcia kim’ diye sormadı. Yaptığı tek şey, kendisine verilen görevi almak oldu. (...) Rowan’ın örnek alınması gereken özelliği, verilen vazifeyi sadakatle kabullenmek, o görevi yerine getirebilmek için hemen harekete geçmek ve vazifeyi eksiksiz tamamlayabilmek için bütün enerjisini bir noktada toplama disiplinidir.”
DSİ’NİN ÇAVUŞ ROWAN’LARI AZ
Koçaker, Garcia’nın şimdi yaşamadığını; ama yeryüzünde başka Garcia’lar ve onlara gönderilecek başka mektuplar olduğunu da anımsattı.
Ancak, çevreye bakıldığında genellikle güçsüz, isteksiz, gönülsüz ve umursamaz kişilerle karşılaşıldığını yazıp, şöyle bir örnekle devam etti:
“Lütfen yardımcılarınızdan birine, ‘Benim için ansiklopediye bakıp Corregio’nun hayatına ilişkin özet bir bilgi hazırlayın’ dediğinizde size, ‘Peki efendim’ deyip bu vazifeyi yapmaya hemen gidecek mi bakın? Boş yere umutlanmayın. Büyük ihtimalle böyle bir şey yapmayacak. Donuk bir ifadeyle yüzünüze bakacak, size sorular soracak.”
Koçaker, bu muhtemel soruları da sıraladıktan sonra, “Her soruyu cevaplasanız da yardımcınız gidip kendi yardımcıları arasından ‘Garcia’ya mektup götürecek’ birini arayacaktır” iddiasında bulundu.
Uzatmayalım Koçaker, yazının sonunda kurum çalışanlarına, “Siz de Garcia’ya mektup götürecekseniz aşağıda adresi verilen linkteki anketi en geç 22 Haziran 2010 saat 10.00’a kadar cevaplayınız” dedi.
Sonra ne mi oldu; 21 Haziran’da Teknoloji Daire Başkanlığı harekete geçti.
Koca DSİ’de ‘Garcia’ya mektup götürecek’ az kişi çıkmıştı, ‘kurum açısından büyük önem taşıyan’ bu ankete saat 17.30’a kadar katılınıp cevap verilmesinin ‘büyük zaruret arz ettiği’ uyarısı yapıldı.
Sonuçların 22 Haziran’da ‘makama arz edileceği’nin altı da çizildi.
Yazının Devamını Oku 28 Haziran 2010
CUMA günü Diyarbakır Milletvekili olan Tarım Bakanı Mehdi Eker ile bu ile gittik; şehit Zülküf Akoy’un Ergani’nin Ziyarek Köyü’nde bir dağın tepesindeki mezarlığa defnedilmesine tanık olduk.
Bu Kürt köyünü saran acıyı anlatmak da, şehit olanla ona kurşun sıkan katilin arasındaki çelişkiyi görmemek de mümkün değil.
İki gün önce de Mardin’de şehit Salih Albayrak’ı toprağa veren Eker ile dönüş yolunda, artan terörü, bölgenin buna bakışını konuştuk.
Eker, daha başından, Ulu Cami çevresine uğrayıp vatandaşla konuşarak doğru sonuçlara ulaşmanın mümkün olmadığına özel bir vurgu yaptı.“Türkiye’nin en siyasi kenti Diyarbakır. En çok da propaganda yapmak isteyenler konuşuyor. Dışarıdan gelen de Ulu Cami çevresine gidiyor. Bunu bilen örgütün, propaganda elamanları da orada hazır bekliyor” dedi.
HEDEF REFERANDUM
Yazının Devamını Oku 24 Haziran 2010
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, salı günü grup konuşmasına oldukça sakin başladı, her cümlesinde çatışma bölgesinden ne derece etkilendiğini gösterdi.
“Buralar görülmeden değerlendirmeler yapılıyor. Durum dışardan değerlendirildiği gibi yazılan çizilenden çok farklı” sözleri dikkat çekiciydi.
