Mitinge giderken uçakta, son kongrede Devlet Bahçeli’ye rakip olup ciddi bir oy alan Koray Aydın’la karşılaştım.
Katıldığı ilk mitingmiş; ‘halka gidiş’ diye gördüğü MHP’nin bu atağını çok doğru bulduğunu, güzel dönüşler aldığını söyledi.
Yıllardır hemen hemen her partinin mitingini izlediğim İstasyon Meydanı’ndaki kalabalığı da görünce, açılım sürecinin MHP’de önemli bir kenetlenme yarattığını düşündüm.
SES DALGASINA DİKKAT
Mitinge başka partilere oy verenler de katılmış olabilir; ama bugüne dek o alanda izlediğim mitinglerin hiçbiri için, “Bundan daha kalabalıktı” diyemem.
Elbette kalabalığın, Adana’nın muhalif duruşuyla ilgisi mutlaka var.
İki gün sonra da CHP’nin mitingi nedeniyle Aydın’a gittim.
Coş, Adana’dan önce Aydın’dan geçmiş, epey iz bırakmış!
Ancak sadece Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nun başına gelen bir örnekle yetineceğim.
Çünkü, yazık ki Türkiye, bir kadın ve de muhalefet partisinden siyasetçiysen ‘vay haline’ denecek bir ülke görüntüsü kazandı.
KADIN BAŞKAN POLİS TOKATLADI!
Bir pazar Çerçioğlu, eşi ve iki oğluyla kahvaltı masasındaydı.
Daha masa kalkmadan büyük oğlunun iki öğretmeni kapıyı çaldı.
Gündemi, ‘anayasa için uzlaşma umudunu yitirdiği’ gerekçesiyle yine Başbakan Erdoğan yarattı.
Belediye, cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerini 2014’te yapmak için anayasa değişikliği şart ve tek başına AKP’nin gücü buna yetmiyor.
O nedenle Başbakan, “Parti baskısına rağmen diğer partilerden çıkabilecek civanmert milletvekillerinden” söz etti.
“Parti baskısı AKP’de yok mu” sorusunu hiç sormayalım; çünkü anladığımız Erdoğan, partisinde de ‘civanmertler’ çıkabileceğini hiç akla getirmiyor.
İŞİN ZORLUKLARI
Ancak, “Gün ola, harman ola” demeli; çünkü AKP’de, en azından,‘3 dönem yasağı’ nedeniyle bir daha seçilemeyecek 70 milletvekili var.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün devre dışı kalıp kalmaması da dengeleri sarsacak ayrı bir gelişmedir.
Sadece telefon üzerinden değil, her yolla yapılan bu dinleme ve gizli kayıtlar çok can yakıyor, “İMDAT” diye haykıran sayısı her geçen gün katlanıyor.
Lafa ne gerek; “Dinlemeler için meclislerinde komisyonu kurmuş dünyada kaç demokratik ülke var” diye sorsak yeter.
Sonunda AKP Adana Milletvekili Ali Küçükaydın da patladı, valisi Hüseyin Avni Coş’u ‘yasadışı telefon dinletme hastalığı müptelası’ ilan etti.
Küçükaydın, İçişleri Bakanı Muammer Güler’e de öyle bir şikâyet mektubu yazdı ki yenilir yutulur gibi değil.
Vali hakkında bir inceleme başlatıldı; bakalım ne çıkacak?
BÜROKRATI GÖREVDEN ALMANIN YOLU
KÜÇÜKAYDIN’ın o iddialarını sıralamaya hiç gerek yok, sadece “Her gittiği ile aynı müteahhidi taşıdı” ifadesi üzerinde herkes düşünmeli; en başta da Coş’a ilk günden beri sınırsız destek veren iktidar sahipleri.
Öyle ya; bu ülkede bırakın Fırat kenarında kaybolan kuzuyu, 46 canın dahi sorumlusu hükümet değil, örneğin CHP; katliamın sebebi de muhalefetin tavrı!
Normal olan “En sert olanı da dahil her eleştiriyi anlayışla karşılıyoruz” cümlesini hiç ağza almadıkları için de sözlerinin en sonuna koydukları “tahriklere kapılmamak için birlik/beraberlik” ve “sağduyulu hareket” çağrıları inandırıcılığını yitiriyor.
GÖRMEZ, ÖNGÖREMEZ
Oysa asıl sağduyulu davranması gereken iktidar ve yöneticileridir.
Katliamın Suriye’deki içsavaşla, Türkiye’yi o savaşa çekmekle ilgisi kesin.
