O nedenle ‘silahlı unsurların sınır dışına çıkarılması’ tartışmasına “Konuşulsun canım” taktiği çerçevesinde, oyalama amaçlı bakıyorum.
Çünkü birincisi; her ne kadar Başbakan Erdoğan, “Benim ülkemin dışında (nereye giderlerse) sorun o ülkenindir” dese de, bir ülkenin komşusuna bile bile silahlı unsurlar yollaması mümkün değil, bunun hukuki zemini de yok.
O nedenle ya o silahlar gömülecek ya da geldiği gibi çıkacak.
Taraflar da bunu biliyor; önemli olan da o silahların bir daha kullanılmaması.
Girişte-çıkışta tutuklu askerlerin eş ve çocuklarını gördüm; valizlerle içeri taşınan eşyalar, büyük naylon torbalarla çıkarılan kirliler, kulağa çarpan, “Benim eşim komutan falanca”, “Benim eşim o zaman binbaşıydı” gibi cümleler...
Uzatmaya gerek yok, cezaevi görevlilerin tüm nezaketine rağmen, ne girmesi ne de çıkması hoş bir mekân...
ÜÇ SORUYLA MÜEBBET
GÜRÜZ Hoca, ‘hoşbeş’ sonrası davalarının seyrine daldı.
Ergenekon’dan müebbet hapis istenmesine çok şaşırmış, çünkü o davada savcılık sorgusu ardından salıverilen ender isimlerden biri. Mahkemede de başkan kendisine, “Ordu göreve” pankartı önündeki fotoğrafı, Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal ile tanışıklığını sormuş.
O fotoğrafın çekildiği mitinge Ankara Üniversitesi Rektörü’nün eve gelip daveti üzerine gittiğini, o pankartı taşıyan örgütle de pankartla da bir anlayış birliğinin olmadığını anlatmış.
Balbay ve Haberal’ı tanıdığını söyledikten sonra özetle şunu demiş: “Balbay’ı severim, ama iddia edildiği gibi 9 kez aramış olamam. Belki 1-2 kez, onu da hatırlamıyorum. Cumhuriyet’in santralı üzerinden eğitim muhabirini arardım, 9 kez olan odur. Haberal’ı ise sadece rektör olarak tanırım, hiç anlaşamayız. Ama hastalığım sürecinde ise çok ilgilendi, minnettarım”.
Malum, bölgede İran’dan sonra İsrail’e en büyük direniş hep Suriye’den geldi.
İsrail’in, bu ‘düşmanda’ yaşanan ayaklanma karşısında sessiz kalması beklenemeyeceği için bu özrün arkasında Suriye planlarının olması son derece doğal; ama bu ilginin sınırları önemli.
Suriye’de daha önce konvoy bombalamış olan İsrail, özür diledikten hemen sonra, dün sabah da bu ülkeye füze saldırısı yaptı.
Dikkat edilirse Türkiye bu eylemlere karşı tepkisiz görünüyor.
Bu durum İsrail’in, artık Suriye krizine dahil olacak algısı yaratıyor.
MÜDAHALE ESAD’A YARAR
ANCAK hükümet çevrelerinden aldığım bilgiler tam tersine.
O grevler, “Çözüm ancak Öcalan’la olur” tezini kamuoyuna benimsetmek, ona Türkler nezdinde itibar kazandırmak için zemin yapıldı, sonuç da alındı.
Öcalan açlık grevlerini bıçak gibi bitirince hükümet çok rahatladı. Bu arada Başbakan Erdoğan’ın, “Eli kanlı teröristlerle kucaklaşan BDP’liler” tarzı söylemleri unutulup giderken, anadilde savunma yasası çıktı.
O ARTIK ÖNEMLİ SİYASİ FİGÜR
YASA çıkar çıkmaz KCK davasının önemli isimleri salıverildi.
Karşılığı ise PKK’nın elindeki kamu görevlilerinin yurda dönüşü oldu. Bu somut adımlarla zemin olgunlaştırılınca hükümetin organizasyonu ve isim tercihi ile Öcalan’la görüşme süreci, hem de BDP dahil edilerek başladı.
Verdiği mesaj nedeniyle toplantı talebini, en az cumartesi yapılan o toplantı kadar önemsemeyi sürdürerek, ortaya çıkan tabloyu özetlemeye çalışacağım.
- Kemal Kılıçdaroğlu, ilk kez üyeleri alışık olmadıkları sert tonda uyardı. Birbirlerine karşı kırıcı, dışlayıcı tutum almamalarını, özellikle Kürt sorununda parti politikasıyla kişisel görüşleri birbirine karıştırmamalarını istedi.
