FARKINDAYIM, çok sıradan bir başlık oldu; ancak 92. yaşını kutladığımız TBMM’nin bugünkü hiç iç açıcı olmayan durumu en iyi böyle anlatılabilir.
Bu gerçeği en iyi de TBMM Başkanı Cemil Çiçek ifade etmişti. TBMM, 12 Haziran seçimi ardından kapılarını ‘tutuklu milletvekili’ gerçeği ile açınca “İyi başlamadık” demiş olan Çiçek, art arda gelen kavgalar, liderlerin keskin üslubu, içtüzük tartışması, komisyonlarda yaşanan gerginlikler üzerine de “İyi de devam etmiyoruz” tespitini yaptı. Önceki gün de, “Maalesef bu dönem siyasetçinin dili çok fazla dikenli” dedi. “Haksız” diyecek; “Grup toplantılarındaki üsluplarıyla liderler, salı günlerini çok sevimsizleştirdi” demeyecek birilerinin çıkacağını da sanmam. ÇANLARIN ÇALDIĞI ANLAR Tutuklu isimlerin aday yapılmasını ben de eleştirdim; ancak sonuçta partiler tercihlerini yaptı, YSK isimleri onayladı, halk da oyunu ona göre verdi. Bu durumda, YSK o isimleri veto edince, “Demokrasiye YSK darbesi” diye isyan ederek kararı geri aldıracak atmosferi sağlayan AKP çevrelerinin, seçim sonrası da bu ayıbı ortadan kaldırmak için baş aktör olması gerekmez miydi? Oysa AKP, özellikle CHP’yi köşeye sıkıştırmak için, “Bizim değil onların sorunu” diyerek kenara çekilince iş tek başına Çiçek’in çabasına kaldı. Şimdi Çiçek, yeniden bir şeyler yapmaya çalışıyor; umalım sonuç alıcı olur; ancak iktidar sürece dahil olmadıkça bu ayıbın son bulması pek olası değil. Olası olmayan bir şey de muhalefetsiz demokrasidir; o nedenle muhalefet ve iktidar karşısındaki tutumlarımız farklı olmak durumunda. Bu ilke, TBMM’de uygulanan yöntemler için de geçerli; çünkü orada muhalefet eninde sonunda yenilir, iktidar ise her istediği sonucu alabilir. Örneğin iktidar, Meclis’te komisyon basar, kimseyi konuşturmadan yasa geçirirse, kürsüdeki milletvekilini güç kullanarak uzaklaştırırsa, milletvekilleri yumruğunu konuşturduğunda liderinden “Elinize sağlık” diye övgü alırsa, demokrasi için tehlike çanları çalmış demektir. YÜZDE 50 SONRASI BOZULAN DENGE Bu noktada, Meclis’i yakından izleyen biri olarak bir tespitimi aktaracağım. AKP’de grup başkanvekillerinden biri grup başkanı gibidir; geçmişte Faruk Çelik ve Sadullah Ergin böyleydi, bugün ise Nurettin Canikli aynı konumda. Çelik ve Ergin, dönemlerinde resmi veya gayri resmi yollarla muhalefetle sık sık görüşür, gündemi belirlerken bir şekilde onları sürece katarlardı. Yüzde 50’lik zaferin ardında bu tablonun geride kaldığını, “Her kararı tek başımıza alırız” ilkesinin öne çıktığını rahatlıkla ileri sürebiliriz. Muhalefet de gündem belirleme hakkını tamamen yitirince direnişe geçti. Önceki iki dönemde görmediğimiz bir yöntem geliştirdi; “grup önerileri” hakkını ‘her gün’ kullanmaya, Genel Kurul’u saatlerce tıkamaya başladı. Böylece, “Gündem belirleme hakkımız hiç yoksa sistemi kilitleriz” dediler. AKP grup başkanı böyle tutum alınca da işin yükü Çiçek’in omzuna bindi. Onun da önünde, ‘tarafsızlık’, ‘içtüzük’, ‘AKP üyeliği’ gibi engelleri var. Son olarak; dün Murat Bardakçı bize, “Meclis’i kuranlar şeker parası dahi bulamazdı” gerçeğini anımsatınca, TBMM’yi kuranlara haksızlık yapmanın da bugün çok geçer akçe haline getirildiğini görmeliyiz. Çünkü soykırım iddiaları gündeme gelince, “O işi tarihçilere bırakalım” diyenler, “Bu konu, gerçekleştiği siyasal coğrafya, dönem ve yakın çevresi birlikte incelenerek değerlendirilmeli” ilkesinden hareket ediyorlar. İyi de peki, Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde gelişmiş ve demokratik kurallara uygun olmadığı tartışma götürmez bazı uygulamalar söz konusu olduğunda, onları tarihçilere bırakmak yerine siyasi malzeme konusu etmek etik mi?