Şükrü Küçükşahin

‘Hayır’ yeni anayasa getirebilir

6 Eylül 2010
CUMA akşamı CNN Türk’te yayınlanan programda, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, bir soruma verdiği yanıt satır aralarında kaldı. “Anayasalar toplumsal uzlaşma ile yapılmalı” temel bir tezdir.
Kabul; AKP, Anayasa değişikliği yaparken muhalefet ile en azından görüşme yollarını denedi, ama bu gerçekleşemedi.
Buna karşın AKP de CHP’nin, “Yargı ile ilgili maddeleri ayırın, diğer maddeleri referanduma götürmeyelim” önerisini hiç önemsemedi.
Böylece 12 Eylül’den bu yana 89 maddesi değiştirilmiş Anayasa, ilk kez mutabakat olmaksızın değiştirilmek istendiğinden toplum tam ikiye bölündü.
Ancak referandum, “herkesin olan bir anayasa için” fırsat yaratabilir.
CHP MASAYA OTURMAYA HAZIR
Bu görüşü Kılıçdaroğlu’nun soruma verdiği yanıttan çıkarıyorum.
Programda yukarıda aktardığım noktaları da özetleyip, şunu sordum:
“Şöyle bir şeye var mısınız? Eğer sandıktan ‘hayır’ çıkarsa, ertesi gün iktidar partisiyle oturup bir anayasa düzenlemesi için görüşecek misiniz?”
Kılıçdaroğlu, önce Başbakan’ın demokratik bir ülkede kabul edilmez bulunması gereken, “Meclis’in yüzde 65’i AK Parti’de. Sana orada gıdım su yok” sözlerine atıfla şu önemli mesajı verdi:
“Başbakan bir gıdım su vermem, demezse görüşmeye her zaman açığız. Bu maddeler de (yargıyla ilgili olanlar) dahil olmak üzere. Zaten bu maddelerin değiştirilmesini AB de istiyor. Ama kendi standartlarında istiyor.”
Doğrusu eşitsiz koşullarda yapılan, iftar sofralarının tamamen politize edildiği, çok sayıda din adamının ‘evet’ için fetva verdiği, illegal dinlemelerin dahi meşrulaştırılıp meydanlarda kullanıldığı, çok sayıda medya organı en yoğun ‘evet’ kampanyası açmışken ‘hayır’ diyenin çıkmadığı şu referandum, bakarsınız böylesi bir başlangıcın yolunu da açar.
Çünkü, başından beri savunuyorum; Kılıçdaroğlu dönemi, siyasette eski alışkanlıkların bittiği, uzlaşmanın mümkün olduğu bir süreci başlatıyor.
MEYDANLARIN DİLİ
Meydanlara baktığımızda da bu anlayışa ciddi bir destek söz konusu.
Son bir haftada Başbakan Erdoğan’ın Ankara, Kılıçdaroğlu’nun ise Hatay, Mersin ve Adana merkezleri ile ilçelerinde düzenlediği mitingleri izledim.
Ankara gibi bir yerde dahi alanın çevresinde her ilden gelmiş onlarca otobüsün varlığını es geçsek de Başbakan’ı, yerel seçim mitingine oranla (onu da izledim) daha az bir kalabalığın dinlediğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Kürsüden bakanların da bunu gördüğünü ve bazı belediye başkanlarına fatura kesmekten söz edildiği bilgisine sahibim.
Kılıçdaroğlu ise her gittiği ilde CHP’nin eski mitingleriyle kıyaslanamayacak kalabalıklarca karşılanırken örneğin Adana’da, aynı alanda Erdoğan’ın 2009 mitinginden (oradaydım) daha büyük bir kalabalığa seslendi.
Bir nokta daha; Başbakan’ı izlemeye gelenler sanki bir görevi yerine getiriyor gibi, Kılıçdaroğlu’nu izleyenler ise en gerideki dahil, kabına sığmıyor.
Bunu Başbakan’ın o illere defalarca gitmiş olmasının ‘metal yorgunluğu’na da verebiliriz, Kılıçdaroğlu’nun yeni bir yüz olmasına da.
Yine de alanlar sandığa yansırsa bazıları sürprizlere hazır olmalı, derim.
Yazının Devamını Oku

Kılıçdaroğlu için özel müfettiş

2 Eylül 2010
ADANA, Hatay ve Mersin’e yaptığı gezinin hareketinden önce Önder Sav ve Hakkı Suha Okay ile birlikte Kemal Kılıçdaroğlu’nun makam odasına girdiğimizde kendisini cep telefonuyla konuşur bulduk. Telefonu gülümseyerek kapattı; yazar Orhan Pamuk ile görüşüyormuş.

