29 Kasım 2010
İLK ve orta öğretimde haftalık ders sayısı bu yıl 30’dan 25’e düşürüldü, o 5 saat, not kaygısı olmaksızın öğrencilerin hobi çalışmalarına ayrıldı. ‘Oynatırken öğretmeyi’ amaçlayan 15-16 hobi alanı belirlendi.
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ile yaptığım sohbetin ardından, 15 Temmuz günlü yazımda da bu konuyu işledim.
Çubukçu ile yine bir kahve sohbeti yapınca, hobi derslerine ilgiyi sordum.
Rakamların yakında geleceğini söyleyen Çubukçu, “Ancak gelen ilk bilgiler ‘Şimdi Okuma Zamanı’nın en çok tercih edilen hobi olduğunu gösteriyor” dedi.
Okuma alışkanlığı düşük Türkiye adına umut veren, iç açıcı bir haberdi bu.
Diliyoruz Türkiye, tek klasik eser okumadan lise diploması alan öğrencilerin bulunabildiği bir ülke olmaktan böylece kurtulabilir.
TEKNOLOJİ NEREYE KADAR
Sohbetimizin geri kalan bölümünde ‘Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi’ (FATİH) projesi kapsamında eğitimde teknolojinin kullanımını konuştuk Bakan Çubukçu ile.
Derslik yapımına yılda yaklaşık 2 milyar lira ayıran Türkiye’nin bu projeye 1.5 milyar ayırmasına dikkat çeken Çubukçu, ‘bilişim teknolojileri sınıfı’ uygulamasının eğitimde fırsat eşitliği anlamına geldiğini anlattı.
Çubukçu, bunun, ocak ayında Londra’da, 75 ülkenin eğitimi bakanları buluşmasında da teyit edildiğini vurgularken, özellikle Hintli bakanın sunumunun tabloyu netlikle ortaya koyduğunu aktardı.
Bu yolla yoksul öğrenciyle zengin öğrenciye aynı olanağın sunulduğunu, fırsatların artırıldığını kaydeden Çubukçu, “Teknoloji eğitimde nereye kadar kullanılabilir; yani kitapsız, deftersiz, kalemsiz, çantasız eğitim olabilir mi?” sorusuna ise şu yanıtı verdi:
“Londra toplantısında da konuşuldu. Tamam, öğrencinin önünde internete erişim fırsatı, karşısında akıllı tahta, yanında yazılım dokümanları bulunacak; ancak buna rağmen, defter, kitap, kalem olmadan eğitim düşünülemez. Çünkü öğrencinin bunlara dokunması, el becerisini geliştirmesi eğitim için hâlâ olmazsa olmaz. Yani eğitimde teknolojinin nereye kadar ve nasıl kullanılacağı bir soru. Sınırsız olmadığı ise kesin.”
ARINÇ ÖZENİ
Uluslararası 22 sözleşmenin onaylandığı 9 Kasım’daki TBMM oturumunda, bazıları hacda bulunan çok sayıda AKP’li milletvekili adına mükerrer oy kullanılması olayını 15 Kasım’daki yazıma konu edinmiştim.
Adı mükerrer oy kullananlar arasında bulunan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, kamuoyu önünde olmasa da kapalı kapılar ardında, fırtınalar kopartmış olabileceğine işaret etmiştim.
Arınç aradı, konu önemli olduğu için araştırdığını belirterek şunları dedi:
“Nöbetçi bakandım. Devlet Bakanımız Faruk Çelik’in vekaleti de bendeydi. Onun adına mükerrer oy yok. Bakın, orada olmayan biri adına oy kullanmak çok yanlış, edepsizlik, çirkin. Olup da mükerrer oy kullanmak da yanlış. Maalesef bu oluyor, geçmişte muhalefet de yaptı. Bu olayda ise pusulalarım önümdeydi, 4 dakikada bir oylama var. O yoğunluk sırasında kavaslar iki kez fazladan almış. Kaldı ki orada olduğum için mükerrer oyun biri zaten iptal ediliyor. Benimle ilgili yanlışlık bundan.”
Arınç’a bu özeni nedeniyle teşekkür ediyoruz, darısı diğer vekillere.
Yazının Devamını Oku 25 Kasım 2010
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun dün geçirdiği ameliyat, bu partideki kurultay öncesi son operasyon olarak da görülebilir. ‘Geçmiş olsun’ dediğimiz Kılıçdaroğlu, doktorların, “Ameliyat yapılmazsa zehirlenme riskiniz yüksek” uyarısı üzerine, erteleyip durduğu ‘bıçak altına yatma’ kararını almak zorunda kaldı.
