Şükrü Küçükşahin

CHP MYK’ya uyarı

1 Kasım 2010
ANLAŞILAN o ki çarşamba günü CHP’de yeni dönem açılacak, güçlü genel sekreterin yerine eşit konumdaki 13 genel başkan yardımcısı gelecek.

Başka bir ifadeyle Önder Sav’ın CHP üzerindeki etkinliği en azından hukuken, kâğıt üzerinde epey tırpan yiyecek.

Sav’ın ağırlığının yok olacağını söylemek hem gerçekçi değil hem de bugünkü CHP’de beklenen yararı sağlayacağına inanç yok.

O nedenle Sav’ın en güçlü genel başkan yardımcısı koltuğuna (örneğin, teşkilattan sorumlu) oturması normal; önemli olan diğer yardımcıların onun çekim alanındaki isimlerden oluşup oluşmayacağıdır.

Bu karar da tamamen Kemal Kılıçdaroğlu’na bağlı.

Yazının Devamını Oku

CHP için iyi bir fırsat

28 Ekim 2010
YARGITAY Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yaptığı uyarı, hem CHP hem de Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu için yeni bir çıkış, yeni bir şans yaratabilir.

Kurultay’da kaşla göz arası, hiç tartışılmadan kabul edilen bir önergenin yol açtığı bu hukuk skandalının pek çok sonucu olabilecek.

Bunların ilki; Kurultay hukuku konusunda tartışmasız uzman kabul edilen CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın bu alandaki bilgilerinin darbe yediğidir.

Sav hanesine yazılacak olumsuzluk bununla da kalmayabilir, neresinden bakarsak bakalım sorun, Sav’ın CHP’deki gücüne de darbe vuracak türden.

Buna karşın aynı karar, Kılıçdaroğlu’na ise parti tabanının, ‘otoritesini gösterme’ talebini yerine getirme şansını sunuyor. 

