Sözünü, ‘Dönüşte o paçavraları 24 saatte indirin’ talimatı verdiğini belirterek tamamladı. Dünkü medyada Başbakan’ın bu ‘3 gün’ ifadesi pek yer bulmamıştı. Oysa, o sözün açık bir adresi var gibiydi ya da şöyle bir yoruma açıktı:
“3 günlük yokluğumdan yararlananlar bu paçavraları asmış, ülkeyi emanet ettiklerim ise bunu görüp gereğini yapmamıştı.”
FARKLI BAKAN HİÇ DE AZ DEĞİL
Tabii ki bu sözlerin muhatabı öncelikle Başbakan’a o günlerde vekalet eden Bülent Arınç olmalı; ama
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü de
hesap dışı tutmayanlar çoktur.
Başbakan’ın bu vurguyu, o 3 günlük tutumu nedeniyle Bakanlar Kurulu’nda Arınç’la tartıştığı yönündeki haberlerin ardından yapması da manidar.
Kimine göre bu bilinçli bir tercih, iktidarın oyları böyle artıyor...
Tersini savunan da çok; ama konu bu değil.
Konu iktidarın, övündüğü yeni Türkiye gerçeğini okumaması, onun ihtiyaç ve beklentilerini karşılayan yeni politikalar belirlemekten uzak görüntüsü. 22 günde birbirinden farklı komplo teorilerine sığınılması bunun işareti.
Oysa ne komplo teorileri, ne baskıyı artırmak, ne de polis devleti yolunda adımlar atmak bugünün ve yarının yeni Türkiye’sinde geçer akçe olacak.
Muhalif veya iktidar, bunu gören siyaset kazanır, diğeri sınıfta kalır.
ÇEVREDEKİ BİR PSİKOLOJİ
Neden böyle oldu, sorusuna yanıt ararken önce iktidarın gösterilere bakışı üzerinde durmakta yarar var.
Evet, gösteriler Gezi Parkı üzerinden çıktı ve orantısız güç kullanımı insanları sokağa döktü; ancak bütün bunlar bir birikimin patlamasıydı.
O nedenle gösteriler, Gezi Parkı ile sınırlı eylemler olmayı aştı.
İktidarın kendilerini dışladığına, özgürlüklerinin kısıtlanmakta olduğuna, özel yaşam alanlarına daha çok müdahale edildiğine inanan insanlar, endişelerini dile getirip bu algılarının ortadan kaldırılmasını istedi.
Bu insanların büyük çoğunluğu ise ailelerinin özgürce yetiştirdiği, iyi eğitim almalarını sağladığı gençlerdi.
GENİŞ KESİMLERİN MESAJI AÇIK
Sokağa çıkmalarının nedeni bu ama, muhalefet partilerine sempati duydukları da sanılmasın; onlar, siyasetin bugünkü yapılış tarzına da itiraz ediyor.
CHP’nin baştaki mesafeli duruşu, şimdiki kenara çekilmiş hali de bunun sonucu.
Bugün yapılması gereken, fırsattan yararlanmak isteyenlerin varlığını inkâr etmeden, büyük çoğunluğun mesajlarını iyi okumaktır.
Birbirine saldıran taraftarı barıştıran; inanç temelli tüm ayrılıkları bir kenara koyan, barışık Türkiye’nin yolunu açan güçlü bir dalganın varlığını görmeli.
ÖZGÜRLÜKÇÜ VE SEKÜLER
Göstericilerin ne Tahrir ne de Tunus ile ilişkisi yok; çünkü kabul etmeli ki çok büyük çoğunluk seküler hayat tarzını savunuyor.
Sosyoloji kökenli arkadaşımız Okan Konuralp’in ifadesi ile belki Avrupa’da başörtüsü başta olmak üzere Müslümanların haklarını savunan sosyal demokrat, sol, liberal çevrelere benzetilebilirler.
Tümü de yaşam tarzlarına müdahaleye; otoriter, her şeye ve herkese karışan, ahlak ölçüleri koyan bir başbakan görüntüsüne itiraz ediyor, “El âlemden sana ne” diye sesleniyor.
“Aynı gün 60 milyar dolarlık ihale yapan bir Türkiye, ekonomik kalkınmasını gerçek bir demokrasi ile de taçlandırabilir” demek istiyorlar.
ÖZGÜR MEDYA İÇİN
Gezi Parkı eylemi olmasa da bir başka vesileyle bu patlamanın yaşanacağı görünüyordu; çünkü bardak taşmakta, halkın nabzını her an tuttuğunu savunan iktidar ise bunu göremeyip, diğer yüzde 50’yi, yüzde 7-13-26 diyerek üçe bölüp küsurat konumuna itmekteydi. Medya üzerindeki baskının artık gizlenir hiçbir yanı kalmamıştı.
Gösterilerin belki de en büyük yararı, medyaya baskının tehlikeli sonuçlarının, hem medya hem de iktidar sahiplerince fark edilmesidir. Sanıyorum ki medya, olması gereken yere oturma şansını böylece yakaladı.
Baskıdan, sorgulamaktan, soru sormaktan uzaklaştırılmış medyanın ülkeye kötülük ettiği açık seçik ortaya çıktı; şapka düştü, kel göründü; çok da iyi oldu.
İki günümü eylemcileri izlemekle geçirdim, yüzlercesi ile konuştum.
İlk dikkatimi çeken, çok büyük çoğunluğu gençlerin oluşturmasıydı, hani depolitize sandığımız için, “Nereden çıktı bu gençler” dense yeriydi.
O gençlerin neden sokağa döküldüklerini iyi tahlil edip mesajı iyi okumalı.
Yoksa “Bunları sokağa döken birileri var” yaklaşımı ile hareket edilip baskı daha çok mu artırılacak göreceğiz.
‘Aman dikkat’ demeli; çünkü yaşananlar, baskının patlat vermesidir ve korku eşiği artık aşılmıştır.
TÜRBANLI GÖSTERİCİYE SORUN
Gençlere sordum; “Tepkiniz neye, niye buradasınız” diye.
Dün de Başbakan Erdoğan, 3. köprünün temeli atılırken çevreciler için, “Çok konuşacaklar, çok bağırıp çağıracaklar. Ama kervan yolda gerek” diye imalı bir benzetme yaptı.
‘Katil’den, ‘cibiliyetsiz’e, ‘hain’den ‘soysuz’a kadar 7’den 77’ye herkesin siyasetin dilinden duyduğu kötü sözcükleri artık sıralamaya gerek kalmadı.
“Çocukları alkolden önce bu hakaretlerden uzak tutalım” desek yeterli.
Ne yazık ki liderlerin o çocukları düşünecek hali kalmadı.
ALLAH KORUSUN DEMELİ
Çünkü, TBMM tarihinde ilk kez bir milletvekili, milletin önünde bir başka milletvekiline ana avrat ağır küfürler etti.
AKP de, o günün havasıyla milletvekilini Disiplin Kurulu’na verince hepimiz umutlandık, ama sonuç hayal kırıklığı oldu.