“Başbakan çok sakin” diye yanımdaki gazeteci arkadaşıma laf attım, “Bekle, birazdan gelir bombardıman” dedi ve böyle de oldu. Çok detaya girmeye gerek yok; herkese çattı, medya da nasibini aldı yine.
Eleştiriden öteye işi, “terör yandaşlığı” ile suçlamaya vardırdı.
Ama aynı Başbakan, hükümeti destekleyen bir gazetede hem de o gün çıkan “PKK da Alevilerin kontrolüne geçti” sürmanşetini -belki de o gazeteyi okumadığı içindir- bölücülüğün alası görüp eleştirme gereği dahi duymadı.
Yazının Devamını Oku 21 Haziran 2010
YANKILARA baktığımda, CHP dizisi fotoğrafın bütününü bir miktar ortaya çıkardı; ancak Deniz Baykal konuşmadığı sürece bir eksiklik hep olacak.
Diziden önce aramış, “Konuşmayacağım, hele bir sen yaz bakalım” yanıtı alınca, “Şansımı dizi sonrası da deneyebilirim” diye düşünmüştüm.
Yanılmışım; dizi yayınlanırken gittiğim Paris’ten yeniden aradım, “Diziyi okudum. Bu konuda konuşmayacağım” yanıtını alınca üzüldüm. Umarım bir gün, Türk siyasi tarihinin önemli olaylarından birinin yaşandığı bu süreci Baykal’ın ağzından da dinleriz.
PARİS’TE İKİ GÜZEL SÜRPRİZ
Paris’te ise müzelerle, sergilerle dolu dolu altı gün yaşadım.
Yazının Devamını Oku 17 Haziran 2010
“CHP’de Fırtınalı 15 Gün” dizisinin anonsları çıkar çıkmaz bana en çok, “Kemal Kılıçdaroğlu neden iki kez ‘aday değilim’ dedi” sorusu yöneltildi. Bu soruyu ben de Kılıçdaroğlu’na sordum, yanıtını hemen aktarayım:
“Böylesine duygusal ve hukuk dışı yolların kullanıldığı bir olayda birinin çıkıp, ‘adayım’ demesi hiç doğru ve anlamlı değil. Daha açıkçası, saçma. Liderlik için toplumsal, örgütsel destek gereklidir. Yoksa bireysel hırsların tatmini için adaylık söz konusu olur ki bu da bana yakışmazdı. Ancak halk isterse, destek verirse, bizim siyaset yapmaktaki amacımız da halka hizmet. Amaç bu olduğuna göre koşullar da uygunsa, olur, tabii. Vatandaşın isimlendirmesini görmüştüm; ama partinin de sahip çıkması gerekirdi.”
BAŞŞOFÖR KADER DEĞİŞTİRİYOR
Dizide görüldüğü gibi, süreçte en belirleyici rolü Önder Sav oynuyor.
Kritik birçok müdahalesi oluyor; ama sanırım en önemli müdahale il başkanları toplantısında geliyor; hem de ilginç bir uyarı ile.
İl başkanları toplantısı açılır açılmaz, CHP Genel Başkan Yardımcısı Yılmaz Ateş, başkanların alfabetik sıraya göre konuşmasını önerdi.
Sav, ilk söz Deniz Baykal’a ‘Dön’ diyen Adana’nın olsa da “Evet” dedi.
Ancak Adana İl Başkanı, “Karar almadan önce Deniz Bey’e ziyarette bulunalım, bağlılık bildirelim, sonra gelip devam edelim” önerisini getirince tartışma açıldı, il başkanları bunun üzerinde görüş bildirmeye başladı.
Tam bu sırada, Sav’ın sessize aldığı cep telefonuna şu mesaj düştü.
“Önder Bey, Mustafa Bey (Özyürek) otobüsleri hazırlamamızı, Deniz Bey’in evine gideceğimizi söyledi. Ne diyorsunuz. YALÇIN”
Yalçın, CHP’nin başşoförüydü.