Yazının Devamını Oku

Arzu ettiğim model bu değildi

25 Ekim 2010
ADALET Bakanı Sadullah Ergin ile HSYK seçim sonuçlarını konuştuğunuzda en çok duyduğunuz söz, “Bizim arzu ettiğimiz model bu değildi” oluyor. Bu sözler, bakanlıkça hazırlandığı belirtilen listenin seçimi blok kazanması ardından gelen eleştirilerin çok da haksız olmadığını ortaya koyuyor.
Ancak Ergin, oluşan tabloda kendisinin hiçbir payı olmadığına inanıyor.
“Bizim arzumuz HSYK’da çoğulcu bir yapının oluşmasıydı. Anayasa paketi Meclis’ten geçen haliyle kabul edilseydi bu olmayacaktı” diyen Ergin, HSYK’nın yeni yapısında sakınca görenlere adres olarak CHP’yi gösterdi.
Ergin’e göre, CHP Anayasa Mahkemesi’ne gidip ‘Bir kişi sadece bir aday için oy kullanır’ ibaresini metinden çıkartma günahını işlemeseydi, HSYK seçimlerinde ‘kesinlikle’ bir liste söz konusu olmayacaktı.
BABA OĞULA OY VERMEZDİ
Ergin, bu konuda çok da iddialı; “Eğer böyle olsaydı, bırakın birbirini çok seven iki arkadaştan birinin diğerine ‘Bana oy ver’ demesini, oğul babasından dahi oy isteyemezdi. Çünkü kendisi de adaydı” diye konuştu.
CHP’nin bu iptalle bir şey amaçladığını savunan Ergin onu da şöyle açıkladı:
“O güzel modeli, sadece Yargıtay ve Danıştay’ın seçeceği 5 üyeden tekinin dahi farklı görüşten olmaması için feda ettiler. ‘AK Parti’ye yakın birileri çıkacak, bunun önünü keselim’ diye düşünerek hakim/savcıya haksızlık ettiler. Eğri oturup doğru konuşalım; bir adım önlerini göremedikleri için Anayasa Mahkemesi’ne gittiler. Mahkeme de o iptali yaptı.”
Ergin, Bakanlık kadrosundan seçilen isimleri savunmaya da devam ediyor.
Yargıtay/Danıştay üyeliğinin kişilerin hayatını söndürecek karar alma anlamına geldiğini, bu yanıyla HSYK üyeliğinden daha önemli olduğunu anlatan Ergin, “Bakanlıktan bu iki kuruma gidenler eleştirilmiyor da daha bürokratik bir kurum olan HSYK’ya geçiş neden eleştiriliyor?” diye sordu.
Bizim, “Yeni bir şey yapıyordunuz, o nedenle geçmişteki eleştirileri ortadan kaldırsaydınız” dememiz de değerlendirmeyi değiştirmedi.
ÖNCE BİZ KARŞI ÇIKARIZ
Ergin, dünkü görüşmemizde çoğumuzun hak verdiği, “Hele bir bekleyelim yeni üyeler ne yapacak görelim” deme gereği de duyup şu sözü verdi:
“En küçük hata oluşursa önce biz karşı çıkarız.”
Böyle umut etmek dışında şimdilik bir seçenek yok; ancak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün yaptığı atamalarla, zaten iktidar için sütliman konumda görülen HSYK’ya yeni bir renk getirmemesi umut karartıcı.
Keşke Cumhurbaşkanı Gül, muhalefete de sıcak gelen bir iki ismi atasaydı.
CHP’nin TBMM’nin açılışındaki tutumu malum; Kemal Kılıçdaroğlu’nun 29 Ekim Resepsiyonu konusundaki sıkışıklığı da ortada.
Gül’ün bu seçimi, Kılıçdaroğlu üzerindeki “Gitme” baskısını artıracaktır.
Tamam Gül, “CHP seçilmeme katkı bir yana engel oluşturdu” diye düşünse de bu atamalarla yumuşama sürecine katkı değil, taş koymuş oldu.
Kılıçdaroğlu ile dünkü görüşmemde, (o sözleri haberleştirdim) edindiğim izlenim de biraz bu yönde; “Resepsiyona gidecek misiniz” yönündeki tüm sorularıma, “Şimdilik söyleyeceğim bu kadar” karşılığını vermekle yetindi.
Bu arada, HSYK Yasası’nın bugün Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılacağını, en geç yarın veya çarşamba günü TBMM’ye sunulacağını; gelen eleştiriler üzerine çok önemli olmayan birkaç rötuşun yapıldığını da belirtelim.
Yazının Devamını Oku

