Şükrü Küçükşahin

O sözlere asla alışmamalı

22 Temmuz 2013
KASTAMONU da küçük, şirin bir havaalanına kavuştu.

Havaalanının yüklenicisi arkadaşım Gürhan Özdemir davet edince, Başbakan Erdoğan’ın, ‘Herkes haddini bilsin’ diye ramazan günü komşuyu komşuya küstürecek ‘Komşunu ihbar et’ devrini başlatmasına ben de tanık oldum.
O sözleri, büyük bir soğukkanlılık içinde söylemesini şaşkınlıkla izledim.
Oysa Erdoğan, konuşmasına, “Siyaset, kavga, münakaşa, çatışma, karalama, engelleme sanatı değil” diye güzel başlangıç yaptı.
Artık alıştık Erdoğan’ın aynı konuşmada böyle zıt noktalara gitmesine.
Ancak bir başbakanın ertesi günü aynı sözleri, “Yıllarca yargıda biz mücadele ettik, şimdi de onlar etsin” diye vatandaşın arasında ‘biz’ ve ‘onlar’ ayrımına taşımasına asla alışmamak gerek.
Çünkü, bu sözlerin sahibi, sık sık “76 milyonun başbakanıyım” diyor.

YARGIYA GİTMENİN ŞARTI

O konuşmada üzerinde hiç durulmayan şöyle bir çelişki de vardı.

Yazının Devamını Oku

Gezi’den CHP’nin çıkardığı dersler

18 Temmuz 2013
KEMAL Kılıçdaroğlu, CHP’nin bir grup toplantısında, “Gezi gösterilerinden bizim de çıkardığımız dersler var” demişti. Ben de bu sözlerinden hareketle, “Kılıçdaroğlu böyle konuştu; ama CHP’nin çıkardığı derslerin ne olduğunu hâlâ göremedik” diye yazdım.

Dün CHP Genel Merkezi’ne gittim, yöneticilerle konuşup, havaya baktım. Gösterilerin ardından daha umutlu bir atmosfer, ona bağlı bir hareketlilik oluşmuş. AKP’de düşüş, CHP’de ise yükseliş olduğuna inanıyorlar. Yükselişi yeterli bulmadıklarından, bu trendin yerel seçimlere doğru artarak sürmesini sağlayacak yoğunlaşma içinde görünüyorlar.

İŞTE O MESAJLAR

Çok değil 8 ay sonra sandık konduğunda her şeyi göreceğiz, diyerek Gezi gösterilerinden CHP’nin çıkardığı dersleri şöyle sıralayalım:
-  Bırakın CHP’yi, gençlerin talebini bütün dünya kabul etti. -  Gençler kutuplaşma değil, özgürlük ve demokrasiyi soluyan, herkesin birbirine saygı duyduğu bir ülke istiyor. Bu alanların baskı altına alınması halinde tepkileri zirve yapıyor, bunun için bedel ödemeyi göze alıyorlar.
-  Farklılıkların barış içinde yaşatıldığı bir ülke arzusu ilk sırada. -  Siyasetin gençleşmesini, dilinin ve yapılış tarzının yenilenmesinden yanalar.
-  Başta doktor ve avukat, beyaz yakalıların çok güçlü potansiyele ve etkiye sahip olduğu görüldü. Bu kesimler, aynen gençler gibi dünya ile son derece barışıklar, özel yaşama müdahaleyi kesin reddediyorlar. Bunu gördükleri an direneceklerini, direnenin yanında yer alacaklarını açık ifade ettiler.-  Özellikle genç doktorlar, tüm riskleri göze alarak gönüllü çalıştılar. Böylece, hem Hipokrat yeminine bağlılıklarını hem de tüm baskılara direnerek, her şart ve ortamda bunun gereğini yapmaya devam edeceklerini kanıtladılar.
-  Avukatların savunma hakkı için yerlerde süründürülmeyi dahi göze almaları belleklere ‘onur plaket’ olarak kazınacak. -  Gezi göstericileri siyasetle ise barışık değil; çünkü siyaseti profesyonelleşmiş görüyor, bundan rahatsızlık duyuyor.

ELLERİ ÖPÜLMESİ GEREKİRKEN

Yazının Devamını Oku

Meclis’i ‘torba’ ile kapatmak

15 Temmuz 2013
AKP iktidarı, yasama dönemlerinin son günlerini torba yasa tasarılarıyla kapatmayı artık alışkanlık haline getirdi.

Demokratik ülkelerde örneği olmayan ‘torba’ yasalar uğruna, milletvekilleri insani olmayan çalışma koşullarında görev yapmak zorunda kalıyor.
O nedenle vekiller arasında etikdışı sözler edenler de çıkabiliyor.
İlginçtir, ‘Böyle çalışma koşulu mu olur’, dendiğinde iktidar yöneticileri, “Meclis’in bu halinin sebebi muhalefetin tavrıdır” diyor.
Bu doğruysa, devasa gücüne rağmen Meclis’i çalıştıramayan bir iktidarın vekil sayısı 280 civarında kalsa, hali nice olurdu hiç düşünmeyelim.