Kurultay da böylesi zorunluluklar nedeniyle artık kaçınılmaz gibi.
Çünkü, kendisi Kürt seçmene sıcak mesajlar verirken, bu konunun Parti Meclisi (PM) üyeleri arasında dahi, ekranlara taşınan tartışmalara neden oluşunun yarattığı olumsuzluğu görmediğini kimse düşünemez.
Üstüne üstlük, milletvekillerinden de aradığı desteği bulmuşken.
KURULTAY RİSKLERİ
CHP’de, “Kılıçdaroğlu ile Önder Sav arasında yeni uzlaşma mümkün mü” hesapları yapılsa da o eşik geçildiğinden hesaplar şu riskler üzerinde:
- PM listesine girmek milletvekilliği garantisi sayılacaksa, listeye giremeyenler ne tepki verecek?
- Çarşaf liste, delegenin yüzde 10’unun önerisi ve salt çoğunluğun kabulü ile mümkün. Anlaşılan bu öneri gelirse Kılıçdaroğlu, “Delege bu kararı alırsa saygılı olacağım” diyecek; ama ‘Arkandayız, topla kurultayı’ demiş olan il başkanları onay vermezse çarşaf liste kararı çıkmaz, Kılıçdaroğlu da listesini geçirir. İyi de il başkanları o gün de aynı tutumu alır mı?
- Deniz Baykal ve Önder Sav’a yakın isimler ayrı listeler çıkarır mı?
Hemen şunu söyleyeyim; genel merkez yöneticilerinin tümü de bu risklerin hiçbirini olası görmüyor; “İktidar olmaya susamış CHP delegesi ve örgütü, genel başkana istediği desteği verecek” diyorlar.
Kılıçdaroğlu da sahip olduğu kamuoyu desteği ve CHP seçmenindeki sempatisiyle bu riskleri yok edecek güçte görünüyor; ancak CHP’de karar değiştirmenin çok sıradan hale geldiğini unutmamalı.
Belki CHP’de, kaynağı ‘kendine güven’de yatan en önemli sorun da bu.
ÖNDER SAV’IN POZİSYONU
CHP’de yaşanan bu süreçte bakışların en çok yöneldiği isim Önder Sav.
Dün kendisini aradım, “Yargıtay Başsavcılığı kararı Kılıçdaroğlu’na altın tepsi içinde sunulan şanstır” diye yazdığımı anımsatarak, ben dahil, medyaya sitemlerini iletti, konuşmayacağını söyledi.
“Düşüncelerimi açıkladım, herkes de biliyor olmalı. Parti çıkarı neyi gerektirirse onu yapmayı da sürdüreceğim. Benim çıtam belli” dedi.
Ardından da, “Ayrılışım ile oylarımız artıyormuş, madem böyle yine aynısını yaparım” diyerek geniş hedefli bir iğnelemede bulundu.
Ancak, “İkili konuşmalarımı başkalarına söyleme alışkanlığım yok, onlar bende kalır” sözüyle Kılıçdaroğlu’nu iğnelediğini düşünmeden edemedim.
Son sözleri ise, “Ne kadar konuşsam da medyanın bana bakışı belli. O nedenle gıyabımda söylenen, yazılan, çizilenlere dahi cevap vermiyorum; çünkü önemli olan CHP’dir, CHP’nin geleceğidir” oldu.
Sonuçta Kılıçdaroğlu’nun kurultay kararını açıklaması an meselesi.
Ekibi de Baykal’ın, “Kavgalı eve kız verilmez” sözlerine atıfla, ‘yeni, güçlü, anlaşabilen, genel başkana güç veren bir kadro’ iddiasıyla yola çıkacak.
Genel başkanlık seçiminin olmasının tek şartı ise birinin “Adayım” demesi. CHP’de “Kılıçdaroğlu ile de olmadı” diyenler var da, rakip çıkar mı, bilmem.
Yazının Devamını Oku 22 Kasım 2010
İSTANBUL’da büyümüş biri olarak, bu kente özlemimi, bulduğum her fırsatta sokaklarını defalarca keşfederek gidermeye çalışıyorum. Bayram tatilinde de aynı şeyi yaptım; geçen pazar, arkadaşım Memet Güney ile birlikte, Süleymaniye Camii ve çevresini yeniden gezelim, dedik. Restorasyon çalışması nedeniyle camiye girememe talihsizliği yaşayınca çevre turuyla yetindik, tabii ki Mimar Sinan’ın kabrini unutmadık.