Barcelona’ya var kayağa yok

21 Ekim 2010
AVUSTURYA’nın küçük bir kasabası Flattach’dan dağa doğru tırmanıp 15 dakika gittikten sonra 1100 rakımlı Mölltaler İstasyonu’na varıyorsunuz. Burası daha çok bizim Şişhane’deki Tünel işletmesi gibi bir yer.
Özelliği tam 5 km yukarı doğru delinen bir tünelle 2200 rakıma ulaşmak.  
Sonra da gondollarla 3000 metreye çıkarıyorsunuz ve bu tünelin açılışının tek nedeni de 3122 metreden aşağı doğru yaz kış demeden kaymak.
‘Buzullar’ adı verilen, dünyanın hemen hemen tüm ulusal takımlarının antrenman yaptığı dağda temmuz ayı hariç her ay kayak yapmak mümkün.
Avusturya’da ‘Buzullar’a çıkan en az böyle 20 tünel bulunuyor; ama hiç “Değer mi” diye sormayın, çünkü bu ülke yılda sadece kayaktan yaklaşık 25 milyar dolar gelir elde ediyor, bu rakama da böyle ulaşılıyor.
ÇİN 300, AVUSTURYA 250, TÜRKİYE 90 GÜN
Şubat ayında Erzurum, kış oyunlarında olimpiyatlardan sonra en büyük organizasyona, Universiade’a ev sahipliği yapacak.
Bu yarışa hazırlanan Türk takımları da Avusturya, Fransa ve İsviçre’de birkaç yerde antrenmanlar yapıyor, ‘Mölltaler Buzulları’ da bu yerlerden biri.
Buranın 19’uncu yüzyıla kadar temel ekonomisi, altın madenleri ile yürümüş; ama altında bir gün sona gelinince, ‘beyaz altın’ imdada yetişmiş ve bugün kayak ile su bölgenin temel ekonomisini oluşturur hale gelmiş.
Türk takımlarını çalıştıran antrenörlerin yabancısı da yerlisi de Türkiye’nin, öncelikle Doğu Anadolu’ya hayat verir dedikleri ‘beyaz altın’da oldukça geride kaldığı, ancak son yıllarda büyük bir çıkış yaşandığı görüşünde.
Özellikle yerli antrenörlerin kelimenin tam anlamı ile ağzı kulaklarında, “Çok değil 4 yıl önce sporcularımız sadece yarışlar için yurtdışına çıkıyordu” dedikten sonra bunun önemini şöyle anlattılar:
“Avusturya’da kayak için gün süresi 250, Çin’de 300’ün üzerinde. Bizde 60 gün civarında. ‘Buzullar’ı kullanarak gün sayısını 90’a çektik. Bu da yeterli değil. Bu işin sırrı kayak sezonunu öne çekmekte. Onun da tek yolu suni kar yağdırmak. İşte önce Erzurum’da, sonra da diğer merkezlerde bunu yapmaya başlıyoruz. O zaman antrenman gün sayısı 110’a çıkabilecek.”
MERKEZLERİN SAYISI ARTARKEN
Türkiye’de 2011 sonunda kayak merkezlerinin sayısı 40’ı aşacak.
Hem Spor Bakanlığı hem de Kayak Federasyonu, bu alanda yoğun bir çalışma içinde, ancak onların işlerini zorlaştıran bazı noktalar var.
Örneğin Kayak Federasyonu Başkanvekili ve Snowboard Başkanı Ali Oto ve yabancı antrenörler, tüm kayak spor kadın/adamlarının ortak görüşü şu:
“Bizde her otelin kendi pisti var; oysa kayakta söz sahibi ülkelerde böyle değil. Bir bölgedeki tüm pistleri aynı şirket işletiyor. Tek biletle (Ski Pass) tüm pistlerden kayılıyor. Kayağın yaygınlaşması ve dünyanın ilgi çeken merkezi haline gelmenin yolu buradan geçiyor. Bunu yapmak zorundayız.”
Yerli antrenörlerin sporcu konusunda da şöyle bir eleştirisi var:
“THY, Barcelona’ya sponsor oldu, iyi de yaptı. Ama biz de destek bekliyoruz.  Dünyanın her tarafında turistik amaçlı da olsa tek kayak takımı kargo dışı; ama sporcunun tek takımı olmaz ve yan malzemeleri çoktur. Çok iyi sporcularımız yetişiyor. Malzeme ihtiyacı ve olanaklarımız gelişiyor. Birkaç yılda güzel gelişmeler olacak. THY, yarışma ve antrenman amaçlı çıkışlarda Barcelona’ya sponsor olur gibi bize de kargo desteği versin.”
Yazının Devamını Oku