ORGANİZASYON GÜCÜNÜN SINIRI

‘Muhalefet’ mazeretine inanacaksak, AKP’nin yere göğe sığdırılamayan organizasyon kapasitesinin sadece, kumanyası-suyu, mikrofonu-prompteri, şapkası-bayrağı, taşıması-yerleştirmesiyle miting düzenlemekten ibaret olduğunu da düşünebiliriz.
Bu gerekçe ne kadar kabul görür bilemem; ama vekilleri bu şartlarda çalıştıran ve Meclis’i torba gibi büzen bir görüntü yaratan anlayış, polisi, 48 saat aç-susuz göstericilerle karşı karşıya bırakmadaki mantığını da sergilemiş olur.

Yazının Devamını Oku

Google’dan HES bulmak

11 Temmuz 2013
ÇEVRE hassasiyetli yatırım yapan şirketlerin yeni modası, bölgedeki köylere hayrat eserler dikmek; köylüyle toplantılar yapıp, çevreyi ne kadar koruduklarını, kesecekleri ağaçların bilmem kaç katını dikeceklerini söylemek.

Bir yatırımcı neden bu yola başvurur ayrı konu, ama şu da bir gerçek:
“Söktüğün ağacın yerine şu kadarını dikmek, kaybolan orman varlığını gizleyebilir mi ve orman, binlerce ağaç dikmekten öte bir şey değil mi?”Ayrıca o toplantılarda, ‘katılımcı listesi’ için alınan imzaları, ‘yatırıma onay’ gibi göstermek hile sayılmaz mı?
Ama halk artık bunu yemiyor, sadece yatırımcıya duyulan güven sıfırlanıyor.

HARİTAYA BAK MADENİ KAP

Çevre sorununu sadece HES ve madenler üzerinden görmemeli; örneğin, kentsel dönüşümlerde de benzer sıkıntılar yaşanıyor.

Yazının Devamını Oku

Gezi’nin öncü sesleriydiler

8 Temmuz 2013
GEZİ Parkı gösterileri toplumdaki çevre duyarlılığını yükseltti.

Aslında HES’lere karşı, Karadeniz başta olmak üzere Türkiye’nin her yanında köylülerin başlattığı eylemler Gezi Parkı’nın ön habercisi gibi okunabilirdi.
Bu okuma için suyun önemini en iyi bilen köylüler arasından, neden son dönemde geçmişe oranla çok daha fazla eylemci çıktığına bakmak yeterliydi.
Eğer bakılsaydı, çevreyi yaşam biçimleri gibi gören köylülerin, bugün ve yarınlarına yönelik yaşamsal bir tehdidi hissettikleri anlaşılırdı.
Sonuçta çevrecilerin, “Özellikle son 10 yılda, büyüme ve yatırım gerekçeleriyle pek çok faktör göz ardı edildi” eleştirisinin yükseldiği günlere gelindi.
Tamam, “Kalkınma politikaları nedeniyle geçmişte de durum aynıydı” diyen kimi çevreciler yok değil; ama “Varsa yoksa enerji”, “Varsa yoksa inşaat, yatırım” anlayışının öne çıkarıldığını savunanlar çoğunlukta.

GÖRMEZ BİLMEZ RAPORLAR

Yazının Devamını Oku

Salı atışmaları mesajı almıyor

4 Temmuz 2013
ÖNCEKİ günkü ‘salı atışmaları’ da siyasetin Gezi Parkı mesajlarını almadığı yönünde epey işaretler bıraktı.

Özellikle tatilden dönmüş olan Başbakan Erdoğan’ın sözleri ve konuşmanın içeriği doğaldır ki merak konusuydu.
Bardağın dolu tarafına baktığımızda Erdoğan, önceki yazımda üzerinde durduğum ‘hizmeti ihsan görme’ konusunda, “Milletin hizmetkârıyız”, “Efendi olmaya değil, hizmetkâr olmaya geldik” diye güçlü vurgular yaptı.
Kibirliliğin millet karşısında hep kaybettiğini; millet gerilimi değil, huzuru istediği için gerilimi teşvik etmenin ülkeye ihanet olduğunu anlattı.
Herkesin sabırlı olması gerektiğini, AKP’yi kurdukları andan beri herkesi ‘canımız’ diye gördüklerini, parti programına laikliği açıkça yazdıklarını, bedenlerini koydukları barış sürecini hiçbir sabotajın önleyemeyeceğini söyledi.

