Haziranda genel seçim olacağına göre, ‘refleksi yavaş’ bir CHP’nin, iç tartışmalarını bir ayda sonlandırıp ileriye bakmasını iyiye işaret sayılmalı.
Önemli olan Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde ortalıklarda görünmeyen bazı isimlerin de il il dolaşmaya başladığı, birden çok potansiyel genel başkan adayının çıktığı bir sürecin CHP’ye en fazla katkıyı sağlayacak şekilde tamamlanmasıdır.
ŞU AN İÇİN KILIÇDAROĞLU ÖNDE
Bugüne baktığımızda kabul etmeli ki, Muharrem İnce de Metin Feyzioğlu da (onlar kadar değil ama Emine Ülker Tarhan da) kamuoyunda karşılığı bulunan isimler. Böylesi isimlerin sorumluluk üstlenip CHP genel başkan adayı olması, hem demokratik rekabete katkıdır hem haktır hem de doğrudur.
Eski Genel Başkan Deniz Baykal’ın söylem ve tutumuna bakılırsa, muhalefetin Kılıçdaroğlu karşısında tek isim üzerinde uzlaşamaması halinde, ‘Geçici süre için ağabey olayım’ diyebileceğini de hesapta tutmalı.
İlaveten, 4 yıldır ilk kez Kemal Kılıçdaroğlu’nun istifası istendi.
Bu tartışmanın devamının geleceği ortada; o nedenle, seçim sonuçlarına yönelik genel bir CHP değerlendirmesi yapmayı sonraki yazılara bırakarak daha güncel olan muhalefetin çıkışının nereye varacağı üzerinde durmalı.
Şu aşamada muhalefet toplu ve büyük bir grup görüntüsü vermiyor; ya küçük gruplardan oluşuyor, ya bireysel kalıyor ya da Metin Feyzioğlu gibi dış kulvarda bulunuyor.
Ancak erken ‘kurultay talebi’ zemininden daha güçlü bir ortaklık oluşabilir.
MUHALEFETİN ZAYIF NOKTALARI
Bugün için söylemeli ki, bu ortaklık oluşsa dahi muhalefetin sonuç alması zor görülüyor; çünkü önemli güçlükleri var, bunları görmeli.
Önemli olan, sürecin demokrasinin kalite ve gücüne katkı sağlayacak yönde ilerlemesidir.
Bu çerçevede 200 yıla yaklaşan demokratik değerleri sağlamlaştırma çabalarında artık bir sona ulaşılmasını sağlamaktır.
Demokrasinin önündeki tüm engelleri yok eden sürecin yaşanması halinde Türkiye’nin ileri ülkeler kervanına katılım umudu yükselecektir.
Seçmenin iradesini dün bu yönde kullandığını düşünmeliyiz.
Sonuçta, demokrasi mücadelesi ne bir günde kazanılır ne de bir günde biter.
HALİFELİK TARTIŞMASINA DİKKAT
Dileğim pazartesi sabahı, insani değerlerdeki erozyonu kim yok edecekse onun kazanacağı bir Türkiye’ye uyanmaktır.
Bu dileğin ardından Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Adana, Mersin ve Hatay’da yaptığı üç günlük gezinin izlenimlerini aktarmaya çalışayım.
Umutların ilk günlere oranla daha yüksek olduğunu; CHP ile MHP arasında, milletvekili/örgüt bazlı ciddi bir ortak çalışma kültürü geliştirildiğini hemen kayda alalım.
Doğrusu, iki parti arasındaki uzlaşmanın tabana da yansıdığını görerek, bunun geleceğe yönelik seyrini dikkatle izlemeyi öneririm.
İSİM YOK ÜÇÜNCÜ ŞAHIS VAR
Hâlâ organizasyon eksiklikleri yaşanıyor, ama bunda finansman sorununun başrol oynadığı söylenebilir.
Bugün Demirtaş, sonraki yazımda İhsanoğlu izlenimlerimi aktaracağım.
Çarşamba sabahı Demirtaş’la Hatay’a uçmak için havaalanına gittiğimde İhsanoğlu ile karşılaştım, kısa bir sohbet yaptık.