‘Evet’ oyu vereceğini açıklamış olan yazarla ne konuştuğunu sordum; özel olduğunu belirterek ayrıntı vermedi; ama memnuniyeti çok açıktı. Seyahat öncesi kısa sohbetimiz oldu; Ayşe Arman’la yaptığı röportajda, devletin özel birimlerinin kendisi için harekete geçirildiğini, “Ne bulunabilir” diye dosya hazırlandığını, görev verilenlerin adlarını bildiğini söylemişti.

Daha ileri demokrasi vaadi ile anayasa paketinin referanduma götürüldüğü bir dönemde, ana muhalefet liderinin bu iddiası görmezden gelinebilir mi?

Hem de aynı liderin bazı seçim gezilerinde provokatif eylemler yaşanmışsa.

O sözlerini anımsatıp, hangi bilgilere sahip olduğunu sordum.

DEVLETİN DUYARLI KURUMLARI


İşin arkasında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın olduğunu ima etti; “Görevlendirme Başbakanlık’tan yapıldı” dedi.

Edindiği bilgilere göre, bir başbakanlık müfettişi, Bağ-Kur ve SSK genel müdürü olarak görev yaptığı Çalışma Bakanlığı’nda incelemeler başlatmış. 

Bu müfettişin adını da bildiğini söyledi; ama isim vermedi, şu tarifi yaptı:

“Atv ile Sabah’ın satışının üzerine gittiğimiz için, gelecekte sıkıntı olmasın diye Başbakanlık müfettişlerine inceleme yaptırıldı. İncelemede bir şey bulunmamış. İşte bu incelemeyi yapan, aklama raporunu yazan müfettişi şimdi, beni incelemek üzere bakanlığa yollamışlar.”

Kılıçdaroğlu, bununla da yetinmedi, ailesinin her ferdinin nerede, ne yaptığı hakkında dahi bilgi toplandığını anlattı, “Devletin duyarlı bir kurumundan da benimle ilgili bilgi, dosya istenmiş. Bu talep de Başbakanlık’tan” dedi.

‘Devletin duyarlı bir kurumu’ dendiğinde akıllara nerelerin geldiği belli; bakalım bu kurumlardan bir açıklama yapılır mı, yapılmaz mı?

ARINÇ İLE MAHKEMELİK OLUYOR


Kılıçdaroğlu, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile de mahkemelik oluyor.

Avukatlarını Arınç’ın, “Kılıçdaroğlu, PKK’ya yabancı değil, PKK sempatizanlarına SSK’da iş verdi” sözleri nedeniyle harekete geçirmiş.

“O iddiaları önceden de yargıya götürdüm. Yargı iddiaların doğru olmadığını ortaya koydu” diyen Kılıçdaroğlu, AKP’lilerin kendisiyle ilgili her şeyi istismar etmeye çalıştıklarını; ama sonuç alamayacaklarını savundu.

Havaalanına Önder Sav ile birlikte gittim, yolda havanın ‘Hayır’ yönünde estiğini belirterek, özellikle büyük illerin AKP’ye sürpriz yapacağını söyledi.

Uçakta da aynı konu açıldı, Kılıçdaroğlu da çok umutlu.

Adana ve Hatay ile birlikte dün 64 ili gezmiş olan Kılıçdaroğlu’na en çok hangi illerden memnun kaldığını sordum, “Önce ilçeler” diyerek, başta Boyabat olmak üzere, Alaplı’dan İnegöl’e, Konya Ereğli’den, Giresun’un ilçelerine kadar pek çok yeri saydı.

