26 Nisan 2012
PAZARTESİ günkü yazımda, TBMM’de işlerin iyi gitmediğini dile getirmiştim.
Aynı akşam 23 Nisan resepsiyonunda karşılaştığım, hükümet ile TBMM ilişkilerinden sorumlu Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’dan o yazıma, “AK Parti açısından yazdıklarınıza katılmıyorum” eleştirisi geldi.
Bunun üzerine, önceki gün makamında konuyla ilgili sohbet olanağı buldum.
Uzun dönem grup başkanvekilliği yapmış olan Bozdağ, TBMM’deki tablonun özellikle CHP’nin yeni dönemdeki tutumundan kaynaklandığını söyledi.
CHP’de üslup çok sert, otorite ise çok zayıf olduğu için orkestra şefliğinin boş kaldığına inanan Bozdağ, “O nedenle milletvekilleri öne çıkmaya çalışıyor, kendilerine oynuyor. Meclis’i bir hafta izleyin bunu anlarsınız” dedi.
MUHALEFET GÜNDEM OLUŞTURAMAYINCA
Bozdağ’a göre, tutuklu milletvekilleri konusunda tek yükümlülükleri yok ve imzalanan protokolde bu amaçlı bir ima dahi bulunmuyor; gerekçesi de şöyle:
“CHP ile o protokol, gelip yemin etmeleri için imzalandı. O protokol üzerinden milleti aldatan CHP’dir. ‘Milli iradeye karşı teşebbüsleri nedeniyle o isimler aday olamaz’ dedik. Sabih Kanadoğlu dahi, ‘Tutukluluk devam eder’ dedi. Anayasa’nın 83’üncü maddesi açık ve CHP bile bile bunu yaptı.”
Yazının Devamını Oku 23 Nisan 2012
FARKINDAYIM, çok sıradan bir başlık oldu; ancak 92. yaşını kutladığımız TBMM’nin bugünkü hiç iç açıcı olmayan durumu en iyi böyle anlatılabilir. Bu gerçeği en iyi de TBMM Başkanı Cemil Çiçek ifade etmişti.
TBMM, 12 Haziran seçimi ardından kapılarını ‘tutuklu milletvekili’ gerçeği ile açınca “İyi başlamadık” demiş olan Çiçek, art arda gelen kavgalar, liderlerin keskin üslubu, içtüzük tartışması, komisyonlarda yaşanan gerginlikler üzerine de “İyi de devam etmiyoruz” tespitini yaptı.
Önceki gün de, “Maalesef bu dönem siyasetçinin dili çok fazla dikenli” dedi.
“Haksız” diyecek; “Grup toplantılarındaki üsluplarıyla liderler, salı günlerini çok sevimsizleştirdi” demeyecek birilerinin çıkacağını da sanmam.
ÇANLARIN ÇALDIĞI ANLAR
Tutuklu isimlerin aday yapılmasını ben de eleştirdim; ancak sonuçta partiler tercihlerini yaptı, YSK isimleri onayladı, halk da oyunu ona göre verdi.
Bu durumda, YSK o isimleri veto edince, “Demokrasiye YSK darbesi” diye isyan ederek kararı geri aldıracak atmosferi sağlayan AKP çevrelerinin, seçim sonrası da bu ayıbı ortadan kaldırmak için baş aktör olması gerekmez miydi?
Oysa AKP, özellikle CHP’yi köşeye sıkıştırmak için, “Bizim değil onların sorunu” diyerek kenara çekilince iş tek başına Çiçek’in çabasına kaldı.
Şimdi Çiçek, yeniden bir şeyler yapmaya çalışıyor; umalım sonuç alıcı olur; ancak iktidar sürece dahil olmadıkça bu ayıbın son bulması pek olası değil.
Olası olmayan bir şey de muhalefetsiz demokrasidir; o nedenle muhalefet ve iktidar karşısındaki tutumlarımız farklı olmak durumunda.
Bu ilke, TBMM’de uygulanan yöntemler için de geçerli; çünkü orada muhalefet eninde sonunda yenilir, iktidar ise her istediği sonucu alabilir.