Akşamüzeriydi, ışıklandırılmadığı için çoğu İstanbul’a miras kalmış 495 şaheserin mimarının kabri karanlıktı; ama asıl, az ötede, neredeyse tabelasından daha küçük, bakımsız ‘Mimar Sinan Parkı’nı görünce utandım.
ÖNCE CAMİ SONRA KİLİSE
Cihangir’deki kahve molasının ardından Galatasaray-Manisaspor maçına gittim, Ali Sami Yen’den kös kös, koyu Fenerli TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy’un skorla ilgili esprilerine katlanacağım randevuya geçtim.
Ulusoy, Süleymaniye turumuzu anlatınca gülerek, “Öyle mekânları benden izinsiz gidersen böyle olur” dedi ve üstüne atladığım şu öneriyi yaptı:
“Restorasyonu bizim Hasan Gürsoy yapıyor. Sabah sekizde ona kahvaltıya konuk olalım. Sonra sizi Hasan’a teslim eder dönerim.”
Bu kez eşim ve kızımla gittiğim caminin şantiyesindeki kahvaltıda Ulusoy, “Başka nereyi gezmek istersiniz” diye sorunca, cebimdeki listeyi uzattım. Uzun listeye baktı; “Camiden sonra Fener Rum Patrikhanesi. Öğlen yemeği bizim evde, sonra Pera’ya gidersiniz. Daha fazlası olmaz” deyip ayrıldı.
Ertesi günü Başbakan Tayyip Erdoğan’ın katılacağı bayram namazı ile ibadete yeniden açılacağından hummalı bir çalışmanın sürdüğü o muhteşem eseri Gürsoy rehberliğinde yeniden keşfettik, bilgi tazeledik.
Gürsoy’a Sinan’ın kabrinden söz ettim, “Haklısın, oranın restorasyonunu kendim üstlendim, bir dahaki sefere beğeneceksin” yanıtı alınca sevindim.
SOKAK ADINDAKİ MESAJ
Patrikhane’de, rehberliğini kütüphane görevlisi Yorgo’nun yaptığı tura Aya Yorgi Kilisesi ile başladık, diğer binalar ve Mora İsyanı sonrası Sadrazam Ali Paşa’nın idam ettiği Patrik Gregorius’un cesedi asılı tutulduğu için o günden beri kilit vurulan kapıyla tamamladık.
Yorgo’ya “Karşı yakanın, Piri Paşa’nın çocuğuyum. Evimizden en iyi görünen yapılardın biri Kırmızı Okul’dur. Orayı iki kez gezmek istedim, ikisinde de açık değildi. Bu kez olur mu?” diye sordum.
Yorgo’nun çabasıyla bu kez gezme şansı edindiğim okulun dış cephesini içinden daha çok beğendim; dersliklerine ise hayran kaldım.
Ayrılırken Patrikhane duvarındaki “Sadık Ahmet Sokağı” tabelasını görünce, Yorgo’ya “Neden Sadık Ahmet?” diye sordum, aldığım yanıt şu oldu:
“1994’e kadar sokağın adı Sadrazam Ali Paşa’ydı. Onu kaldıralım, dediler, Sadık Ahmet adını koydular. Ne diyeyim, böyle uygun görüldü...”
Patrikhane’ye Sadık Ahmet üzerinden mesaj mı veriliyor bilmiyorum; ama o isim daha büyük bir caddede yaşatılamaz mı diye düşünerek Şadiye Hanım’ın müthiş koleksiyonuyla zenginleştirdiği Ulusoylar’ın konağına yol aldık; hem güzel bir öğlen yemeği yedik, hem de İstanbul sohbeti yaptık.
Pera Palas’ı da Demet Şahbaz rehberliğinde yeniden keşfederken, kaldığı odasında Atatürk üzerine güzel bir sohbet olanağı bulduk.
Ara (Gürel) Cafe’ye uğradıktan sonra Tünel’de Nuray Babacan-Uğur Ergan çiftiyle buluştuk, iki aile Canan-Sedat Ergin çiftine teslim olduk.