Baraj, hem elektrik hem film üretecek

18 Ekim 2010
FENERBAHÇE’nin Batman’a yaptığı dostluk gezisinin hemen ertesi günü Avusturya’ya geldiğimden bir süredir siyasi gündemin dışındayım. O nedenle özellikle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün vereceği 29 Ekim resepsiyonuna CHP’nin katılıp katılmayacağı tartışmalarına yakından bakamadığım için gelen telefon ve maillere yanıt vermek istemedim.
Aslında yapılacak bir değerlendirme de yok; Kemal Kılıçdaroğlu CHP’yi dönüştürmek istiyor ve bunun çok sayıdaki işaretini de verdi.
TBMM’nin açılışında Gül, salona girerken ayağa kalkma, akşamki resepsiyona katılma kararları da bunun sadece iki örneğiydi.
Beklenti bu havanın sürecek olmasıydı, sürmeyecekse bugüne kadar atılan adımların halka anlatımında zorluk çekilmez mi?
ARALIKTA ‘MOTOR’ DENECEK
CHP tartışması süredursun, ben Batman’dan devam etmek istiyorum. Fenerbahçe İkinci Başkanı Nihat Özdemir ile uzun yıllardır tanışırız.Kızı Ebru Özdemir’in sinemaya olan hayranlığını da çok yakından bilirim, Ankara’daki sinema etkinliklerindeki aktif tutumuna herkes de tanıktır.
Yaklaşık 2 yıl önce kendisine “Neden sinema sektörüne girmiyorsunuz” diye sorunca, “Aksine girmek istiyorum; hatta bol bol senaryo da okuyorum; ama babam biraz farklı bakıyor” demişti. Bunun üzerine bir sinemasever olarak hemen hemen her karşılaşmamızda Nihat Özdemir’e sinema sektörüne yatırım yapmaları konusunda epey dil döktüm, hani ‘başında boza pişirdim’ desem yeridir. İki kez de üçümüz ‘sinema yemeği’ yedik, Nihat Bey’i ikna etmeye çalıştık.
Özdemir için Siirt’te yapımını sürdürdükleri Alkumru Barajı ayrı bir heyecan. Geçen yıl da daveti üzerine baraj inşaatına gittik, o kadar heyecanla bilgi veriyorduk ki buna rağmen araya gidim, “Burası tamam da şu sinema işi ne olacak” diye sorunca gülerek şu yanıtı verdi: “Anladım kurtuluş yok. Ebru bir yandan, sen bir yandan. Şimdi yazma; ama söz, buradan elektrik üretilmeye başladığı an ‘motor’ da denecek.”
Batman’da da bu sözünü anımsatınca, “Tamam şimdi yazabilirsin, sözüm söz; aralıkta elektrik üretimi başlıyor, ‘motor’ da deniyor” dedi.
YA ARKEOLOJİ MÜZESİ
Türk iş dünyasının kültür ve sanat alanında devletin yapamadığı birçok şeyi daha kolaylıkla yapabileceği ortada ve bunun çok güzel örnekleri de verildi. 
Özdemir Ailesi’nin sinema yatırımını da aynı çerçevede görebiliriz.
Yine Ankaralı olan Çarmıklı Ailesi de hem Ilısu Barajı’nı hem de Marmaray’ı inşa ediyor ve iki proje de arkeolojik çalışma ve tartışmalarla sürüyor. Çarmıklı Ailesi de dünyanın en zengin arkeoloji varlığına sahip ülkelerden biri olan Türkiye’de iddialı bir arkeoloji müzesi yapımına başlasa ne güzel olur.
Bu konuyu Nurettin, Erol ve Oğuz Çarmıklı kardeşlere açtığımda üçü de “Neden olmasın; ama önce iki projenin seyrini görelim” dediler.
Hani artık, devletin de katkısıyla zamanı gelmedi mi diye sormak gerekiyor.
TAŞ ATAN ÇOCUKLAR NOTU: Batman’da içinde bulunduğumuz otobüsün taşlaması ile ilgili çok sayıda mail ve telefon aldım. Biliyor musunuz, Pekin-Paris Rallisi’ne katılan o güzelim arabalar da Gürbulak’tan girdikten sonra yine çocuklar tarafından taşlanmış, camları kırılmış. Yani o çocuklarımız yabancı belledikleri herkesi taşlıyorsa o zaman sorun,
BDP’nin de sorunu.
Yazının Devamını Oku