Bu durumda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu başta, Suriye politikasının yapıcıları, öncelikle sınırın nasıl kalbura döndüğünü açıklamak zorundalar.
O 877 km’nin Türkiye ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) tarafından kontrol edildiği (doğrusu kontrolsüz) dünya âlemin bilgisinde olduğuna göre, velev ki o bomba araçlar El Muhaberat’ın işi, bu ayıp ve sorumluluk kimin?
Basın müşaviri arkadaşımız Ahmet Sever daveti yaptığı andan itibaren, en çok Köşk kadrosunu gözlemlemeye yoğunlaşma kararı aldım.
Kadroda, yetenekleri konusunda epey şey duyduğum; ama biraz da şartlar gereği izole yaşamak durumunda olduklarından tanıma şansı edinmediğim isimler az değildi.
Doğaldır ki yine de lafa 1991’den beri tanıdığım Cumhurbaşkanı Gül’den başlamam, en çok da ondan söz etmem gerekiyor. Köşk’e çıkışı ardından Cumhurbaşkanı Gül’le çok sınırlı (sanırım 2) sayıda ayaküstü görüşme, annemin vefatı nedeniyle açtığı taziye telefonu dışında uzun denecek bir sohbetim/konuşmam olmadı.
HERKES ANLAYIŞI
Cumhurbaşkanı Gül de Lizbon’a uçarken yanımıza geldiğinde bu imayı yaptı.
Muharrem Sarıkaya ile bana ilk isimlerle hitap ederek önce, “Çok oldu görüşmeyeli değil mi” dedi, sonra “Kadim dostluklar...” ifadesi çıktı ağzından, ardından da “Kaç yıl oldu?” sorusu geldi.
Lizbon’a daha önce gidip gitmediğimizi sordu, Gülbenkyan Kütüphanesi’ni mutlaka gezmemizi önerdi; Gülbenkyan’ın ilk başta Türkiye’de kurmayı planladığı bu kütüphaneyi, gümrük vergisi konması nedeniyle Lizbon’a yapma kararı almasından duyduğu üzüntüyü aktardı.
Doğrusu, TBMM’yi izleyen çoğu insan gibi ben de geçmişteki tutumuna bakarak, Aslan’ın bunu yapabileceğini hiç göz ardı etmedim.
Genç’in siyasi üslubunu başından beri sorunlu görüyorum; o nedenle son sözleri de kınanmayı hak etti; ancak Aslan’ın yaptığı tepe noktadır.
Aslan’ın küfürlerinden sonra geçmişteki bazı yazılarıma yeniden baktım. 2011’den bu yana başta liderler, siyasetin üslubunda seviye sorunu olduğunu, salı günlerinin çekilmez hale geldiğini defalarca yazmışım.
EDEBALİ’NİN RUHUNA FATİHA
Maalesef ki Aslan’ın yarattığı manzaranın kusuru sadece onun değil.
Başbakan Erdoğan, gücünü oturttukça ‘siyaset sanatı’ sayarak ‘öfkeyi’ öne çıkarırken, ‘sokak diliyle konuşma’ diye bunu alkışlayan da çok oldu.
Oysa Erdoğan’ın sayısız kez alıntı yaptığı Şeyh Edebali, Osman Bey’e nasihate bakın nasıl başlıyor:
Emekçiler Taksim’de ısrarlıydı; çünkü 36 yıl önce orada 34 şehit verdiler.
Yine yazık ki o yasağı koyanlar, her fırsatta 12 Eylül’ün de zulümlerini anlatıp Taksim’i yeniden işçilere vermek, 1 Mayıs’ı bayram yapmakla övünenler.
Demek ki neymiş; o kararlar iktidarın özgürlükçü anlayışının yansıması değil konjonktürelmiş, Taksim’in yeniden açılması da emekçilerin cop, TOMA, biber gazı pahasına yıllarca süren kararlı direnişinin sonucuymuş.
BU YIL BÜRO EMEKÇİLERİ İÇİN
Dünkü manzara için sorumluluğu sendikalara yüklemek haklı olamaz.
Çünkü, sadece bir örnek olarak vereceğim; Nevruz kutlamalarında inisiyatifi BDP’ye bırakan iktidar, dün de sorumluluğu sendikalara bırakarak 1 Mayıs’ın olaysız kutlanmasını sağlayabilirdi.
Çünkü, sendikalar da aynen BDP gibi, “Güvenliği sağlarız” dediler.