Örneğin iktidar, Meclis’te komisyon basar, kimseyi konuşturmadan yasa geçirirse, kürsüdeki milletvekilini güç kullanarak uzaklaştırırsa, milletvekilleri yumruğunu konuşturduğunda liderinden “Elinize sağlık” diye övgü alırsa, demokrasi için tehlike çanları çalmış demektir.
YÜZDE 50 SONRASI BOZULAN DENGE
Bu noktada, Meclis’i yakından izleyen biri olarak bir tespitimi aktaracağım.
AKP’de grup başkanvekillerinden biri grup başkanı gibidir; geçmişte Faruk Çelik ve Sadullah Ergin böyleydi, bugün ise Nurettin Canikli aynı konumda.
Çelik ve Ergin, dönemlerinde resmi veya gayri resmi yollarla muhalefetle sık sık görüşür, gündemi belirlerken bir şekilde onları sürece katarlardı.
Yüzde 50’lik zaferin ardında bu tablonun geride kaldığını, “Her kararı tek başımıza alırız” ilkesinin öne çıktığını rahatlıkla ileri sürebiliriz.
Muhalefet de gündem belirleme hakkını tamamen yitirince direnişe geçti.
Önceki iki dönemde görmediğimiz bir yöntem geliştirdi; “grup önerileri” hakkını ‘her gün’ kullanmaya, Genel Kurul’u saatlerce tıkamaya başladı.
Böylece, “Gündem belirleme hakkımız hiç yoksa sistemi kilitleriz” dediler.
AKP grup başkanı böyle tutum alınca da işin yükü Çiçek’in omzuna bindi.
Onun da önünde, ‘tarafsızlık’, ‘içtüzük’, ‘AKP üyeliği’ gibi engelleri var.
Son olarak; dün Murat Bardakçı bize, “Meclis’i kuranlar şeker parası dahi bulamazdı” gerçeğini anımsatınca, TBMM’yi kuranlara haksızlık yapmanın da bugün çok geçer akçe haline getirildiğini görmeliyiz.
Çünkü soykırım iddiaları gündeme gelince, “O işi tarihçilere bırakalım” diyenler, “Bu konu, gerçekleştiği siyasal coğrafya, dönem ve yakın çevresi birlikte incelenerek değerlendirilmeli” ilkesinden hareket ediyorlar.
İyi de peki, Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde gelişmiş ve demokratik kurallara uygun olmadığı tartışma götürmez bazı uygulamalar söz konusu olduğunda, onları tarihçilere bırakmak yerine siyasi malzeme konusu etmek etik mi?
Yazının Devamını Oku 19 Nisan 2012
YARGI üzerindeki tartışma ve kuşkuları, halkın yargıya olan güveninin sarsıldığı yönündeki anket ve sonuçları zaman zaman buradan dile getirdim.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun önceki gün bir AKP anketine dayanarak verdiği rakama göre, halkın yüzde 67’sinin adil yargılanmaya inancı yok.
TOBB-TBMM işbirliği ile yapılan Anayasa Toplantıları’nda da katılımcılar, “Anayasa en çok hangisine katkı sağlamalı; adalet, istikrar, refah, eşitlik, özgürlük” sorusuna açık ara (Yüzde 60 üstü), ‘adalet’ yanıtını verdi.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın uyarıları da Türkiye’de geniş yankı yarattı, yargı üzerinde daha derin tartışmalara kaynaklık etti.
Bütün bu tartışmalar onun Adalet Bakanlığı dönemine denk geldiği için, örneklerini sıralayarak, “Sadullah Ergin döneminde yargı ve algı” başlıklı bir yazıyla yargıdaki olumsuzluklara ben de dikkat çekmeye çalıştım.
BEŞİKTAŞ’IN
HAVASI SÖNECEK
Anımsarsanız pazartesi de, “İleriki yıllarda ‘Beşiktaş Adliyesi’ dendiğinde akıllara ne gelecek göreceğiz” demiş, Ankara’dan yürütülen 28 Şubat operasyonunu ‘sanki olumlu bir gelişmenin işareti gibi’ değerlendirmiştim.