Bir maç, bir otobüs beş taş

14 Ekim 2010
FENERBAHÇE güzel bir sosyal kaynaşma projesi çerçevesinde Batman’a gitti; 2. başkan Nihat Özdemir’in daveti üzerine bir Cimbom’lu olarak bu etkinliğe severek katıldım. Her şey Batman 72 spor kulübü yönetiminin Aziz Yıldırım’dan yardım istemesiyle başladı.
Amaç Batman dışındaki maçlar için kulübe bir otobüs kazandırmaktı. Yıldırım, önce kulübe kendi olanakları ile bir katkı sağladı; “Otobüs alımı için ise yardım yerine bir proje getirin, onu uygulamaya koyalım” dedi.
Kulüp yönetimi “Fenerbahçe Batman’a gelsin” önerisi yapınca Yıldırım hemen kabul etti. İşte Batman’a yapılan çıkarma bu amaçlıydı. Keşke diğer büyük takımlar da ‘yaşanan bazı tatsızlıklara rağmen’ aynı yolda yürüse.
İKİNCİ EL DE OLSA TAMAM
Batman 72 ve TPAO’nun takımları Fenerbahçe ile yarı devreli olarak karşılaştılar.
Stat tamamen doluydu diyebiliriz, biraz tedirginlik yaşamadık değil; ama İstiklal Marşı’nın okunması da dahil, her şey gayet güzel gitti, sahada da oyuncular birbirlerine karşı son derece dostane tavır gösterdiler.
Etkinlikte önemli payı bulunan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de ilk yarı Batman 72’de, ikinci yarı da Fenerbahçe’de gol bölgelerinde 10’ar dakika forma giydi.
Her ne kadar ikinci yarı Okan’ın gol pasını ıskalayıp, “Fener yeni bir Guiza transfer etti” esprilerine neden olsa da sahada gayet başarılı bir performans gösterdi, her tarafa koşturdu, rakip defans oyuncularına pres dahi yaptı.
Maçtaki birkaç sertlik de hemen oyuncuların birbirine sarılıp özür dilemesiyle sonuçlandı.
Stat çevresindeki binalarda da epey seyircinin izlediği maç o kadar iyi gitti ki bir ara seyirciden, “Türkiye, Türkiye” tezahüratlarının yükselmesi de güzel bir sürpriz oldu.
Bu maç hem kentte güzel bir hava estirdi, hem de Batman 72’ye gelir sağladı. Yöneticilerin ifadesiyle, diğer tasarruflarla birlikte maçın geliri ikinci el bir otobüs için yetti.
PEKİ YA O BAKIŞLAR
İşte bu güzel duygularla stattan ayrıldık, otobüslere bindik ve hareket ettik.
Nihat Özdemir, Mithat Yenigün de dahil bazı Fenerbahçe yöneticileriyle biz gazeteciler ilk otobüsteydik.
Stadın dışına çıktığımızda çoğu çocuklardan oluşan bir kalabalık bekliyordu, hani futbolcuları görmek isteyen kalabalıklar var ya, onlar gibi.
Otobüs manevra yaparken aradan ‘yuh’ sesleri duyduk, pek üstünde durmadık.
Tam otobüs manevrasını tamamlayıp kalabalığı sağımıza aldığımızda kurşun sesine benzer patlamalar duyduk, peş peşe taşlar yağmaya başladı.
Bu sahnelere diğer maçlardan alışık olan Nihat Özdemir, son derece soğukkanlı hareket etti.
“Sola geçin, koridora çömelin” dedi, çoğumuz bunu yaptık.
Kalabalıktan uzaklaştığımızda beş camın kırıldığını gördük. Ancak beni en çok etkileyen, kalabalık arasındaki bazı çocukların bakışları oldu.
Hani taş atan çocuklar için yasaları değiştirerek soruna hukuki çözüm bulabiliyoruz, işin kolayı bu; ama işte o çocuklardaki ‘düşman otobüste’ bakışları işin asıl can alıcı, zor ve uzun yıllar gerektiren yanı.
Yazının Devamını Oku

