Paylaş
Diziden önce aramış, “Konuşmayacağım, hele bir sen yaz bakalım” yanıtı alınca, “Şansımı dizi sonrası da deneyebilirim” diye düşünmüştüm.
Yanılmışım; dizi yayınlanırken gittiğim Paris’ten yeniden aradım, “Diziyi okudum. Bu konuda konuşmayacağım” yanıtını alınca üzüldüm. Umarım bir gün, Türk siyasi tarihinin önemli olaylarından birinin yaşandığı bu süreci Baykal’ın ağzından da dinleriz.
PARİS’TE İKİ GÜZEL SÜRPRİZ
Paris’te ise müzelerle, sergilerle dolu dolu altı gün yaşadım.
Çoğumuzun “Çığlık” tablosundan tanıdığı, her gün binlerce ziyaretçinin akın ettiği Edvard Munch’ un sergisini, Bedri Baykam ’ın, ressamı çağımıza uyarlayan eserlerini izledikten sonra gezmek çok gurur vericiydi.
Louvre Müzesi’nde ise saat 17.00’de, uluslararası bir toplantı için Paris’te bulunan AKP milletvekillerini bizim gibi sabah saat 09.00’dan beri salondan salona dolaştıklarından, ayaklarına kara sular inmiş halde görmek çok hoştu. Tarihi tren garından dönüştürülen d’Orsay Müzesi, Ankara’daki Cer Modern’i anımsattı; kabul, Cer’in alanı çok küçük; ama Cer atölyelerini dönüştürenler acaba d’Orsay’i gördüler mi diye düşünmekten kendimi alamadım.
Çünkü barındırdığı muhteşem eserler bir yana, bir gardan nasıl harika bir müze çıkarılır gerçeğini görmek için dahi buraya ziyaret şart.
ÜÇ GÜZEL DE ESER
Fransız krallarının, Paris’e bir eser kazandırma geleneği Cumhuriyet döneminde de sürdürülmüş; bu kez bunların son üçünü de gezdim.
Her gün on binlerce turistin gezdiği bu eserlerden ilki, şehrin tarihi mekânıyla bütünleşmiş, katkı sağlamış Georges Pompidou Sanat Merkezi. François Mitterrand Kütüphanesi, ilk bakışta yüksek modern binalar gibi görülüyor; ama dik duran açık dört kitabı simgeleyen birbirine bakan bu binalarla bağlantılarının bütünlüğü hem büyük bir ufuk çiziyor, hem de Avrupa’nın en modern, en büyük kütüphanesini Paris’e kazandırıyor.
Jacques Chirac adı ise dış duvarlarında 15 bin bitkinin yeşerdiği Branly Müzesi ile sonsuza dek yaşamayı hak etmiş.
Biliyorum, çoğumuz “Ya bizde durum ne” sorusunu soruyor.
Ankara’ya bir opera binası kazandırmamız dahi yılan hikâyesine dönmüş durumda; ama dışarıdan baktığımızda daha başka şeyler görüyorsunuz. Son cumhurbaşkanlarımız ya “Hükümetin ak dediğine kara diyen” ya da “Hükümet hapşırdığında neredeyse grip olan” görüntüsü veriyor.
Örneğin, dış politikada son derece deneyimli Abdullah Gül, İsrail konusunda, hükümete destek için “İlişkilerimiz bir daha eskisi gibi olmaz” dedi.
Gazeteci cinayetleri, rejim transferi, iptal edilen milyar dolarlık ihaleler ortadayken İran’la; 35 bin canımızı alıp götüren (Daha dün 11 kez daha yandık) terörü yaratan Suriye ile yeniden can ciğer olduk, iyi de yaptık.Tamam İsrail, kendisini ve antisemitizmi tanıyan ilk Müslüman ülkenin kıymetini bilmedi, 9 yardımsever vatandaşını acımasızca katletti.
Ama AB için Avrupalı liderlere telefon açan Peres ’in İsrail’ini, soykırımda büyük destek, ekonomide azımsanmayacak katkı, PKK ile mücadelede bir şeyler yaparken; Kuzey Irak’ta ortada durmaya çalışırken de gördük. Sormayalım mı; ileride İsrail’le ilişki de neden İran ve Suriye gibi olmasın?
Paylaş