Yazının Devamını Oku 16 Nisan 2012
DİKKAT edilirse önceki operasyonlarla kıyaslandığında 28 Şubat operasyonuyla ilgili açıklamalarda farklı vurgulamalar yapılıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan, “Bu intikam hırsıyla yapılmıyor” derken, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, sürecin mecrasının dışına çıkmamasını diledi. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da benzer sözler etti; iktidara yakın duran birçok yazar çizer de Ergenekon ve Balyoz davalarına atıfla, bu operasyonda da bazı hukuksuz işlemlerin olmasından kaygılandıklarını ifade ettiler.
Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarına başlangıçta verdiği koşulsuz desteği geçen yıllar içinde, birçok noktada hukuki eleştiriye çeviren AB Komisyonu da operasyona destek açıklamasında, “Yargılama sürecinin beraberinde sanık haklarının riske girebileceği yönündeki” endişesinin altını çizdi.
YARGI ÜZERİNDE KUŞKU BULUTLARI
Bütün bu uyarılar, sürmekte olan davalara kuşkulu bakışların sonucudur.
Bu çerçevede, ilerki yıllarda ‘Beşiktaş Adliyesi’ dendiğinde akıllara ne gelecek birlikte göreceğiz; ama Ankara’da yürüyen son iki operasyon, en azından şimdilik, sanki bu eleştiri ve uyarıların hedefini bulduğunun kanıtı gibi.
Soruşturma, Batı Çalışma Grubu’nun oluşumu ve faaliyetlerinin yasa dışı olduğu yönündeki somut bulgu iddialarından hareketle başlatıldı.
Tutuklamalarda, savcıların her talebi kabul bulmadı.
Böyle sürdürülürse, herkesin sonuna dek desteklediği iyi bir süreç yaşanır.
Tabii gelişmeleri izleyeceğiz; ama önceki davalarda olduğu gibi süreci, “Yetmez; onu da al bunu da al” diye çığırından çıkarmak isteyenler var. Bu kişiler yine boy gösterdi; dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’in (İyiydi, kötüydü, ayrı konu) içeri alınacağını ilan eden akıllılar(!) dahi çıktı.
Cumhurbaşkanlarının sorumsuzluğunu, karar ve emirleri hakkında, bırakın yargılamayı, yargıya başvuru dahi yapılamayacağını bilmezler gibi.
Demem o dur ki, sürecin cadı avına çevrilmeyecek titizlikle yürütülmesi şart.
EMRİ VERENLE EMİR KULU OLAN
Titizlik son derece gerekli; çünkü ortada MGK kararları ve Milli Güvenlik Siyaset Belgesi varsa, kimin oralarda verilen görevlere uyduğu, kimin emir dışına çıktığı ayırt edilebilmeli; aksi beklenmedik tehlikeleri getirir.
Yarın başkaları da bir şekilde, bugünkü yöneticilerin emirlerini sorgulatır.
İşte bakın, Başbakan Erdoğan, “MİT Müsteşarı’na PKK ile görüşme görevini ben verdim” diyerek, Müsteşarın bu emre uyduğunu ilan etti.
O zaman MGK, Başbakan ve tüm bakanlarıyla hükümetler birilerine “İrtica ile mücadele” görevi vermişse, burada sadece emir dışına çıkanlar aranmalı.
Hele hele askerlikte verilen emre uymamanın sonuçlarını göz ardı ederek, darbeyi planlayan komutanla, bundan haberi olup olmadığı tartışmalı alttaki tüm subaylara “15-20” diye aynı hapis cezasını istemek adalet olmasa gerek.
Kabul etmek gerekir ki bu tür davalar sembolik ve ibretliktir; önemli olan darbe zihniyetine yol veren, devlet mekanizması ve hukuk sistemi ile ülkedeki atmosferin kökünün sonsuza dek kurutulmasıdır.
Yoksa darbe zihniyetinin cezalandırılmasına karşı çıkacak kimse olamaz.
Belki bazıları, sadece meramını iyi anlatacak beceriyi gösteremediği için yanlışa çekilebilecek ifadeler kullanabilir.
Çünkü, 27 Mayıs’tan 27 Nisan’a kadar her çeşit darbenin ahlak, hukuk ve vicdan dışı uygulamalarını, kararlarını görmezden gelmek da akıl dışılıktır.
Yeter ki bu davalar da öncekiler gibi toplumda yargıyla ilgili yeni kuşkulara neden olmasın, yeni yeni mağduriyetler yaratmasın.
