Şükrü Küçükşahin

Ya TBMM’deki barış

24 Mayıs 2012
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın Pakistan gezisini izleyen iki arkadaşımız, dünkü yazılarına “Meclis’te Erdoğan barışı” ve “Erdoğan, Pakistan siyasetini barıştırdı” başlıklarını atmıştı. Anladık ki, Pakistan meclisinde muhalefetle iktidarı birleştirmiş olan Erdoğan, oradaki muhalefeti de bizdekinden çok daha iyi buluyordu.

Türk ve Pakistan demokrasilerini kıyaslamak ilginç tabii, ama Erdoğan’dan asıl TBMM’deki barışı sağlamasını beklemek haksızlık olmasa gerek. Bakın, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, önceki gün bir kez daha, “Bu dönem çok sert geçiyor” dedi, bohçanın dört ucunu bir araya getirememekten yakındı.

MİLLİYETÇİ DAMAR

Çiçek, bu sözlerini tutuklu milletvekilleri konusunda söylemişti, ama TBMM uzlaşmadan her gün daha çok uzaklaştığı için genellemek de mümkün. Muhalefete, TBMM’deki performansı nedeniyle pek çok eleştiri yöneltsek dahi orada, her şeyi belirleyen gücün iktidar olduğunu hiç unutamayız. 
“İktidar, ‘güç bende, muhalefet bana biat edecek’ anlayışını değil uzlaşmayı esas almalı” desek de, hele hele bu dönem, işler çığırından çıkmış durumda. 
Erdoğan gibi damdan düşmüş, TBMM’nin kararı ile yolu açılmış bir siyasi dahi ülkesinin ‘tutuklu milletvekilleri’ ayıbına son verici tutum sergilemedi.
Oysa iyi bilinmeli ki AKP’deki pek çok isim, sert siyasetin sona ermesinin ilk kıvılcımının bu düzenlemeyle atılacağından çok emin ve umutluydular. Umutların kaynağı, Erdoğan’ın, ‘hele bir muhalefet partileri uzlaşsın’ tavrı üzerine Çiçek’in büyük çabasıyla, o partilerin bir ortak metne imza atmasıydı.
Erdoğan, partisinin MYK kararı ile o metni reddedip kenara koyunca bu AKP’liler hayal kırıklığı yaşadı, ama bazı arkadaşları çok mutlu oldu.

Yazının Devamını Oku

İhtiyaç yasa değil kamuoyu gücü

21 Mayıs 2012
TUTUKLU milletvekilleri sorunu çözüme kavuşacak dendiği anda, TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in çabalarına rağmen yeniden bir girdaba sokuldu.

Bu sonucu yaratan ise “Sorun bizim değil” diyen iktidar partisi oldu.
Tutuklu isimlerin adaylığını doğru bulmayan benim gibi isimler dahi ilk bakışta AKP’nin bu yaklaşımını doğru bulabilir; ancak kazın ayağı öyle değil.
Bir kere; her sözünde ‘milli iradeyi’ anan bir partiden, halk, bu isimlerin çoğunun durumunu bile bile oy vermişse, böylesi bir yaklaşım beklenemezdi.
İkincisi, Başbakan Tayyip Erdoğan da bir yargı kararıyla milletvekili olamadı. O günün TBMM’deki tek muhalifi CHP, “Sorun bizim değil, yargının” demedi; Anayasa değişikliğine dahi onay vererek Erdoğan’a Başbakanlık yolunu açtı.

Çifte standardın alası

Hani kimse çıkıp, ‘Canım suç nitelikleri farklı’ da demesin; çünkü herkes kendi penceresinden baktığı için kimi de, “Başbakan da şiir okuduğu için değil, ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ iddiasıyla mahkûm edildi” diyebiliyor.
Başından beri yazıp çizdiğim bir noktayı daha anımsatmak isterim.