GÜNÜ GELMEYEN KANITLAR

Yazının Devamını Oku

Hizmeti ihsan görmek

1 Temmuz 2013
BAŞBAKAN Erdoğan, partisinin son grup toplantısında Gezi Parkı göstericilerini eleştirirken gençlere şöyle seslendi: “Geldiğimizde 45 lira burs alıyordunuz, 280 lira lisans öğrencisine burs veriyoruz. 200 lira da beslenme alıyorsun. El insaf yahu! Şu yapılana bakın? Bir yerlerin oyununa geliyor. Bu oyuna gelmeyin, kullanılmayın”.
Erdoğan
bu sözlerini, metin dışına çıkarak söylemedi, konuşma metni böyle yazılmıştı; yani danışmanlarının bakış açısı da buydu.
Bence, Gezi gösterileri başladığı andan itibaren Başbakan’ın yaptığı tüm konuşmaları iktidar-muhalif tüm siyasiler başucu eseri yapmalı.
O konuşmalarda bir siyasetçinin söylememesi gereken o kadar çok söz bulunacak ki, yukarıdaki alıntı bunlardan sadece teki.
Peki, bu sözlerde ne var denebilir.
İNSAF YAHU, DİLİ
O sözler Erdoğan’ın sadece, “Devlet Baba” anlayışını ne kadar içselleştirdiğini göstermiyor, ‘hizmetkârınızım’ söylemini de boşa çıkarıyor.
Vatandaşa yapılan hizmeti kendi ihsanı (bağışlanan şey, lütuf) gibi gösteriyor; hatta ilerisine geçiyor, minnet noktasına çekiyor.
Karşılığında ise itiraz değil, sadece takdir bekliyor.
Oysa günümüz gençleri, besleyip büyüten ana-babalarının kendileri için yaptıklarını dahi ‘itiraz etmeme’ gerekçesi saymıyor, aksine çoğu konuda eleştiri yükselip özgürlüklerini koruyorlar.
Bu kültür ve bilinçle yetişmiş gençlere verilen hizmetin karşılığını, “İnsaf yahu” diye beklemek sadece onların isyanını artırıyor.
Çünkü o gençler, “O makama seni zorla getirmedik, sen bunları yapmak için oy istedin, ‘hizmetkârınız olacağım’ dedin, biz de oy verdik. Şimdi hepimizin vergileriyle yaptığın o hizmetleri kafamıza kakma hakkın yok” anlayışında.
Üstüne üstlük oyuna geldiklerini, kullanıldıklarını söylemek bu gençleri küçümsemek, yanlışı katlamaktan öteye geçmiyor.
CEBERUT DEVLETİ SAVUNMAK
İktidarın yanlışları burada kalmıyor ki, “benim polisim ve o gençler” ayrımı, kamunun tüm ceberut davranışlarında faturaya yeni bir adresi yazıyor.
Polis-gösterici ayrımı yapmaksınız tüm ölenleri rahmetle anan göstericilere karşın, Başbakan ve iktidar sözcülerinin ölümler arasında ayrım yapması, 12’si gözünü kaybetmiş 60’ı ağır 8 bine yakın yaralıyı diline dahi almaması sadece ötekileştirmeye hizmet ediyor.
‘Vandallık’ söylemiyle işin sadece maddi zararlarını dillendirmekle yetinilmesi de öfkeye kaynak sağlıyor.
Polise karşı yapılan yanlışlar olmadığını kimse söylemiyor; ama iktidar bilmeli ki polisin insan onurunu yıkan pek çok davranışı ile karşılaşmış kadın-erkek o kadar çok genç var ki, onların yaralarının kapanması çok zor.
Çok zor; çünkü ‘ceberut devlet örneklerini sıralayarak’ iktidar olanların bugün, EMASYA’sı; ‘Ayaklar baş oldu’ söylemi; orantısız güç kullandığını kabul ettiği kamu gücüne maddi manevi her desteği vermesi, o gücün uyguladığı her şiddeti kılıfına uydurarak cezasız bırakması; ülkeyi dünyadan soyutlayıp uluslararası tüm kurumları ‘tu kaka’ ilan etmesiyle kendine ters düştü.
Gezi gösterilerinin en önemli sonuçlarından biri de AKP iktidarının, artık her yönüyle eskisinden daha katı bir devletin faturasındaki adresin ta kendisi olduğunu ortaya koymasıdır.
Yazının Devamını Oku

Sorun apolitiklik değil partilermiş

27 Haziran 2013
GEZİ Parkı göstericilerinin, Taksim ve Kızılay meydanlarına girmelerinden sonraki günlerden birinde Ankara’da bir gösteriyi izlemekten dönüyordum.

Arkamda, “Bu gençler şimdi ne yapmalı?” diyen bir kadın sesi duydum. Soruyu bir erkek sesi şöyle yanıtladı:
“Şu ana dek sesini çıkarmamış bir büyük topluluktan, gençlerden söz ediyoruz. Bugün kendilerini göstermeyi başardılar, şimdi karşı kıyıya geçmeleri gerek. Eğer sandallara binerlerse hepsi kaybeder. Buldukları en büyük gemiye binmeleri şart. Amaçlarını gerçekleştirmelerinin en uygun yolu bu.”

HİTAP EDEN PARTİ YOKMUŞ

Konuşmalarını sürdürerek beni geçtiklerinde adamın 40’lı yaşları, kadının ise genç kuşağı temsil ettiğini gördüm.
Adam, gençlerin olası siyasal davranışı için böyle ilginç bir benzetme yaptı.
Malum hâlâ da bu yönde süren tartışmalar var.
Yineleyelim; Gezi Parkı gösterileri, apolitik sanılan gençlerin, ülkelerinde ve dünyadaki her gelişmeyi yakından izlediklerini hepimize kanıtladı.

Yazının Devamını Oku