Sedat Ergin, “Önce Asmalımescit’in ilk müessesesi Refik’e gidiyoruz” deyince kendimizi güzel mezelerle donanmış balık sofrasında bulduk.
Tabii, Sedat Ergin cazsız program yapmayacağından günü, Nublu’da Amerikalı caz ustası Wallace Roney dinleyerek tamamlama zevkine ulaştık.
Yazının Devamını Oku 18 Kasım 2010
BÜTÇE kanun tasarıları, her yıl TBMM’nin en önemli gündemi arasında yer aldığından, kendine özgü kurallar içinde görüşülür, tartışılır. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu, bütçe tasarısı üzerindeki genel görüşmelerini tamamladıktan sonra ilk gün Cumhurbaşkanlığı, TBMM, Sayıştay ve RTÜK bütçelerini tartışmaya başlar.
Sayıştay ve RTÜK’ün aynı güne denk gelmesinin altında, her iki kurumun üyelerinin doğrudan TBMM tarafından seçilme gerekçesi yatar.
Özerklikleri bir yana, bu seçim yöntemi nedeniyle her iki kurum, hükümetlerle değil doğrudan TBMM ile ilişkili görülür.
Deniz Feneri davasında eski RTÜK Başkanı Zahid Akman adı üzerinde kopan ‘istifa tartışmasında’ gözlerin TBMM Başkanı’na dönmesinin nedeni buydu.
Ancak bu yıl bütçe görüşmelerinde ilginç bir farklılık göze çarpıyor.
MECLİS BAŞKANI DEĞİL ARINÇ
Önce RTÜK Yasası’nın 12. maddesinin şu hükmünü anımsatmalıyım:
“Üst Kurul’un bütçesi ve kadro cetvelleri TBMM bütçesi ile birlikte Plan ve Bütçe Komisyonu’nda incelenir, TBMM Genel Kurulu’nda oylanır.”
RTÜK kurulduğundan beri bu kuralın atlandığını görmediğimiz için komisyondaki görüşmelerde gözlerimiz TBMM Başkanı’nın veya vekilinin yanında RTÜK başkanlarını görmeye alışıktır.
Bu yıl da komisyondaki bütçe görüşmeleri başladığında aynı manzara bekleniyordu; ama TBMM bütçesini savunan Başkanvekili Nevzat Pakdil’in yanında Sayıştay Başkanı vardı, RTÜK Başkanı yoktu.
Bilgilerime göre bütçe takvimi yapılırken RTÜK bütçesi için yine ilk gün öngörüldü; nedense daha sonra 22 Kasım Pazartesi’ye randevu verildi.
Pazartesi günü ele alınacak kurum bütçeleri arasında Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’la ‘ilgili’ kurum olan TRT ve Anadolu Ajansı (A.A.) da olacak. RTÜK’ün de Arıçn’la ‘ilgili’ kurum bağlantısı var; ancak A.A. hisselerinin yüzde 51’i Hazine’ye ait, TRT ise malum.
RTÜK ile TRT arasında ilişki kuranlar çıkarsa onlara, RTÜK’ün TRT’yi denetleme yetkisi olmadığını anımsatmak isterim.
RTÜK ve Sayıştay, aktardığım gibi özellikleri olan iki kurum.
DOĞACAK İZLENİM
Yasanın açık hükmüne rağmen bu yılkı takvimleme, tamamen Arınç’a bağlı veya ilgili kurumların aynı gün ele alma istemiyle yapılmış olabilir.
Önceki yıllarda da RTÜK, ya doğrudan Başbakanlık veya bir devlet bakanlığı ile ilgiliydi ve buna rağmen bütçesi TBMM ile birlikte ele alınırdı.
Bu çerçevede belki de Arınç’ın Komisyon’a iki kez gelmesi önlendi.
Eğer böyle ise o zaman yasa hükmü ne olacak?
Bunu haklı bulsak dahi, malum AB İlerleme Raporu’nda medya özgürlüğü üzerinde önemli eleştiriler var; üstelik tartışma sıcaklığını koruyor.
Tam da böylesi bir süreçte, medya üzerinde önemli bir gücü temsil eden RTÜK’ün, TBMM etkisinden çok hükümetin etki ve kontrolünde olduğu izlenimi vermek ne kadar yararlı?
Komisyon Başkanı’na ulaşamadım, sözcünün ise konuyla ilgili detaylı bilgisi yoktu, muhalefet partileri de bu değişikliği anlamış değil.