Yazının Devamını Oku

CHP’nin yüzleşmesi gereken dönem

17 Mayıs 2012
SADECE muhalefeti eleştirebilen bazı gazeteler, CHP’nin İstanbul İl Başkanlığı seçimini, “Çarşafa dolandılar” başlıkları ile haberleştirdi. Başlığın cazibesi yüksek olabilir, ancak hedefteki ‘Çarşaf Liste’, her demokratın, “Keşke her partide görsek” demesi gereken bir uygulamadır.

Doğaldır, iktidar partisinde, ‘tek listeli, tek adaylı temiz kongreler’ izlemeyi ve görüntü bozan çok adaylı kongrelerde, ‘aday caydırma odaları’ kurulmasını eleştirmek bir yana kanıksayanların çarşaf liste ile derdi olur. 
CHP, bu eleştirilere bakmadan, Çarşaf Liste’yi en sağlıklı şekilde uygulamayı başaran parti olmalı, bunun için genel merkezin, örgütlere müdahalesi sıfırlanırken partililer de olgunluk içinde bir rekabeti hayata geçirebilmeli. Yeni CHP’yi gerçekten teşvik etmek isteyenlerin üzerinde asıl yoğunlaşması gereken nokta da böylesi uygulamalar olmalı.
Bakın, bir hafta önce Kemal Kılıçdaroğlu, Genelkurmay bildirileri konusunda, artık CHP’nin her seferinde sesini yükselteceğini belirtip, “Geçmişte bazı arkadaşların yaptığı gibi olmayacak” diyerek çok ciddi bir özeleştiri yaptı. 
CHP’ye, bağcı dövme derdiyle bakanlar bunu görmedi, hem Çarşaf Liste hem de Genelkurmay bildirileri konusunda bağcı aramayı sürdürdü.
CHP ve “CHP tarihiyle yüzleşsin” diyenler de yüzlerini bu noktalara dönmeli. 
CHP işe, kendisini 80 yıl öncesi uygulamalar üzerinden eleştiren Başbakan Erdoğan’a, yanıt yetiştirip yorulmak yerine, “Kardeşim o dönem hepimizin ortak tarihi, senin de benim de. Bir ülkenin kuruluş tarihi sevabıyla günahıyla ortak mirastır” deyip geçerek, savunacağı dönemi çok partili hayata geçildikten sonraki yıllarla sınırlayarak başlayabilir.
O zaman, “Ne oldu da 12 Mart ve 12 Eylül’e direnen, sendikalarla, büyük sivil toplum örgütleri (STÖ) ve yoksullar başta toplumun her kesimiyle iç içe geçen, tabanın sesini dinlemeyi başaran CHP, darbelerle anılan, ‘zengin temsilcisi’ görülen, tepeden atamalar partisi halini aldı” sorusu akla gelir.

Yazının Devamını Oku

‘Dil sürçmesi’ demek zorundaydı

14 Mayıs 2012
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın, ağzından çıkan lafı geri almadığını defalarca göstermiş, zaman zaman arkadaşlarının yaptığı düzeltmeleri dahi sert şekilde karşılamış bir lider olduğuna kuşku duyacak tek kişi çıkmaz.

Ancak, hem de gücün zirvesine ulaştığı bir dönemde, ters bir örneğe imza attı.
“Tek din” söyleminin ortaya çıkardığı bu örneğin bir perde arkası olmalı.
Kısaca anımsatayım; kurulduğu günden beri AKP’nin kırmızı çizgilerini her yerde, “Tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek vatan” diye sıralayan Erdoğan, geçen hafta Kahramanmaraş’ta “vatan” yerine, “din” dedi.
O kadar şaşırtıcı bir söylemdi ki, Anadolu Ajansı dahi haberinde “tek din” ifadesini çıkararak Başbakan’a yeni bir ‘koruyucu sansür’ uyguladı.
Oysa Erdoğan ertesi günü Adana’da söylemini, “Tek dil değil, tek din dedim, din dedim” diye üstüne basa basa yineledi.

BAŞINDAN KAYNAR SU AKANLAR

Erdoğan (deneyimli arkadaşlarımıza göre yazılı metinden okudu) o sözü ettiğinde, kendisini dinleyen AKP’nin önemli bazı isimleri başlarından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi sarsıldılar, tam bir şaşkınlık geçirdiler.