Yazının Devamını Oku 12 Nisan 2012
ANAYASA toplantıları ardından cumartesi günü Trabzon’dan Ankara’ya dönerken uçaktaki sohbetimizde TBMM Başkanı Cemil Çiçek ile iktidar-muhalefet ilişkileri üzerinde de epey durduk.
Dün, Fikret Bila da konuya, annesinin Mehmet Haberal’a hasretini gideremeden ölümü üzerinden girince o sohbetimizi yeniden anımsadım.
Evet, bugün, iktidar ile muhalefet arasında büyük bir ‘kopukluk’, ‘sertlik’, ‘orantısız güç’, ‘diyalogsuzluk’ yaşanıyor ve buna en çok üzülen de Çiçek. Bu olumsuz süreç, seçimden önce başladığı için TBMM Başkanlığı’na aday gösterildiği andan itibaren Çiçek’ten beklentiler çok yüksek tutuldu.
AKP İRADE KOYMADIKÇA OLMAZ
Çiçek de bu beklentilerin farkında ve TBMM’nin, ilk kez tutuklu 8 milletvekili gerçeği ile kapılarını açmasının yarattığı büyük sıkıntının bilincindeydi.
Süreci anımsatmama gerek yok, ancak geriye baktığımızda, bir yıl bitmek üzere ve bu ‘olumsuz dünya rekorunda’ bir arpa boyu yol alınmış değil.
O vekillerin çoğu için YSK “Aday dahi olamazlar” kararı alınca, iktidar çevrelerinin, “Seçime YSK darbesi” diye bağırdığı, soruna çözüm için CHP ile protokol imzaladığı unutularak, sorumluluk da muhalefete yükleniyor.
“YSK kararı yanlışsa, o vekiller neden hâlâ tutuklu” dahi denemiyor.
Yazının Devamını Oku 9 Nisan 2012
TÜRKİYE’NİN 23 büyük sivil toplum örgütü (STÖ) adına TOBB önderliğinde ve TBMM’nin katılımı ile yapılan Anayasa Platformu “Vatandaş Konuşuyor” toplantılarının 10’uncusu Trabzon’da gerçekleştirildi. Toplantıya giderken TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, yeni anayasa yapım sürecine, 2007’de TESK Başkanlığı’na seçilince Bendevi Palandöken’e ‘hayırlı olsun’ ziyaretine gittiklerinde karar verdiklerini belirterek şunları dedi:
“O sohbetten çıkan bu kararla yola koyulduk. Biz bu toplantılarda yeni bir anayasa yazmıyoruz, maya çalıyoruz. Yazım işi TBMM’nin. Buradaki amaç, halkı sürece ortak ederek TBMM’ye yardımcı olmak, katkı sağlamak.”
KAFA GÖZ GİDER UYARISI
Bazı çevrelerdeki olumsuz bakışa rağmen Hisarcıklıoğlu’nu, yeni anayasanın 4 partinin uzlaşması ile çıkacağı yönünde yüksek umut içinde gördüm.
Ankara’ya dönerken de uçakta TBMM Başkanı Cemil Çiçek ile uzun denebilecek bir sohbet yaptım, olumsuz/umutsuz bakışları sordum.
Önlerindeki en büyük sorunu politik dildeki sertlik ve diyalogsuzluk olarak gören Çiçek, ısrarla, “O dilde yumuşamaya gidilmeli” tavsiyesinde bulundu.
Partilerin TBMM yöneticilerinin deneyimli isimlerden seçilmesi nedeniyle, ‘bu yasama döneminde daha uyumlu bir çalışma yaparız’ beklentisi gerçekleşmediği için üzüntülü olan Çiçek, şunları söyledi:
“İktidar ve muhalefet gazeteler üzerinden konuşmasın. Bir vesile ile telefon aç; kutlama yap, ‘geçmiş olsun’ veya ‘hayırlı olsun’ de ki yüz yüze konuşmuş olasın. Bunu yapabilsek inanın pek çok büyük sorunu rahatlıkla çözeriz.”
Yumuşama için kendisinden çok şey beklendiğini; ancak yapabileceklerinin sınırı bulunduğunu, postacı da olmadığını kaydeden Çiçek, şu sitemi yaptı:
“İşte Ortadoğu’da, Güneydoğu’da, bir sürü yerde olaylar, çatışma var. Hepsi önümüzde. Çatışma siyasette de varsa, bunlar çözülmez ki?”