İllerde ise listenin başına Kayseri’yi koydu; bunu, kitlenin büyüklüğüne değil, CHP’nin zayıf olduğu bir ilden beklenmeyecek düzeydeki ilgiye bağladı.

Yoksa, İstanbul’dan Uşak’a, Erzincan’dan Giresun’a pek çok il saydı.

Dünkü ilk durağımız Ceyhan ise MHP’nin kalesi gibi; o nedenle Kılıçdaroğlu’nun gördüğü ilgiyi ‘Hayır’a da bağlayabiliriz.
Yazının Devamını Oku

Tek tipte ilk ağızdan sözler

30 Ağustos 2010
ORG. İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığını Org. Işık Koşaner’e devrettiği törenle resepsiyonda bazı gözlemlerim oldu.

Yeni komuta kademesinin tüm isimleri ile ilk kez karşılaştım diyebilirim. Adı etrafında bazı tartışmalar yaratılmak istenen geleceğin Genelkurmay Başkanı, şimdiki Jandarma Genel Komutanı Org. Necdet Özel başta olmak üzere, anlayış ve yaklaşımlarda yeni ve farklı bir durum olmadığını belirtmeme gerek yok. Özellikle yargıya yönelik sitemde ‘tek seslilik’ ve en üst düzeyde kaygı var. 
Törene gözaltına alınmış eski komutanlar da katıldı; anlattıkları çok ilginç gözaltı izlenimleri oldu; ama bunların yazılmasından yana değiller.
Devir teslimden sonra resepsiyon alanına ilk giren davetliler arasındaydım.
Başbakan Tayyip Erdoğan ve komutanlar, doğrudan kendileri için ayrılan oturma bölümüne geçtiler; hemen arkalarından yürüyen eski Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök ise onların yaklaşık 10 metre karşısında bir yere oturdu.
ERDOĞAN’DAN ÖZKÖK’E JEST
Bir iki dakika sonra Erdoğan, Özkök Ailesi’ni orada tek başlarına oturur görünce, “Paşam, buyrun şöyle oturun” diye seslendi.
Özkök, “Teşekkür ederim, rahatsız olmayın” dese de Erdoğan, iki elini de açarak, “Buyrun paşam buyrun; şöyle oturun” diye yer göstererek ısrar etti.