Güven veya alan genişletme

11 Ekim 2010
YENİ Anayasa konusunda iktidar ile muhalefetin ortak çalışma umudu, geçen salı Başbakan Tayyip Erdoğan’ın AKP Grup konuşması ile bitti. Biraz başa dönecek olursak, ortadaki sorun sanki güven eksikliğiydi.
Çünkü, Erdoğan 12 Eylül gecesi yeni bir anayasa için herkesin önünde talimat vermiş ve onunla da yetinmeyerek, TESK Genel Kurulu nedeniyle gerçekleşen sürpriz buluşmada Kemal Kılıçdaroğlu ile de konuyu konuşmuştu.
AKP’lilerin ifadesiyle, Başbakan  o görüşmede tam üç kez Kılıçdaroğlu’na yeni anayasa konusunda komisyon kurulması için teklifte bulunmuştu.
Bunu 30 Eylül günlü yazımda gündeme getirdim.
Yapılması gerekenin tarafları eylem alanına çekmek olduğunu, görevin de TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’e düştüğünü; komisyon kurulması için partilere ‘Üyelerinizi bildirin’ demesinin yeteceğini belirtip şunu yazdım:
“O zaman biz de görebileceğiz komisyona kim üye veriyor, kim vermiyor?”
SİYASİ PARTİLER YASASI
Rastlantı bu ya, Şahin de hemen o gün parti grup yöneticileri ile konuşacağını açıkladı ve bunu hayata da geçirdi; ama Başbakan salı günü o konuşmayı yapınca, CHP ve MHP’nin ‘olur’ işaretine rağmen Şahin geri adım attı.
İktidara bakacak olursak sorun TBMM’nin gündemi, zamanın sıkışıklığı; oysa CHP de MHP de, ‘yeni anayasa illa bu dönem yapılsın’ talebinde değil, “Başlayalım, uzlaşılan maddeler geçer, gerisi yeni döneme kalır” diyor.
Burada sorun güvensizlik veya zaman darlığı gibi görünmüyor; iktidarın “Benim önceliklerim”, “Benim sınırlarım” anlayışı öne çıkıyor. İktidarı bu noktaya getiren bir etken de CHP’nin, daha işin başından “Yokuz deme politikasını” bir kenara bırakması mı bilemeyiz; ama AKP, iktidar ve artık her alanda açık hale gelen mutlak gücünü kullanmaya kararlı. Sadece Anayasa konusunda değil, en az onun kadar demokrasi sorunu haline gelmiş olan Siyasi Partiler Yasası’nda (SPY) da AKP’nin tutum aynı.
CHP, 12 Eylül ürünü bu yasanın da değişmesini öneriyor; AKP yanaşmıyor. Oysa bildiğim, geçen yılın başlarında Erdoğan bir Brüksel gezisi dönüşü uçakta, bu yasanın değişmesi için arkadaşlarına işaret vermişti.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in bu yasaya özel ilgisi de bir gerçek.
Buradaki ‘Hayır’ın altında, takdire bırakacağım şöylesi bir gerekçe de var:
“O yasa tepeden tırnağa değişmeli tamam. Ama örneğin o yasa, partilere Atatürk milliyetçiliği öneriyor. Bunu değiştirmek istesek ortalık karışır.”
SESSİZLİK DE BİR POLİTİKA
Sadece anayasa ve SPY değil; son hafta dahi gösteriyor ki, her alanda iktidarın ‘benim dediğim olsun’ tavrı ve sesi dışında birşey yok. 
Yoksa, Aleviler yönelik haksızlıklar ve hala her fırsatta gündeme getirilen hakaretler, iktidarın hoşuna giden kesimlere yönelik yapılsaydı neler olurdu?
Eğer, erkek polisler, başı açık kızlarımıza en alasını uyguladıkları şiddeti, neredeyse kimlik dahi soracak kadar yaklaşamadıkları başı kapalı bir kızımıza uygulasaydı, Bülent Arınç başta olmak üzere AKP yönetimi ortalığı birbirine katmaz; hükümeti destekleyen medya da o erkek polislerin Ergenekon bağlantısını hem de telefon kayıtlarıyla ortalığa dökmez miydi?
Ama Yıldız Teknik Üniversite-si’nde bir eylemci kızımıza uygulanan erkek polis şiddetini, iktidar tam bir sessizlikle karşılarken muhafazakâr medya ise o kızımızın ne saçına yapışan ne de ağzını kapatan elleri gördü.
Yazının Devamını Oku

Özal’ın saç telleri

7 Ekim 2010
SEKİZİNCİ Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümüyle ilgili önceki yazım üzerine dönemin bazı tanıkları aradı, benim aradıklarım da oldu. <br><br>Daha sağlıklı bir tartışma için bazı bilgileri çok özetleyerek aktaracağım. Özal’a en yakın bir isim, Mehmet Keçeciler’den başlayalım.

İlginç bir ayrıntı verdi Keçeciler; meğer ANAP’tan ilk 16 milletvekili Özal’ın, “Siz istifa etmiyorsanız, ben istifa ediyorum” dediği için istifa etmiş.

Keçeciler, “Yeni partiye de Turgut Bey’in Cumhurbaşkanlığından ayrılmasına da karşıydım; ama o istifa etmesin diye bunu yaptık” dedi.