Yasamanın bir yetkisini hükümete devretmesi gibi de algılanabilecek konu, belki pazartesi günü gündeme gelir, neden ortaya çıkar.
Yazının Devamını Oku 15 Kasım 2010
SAĞOLSUN arkadaşımız Hasan Tüfekçi, TBMM’de yaşanan oylama skandalını, mükerrer oy kullanımını hepimizin gözünün içine soktu. Ancak ne yazık ki her gün Meclis’in itibarını korumaktan söz edenlerin bu skandal karşısındaki tutumu son derece düşündürücü, üzüntü verici.
AKP yönetiminin, “İtiraz olmadığına göre içtüzüğe aykırılık yok” tarzı yaklaşımı ise tam anlamıyla talihsizlik olarak görülmeli.
Skandalda pek çok vahim hata (en masum ifadem bu) var.
Birincisi; uluslararası bir anlaşma denerek oylamanın küçümsenmesi yadırgatıcıdır; aksine böylesi bir oylamada dahi bunu yapanların, riskli oylamalarda neler kotarabileceğinin düşünülmesine neden olundu.
İkincisi; elektronik oylamaya girmeyen milletvekilleri, oy pusulasını ya kavaslara teslim eder ya da kürsüye giderek bizzat bırakır.
ARINÇ’IN TALİHSİZLİĞİ
Oysa burada AKP yönetimi oyları topluca elinde bulundurmuş, ‘çanta altına gizlenen pusulalarla’ olmayan vekiller adına oy kullanımını sağlamıştır.
Bununla da yetinilmemiş, bazı vekiller adına mükerrer oy kullanılmış.
Ne ilginç ki eski TBMM Başkanı, her konuda örnek dürüstlük tavrı sergileyen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da bu talihsizliği yaşayan bir vekil.
Tamam, bakanlar vekaleten oy kullanabilir; ama mükerrer oy kullanılması parti grup yönetiminin hatasıdır ve herhalde Arınç, kamuoyu önünde olmasa da kapalı kapılar ardında, “Bu ne rezillik, adımı böyle bir skandala nasıl karıştırırsınız?” diye büyük fırtınalar koparmıştır.
Tabii, “Bülent Bey, ne var bunda, sizin başkan olduğunuz dönemde de yapıyorduk” denmiş midir onu da hiç bilemem; yalnız tablo ortada.
Ne acı ki, hacca gitmiş çok sayıda milletvekili de bu skandalın ortağı yapıldığı halde, kimse kamuoyuna en küçük “Pardon” deme gereği dahi duymadı.
İşin düşündürücü bir yanı ise muhafazakâr medyamızın tavrıdır.
Bu haberi tek satır dahi görmediler, desek yeridir.
Oysa, skandal muhalefet kaynaklı olsaydı, ne fırtınalar koparılır, o vekillerin Ergenekon bağlantısı ne çabuk deşifre edilirdi ayrı bir konu.
NEREYE BAĞLILAR?
Malum, AB ilerleme raporlarında Türkiye’nin yolsuzlukla mücadelede son yıllarda ilerleme göstermediğini yazıp duruyor; Allah aşkına TBMM adına, “Canım, ne önemi var, itiraz eden yok” deniyorsa, mücadele mümkün mü?
Böyle olduğu için TBMM’de şöylesi gariplikler de yaşanıyor:
Anayasa paketinin en önemli maddelerinden biri HSYK üzerineydi.
Paketle hâkim ve savcılar, idari yönden HSYK’ya bağlandı.
Ama biliyor musunuz Anayasa’nın 140’ıncı maddesinin 6’ncı fıkrasında hâlâ, “Hakim ve Savcılar idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığı’na bağlıdır” deniyor; yani, bu fıkranın değiştirilmesi unutuldu desek yeri.
Dün bu durumu Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e sordum; yanıtı şu oldu:
“Daha geniş bir paket yapılacaktı. Uzlaşma sağlanmayınca daralttık. O nedenle 140’ıncı maddeye girmedik. İlk taslakta vardı. Ama gelecek pakette bu fıkra da yer alacak. Biz de çıkması gerektiğini düşünüyoruz.”
Ne diyelim, ilk paket çıkana kadar hâkim ve savcılar bazen Adalet Bakanlığı’na bazen de HSYK’ya bağlı sayılsın, olsun bitsin.