Yazının Devamını Oku

Mübarek TÜSİAD YAŞ’a mı katıldın

26 Ağustos 2010
DEVLET Bakanı Zafer Çağlayan davet etti, Muş’taki referandum kampanyasını izlemeye gittik. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, TÜSİAD’a “Bitaraf olan bertaraf olur” dediği gün, Çağlayan da, “Vergi borcu nedeniyle yurtdışına çıkamayan işadamı ‘evet’ demeyecekse sonra bana gelmesin” demişti.
Yoldaki sohbetimizde bunu da yeniden konuştuk, Çağlayan aynı noktada.
Ankara Sanayi Odası Başkanı iken de çok sayıda işadamının bu sorununu çözmeye çalıştığını, büyük işler yapan çok sayıda işadamının, ‘pasaportuna el konulduğu için’ yabancı ortakları karşısında zor duruma düştüğünü anlattı.
“İşte bu nedenle yine aynı noktadayım” dedi.
Bu sözlerinin, ‘Hayır’ diyenleri dışlayacağı anlamında algılandığını anımsatmak dahi Çağlayan’ın görüşünü değiştirmiyor.
KASTIMI AŞTIYSAM
Çağlayan, referandum sohbetini, 12 Eylül döneminde yaşadığı sıkıntıları, ailesinin çektiklerini şu örnekle anlatarak sürdürdü.
“11 Eylül günü mide rahatsızlığı nedeniyle Ayaş’ta bir kaplıcaya gittik. Yolun ortasına bomba süsü verilmiş bir kutu konmuştu. Babam kutuya tekmeyi attı, yola devam ettik. Bomba olsa o gün büyük bir felaket yaşardık. 12 Eylül günü sabah havuza girdik. Radyoda, ‘Yine de şahlanıyor’ türküsüyle Hasan Mutlucan başrollerde. Babam ne olduğunu sordu. Cüsseli bir adamdı. Suratı falan gitti. ‘Eyvah, bu ülkeye ne olacak?’ dedi. Çünkü 1960 sendromunu yaşamıştı. Ertesi gün bu ülkede olaylar bitti, oysa binlerce insan öldü. Binlerce insan işkenceye maruz kaldı. Çoğunun dengesi bozuldu, çoğu idam edildi. Bir sağdan, bir soldan astılar. Bu, adam asma balansı mı? Arabanın balans ayarı mı? Ne demek bu?”
Sözlerinin devamında, “Konuşmam kastını aşmış olabilir; ama demek istiyorum ki Türkiye’de böyle şeyler olmasın artık” dese de şöyle devam etti.
“Ha yok, bunun kalkmasına katkı yapmıyorsan faturasını da ödersin. Ben bunlar kalksın; çocuklarım, torunlarım demokrasi içinde yaşasın, demokrasi standartları yükselsin istiyorum. Ülkemin sıçrayacağını gördüğümden psikolojik olarak engelleyici tutumlardan etkileniyorum.”
YAŞ’I KONUŞAN ANAYASAYI DA KONUŞUR
TÜSİAD’ın, YAŞ toplantısında yargı etkisi bulunduğu yönündeki açıklamaları da gündeme gelince Çağlayan, sözlerini daha da sertleştirdi.
TÜSİAD’ın diğer kuruluşlardan farklı olduğunu; Kürt sorunu, imam hatipler konusu başta olmak üzere ülkenin en keskin sorunlarında görüş açıkladığını, radikal tepkiler verdiğini anlattı, TUSİAD’a şöyle seslendi:
“Oysa YAŞ toplantısıyla ilgili görüş belirtiyor. Sen YAŞ’a mı katıldın; oraya katılan Başbakan’ın, Genelkurmay Başkanı’nın, bakanların ifadeleri mi oldu mübarek TÜSİAD? Oraya davetli miydin; üye mi? Bu söylediğini gelip ispatlaman lazım. Bunu anlamak mümkün değil. Olmadığı bir toplantıda bu konuda görüş söyleyen biri çıkıp anayasa konusunda da görüş söyler.
Üstelik, Başbakan bu konuları kendileriyle konuştu, orada ben de vardım. Başbakan çıkıp illa ‘evet’ denilmesini de istemiyor. TÜSİAD’ın, gelecekle ilgili cesaret vermesi lazım. Oysa TÜSİAD tam tersinden söylüyor. Yapılan da bu. Yargıda siyasallaşmayı önlemenin yolu, onun yapısını daha özerk kılmaktır. Üye seçimleri yargının kendi içinde olacak. Bunda ne var?”
Yazının Devamını Oku

TOBB’da hayırlı olsun deme şekli

23 Ağustos 2010
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, iş dünyasını ‘referanduma evet’ demedikleri için eleştirdi; TÜSİAD’ı, “Bitaraf olan bertaraf olur” diye tehdit ederken, TOBB’a da yönetim kurulunun yüzüne karşı sitemde bulundu. Erdoğan’ın bu yaklaşımı, ‘demokrasi şampiyonu geçinenlerin’ sessizliğine bakarsak hem AB kriterlerine hem de demokrasi geleneklerine uygun!

Ancak Erdoğan’ın bu tavrına, içten içe ciddi tepki geldiğini, “Bu kadar da korku olmaz” dendiğini belirtip, bunu nereden çıkardığımı anlatayım. TOBB, Başbakan’dan sonra CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu da ilk kez ziyaret etti ve bakın orada nasıl ilginç bir tepki kendi ipuçlarını verdi.

TOKALAŞMADAKİ MESAJ

Referandumda, ‘Evet’ diyecek İTO Başkanı Murat Yalçıntaş’ın da aralarında olduğu TOBB yöneticileri, Kılıçdaroğlu’ndan tüm sorularına yanıt aldılar.