Yazının Devamını Oku

Tekin’in istifasında bardağın taştığı an

10 Mayıs 2012
PAZARTESİ günü, CHP Genel Başkan Yardımcılığından istifasını Gürsel Tekin’in penceresinden aktarıp karşı görüşü bugüne bıraktığımı yazmıştım.

İstifanın CHP’yi olumsuz etkilediğini, istifaya en çok Kemal Kılıçdaroğlu’nun üzüldüğünü; buna karşın bazı yakın çalışma arkadaşlarının konuya, “O kadar da önemli değil, işte bazı gazeteler ve gazeteciler Tekin konusunu şişirir, sonra unutulur gider” havasında yaklaştığını söylemeliyim.
CHP yönetiminde Kılıçdaroğlu’nun, “Bu konuda beyanda bulunmayın” tavsiyesine tam uyulduğunu belirtmekle beraber, aşağıda yazdıklarımın her maddesinin tarafların ifadesi dışında olmadığını kaydetmeliyim.

DİLEKÇE ÇEKMECEDEYDİ

Kılıçdaroğlu’ndan başlayacak olursak ve yukarda yazdığım gibi ilk sözcük “üzüntü” ise istifa neden kabul edildi, sorusu haklı olur.
Malum Kılıçdaroğlu, Tekin’in istifa dilekçesini aldığında, “Kabul etmiyorum, seni MYK toplantısına bekliyorum” dedi; onu, kapıya kadar da uğurladı.
Dilekçeyi çekmecesine koyup kimseye de söz etmediği gibi MYK toplantısına giderken, Tekin’i orada bulacağından çok umutluydu.
Tekin’in istifa haberleri TV’lerden verilince rahatsız oldu; ama asıl gönül kırgınlığını MYK toplantısında Tekin’i göremeyince yaşadı.

Yazının Devamını Oku

Tekin’in istifasının nedenleri

7 Mayıs 2012
GÜRSEL Tekin’in, Genel Başkan Yardımcılığı görevinden istifasının, şu ya da bu oranda CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu üzerinde etkiler yaratacağı açık. Kim ne derse desin; ‘Kemal Kılıçdaroğlu’ dendiğinde ilk ‘Gürsel Tekin’ adını anan halkın, bu istifayı lider için başarı sayacağını düşünmeyenlerdenim.

Çünkü o insanların, Kılıçdaroğlu’nun, Baykal-Önder Sav ikilisiyle yaşadığı yol ayrılığı ile Tekin’in istifası arasında benzerlik görmediği; o nedenle de sorunun bu noktaya gelinmeden çözümünü beklediği kanısındayım.

Bu olmadı; şimdi doğru teşhis için istifa nedenlerini iyi okuma zamanı.

Ben de bugün, karşı bakışı sonraya erteleyerek, sadece Tekin’in o nedenlerini özetleyerek art arda sıralamaya çalışacağım.

ÖRGÜT GEREKÇELERİ

Kılıçdaroğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı döneminde oluşmuş bir güvenle genel başkanlık ardından CHP’nin 2 numarası yapılan bir ismin, o görevden alınması yanlıştı, “Yıprandınız” gerekçesi yeterli değildi; ancak verilen yeni görevi kabul etmemek çok yanlış olurdu. 

Kendisi ardından sık sık örgütlerin görevden alınması, bunun yeni Teşkilat Başkanı’nın ili Hatay’da birden fazla yapılması CHP’nin asıl ihtiyacı olan dışa dönük mücadeleye zarar verdi, iç çekişmeyi körüklemekten öte geçemedi.

İlçesi Kadıköy’ün örgütü de görevden alındı ve hem nezaketen de olsa kendisine danışılmadı hem de operasyona İstanbul’da 15 ilçe daha eklendi. İstanbul İl Başkanlığı’na ise 10 Aralık hareketinden gelen, “CHP dönemi bitmeli” demiş bir isim atandı; çoğu örgütte de eski CHP’lilerle SHP ve 10 Aralık hareketinden gelenler arasında denge sağlanmadı.   