Yazının Devamını Oku 11 Kasım 2010
HEPİMİZ biliyoruz, değişim kolay olmuyor, zaman alıyor; ama son birkaç gündür CHP ile ilgili duyduklarım, gördüklerim bu partide pek çok şeyin gerçekten değişmekte olduğunun kanıtı gibi, işte size bazı örnekleri. Salı günü CHP il başkanları toplantısı yapıldı.
Toplantıdan ne bir gün ne de birkaç saat önce bazı il başkanları ile kapalı kapılar ardında buluşulup, “Şu konuda imza toplayın”, “Sen şunu, sen şunu, sen şunu konuş” denmedi; eski alışkanlıkla “Ne konuşayım?” diye soranlara, “Sormanıza ne gerek var, istediğinizi konuşun” dendi.
Yetinilmedi, görüşlerini tam yansıtmaları için isimsiz anket yapıldı.
FÜLE’YE MEMNUNİYET MEKTUBU
AB İlerleme Raporu yayımlandı; CHP uzmanları raporu satır satır didikledi.
Gördüler ki Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olmasının ardından çıktığı AB turunda dile getirdiği pek çok konu raporda yer almış.
Hemen bunların listesi çıkarıldı ve Kılıçdaroğlu’na sunuldu.
Şimdi Kılıçdaroğlu, AB Komiseri Stefan Füle’ye bir mektup yolluyor.
Kılıçdaroğlu, o mektupta özetle, “Bizim hassasiyet gösterdiğimiz konulara raporda yer vermenizden memnuniyet duyduk” diyecek.
Geçmişte neredeyse AB sokağından geçemez hale gelen CHP, AB ile ilişkileri daha da ilerletecek ve ilk etapta da Brüksel’e yeni bir rapor yollayacak.
Konu, referandum sonrası HSYK seçimleri ve HSYK’nın yaptığı ilk atamalar.
Atamalar didik didik ediliyor; atanan hâkimler ve savcılarla ilgili kariyer, kıdem, puan gibi tüm kriterler göz önüne alınarak değerlendirme yapılıyor.
Daha da ileri gidelim; önemli bir uzman grubu CHP’nin sadece Türkiye’nin AB üyelik süreci ile ilgili yeni politikasını belirlemekle kalmıyor, AB’nin mevcut iç sorunlarını giderecek CHP önerileri üzerinde de çalışıyor.
DÜNYAYA AÇILAN CHP
CHP’nin yeni politikaları doğal ki AB ile sınırlı kalmayacak.
Kılıçdaroğlu sonrası 25 konuda uzmanlardan oluşan komisyonlar kuruldu.
Tümünün yılbaşına kadar raporlarını bitirecekleri bu komisyonlar örneğin, CHP’yi dış dünyaya sonuna kadar açan öneriler hazırlıyor.
Vatandaş yararını esas alan etkin bir dış politikadan söz edilecek.
İlişkiler sadece diplomatik veya ticari görülmeyecek, yurtdışında okuyan öğrenciden gurbetçiye; akademisyenden başka ülke vatandaşı olmuş Türklere ulaşan, onları da içine alan yeni bir anlayış öne çıkarılacak.
Farklı bir örnek de şu: Dünyanın ilk 20 üniversitesindeki Türkiye kökenli akademisyenlere ulaşıldı, en az 40’ı ile bir düşünce kulübü oluşturuluyor.
Dış dünyada AKP’nin ulaştığı her alana girilecek, yeni alanlar da aranacak.
Konular ve sorunlar üzerinde açıklama veya görüş belirtmek gerektiğinde, teorik desteğin kurumsal olmasını sağlayacak birimler tamam gibi denebilir.
Seçmen ve üye konusunda da yeni bir yaklaşımın altyapısı oluşturuldu.
52 milyon seçmenin adres ve kimlik bilgileri kaydedildi; şimdi o bilgilerin üzerine CHP üyeleri yerleştirilecek, uyumun ne düzeyde olduğu belirlenecek.
Sağlıksız seçmen-üye yapısı görülen bölgelere hemen müdahale edilecek.
CHP bunları yapar, yapmaz göreceğiz; ama teorik çalışmalar bitmek üzere.
Sanki burada eksik duran tek nokta, CHP’nin kendisini halka daha iyi anlatacağı bir kadro harekâtına girmesi; o da artık Kılıçdaroğlu’nun elinde.
CHP’de, “Bunun yolu bir kurultaydan geçer” diyenlerin sayısı ise çok.