Görüşme sonrası Kılıçdaroğlu için, “Nezaketli, saygılı, doyurucu konuştu” diyenlerin sayısı baskındı; oysa o da Başbakan gibi referanduma girip neden ‘hayır’ dediğini anlattı; ama ‘neden hayır demiyorsunuz’ diye en ufak bir sitemde veya imada bulunmadı, şöyle bir örnek vermekle yetindi:

“Eğer ‘evet’ çıkarsa ertesi günü Adalet Bakanı olsam, bir savcıya haber yollayıp, sahte bir ihbar mektubu, gizli bir tanıkla aranızdan birini içeri almasını istedim, diyelim. Savcı da sizi içeride birkaç gün tutsun. Çıktınız, hakkınızı arayacaksınız. Şikayet makamı Adalet Bakanlığı. Siz de başvurdunuz. Bakan onay vermezse müfettişler harekete geçemez. Bakın, bugün bu durum olsa, Bakan izin vermezse Danıştay’a itiraz edip soruşturma açtırabilirsiniz. Ama size haber vereyim, ‘Evet’ çıkarsa artık ‘Danıştay’a gitme hakkınız olmayacak.”

Çoğu TOBB üyesinin bunu bilmediği yüzlerindeki ifadelerden ve sonraki konuşmalarından anlaşıldı; ama size daha ilginç bir tepkiyi anlatayım.

Toplantı bitince Kılıçdaroğlu, konuklarını kapıda tek tek uğurladı.

Hiç azımsanmayacak sayıda konuk, Kılıçdaroğlu’nun elini sıkarken kulağına, “Yeni göreviniz hayırlı olsun” dediler, ama ‘Hayır’ üzerinde özel vurgu vardı.

AVRUPA’YA DA ANLATACAK

Kılıçdaroğlu, referandum sürecinde yaşananları bir kenara yazıyor.

Referandumun ardından bu kez Avrupa yollarına düşecek; önce Almanya’ya.

Alman Sosyal Demokrat Parti (SDP) Başkanı Sigmar Gabriel’in davetlisi olarak 19 Eylül’de Berlin’e gidecek olan Kılıçdaroğlu’nun programı, talimatı üzerine Almanya’ya giden danışmanı Ali Kılıç’ın görüşmeleri sonucu kesinleşti. Avrupa’nın en büyük sosyal demokrat partisi SPD ile CHP arasında yıllardır süren kopukluğu giderecek olan gezisinde Kılıçdaroğlu, ilk gün Türk toplumu önderleriyle buluşup, cami, cemevi ve kilise ziyaret edip, dinlerin uyum üzerindeki etkilerini vurgulayacak.

SDP, ertesi günü Kılıçdaroğlu için 18 saatlik özel bir program yaptı.

O gün Kılıçdaroğlu, art arda Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Martin Schulz, SDP Parlamento Grup Başkanvekili, SPD Başkanı Sigmar Gabriel’le görüşüp, gece Friedrich Ebert Vakfı’nın konferansında konuşacak.

Kılıçdaroğlu, 21 Eylül’de Yeşiller Partisi’nde Cladio Roth, Cem Özdemir, Ekin Deligöz, Mehmet Kılıç; Alman Sol Parti Başkanı Claus Ernst ve Alman Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle ile buluşup Türkiye’ye dönecek.
Yazının Devamını Oku

Çullanmaların nedeni telaş

12 Ağustos 2010
CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Konya’nın ilçelerine yaptığı iki günlük geziden Ankara’ya dönerken yakaladım. Sav, Kılıçdaroğlu’nun performansından son derece memnun, “Şaşırdım doğrusu; yorgunluk emaresi yok, halkla buluşunca yorulmak bir yana sanki dinleniyor. Fiziki direnişi müthiş yani. Sıcağa dayanıklı; fazla bunalıp terlemiyor. Her geçen gün de kitlelerle diyaloğunu daha ilerletiyor” dedi.

CHP’nin Konya’da 16 milletvekilinden sadece birini kazandığının, belediye meclisine üye veremediğinin altını çizen Sav, neden Konya gezisine katıldığını da şöyle açıkladı:

“İki yıl önce de Deniz Bey ile gezmiştim, buraları. Malum bize en mesafeli illerden. Bir değişim var mı diye merak ettim. Tamam ülke düzeyinde bir ilerleme görüyoruz da Konya gibi bir bölgede durumumuz neydi, bunu bir siyasetçi olarak görmek istedim.”