Yetkili kurullarda, “Örgütle bu kadar oynamak yanlış. Önder Sav da bunu yaptı; ama iki kurultayda da delege Kemal Bey’e tam destek verdi” dedi.
Bu yapının CHP’yi dışa dönük mücadeleden kopardığına başkanlığını yaptığı il kongrelerinde de tanıklık edince birinde, “Arkadaşlar, bu ilde AKP şunları, bunları yaptı tek laf etmediniz, birbirinizi eleştirip durdunuz. Size de, CHP’ye de yakışan bu değil” diyerek isyanını ortaya koydu.

Örgüte müdahalenin ters sonuçlar verdiğini savundu; başta Kılıçdaroğlu’nun 40 vekille katıldığı Sakarya olmak üzere Adana, Şanlıurfa, Hatay gibi kongreleri buna kanıt gösterdi, sırada İzmir ve başka illerin olduğunu söyledi.

GENEL MERKEZDEKİ EKİP

Mevcut MYK da halkla temasta başarılı olmadığı, kamuoyu oluşturamadığı gibi CHP’yi dışa dönük mücadeleye kenetleyen politikalar da üretemedi.

Bu MYK, CHP’nin organizasyon kapasitesini düşürürken, sağa açılım da yanlış isimler üzerinden yapıldığı için örgütlerde huzursuzluk oluştu.  

Kılıçdaroğlu’nun talimatı ile CHE evlerinin sayısının artırılması için yapılan çalışmalar da engellendi; son olarak şube açılışı için gittiği Mamak’ta, “Fethullahçı Gürsel Tekin Mamak’a giremez” pankartıyla karşılandı.

Medyadan sorumlu olmasına karşın Kılıçdaroğlu’nu gazetecilerle buluşturan bir yemeğin hem organizasyonundan uzak tutuldu hem de davet edilmedi.
Medya ile ilgili bazı projeleri mali işler başkanlığından geçmezken, “Tekin medya işinde başarısız” söylentileri sık sık kulağa gelmeye başladı.

Yenimahalle belediyesinde rant elde ettiği haberleri de çıkınca, bütün bunların genel merkezdeki bir ekip eliyle yönetildiği kanısı oluştu.

Bu kanaatini, kimi belgeler ve örneklerle Kılıçdaroğlu’na iki kez mektupla, birkaç kez de sözlü olarak ilettiği halde sonuç çıkmayınca kararını verdi:

“Kalmam halinde CHP de, Kemal Bey de, ben de daha çok yara alacağız.”
Yazının Devamını Oku

Dizi rüzgârı Hollywood’a teşvik getirdi

3 Mayıs 2012
EKONOMİ Bakanı Zafer Çağlayan’ın Dubai’ye yaptığı gezinin daha ilk adımında Türk dizilerinin Arap dünyasındaki etkilerine yeniden tanık olduk. Bakanından sokaktaki vatandaşa kadar karşılaştığın her Dubaili, mutlaka sizinle dizi muhabbetine giriyor, “Sonu nasıl bitecek” diye soruyor.
“Dizi başrol oyuncularını bizden iyi tanıyorlar” desem yeridir. 
Çağlayan, önceki gezilerinde de buna tanık olmuş, Ekonomi Bakanı Bint Khalid Al Qasimi’nin, “Sistemimizi altüst ettiniz, çalışanların davranış biçimini bozdunuz. Kocam da buna dahil” sözlerini ilk duyduğunda hayrete düşmüş, nedeninin Türk dizilerini izlemek olduğunu öğrenince de sevinmişti. Dönüşünde de dizilerin ‘ihraç ürün’ kapsamına alınmasını sağlamıştı. 
Qasimi ile bu seferki buluşmasında da sohbetin önemli bölümünü yine Türk dizileri oluşturunca Çağlayan Türkiye’ye bu kez de bir başka kararla döndü.