Uzlaşma halinde mesafe alınacağı, aksi takdirde ise, ‘bu kavga ortamında kafa göz gider’ uyarısı yapan Çiçek, bütün siyasilere, havayı yumuşatmaları halinde “Yeni anayasanın önünde engel kalmaz” mesajı verdi.
UYGULANASI BİR YÖNTEM
“Vatandaş Konuşuyor” toplantılarına bakınca da insan, anayasa konusunda umutlanıyor, “Keşke TBMM’de de böyle yapılsa” deme gereği duyuyor.
Toplantıda masalar arasında dolaşırken, anayasa yapım sürecine ilgi duyan hemen hemen herkesin bu toplantılarda temsil edildiği görülüyor.
Kabul, kadın katılım oranı hala hak ettiği düzeyde değil; ama toplumun her kesimi ve yaş grubunun temsilcileri, masalar etrafında özgürce konuşup elindeki kumandayla, “Nasıl bir anayasa” sorularına yanıt veriyor.
İnanın, anayasa oylanırken TBMM’de milletvekilleri de böyle karışık otursa, aralarında tartışıp oy kullansa her şey daha kolay olabilir.
Bu toplantılara katılım için her ilde 70-80 bin telefon kullanıcısına SMS yollanıyor, yanıt verenler arasından 600-700 kişi seçiliyor ve ilin özelliğine göre küçük farklılıklar içeren yaklaşık 50 soruya yanıt aranıyor.
Yanıtlar çok çarpıcı bir sonucu da ortaya koyuyor; 10 yıldır, adında “Adalet” olan bir partinin yönettiği Türkiye’de, en büyük talep ADALET.
“Anayasa en çok hangisine katkı sağlamalı; adalet, istikrar, refah, eşitlik, özgürlük” sorusuna yanıtlarda “Adalet”, açık ara (25-30 puan) fark atıyor.
Özellikle iktidar partisi çevrelerini düşündürmesi gereken oranlar da şöyle:
Ankara (60), Konya (58), Diyarbakır (40) (‘Eşitlik’ ile aynı oranda), İzmir (54), Antalya (55), Bursa (59), Trabzon (69), Ankara’daki kadın toplantısı (64), Samsun’daki genç toplantısı (47).
Yazının Devamını Oku 5 Nisan 2012
‘ERGİN döneminde yargı ve algı’ başlıklı yazımla Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın, “Siyaset yargıyı kuşatmasın” başlığında toplanabilecek sözlerinin, aynı güne denk gelmesi güzel bir rastlantı oldu. Çünkü Kılıç, AKP çevrelerinde yeterince güven oluşturmuş, muhafazakâr kişiliği, arkadaşlık ilişkileri, daha da önemlisi bugüne kadar verdiği kararlarla bunu defalarca kanıtlamış bir yargı adamı olarak bilinir.
Demem o ki, iktidar çevrelerine, “Hadi, yargıda bazı şeylerin iyi gitmediğini biz söyleyince inanmıyorsunuz, ya benzer şeyleri söyleyen kişi o ise” diye örnek gösterilecek yargıdaki ilk isim Kılıç’ın ta kendisidir.
Ancak, pazartesinden beri kulak kabarttığım AKP çevrelerinde, bazı komplo teorileri üzerinden Kılıç’a kuşkulu yaklaşım görünce umutlarım azaldı.
KILIÇ OLMADI YA OKUR
Yine de bekleyelim, Kılıç olmadı, belki HSYK 1. Daire Başkanı İbrahim Okur, AKP’yi ikna eder; çünkü dün, Taha Akyol’da okuduk ki yargıyla ilgili toplumda oluşan olumsuz algıyı itiraf edenler kervanına o da katılmış.
İktidar çevrelerinde Okur’la ilgili bir komplo teorisi var mı, henüz duymadım, ama Kılıç’la ilgili teoriden kısaca söz edeyim.
Malum, Anayasa Mahkemesi’nde artık Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün atadığı isimlerin ezici üstünlüğü var ve Kılıç’ın da Gül’le ilişkisi çok olumlu.
CHP, Mahkemenin önüne acil sonuçlandırılması gereken bir dava getirdi.