KONYA BÖYLEYSE

Seydişehir mitingini, ‘muhteşem’ diye niteleyen Sav, Akşehir, Höyük ve Çumra’yı şaşırtıcı bulmuş, diğer yerlerde de tablonun aynı olduğu kanısında. 16 ilçe, 4 beldeyi gezdiklerini vurgulayan Sav, “Buralarda CHP’ye ilgiyi, eskisiyle kıyasladığımızda beni çok umutlandırdı. Konya’da ciddi hareketlenme var. Konya böyleyse umutlanmakta haklıyız” dedi.

Son zamanlarda CHP kitlesi olmaktan uzaklaşmış kadınlarla gençlerin CHP mitinglerinin ana topluluğu haline geldiğini de belirten Sav, bütün bunların da örgütlere tek kuruş göndermeden sağlandığını vurguladı.

“CHP’nin hiçbir örgütünün otobüs masrafı bu referandumda olmayacak” diyen Sav, Başbakan Tayyip Erdoğan başta olmak üzere AKP’nin bir bütün olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun üstüne ‘çullandığını’ savunuyor.

Bunu, iktidardaki telaştan, ‘Hayır’ oylarındaki artıştan kaynaklandığına inanan Sav, referanduma yönelik tahminini de şöyle açıkladı:
“Siyasette tahmin yaparken kendimizden çok karşı tarafın tavrına bakarım. Bu nedenle her seferinde durumu gördüm. Bu kez de iyi gördüğümü düşünüyorum. Bence AKP, Kemal Bey’e çok fazlasıyla saldırıyor. Bunu halk da görüyor. Kemal Bey gibi agresif olmayan bir siyasetçiye dahi bu kadar çullanıyorlarsa orada telaş var, demektir.”

İÇİMİZDE GEDİK AÇAMAYACAKLAR

Sav’a, Başbakan Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’nu kendisi üzerinden de eleştirdiğini anımsattım; bu konudaki yanıtı da şöyle oldu:
“Farkındayım, hiç önemsemiyorum. Aslında okkalı cevaplar da veririm; ama neyse, halk görüyor diyorum. Bununla içimizde gedik açmak istiyor. Kimse merak etmesin, buna fırsat vermeyeceğim. Ben şahsıma düşeni çok dikkatli bir şekilde yapacağım. Benim aptesimden de hiçbir şüphem yok; Başbakan bu bildiği yoldan devam etsin.”

Önder Sav, kamuoyunun oluşumunda büyük bir dengesizlik bulunduğunu, aynen 12 Eylül dönemi gibi, iktidarın her kurumu ve her fırsatı ‘Evet’ propagandası için kullandığını da savunurken, buna rağmen sandıktan ‘Hayır’ çıkacağını söyledi.

Sav, Ankara’ya dönerken biz de tatil yoluna çıktık, haftaya buluşmak üzere kısa bir ara.
Yazının Devamını Oku

Çantada keklik evetçiler!