ÇOK ISRAR ETTİM


Süreç yeni bir partinin yanlışlığını ortaya koyunca, ANAP’a dönme kararı veren Keçeciler, rızasını almak için Özal’a gittiğini aktarıp devam etti:

“Türk cumhuriyetleri gezisine çıkmadan son görüşmeyi benimle yaptı. Uzadığı için de havaalanına gecikmeli gitti. Bir iki basamak çıktı, nefes nefese kaldı. Hiç böyle görmemiştim. Yorgunluktan öte hastaydı. Kalp nedeniyle sürekli diyet yapması, kilo vermesi lazımdı. Bembeyaz kesilmişti, o halini görünce korktum. ‘Bu geziye gitme’ diye çok ısrar ettim. ‘Bu hükümet Ermenistan-Azerbaycan savaşında Türk dünyasını küstürdü. Ben de gitmesem iyice küserler, bizden tamamen koparlar’ diyerek direndi ve gitti.”

Gazeteci arkadaşımız Servet Kabaklı da şöyle bir düzeltme yaptı:

“Nakşibendi Hazretleri’nin türbesinin etrafındaki toprağı Turgut Bey’in isteği ile aldım. Toprak aldığımı görünce, imalı bir şekilde ‘Çok al lazım olacak’ dedi. ‘Ne demek istiyorsunuz Sayın Cumhurbaşkanım. Allah uzun ömür versin’ dedim. ‘Ne yapacaksın, sen dediğimi yap’ karşılığını verdi.”

Neden otopsi yapılmadı konusundaki bilgiyi ise Halil Şıvgın anlattı:

“Ölen bir cumhurbaşkanıydı. Geride kuşku kalmasın diye otopsi önerdim. Semra Hanım, ‘Turgut Bey’in parça parça edilmesine izin veremem, buna dayanamam’ dedi. Yapılacak bir şey yoktu. Keşke devlet tavrını koysaydı.”

GUT TEŞHİSİ VE OTOPSİ


Dönemin GATA komutanı emekli general Ömer Şarlak da arayıp “Kışladan Kampüse” başlıklı kitabında ayrıntılı yer verdiği şu bilgileri aktardı:
“O seyahatin gecesi rahmetli beni aradı. ‘Ayağımda ağrı var, bir bakar mısın’ dedi. Hemen cihazları alıp 23.00 gibi Köşk’e gittim. Semra Hanım yanındaydı. Bir ayağında terlik, diğerinde tokyo vardı. Tokyolu ayağını görür görmez, ‘Sizde gut var. Bu hastalık kalp damarlarını da etkiler. Yarın geziye çıkıyorsunuz, hemen operasyon yapalım. Bu sizi rahatlatır’ dedim. ‘Okuyacağım çok dosya var’ diyerek reddetti. ‘Yarım saat sürmez’ dedim, ısrar ettim. Semra Hanım’ın da beni destekledi; ama ikna edemedim.”

Şarlak, ambulansın GATA yerine Hacettepe’ye yönlendirilmesini de anlattı:

“Olayı Yaveri Albay Aslan Güner arayınca öğrendim. Hemen kalp uzmanlarıyla beraber yola çıktık. Bir kilometre gittik, Güner yine aradı, ‘Durum iyi değil, biz geliyoruz’ dedi. Dönüp acil hazırlığı yaptık. Güner tekrar aradı, ‘Yol uzun, trafik yoğun. Hacettepe yakın, oraya geçiyoruz’ dedi. 15 dakika sonra biz de oradaydık. Hacettepe’de uzman doktor yoktu. İlk uzman müdahalesini biz yaptık; ama maalesef ölüm gerçekleşmişti.”
Özal’ın saç tellerini saklayan Semra Hanım’ı da aradım; ama ulaşamadım.

Hâlâ saklıyorsa o saç telleri çok şeyi netleştirecek; o nedenle, ‘Geçmişte ailesine yönelik bir tehdit vardı’ diye düşünsek dahi artık o günler geride kaldığına göre Semra Hanım’ın harekete geçme zamanı geldi demektir.
Yazının Devamını Oku