Yazının Devamını Oku 8 Kasım 2010
CHP’de dün de bugün de yaşananlara damga vuran ilk isim Önder Sav’dır. Dün Kemal Kılıçdaroğlu’ndan yana aldığı tavırla, bugün de Kılıçdaroğlu’na karşı takındığı tutumla CHP’de yeni dönemin açılmasını sağlamıştır.
Dünkü tavrı, halkın desteğini almış bir Kılıçdaroğlu gördüğü içindi; bugünkü tavrının kaynağı ise “Güç bende” oyununu sürdürmesidir; sonuçsa ortadadır.
Detaylarına tam hakim değilim; ama görebildiğim, tahmin edebildiğim kadarıyla eğer Kılıçdaroğlu, Sav’a karşı bu kadar keskin bir tutum almış, onu CHP yönetiminden bütün arkadaşları ile birlikte silip süpürmüşse, altında mutlaka içe sindirilemeyecek, parti hiyerarşisine çok aykırı şeyler vardır.
Kılıçdaroğlu’nun operasyonu kimseye danışmadan, tek başına yapmasının altında böylesi olasılıkları aramak son derece makul.
HUKUK BİLGİSİ DE YENİLDİ
Şimdilik görünen bu mücadeleden Sav’ın yenilgi ile çıktığıdır.
Sadece parti üzerindeki gücünü yitirmekle de kalmamış, “Genel Başkana hukuk öğreteceğiz” diyerek hukuk bilgisine güvenini yeniden ortaya koymuş; ama bu kez de ‘hukuk öğrenir’ duruma düşmüştür.
Daha önce de yazdım; o hukukçu Sav’ın döneminde CHP, yargıdan iki kez uyarı aldı, Genel Başkanı oy kullanamadı ve de son tüzük tartışması çıktı.
Hiçbirinde de Sav’ın hukuki bir başarısı görülemedi.
Sav, aynı tavrını sürdürdükçe, ki son beş ayda ezber bozucu tek bir adım atmadığı için öyle de olacak gibi, yeni yenilgiler tatmaya devam edebilir.
İşte bakın, CHP’de günlerce sürmesi gereken kargaşa birkaç günde dindi; Parti Meclisi (PM) ve örgütte sular, yeni MYK’nın öngörüsünden erken duruldu.
Söyleyeyim; burada kırılma noktası da katılmadığı için Berhan Şimşek’in siyasi intiharı olarak görülen İstanbul İl Örgütü’nün açıklamasıdır.
Suların durulması Kılıçdaroğlu’nun kamuoyu ve CHP tabanındaki gücünden geliyor; ama doğrusu son noktayı, yapılacak bir Kurultay’da koymaktır.
‘Kurultay yok’ denecekse, bu PM ile milletvekili aday listesi zor olur.
O zaman da geriye başka bir demokratik yol kalır, önseçim şart olur.
AĞABEY, BABA DEĞİL İDEOLOJİ
CHP, PM’sini yenilemelidir; çünkü sosyal demokrat bir parti yöneticisi ideolojisi ile konuşur, kişilere bağlılığı ile değil.
Eğer bir PM üyesi, kendisini seçti diye, “Sav benim babamdır” diyorsa orada durup düşünmek gerekli; CHP ağabeyler, babalar partisi olmaktan çıkmalı, yarışın ideolojik temeller üzerinden olduğu bir partiye dönüştürülmeli.
Zaman dar olduğundan CHP, yakında bir gün sürecek, PM seçimi ve tüzük değişikliği ile sınırlı bir kurultay yaparak yoluna devam etme kararı alabilir.
PM’deki Sav taraftarları 20’lere çekilmedikçe bu seçeneği çok sıcak görmeli.
Kılıçdaroğlu ekibi de aradaki kısa süreye damgayı yeni şeyler yaparak vurur.
Örnek mi; herkesin her şeyi söyleyebildiği MYK, artık her gün toplanacak. Temel neden, genel başkanla tam bir söylem birliği oluşturmak.
Yakında genelgesi gönderiliyor, CHP’de üyelik sorun olmaktan çıkacak; 12 TL ödeyip makbuzunu alan, parti programını, tüzüğünü kabul etmiş her başvuru sahibi CHP üyesi işlemi görecek.
Teşkilat Başkanı Gürsel Tekin de bugün bir başka genelge yayınlayacak; “Ötekileştirme yok diyecek, düşünce bazında içe dönük mücadeleye açığız; ama kişisel mücadeleye sonuna kadar kapalıyız” diyecek.