9 Ağustos 2010
REFERANDUMDAN ‘evet’ çıkacağından emin olan çevrelere bakacak olursak, AKP seçmeninden tek fire olmayacak, buna karşın CHP ve MHP seçmeni arasından ‘evet’ oyu kullanacaklar hiç de az değil. Gerçekten CHP ve MHP seçmeni partisine, AKP seçmeninden daha mı az bağlı sorusuna yanıt kimin nereden baktığına bağlı; ancak iş bıçak sırtında gibi.
Çünkü, gelin en son yapılan yerel seçim sonuçlarından hareket edelim
? EVET PARTİLERİ: AKP (38.39) + SP (5.2) + BBP (2.3) = 45.89
? HAYIR PARTİLERİ: CHP (23.08) + MHP (15.97) + DP (3.84) + DSP (2.3) = 45.72
O seçimde ANAP, BTP, İP, TKP ve ÖDP’nin oyları da yüzde 2’yi aşmıştı.
LİDERLER SANDIĞA GİRECEK
Tablo bu; ancak CHP’nin başında halktaki desteği partisinden çok önde olan bir Kılıçdaroğlu var ve referandum sandığına kendisini sokmuş durumda.
Soru şu: İktidar hedefi olan, Ankara’da oturmayıp kasaba kasaba ayağına giden bir lider bulmuş CHP’li seçmen AKP’yi sevindirecek oy kullanır mı?
MHP seçmeninin en büyük hassasiyeti terör ise ve terör de 8 yıl öncesiyle kıyaslanamayacak bir noktaya gelmişse o tabana yönelik hesaplar tutar mı?
Hele daha işin başında bazı valiler MHP ile çatışmaya girerek MHP tabanını daha da keskinleştiriyorsa, bilemem ne kadar fire olur.
DSP ve DP seçmeninin ortak noktası AKP karşıtlığıdır; ne fire olur bilemem.
Tamam; medyanın önemli bir kesimi AKP’den daha hızlı “Evetçi” çıktı; CHP veya MHP’nin 12 Eylül öncesi falanca ilçe başkanı, adı sanı unutulmuş eski bir üyesinin ‘Evet’ demesi birinci sayfalara çıkıyor; günlerce, “DP eski genel başkanı 50 ilde ‘evet’ mitingi düzenleyecek” haberleri boy boy veriliyor.
Ancak ölçü kaçar, güç kontrolsüz kullanılırsa karşıtının doğacağı da ortada.
‘Evet’ oyu kullanacak Sezen Aksu’ya, ‘Sazan’ diyen CHP yöneticisi, ki yaptığı kesinlikle yanlış, ‘Hakaret etti’ diye manşetlere taşınıyor; ama ‘Hayır’ diyenlere aynı sayfalarda yapılan hakaretin, küfrün bini bir para.
SAMİMİYET TESTİ
Referanduma etki edecek en önemli unsurlardan biri de samimiyet olacak.
Demokrasi deniyor; ancak ‘hayır’ diyeceğini açıklayan sanatçılara, AKP Genel Başkan Yardımcıları telefon açıp, ‘Duyduğumuz doğru mu?’ diye soruyor.
Referandumda ‘evet’ denmesi halinde yargının bağımsızlaşacağı söylenip oy isteniyor; ama bakın YAŞ ile yargı kararları arasındaki şu eşzamanlı gidişata:
23 Temmuz’da, Genelkurmay Basın Sözcüsü, masumiyet karinesi gereği Balyoz davası sanığı askerlerin durumunun YAŞ’ta ele alınacağını açıklıyor, birkaç saat sonra o askerler için ‘yakalama kararı’ çıkıyor.
YAŞ toplanıyor; ikinci günü, Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un, Org. Hasan Iğsız’ı Kara Kuvvetleri Komutanı olarak önerdiği öğreniliyor; aynı akşam savcılık, Iğsız ve 18 askeri ifade vermeye çağırıyor.
YAŞ’ın üçüncü gününde Balyoz sanıklarının durumu görüşülüyor; hükümetle asker farklı tutum alıyor, aynı saatlerde Başsavcıvekili’nin ‘yakalama kararları ertelensin’ talebinin reddedildiği açıklanıyor.
YAŞ’tan karar çıkmıyor; hükümetin, Kara Kuvvetleri için düşündüğü komutan emeklilik dilekçesi veriyor, Başbakan ile Genelkurmay Başkanı o gece buluşma kararı alıyor, buluşmaya dakikalar kala Balyoz davası sanığı askerler için verilen ‘yakalama kararı’ kaldırılıyor.
Sizce seçmen bütün bunları birbirinden bağımsız, rastlantı diye görür mü?
Yazının Devamını Oku