TATLITUĞ VE ŞAŞMAZ İLE YOLA DÜŞECEK


Dönüş yolundaki sohbetimizde Qasimi’nin, “Herkes dizidekiler gibi yapmak, onlar gibi giyinmek istiyor” dediğini anımsatan Çağlayan, bu avantajı geliştirmek gerektiğini belirterek şöyle konuştu:
“Daha çok tanıtım yapmamız gerekir. Dizideki oyuncuları buralara daha fazla getirip fuar gibi tanıtım etkinlikleri yapmaya hemen başlayacağız. Sadece Dubai değil, diğer ülkeler de dahil. Mesela Libya’ya Necati Şaşmaz ile gideriz; orada Murat Alemdar diye tanınıyor. Buraya Kıvanç Tatlıtuğ ve diğer arkadaşlarla geliriz. Sektörle geleceğiz yani. Dizi kahramanlarının kullandığı giyimden mobilyaya, ayakkabıdan dekoratif malzemeye kadar her objeyi, dikkat çekmesi için hediyelik eşya yapıp satacağız.”
Başlangıçta bölüm başına 50 bin dolara satılan dizilerde rakamın, 1.5-2 yılda 150 bin dolarlara çıkmasından çok memnun kalmış olan Çağlayan, Türk filmlerinin de Arap dünyasında aynı başarıyı göstereceğine inanıyor.
Türk filmlerini izlenme oranının ilk kez yüzde 60’a çıktığını söyleyen Çağlayan, “Filmlerimiz de diziler kadar Türkiye sempatisi yaratacak” dedi.

DÜNYA MARKALARI GELSİN 


Özelikle kış aylarında kendisinin de her hafta mutlaka sinemaya gittiğini vurgulayan Çağlayan, firmasının reklamını yapmak, adını duyurmak isteyen özel sektör temsilcilerine, “Gelin bu sektöre yatırım yapın. Yatırımın karşılığını fazlasıyla alırsınız” diye seslendi.
Yeni teşvik paketine sinemanın da konacağı haberini veren Çağlayan, özel ekonomik bölgelerden birini dünyanın en iddialı film platosu yapmayı planladıklarını açıklayarak sözlerine şöyle devam etti:
“Neresi olursa olsun, kim yapmak isterse istesin, beşinci bölge teşvikini uygulayacağız. Ancak en az Hollywood, Bollywood kadar, hatta onları da aşacak bir başarı sağlasın istiyoruz. Son derece kararlı bir çalışmamız var. Üzerinde dikkatle durduğum bir konu. Hizmet sektörüne güvendiğim için buna yapabileceğimize de inanıyorum.”
Şikago’yu örnek vererek yerel yönetimlerden de sektöre destek isteyen Çağlayan’ın gönlünden geçen, dünya markalarının Türkiye’de film yapması.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in bir film platosu kurmaktan söz ettiğini, Limak’ın sahibi Nihat Özdemir ve kızı Ebru Özdemir Kışlalı’nın da sektöre ciddi giriş yapmak istediklerini duyduğunu da kaydeden Çağlayan, “Evet, o zaman buyurun hanımlar, beyler diyorum. Hadi gelin yapın yatırımınızı. En iyi teşviki verelim, siz de Türkiye’yi ve firmalarınızı tanıtım konusunda büyük bir adım atınız” diye konuştu.
Yazının Devamını Oku