Sav, o an Baykal’ı geri döndürme çabalarının bitmediğini gördü.
Çünkü, sürekli izleme altına aldığı Ateş’in, sık sık dışarı çıktığını fark etti, Baykal’a anında bilgi aktarıldığı sonucuna vardı.
Hemen bir il başkanına ‘tartışmayı bitirin’ işareti verdi.
O başkan söz aldı, “Bu kadar tartışma yeter, artık kararımızı verelim” dedi.
Ardından Çorum İl Başkanı Tufan Köse söz aldı, “MYK’da Önder Bey’e yapılan saygısızlığı kınıyorum” deyince uzun bir alkış geldi.
Cesareti bulan Sav, ayağa kalktı; “Arkadaşlar toplantı bitmiştir. Bu heyetin hükmü şahsiyeti kalmamıştır. Karar verdiyseniz çıkın açıklayın” dedi.
Salon o an boşaldı ve sonuç erken ilan edildi.
TEKİN’İN YILDIZI
Süreçte, Gürsel Tekin’in pozisyonu da çok tartışıldı ve bunu da ortaya koymaya çalıştım; ama bakın nasıl bir ayrıntı daha var orada.
Adaylık açıklaması için Sav, Kılıçdaroğlu’na tek değil, üç seçenek sundu:
1- Tek başına açıkla. 2- Ben yanınızda olurum. 3- İkimiz ve İstanbul ile Ankara il başkanları birlikte açıklayalım.
“Hangisini istersen sen seç” dedi; tartıştılar, Kılıçdaroğlu, “İkimiz” dese de Sav, “Tek başına yaparsan iki katı etki gösterir” ısrarında bulundu.
İlk şık kabul edildi; oysa üçüncü şık olsaydı, Tekin işin göbeğine oturacaktı.
Ancak burada kartopu etkisi hesabı yapıldı; tek başına açıklamanın ardından, destek açıklamaları gelecek, ilk sırada da Sav olacaktı.
Sanırım, Tekin de kartopunu büyütecek ikinci isim diye düşünüldü.
Bu öngörü çıkmadı ve sonraki süreç Tekin’in etkisinden uzakta yürüdü.
Yazının Devamını Oku 14 Haziran 2010
İKTİDARI destekleyen çevrelerde garip bir hava estiriliyor. Oradan yayılan havaya bakarsak, asker darbeyle, Ergenekoncular karışıklık çıkararak, yargı kararlarıyla AKP hükümetini devirmeye çalışıyor.
İktidar görüşünün milim dışına çıkan, bu organizasyonların içine sokuluyor.
Kemal Kılıçdaroğlu sonrası bu iddialar tepe yaptı, diyebiliriz.
CHP’deki değişiklik de iktidarı devirmek için düzenlenmiş bir senaryo! Bir muhalefet partisinin ortaya çıkan şartları lehine değerlendirmesi, iktidar çevrelerinin beklentilerine tezat lider tercihi yapması ve bütün bunların demokrasi içinde gerçekleşmesi de AKP iktidarını “devirme” diye görülüyor.
Muhalefet partisinin, iktidarı devirme hedefine soyunması suçsa, bunun adı demokrasi olmaz, yoksa bir parti sonsuza dek iktidar ilan edilsin olsun bitsin.
Ancak bu çevrelerin dillendirdiği, “milli irade üzerinde baskı” veya “milli iradeyi demokrasi dışı yolla devirme girişimleri” tezleri ise, o zaman gelin bir başka açıdan bu iddialara bakalım.
YAPANLAR BULUNMADI
Bu ülkede ana muhalefet partisi de milli iradeyi temsil ediyor; ama son birkaç yılda CHP’nin başına neler geldi, tek tek sıralayalım.
1- Deniz Baykal’ın kızı Aslı Baykal’ın yurtdışında yüklü bir serveti olduğu bazı belgelere dayanılarak ileri sürüldü, bu belgeler sahte çıktı.