Dolmabahçe buluşmasından YAŞ’a

5 Ağustos 2010
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Başbakan Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay eski Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın, 27 Nisan bildirisi sonrası Dolmabahçe’deki buluşmasını gündeme getirip tarafların konuşulanları açıklamasını istediler; aksi takdirde iktidar olduklarında Erdoğan’la Büyükanıt’ı Yüce Divan’a göndermekle tehdit ettiler. İki lider de kendilerinde bazı bilgiler bulunduğu izlenimi veriyorlar.
Eğer bu doğruysa, “Ne konuştunuz açıklayın” diyen iki liderin öncelikle kendileri, kırıntı da olsa bildiklerini kamuoyuyla paylaşmaları gerekmez mi?
İktidar çevreleri ve darbecilere en derin savaşı açmış(!) olan bazıları da, “CHP ve MHP Büyükanıt’ın üstüne niye bu kadar gidiyor?” diye soruyor.
NEDEN AÇIKLANMIYOR
İktidar çevrelerine kulak verdiğimizde, o buluşmada teamüllere aykırı tek şey olmadı; her iki taraf da elindeki tüm bilgileri açıklıkla paylaştı ve TSK’da yanlış yapanların ayıklanması konusunda mutabakata vardı. 
Böyle bir mutabakat için tarafların, “Benimle mezara gidecek” demesine gerek bulunmadığına göre, burada amaç Büyükanıt’ı korumak olması mı?
Açıklama yapılmadığı sürece Büyükanıt, “27 Nisan muhtırasıyla suçlanmaktan kendini kurtardı, verdiği bilgi ve sözlerle TSK’yı ağır bir fatura altında bırakıp gitti” itham ve suçlamasıyla karşı karşıya kalabilir.
Büyükanıt’ın verdiği sözleri halefi Org. İlker Başbuğ ile paylaşmadığı düşünüldüğünde, Başbakan Erdoğan’ın beklediği bazı ilerlemeler sağlanmamış, bunların sonuçları da YAŞ’taki krize kaynaklık etmiş olabilir.
YAŞ’ta sorunun büyüğünün Org. Hasan Iğsız ile ilgili yaşandığı doğrudur ve muhtemel ki Org. Iğsız’ın bazı konuşmalarından rahatsızlık duyan Başbakan, bunu YAŞ ile paylaşıp, çok net ‘Bu atamaya karşıyım’ mesajını vermiştir.
“Sadece Iğsız değil Başbakan, kendisine ulaşan bazı başka komutanların söz ve eylemleri konusunda da çıkışlarda bulundu” bilgisine de ulaştım.
Örneğin; ‘Başbakan-Adi’ işaret-parola densizliğinin yaşandığı komutanlıkta sadece bir astsubayın cezalandırılmasını yeterli bulmamış; bir tören alanına gelişinde ayağa kalkmayan, konuşmasına da kendisi yokmuş gibi “Sayın misafirler” diye başlayan bir komutanın hâlâ görevde tutulmasına (ve de başka örneklere) karşı çıkmış olması da büyük olasılık.
BÜYÜKANIT’IN ÖRNEĞİ TAM TUTMUYOR
Dolmabahçe buluşması yeniden tartışılınca Büyükanıt, Fikret Bila’ya, “Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit’le de görüştüm. Bunlar devlet işi” dedi.
Bu sözleri Yılmaz’a sordum; yanıtını özetleyip, yorumu size bırakıyorum:
“Büyükanıt benim zamanımda Genelkurmay Başkanı veya İkinci Başkan değildi, Genelkurmay’ın Başbakanlık’taki temsilcisiydi. Askeri danışman olduğu için zaman zaman sadece askeri konuları görüşüyordum; ama hiç Dolmabahçe’deki gibi uzun görüşme yapmadık. Verdiği örnek tutmuyor yani; bizimki Başbakan-Genelkurmay Başkanı görüşmesi değildi. Genelkurmay Başkanı ile yaptığımız ikili görüşmelerde tutanak tutmak gibi bir şey olmadı. Yabancı bir devletle temas değil ki devletin kaydına geçsin. Eğer demokrasi veya kurumlara zarar verici bir pazarlık yapılmamışsa bunun gayet tabii ki açıklanması tarafların rızasına bağlıdır. Ama böyle bir mutabakat varsa, bu tür rivayetler ortaya çıktıysa, buna açıklık getirmek demokrasiye hizmettir.”
Yazının Devamını Oku