Erdoğan, “Bizim fişleme gibi bir sanatımız yok. Bunları doğru bulmadık, bulmadığımızı da açıkladık” derken Gül özetle şunları söyledi:
“Siyasi partiler, milletvekilleriyle ilgili bu tip şeylerin olacağını hiç tahmin etmiyorum. Bana sunulan istihbarat raporlarında hiç böyle bir şey sezmedim de. Türkiye gibi kuralları belli bir ülkede bunlar olmaz, olamaz da. Bunlardan Türkiye’nin kurtulmuş olması lazım. Tahmin ediyorum ki öyledir”.Bunlar en yetkili iki ismin sözleri ve dikkate değer.
ANLAŞILMAZ SAKINCALAR
Bütün bu açıklamalara rağmen hem gerçek yeterince ortada değil hem de fişlemelerdeki bilgilerin çeşitliliği ve niteliği sorunlu.
Hadi cümle, ‘Sözde Abhazya Cumhuriyeti’ diye başladığı için arkadan gelen ‘Abhazya Dostları inisiyatifinin kuruluş bildirisini imzaladı’ cümlesini makul bulup Türk-Rus-Abhaz İş Konseyi üyesi olmayı da sakıncalı görelim.
Bu konuda öncelikli görev doğal olarak iktidara düşüyor.
Orada ise iki yönlü bir kuşkunun varlığını gördüm.
Birincisi, belgelerin sahte olma olasılığı ve düzenleyen kişi/kurumla ilgili belirsizlik; ikincisi ‘Operasyonel olabilir’ anlayışı. İlk madde konusunda kuşku taşımadığım için ikinci şıkka geçelim; çünkü bende de ilk bakışta bu yönde bir duygu doğmadı değil. Akla da hemen Reyhanlı’da
53 yurttaşımızın katledilmesi geldi.
Malum Başbakan Erdoğan, bu katliamla CHP arasında bağ kurarak çok söz etti.
İLGİSİZ İSİMLER
Gitmişiz de görmemişiz, bakmamışız, keşfetmemişiz...
Eksikliği bu bayram giderdim ve büyük pişmanlık yaşadım.
Tabii ki pişmanlığım, bu kadar geç kalmış olmamadır.
Özellikle zirvelerdeki güzellikleri görmek için yaş ilerlemeden gitmeli buralara.
Çünkü bu cennet doğa parçasını filmlerde, fotoğraflarda görmek yeterli değil.
Hani ruh sağlığı, göz zevki için illa gidip o dağlara tırmanmak; o vadileri, o dereleri, o yaylaları, o köyleri dolaşıp durmak gerek derim.
Henüz buraları keşfetmemiş olanlara olası pişmanlıklarını böylece anlatabildim mi bilmem; ama ben Hemşin’den başladım, devamını getirmeye de kararlıyım.
GERÇEĞİ SÖYLEMEK
Ev ve iş güzergâhı nedeniyle Ankara’da en çok kullanılan BDDK’nın önündeki bu altgeçitten günde en az iki kez geçiyorum.
Gezi gösterilerinde o altgeçitteki seramikleri de kırdılar, parçaladılar.
Anakent Belediyesi, gösteriler bittiği halde neredeyse 20 gün bu vandallığın görülmesi için altgeçide hiç dokunmadı.
Yani, “Vandallık Müzesi” geçici olarak ilk burada kuruldu.
Buraya geçici müze unvanı kazandıran eserler ise duvardaki kırık seramikler değil, sürücüler için tehlike yaratmasına rağmen ‘deliller görülene dek’ gerekçesi ile asfalttan kaldırılmayan taşlar oldu.
İşte o müzenin taş eserlerini 20 gün boyunca seyredip durduk.
SERAMİKLERİN KARŞILIĞI
Sonunda o taşlar gitti, kırık seramiklerle yetinmeye başladık.
O nedenle ki, Türkiye’de her önemli konuda STK’ların en büyükleri, örneğin TOBB, hemen ortaya çıkar, ‘demokrasi’ söylemiyle ön alır.
Bunun örneklerini yakın zamanda da çok gördük.
Yeni anayasa dendiğinde TOBB hemen harekete geçti, ülkenin her yanında ‘katılımcı, demokrat anayasa’ için toplantılar düzenledi.
Maddi manevi her çabayı sergiledi; kimse de ‘gık’ demedi, aksine alkışladı.
Çözüm süreci dendiğinde de TOBB görevbaşı yaptı.
Diğer büyük STK başkanları ile birlikte TOBB başkanı da akil insanlar arasına girmekte hiç sakınca görmedi; çünkü, ülkenin barışa ihtiyacı vardı.
Barışın olmadığı ülkede demokrasi de olmayacağına göre haklıydılar.
MUHALEFETSİZ DEMOKRASİ
Panik içinde tanıdığı bir Türk işadamını aradı; “Ne oluyor Türkiye’de? Olağanüstü bir durum, bir kriz var herhalde” dedi.
Muhatabı da panikledi, “Ne oldu ki, bunu nereden çıkardın” diye sordu.
“Sen de görmüyor musun, tüm TV kanalları Başbakanınızın konuşmasını veriyor” yanıtı aldığında rahatladı, bunun olağan olduğunu söyledi. Adam alışık değildi bu görüntüye, çünkü ülkesinde bunun örneği yoktu.
SEVİNEN O MİHRAKLAR OLUR
Yukarıda anlattığım bir mizansen falan değil.
Sonunda bir başbakan, vatandaşlarının bazılarının ülkenin işgali halinde düşmana çiçek vereceğini söyleme noktasına ulaştı.
Bu söz neyin, hangi duyguların ifadesi, anlayan beri gelsin.
Ancak, ulusal ve uluslararası her sorunda tüm kusuru ‘ötekine’ yükleyen, tek bir özeleştiri gereği duymayan, hep saldıran bir anlayış ciddi tehlikeye işaret.
İçeride barış ve demokrasiyi sağlayamayan bir iktidarın, bölgesinde ve dünyada etkin rol oynayamayacağı da ortaya çıkan tabloyla çok net artık.
HİÇ OLMAYAN ŞEYLER OLDU
Oysa Gezi gösterileri hükümete inanılmaz fırsat sunmuştu, hâlâ da öyle.
Gezi göstericileri ne Mısır’daki gibi bir darbenin, ne de hükümeti sandık dışı bir yolla devirmenin peşindeydi.
Erdoğan, huzur ayı olması gereken ramazanı bu yıl, böyle bitirmede kararlı görünüyor.
Başbakan, her ramazan polisle iftarı hiç ihmal etmedi; ancak bu yıl Gezi göstericilerine karşı destan yazdığını söylediği Çevik Kuvvet’i seçmesini, o kararlılığın başka bir işareti saymalı.
Oysa, Gezi gösterilerinin aşamaları ile Erdoğan’ın konuşmaları yan yana okunarak bir değerlendirme yapılsa, öncelikle iktidardaki siyasetçilerin üslup sorunu konusunda ciddi dersler çıkarılır.
ÖTEKİLEŞTİRMEDE YENİ AŞAMA
Tabii ki siyasetçinin üslubu kendisini bağlar, sonuçta karar verici olan seçmenden sandıkta notunu alır. Sandıktaki sonuç ne olursa olsun Türkiye için şu gerçeği görmeli:
Muhalefet dahil siyaset yapma yöntem ve söylemi hızla değişmek zorunda.
Değişim gerçekleşmediği takdirde, ülkenin sürekli gerginlik ortamında yönetilmesi mümkün olamaz.