Davanın kabulü halinde Gül’ün görev süresi 5 yılla sınırlanacak ve yeni cumhurbaşkanını 28 Ağustos’a kadar seçme zorunluluğu doğacak.
Bu durum Başbakan Erdoğan’ın kafasındaki tüm planların değişmesi anlamına gelecek, ya Köşk’e çıkış hedefini 2 yıl öne çekecek ya da Gül’ün, 5 yıl daha o makamda kalmasının yolunu açık tutmaya onay verecek.
Komplo teorisine göre Gül, bugün kendisini daha güçlü hissettiği için Erdoğan’ı Anayasa Mahkemesi üzerinden sıkıştırmaya çalışacak.
“O camianın tek şefi Erdoğan’dır” ilkesine inandığımdan, bu teoriye sıcak değilim, ama dillendirenler AKP’li olduğu için
kararı size bırakıyorum.
Bu komplo teorisini bir yana bırakırsak benim kulis bilgilerime
göre Kılıç, uyarılarını tamamen yargısal kaygılarla, planlayarak, çok düşünerek yaptı.
Kılıç gibi bir ismin uyarıları dahi komplo teorisine bağlanarak, yargıdaki bazı olumsuzluklar göz ardı edilecekse bunu ciddi bir tehlikeye işaret saymalı.
DARBE YARGILAMASINA ALKIŞ
Yargıyla ilgili bu tartışmalar sürerken dün başlayan davayı alkışlamalı.
Bu yargılamanın gecikmesinde herkesin sorumluluğu ve kusuru var.
“Gün bugün” diyerek yıllarca, CHP’nin dahil bu yöndeki tüm çağrıları es geçen iktidarın, bizim gibi yüzde 8’lik azınlık, şeffaf zarflara korkmadan mavi renkli “Darbe anayasasına HAYIR” pusulasını koyarken, “Bu Evren anayasası yolumuzu açacak” diye gönül rahatlığı ile “EVET” diyenlerin bugün, bu davayı canı gönülden desteklemesi Türkiye adına çok sevindirici bir nokta.
Dava gecikmiş ve sembolik bir hal almış olsa da sonuçlarıyla toplumda oluşan bu ortak duyguyu kalıcı hale getirebilir, darbelerin asıl destekçisi dış çevrelerin Türkiye’de istedikleri gibi at oynatmasının yolunu tıkayabilir.
Hele bir de dönemin o en
insafsız işkence uygulamaları öne çıkarılarak dava, insanlığa karşı işlenen suçları yargılamaya dönüştürülse sormayın gitsin... Bunun için hükümete büyük görev düşüyor, o dönem 90’ar gün boyunca, kimin kime işkence yaptığı emniyetin kozmik odalarında mutlaka vardır.
Onlar gün yüzüne çıkarsa, sadece işkence görenlerin değil, mesleğimin daha başında bir ‘polis muhabiri’ olarak tanıklık ettiğim gibi ağlayarak, “Ben işkence yapamam” dediği için amirleri ve arkadaşları tarafından aşağılanan, yalnızlaştırılan pek çok polisin insani direnişi de onurlandırılmış olur.
Yazının Devamını Oku 2 Nisan 2012
SADULLAH Ergin’in, 1 Mayıs 2009 günü Adalet Bakanlığı’na atanması ardından geçen 3 yıl, yargıda büyük tartışma ve değişimlerin yaşandığı, çok eleştirilen uygulama ve kararlara tanıklık edildiği bir dönem oldu.
Hemen bu dönemin bazı örneklerini sıralayıp konuyu Ergin’e bağlayacağım.
Aynı davanın/operasyonun hakim-savcı ve polisi aynı mekanlarda, aynı masalar etrafında buluşup konuşabildi, yemek yiyebildi.
Sanık lehine deliller görmezden gelinip adli emanette unutulabildi; ‘şüphe sanık lehine uygulanır’ ilkesini tersine çeviren kararlar alındı.
Davayla ilgili olmayan kişisel bilgiler deşifre edildi, bu nedenle intihar eden mağdurlar; itibarsızlaştırılan, işini kaybeden insanlar grubu oluştu.
SAVCILAR, MAHKEMELER AYRIŞTI
Yazının Devamını Oku