Yazının Devamını Oku 4 Kasım 2010
YARGITAY Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kararının Kemal Kılıçdaroğlu’na altın tepside sunulmuş bir şans olduğunu, bunun gereğini yapması halinde CHP tabanının, “Otoriteni göster” talebini karşılamış olacağını yazmıştım. Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi yenileştirme ve dönüştürme iddiasıyla yola çıktığı; ancak bu yolda parti yönetiminden yeterince destek bulamadığı ortadaydı ve bu gerçeği dillendirmeyen de kalmamıştı.
Önder Sav’ın, “Genel Başkan’ın hilafına hiçbir harekette bulunmam” açıklamalarına karşın, kendisinin ve bazı arkadaşlarının açıklamaları, “Kılıçdaroğlu’na itibar yitirtme çabaları” olarak yorumlanmıştı.
Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçilmesinden bu yana kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen, uyuşmazlığı gösteren uzun bir liste yapmam çok mümkün.
NE CHP DÜNKÜ CHP NE DE KILIÇDAROĞLU
Şimdi ortada tamamen yeni bir süreç var, buradan CHP ve Kılıçdaroğlu’nun yeni bir sıçrama yaparak çıkması mümkün; çünkü yeniyi temsil etmek, değişimi adres gösteren tarafta durmak son derece avantajlı, önemli.
CHP’de dün Kılıçdaroğlu, pek çok kişiyi şaşırtan bir operasyona imza attı.
Malum, sabrını herkesi şaşırtacak kadar koruyabilen ve söz konusu olan partisi ise ‘vuruşmayı’ sürekli reddeden biri olarak Kılıçdaroğlu, dünkü tavrını geliştirmişse ne CHP eski CHP olabilir, ne de Kılıçdaroğlu.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kararını sabırla beklediği bilinen bir gerçekti, bu kararın kendisine sağlayacağı olanağa Önder Sav’ın bu kadar ciddi bir itirazda bulunması bardağı taşıran damla olmuştur.
Öte yandan Sav da Kılıçdaroğlu’nun kendisine rağmen parti yönetiminde bir düzenleme yapmayacağına inanmış ve bu inançla da restleşmeye gitmek istediyse hani kelimenin tam anlamı ile “Lideri olaylar, gelişmeler yaratır” tezine bir kez daha
haklılık kazandıran fırsatı da sağlamış olabilir.
YÖNETİMDEN UZAKLAŞTIRMA
Kılıçdaroğlu, Sav’ın hiç beklemediği bir hareket yaptı; kendisini ve ekibini parti yönetiminden uzaklaştırdı, her yere kendi elini uzatır konuma geldi.
Dünün en önemli olayı budur ve üstüne Kılıçdaroğlu, “Korku imparatorluğunu yıktık” diyerek reste karşılık verdi, meydan okudu.
Şimdi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı dönemine dönüldü, CHP seçmeni Kılıçdaroğlu-Gürsel Tekin ittifakını sevmişti, ona destek verdi.
O ittifak genişleyerek şimdi İstanbul’un ötesine geçmeye, bütün Türkiye’ye yayılma çabası içinde olacak; ama işlerinin kolay olmadığı ortada.
Kim ne derse desin Önder Sav, CHP’de bir vakadır, bir güçtür.
Korku ile anılan imparatorlar yetkileri yok olduğunda erken güçsüzleşirler.
Biz de merakla bekleyeceğiz; Sav böyle biri mi, değil mi?
Şimdi artık bu çatışma burada kalamaz, her ne kadar Kılıçdaroğlu şimdilik Kurultay istemese de bu Parti Meclisi ile çalışamayacağı da ortada.
O nedenle seçimli bir kurultay ne kadar kısa sürede gerçekleşebilir.
CHP’nin yaklaşan seçime en hazırlıklı halde girmesi için bu şart da olabilir.
Gerçekten Kılıçdaroğlu için zor bir süreç; ya liderlik yolunda ilerleyecek kendini kanıtlayacak ya da CHP daha büyük sıkıntıların içine girecek.
Ancak dünkü Kılıçdaroğlu, ilk kez, “Her şeyi göze aldım” diyebilmiş biri, o nedenle Önder Sav da bu kez farklı ve dişli bir rakiple mücadele edecek.
Bu mücadeleden şu sonuç da çıkacak: Halk mı, delegeyi elinde tutan mı?
Yazının Devamını Oku