İhsanoğlu, Demirtaş’la yolculuk yapacağımı öğrenince, “Lütfen kendisine selam ve sevgilerimi iletin” dedi.
İhsanoğlu gittikten az sonra Demirtaş geldi, selamı ilettim.
Demirtaş, çok memnun oldu, İhsanoğlu’ndan saygıyla söz etti.
Konu de kendiliğinden kampanyadaki dile döndü; diyebilirim ki hem İhsanoğlu hem Demirtaş, rakipleri Erdoğan’a kırgın, hatta kızgınlık içinde.
ALGIDAKİ DEĞİŞİM
Bir adım önde, iki puseti süren erkekler de sanırım eşleriydi. Tam erkeklerin yanlarından geçerken biri diğerine şunu diyordu:
“Gözaltına alınan polislerin ve ailelerin durumuna baktın mı, hepsi ya kirada oturuyor ya da alt gelir gruplarından.”
Günlerdir sorguladığım, üzerinde düşündüğüm, düşüncelerimi zaman zaman sosyal medyada paylaştığım bu konuda, duyduğum en çarpıcı cümlelerden biri de buydu.
Bugün gözaltında olanların dün gözaltına aldıkları askerler, biliminsanları, gazeteciler de aynı sosyal sınıflardan geliyordu.
DÜNÜN MAĞDURLARI HUKUK İSTİYOR
Cumartesi günü de Dursun Çiçek ve hukukçu kızı İrem dahil, özgürlüklerini yakın zamanda kazanmış bazı asker ve yakınları ile buluştum, sohbet ettim.
Belgede, ‘dünyaya model olan bir örnek ortaya koyma’ hedefi de var.
Malum demokrasinin ilk göstergesi, özgür ve serbest seçimlerdir; yani, kişi veya partilerin seçimlere katılabilmesi, kendilerini özgürce ifade edebilmesi, iletişim kanallarına rahatlıkla erişebilmesidir.
Ancak, Cumhurbaşkanlığı seçim süreci bu tabloya hiç uymamakta.
SÖYLENENİN TAM ZIDDI
En azından Ekmeleddin İhsanoğlu’nun özenli diline karşın Erdoğan, daha ilk günden itibaren, iki rakibinin adlarını, hiçbir saygı ifadesi ile birlikte anmamakta.
“Biz Alevi vatandaşlarımıza bir kimlik dayatma peşinde olmadık, bunun peşinde değiliz. Alevi vatandaşlarımızı tanımlamak, belli kalıpların içine sokmak gibi bir gayemiz yok ve olamaz” dedi.
Erdoğan’ın bu sözlerini, “Ali’siz Aleviler” ifadesini de anımsayarak geçen sene 17 Temmuz’da yine bir iftarda ettiği şu cümlelerle birlikte okuyalım:
“Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse ben dört dörtlük Alevi’yim. O nasıl yaşıyorsa ben de onun gibi yaşıyorum. Ama Alevi’yim diye ortaya çıkıp Hz. Ali’nin yaşam şeklinden uzak olanlara söyleyecek hiçbir şeyim yok.” “Demek ki bu sözler Aleviliğe bir inanç biçimi tarif etmek değilmiş” deyip rahatlayabilir, Erdoğan’ın bir özeleştiri yaptığını düşünebilir miyiz?
KOMŞUNUN MEZHEBİNE BAKMAMAK
İtiraf etmeli ki, bu o kadar kolay değil; neden mi?
Erdoğan önceki gün, rahmetli annesinden örnek vererek şunları da dedi:
“Bir tas çorbayı paylaşırken hiç kimse komşusunun Alevi mi, Sünni mi olduğuna bakmadı; somun ekmeğini bölüşürken yaşam tarzına, mezhebine, inancına bakmadı.”Bu durumda, Kemal Kılıçdaroğlu için en az on mitingde, “Hani kendisi de Alevi’dir”, “Önemli olan boy değil; soydur, soooy”, “Alevilik kültüründen gelir ya...”, “Biliyorsunuz Bay Kemal bir Alevidir” dediğini unutmak gerekir.