Kemalizm ile AKP dönemini kıyaslamak

30 Nisan 2012
KENDİSİNE liberal diyen bazı isimler, “AKP iktidarı Kemalist anlayışın bir versiyonu oldu” eleştirisini yükseltmeye başladı. On yıldır iktidara büyük destek vermiş bu isimlerin yaptıklarını bir günah çıkarma olarak değil, gelinen noktayla ilgili bir tespit diye görmeli.
Farz edelim ki bu tespitleri de haklı, ama hele hele işi ta cumhuriyetin kuruluş yıllarına kadar götürmek doğru ve adil bir yaklaşım sayılabilir mi?
Eğer kuruluş yılları ile bugünün koşullarını aynı kabul ediyorsak, itirazım yok; o gün yaşananları her gün ipe çekmekte sonsuz haklılık bulabiliriz.
İyi güzel de peki, bırakın ileri demokrasiyi, demokrasinin d’sinin anılmadığı o yılların özgünlüğünü, dünyanın o günkü koşullarını nasıl unutacağız?
ELEŞTİRİDEN MUAF TUTUNCA
Cumhuriyeti kuranların tamamının, genç denecek yaşta askerler olduğu, tüm yaşamlarının savaşlarda geçtiği, koltuklara değil taşlar üstüne oturdukları, gaz lambası ışığında çalışarak devlet kurdukları, o gün dünyada ‘ileri demokrasi’ örneği tek ülke olmadığı vs., sıralamaya dahi gerek yok.
Aksine, kötülerinin yanında dünyada, ‘ileri’ sayılacak pek çok karar ve uygulamanın önderliğini de bu kadrolar yaptı.
Bunları geride bırakıp bugüne dönülecek olursa durum çok farklı.
O gün Osmanlı’ya tepki ile yoksulluk içinde ve güç koşullarda bir devlet kuranlara karşılık AKP, olanakları geniş, AB’ye aday, demokrasi yönünde önemli dönüşümler geçirmiş bir Türkiye devraldı.
AKP, kadroları ve halk tabanındaki desteğin yaygınlığı ile geçmişteki kavgaları, toplumdaki bölünmüşlüğünü yok etmeye aday iktidar imajı verince liberallerden, ‘askeri vesayeti kaldırma’ temelinde büyük destek aldı. 
Ancak liberallerin temel sorunu, iktidarı devralan kadroların, demokratik kültürden gelmedikleri, katı lider odaklı siyasal yapılanmalarda yetiştiklerini hep unutmayı yeğlemeleri oldu. 
Bu gerçeği göz ardı ederek, iktidara koşulsuz destek veren bu kesim, iktidarın zaman zaman çok görünür hal alan yanlışlarını da, “Fotoğrafın büyüğünü görmek” adına eleştiriden muaf tuttular.
KIYAS YANLIŞA DESTEK OLUR
Oysa, böylesi bir kültürden gelmiş kadroların eleştiriye saygı noktasına çekilmesi Türk demokrasisi adına en büyük kazanım olacaktı.
Liberaller, bunu yapmadıkları gibi AKP’ye eleştirel bakan platformlar, bireyler art arda bastırılırken ya sessiz kaldılar ya da cılız sözler etmekle yetindiler.
Ta ki, Bülent Arınç’ın ortaya koyduğu, “Sabretme politikası” görülene dek.
‘Sabır noktaları’ geçilip, ‘Kemalist kararlar’ diye nitelenen bazı uygulamalar yaşama geçirilmeye başlanınca ‘sabrın’ anlamı çözülür hal aldı.
Bu nedenle şimdi o liberaller, ‘Tek tip insan yetiştirmekten’, ‘Sadece kendine özgürlük istemekten’, ‘Kendi padişahlığını kurmaktan’, ‘AB değerlerinden uzaklaşmaktan’, ‘Baskıdan’, ‘Dayatmadan’ falan söz eder oldular.
Baştan dedim, iktidara yöneltilen bu eleştirileri yadırgamanın hiç anlamı yok, ancak bunu ‘Kemalizm’ kıyaslaması ile yapmak ciddi bir haksızlık olur.
Çünkü, o gün iktidardakileri uyaracak muhalefet de yoktu, demokrasi de, hukuksuzluklar çoktu, AB kriterleri daha doğmamıştı ve aşılmak istenen savaş koşulları yaşamın her alanında belirleyiciydi.
Bu gerekçelerle haksızlıklar, hukuksuzluklar hep sümen altına itilebiliyordu.
Bugünse “ileri demokrasiye” emsal gösterilecek ülkeler de, -kelaynak kuşuna dönmek üzere olsalar da- “Yanlış yapıyorsunuz” diyen bazı çevreler de var.
Bu koşullarda, ‘Kemalizm’ ile kıyas, ‘yanlışa devama’ destekten öte geçmez.
Çünkü, o günün dünyasında olmayan demokratik değerler bugün her yerde var.
Yazının Devamını Oku