- Bu konuda AKP’nin tek sayfa metni yokken, birçok rapor yazmış CHP’nin görüşü yokmuş gibi davranılmasını eleştirdi.
AKP NE YAPTI, DİYE SORUN
- Kılıçdaroğlu, Öcalan’la görüşme süreci başlayınca hükümete açtığı krediye Başbakan Erdoğan’ın, “O krediye bizim değil senin ihtiyacın var” yanıtı vermesini koza çevirmiş. Çünkü, “Hemen bu krediyi elinin tersiyle iterek nezaket kurallarına dahi uymadı. Bu durum belleklerde taptazeyken, sürece destek vermediğimizi söylemek hakkaniyet mi?” sorusu ikna edici olmuş.
- 1999’da Öcalan’ın yakalanması ardından PKK’nın silahlı gücünün ülkeyi terk etmesine karşın, 10 yıllık AKP iktidarında tersine bir tablonun oluştuğu teziyle Kılıçdaroğlu’nun, “O zaman önce, AKP ne yaptı diye sormalıyız” demesi hedefi bulmuş.
- PM’de, Öcalan’a kazandırılan pozisyondan rahatsız bir Kılıçdaroğlu profili vardı. Açlık grevlerinin de Öcalan’a itibar kazandırma amaçlı ve hükümet bilgisi dahilinde yapıldığı yönündeki görüşlere dikkat çekti. “PKK’da farklı kanatlar var, en iyisi Öcalan öne çıkarılarak tek muhatap yaratılır, iş kolaylaşır” mantığından hareket edildiği, sonuç almama durumunun tamamen hesap dışı tutulduğunu, bunun da ileride büyük sıkıntı yaratacağını akıllara düşürmek istedi.
İlginçtir, o iradenin varlığına en çok atıf yapan da CHP’lilerin kendileri.
Öcalan’la görüşme sürecinin bu amaçla kullanılacağını anlatıyorlar.
Daha açık ifadeyle, CHP’lilerin önemli bir kısmı, bu görüşme süreci başarılı da olsa, başarısız da olsa CHP’ye bedel ödetileceği görüşünde.
CHP’lilerden bunları dinlediğim çarşamba günü, İstanbul milletvekili Melda Onur, Avrupa Parlamentosu’nun enerji konulu toplantısının Lenin’in, “Komünizm = elektrik” şeklinde özetlenen sözüyle açıldığını tweet’ledi.
Sivri bir söylem dinledim; öz itibariyle, yaptığı basın toplantısına 17 değil, 25 vekilin katıldığını; ulusalcı-yenilikçi diye bir ayrımın olmadığını söyledi.
İnce, “Ayrım yok” diyor, ama ben ‘Dışarıdan farklı görüyorum’ bahanesiyle(!) konuya devam edeceğim, çünkü tam anlatmak istediğim de bu.
Ne kadar CHP’ye ‘O yok, bu yok’ dense de eylem ve söylemler, farklılıkların giderek derinleşmekte olduğuna dair somut belirtiler veriyor.
Sıkıntı, CHP’de farklı siyasal bakışlar olması değil, bu farklılıkların partiyi motive edecek, bütünlük içinde tutacak, saygıya dayalı bir siyasi rekabeti getirecek noktaya çekip çekememekte.
İKTİDARA SAĞLANAN FIRSAT
Türkiye’de yaşanan gelişmeler ortada olduğu için iyi bir yönetim sergilenmezse ilk kırılmalar siyasi partilerde görülür.
CHP gibi bir partide bunun somut belirtilerinin çıkması normal, normal olmayan bunu görmezden gelip, kafayı kuma gömmektir.
Tüzük 11 üyenin talebini yeterli buluyor; ama imza verenlerin sayısı yarıyı geçip 35’e ulaştığı için toplantı gerçekleşecek gibi.
Toplantının olup olmayacağı ayrı bir konu; ama ben daha önemlisinin, imzacıların niyet ve kimliklerine bakmak olduğunu düşünüyorum.
O niyet ve kimliği tahlil etmek için de bir hafta geriye gidelim.
Yani, grup başkanvekili sıfatıyla tek başına bütün grubu temsil yetkisi olan Muharrem İnce’nin, arkasına 17 milletvekili alarak Öcalan’la görüşme süreci konusunda yaptığı basın toplantısına...
Çünkü basın toplantısı ile PM’de yaşanan birbirini tetikleyerek CHP’deki bir gerçeği artık hiçbir şekilde saklanamaz hale getirmiştir.
KILIÇDAROĞLU KİME YAKINLAŞIYOR
Rastlantı bu ya, İnce’nin arkasında duran tüm isimler CHP’de ‘Ulusalcı’ olarak nitelenen kanadı temsil ediyorlardı, basın metni de bu anlayışı ortaya koyuyordu.