2- CHP’ye Alman Ebert Vakfı’ndan para aktarıldığı belgelerle ileri sürüldü. Bu belgeler hem Alman hükümeti hem de CHP tarafından sahte diye ilan edildi.
3- CHP’li TBMM Başkanvekili Güldal Mumcu’nun başkanı olduğu UM-AG vakfına, iki kişi kendisini polis olarak tanıtıp girdi, araştırma yapmak istedi. Kamera kayıtlarında görülen bu iki kişi henüz bulunamadı.
4- Edirne ve Çankaya Belediye Başkanları başta, bazı CHP’li belediye başkanların odalarında dinleme cihazları bulundu.
5- CHP Genel Başkanı’nın Van’a yaptığı gezi engellenmek istendi.
6- CHP Genel Başkanı’na suikast ihbarı 21 gün emniyette gizli saklı tutuldu.
7- CHP Genel Başkanı’nı koltuğundan eden bir kaset yayınlandı.
Kasedin ortaya çıktığı andan itibaren Deniz Baykal’ın o makamda artık oturamayacağını ileri süren biri olduğumun altını çizerek, yine de soruyorum, ana muhalefete bu yapılanları nasıl okuyacağız?
Eğer Türkiye’de siyaset böylesi iradelerle değiştirilecekse bu ülke yönetilebilir mi, bu ülkede demokrasi yerleşir mi? İyi güzel; iktidarı devirmek istiyorlar diye yüzlerce insan hapsi boyluyor; ama ana muhalefete bu yapılanlar neden sorgulanmıyor? Bunları yapanları ortaya çıkarmak hükümetin asli görevlerinden değil mi? Unutmayalım, demokrasi ancak muhalefet varsa vardır; bunu korumak da öncelikle iktidarın sorumluluğundadır. İktidar, CHP’ye yapılanları ortaya çıkardıkça demokrasiyi güçlendirecektir.
RECEP AKDAĞ’IN AÇIKLAMASI
Sağlık Bakanı Recep Akdaş, selefi MHP’li Osman Durmuş’la ilgili yazım üzerine aradı, Durmuş’un hiç haklı çıkmadığını savunarak şunları dedi:
“Buna aşı tartışması dahil. Aşı olmamak haklı çıkmak mı? Yüzlerce insan hayatını kaybetti. Zatürrreeden her yıl iki hamile hayatını kaybederken, 2009’da 36 hamile öldü. Kuş gribinde de akıllıca şeyler yaptık, bütün dünya takdir etti, Türkiye’yi örnek gösterdi. Müfettişlerimiz konusunda da Osman Bey çok haksız. Onu mahkemeye verdiler. Konu yargıda. Karalamak kolay; ama siyasetçi olarak bu bize yakışmaz. Adalet yerini bulacak o hususta.”
Yazının Devamını Oku 10 Haziran 2010
BİZ gazeteciler de, siyaset dünyası da iyi bilir; bakanlık görevini bırakanlar, genel olarak bir daha o bakanlıkla ilgili eleştirel konuşmalar yapmaz, mümkün olduğunca o konulara girmekten uzak dururlar.
Bu isimler arasında MHP’li Osman Durmuş farklı bir tutum sergiliyor.
Kuş gribinden, domuz gribi aşısına kadar Sağlık Bakanlığı ile ilgili pek çok konuda görüş açıklayan, tartışmalara en ön saflarda katılan bir siyasi oldu.
Bakanlığı döneminde siyasi geçmişi, eylemleri, icraatları üzerine epey haber yapmış biri olarak söylemeliyim ki Durmuş, mevcut Bakan Recep Akdağ döneminde girdiği tartışmaların önemli bölümünde haklı çıktı.
Şimdi aynı Durmuş, Sağlık Bakanlığı ile yeni bir mücadeleye girişmiş.
Yazının Devamını Oku