Doğrusu en azından kendi adıma, herkesin askeri bir düzen içinde yer aldığı, tek adaylı ve tek söylemli, insanların birbirinden demir bariyerle ayrıldığı bir parti kurultayı yerine, sert eleştiriler olsa da farklı adayların ve parti yönetimi için yüzlerce üyenin yarıştığı bir kurultayı tercih ederim.
Parti Meclisi için aday olan CHP’lilerin, o renkli propaganda yöntem ve tanıtıcı ilanları ile yarattıkları görüntüleri, 600 adaya rağmen tüm sürecin kavgasız ve saygı içinde yürümesini takdir edip tahlile geçelim.
DELEGENİN MUTSUZ DÖNÜŞÜ
O günlerde yazdım, 30 Mart seçimi, CHP tabanında moral kırılması yarattı.
Cumhurbaşkanlığı seçimi bu kırılmayı tersine çevirebilirdi ama parti içi bazı grupların katkısı ve yanlış politikalar sonucu moral kırılması daha da arttı.
Yani 30 Mart’tan bu yana CHP’nin, tabanına moral verecek, direnişini güçlendirecek bir söylem/eylem gerçekleştirmesi gerekiyordu ve kurultay son bir şanstı.
Ama iki adayın birbirlerine yakın durup saygı göstermeleri, kürsüye iniş-çıkışlarda ayağa kalkarak tokalaşmaları, sonuç ilan edildiğinde delegeye birlikte teşekkür etmelerindeki sebep ise yer darlığı değil, demokrasi kültürüne katkıydı.
Kürsüde ise İnce’nin, sol terminolojiye dayalı ve heyecan yüklü, Nazım Hikmet’ten Hasan Hüseyin’e, Ahmet Arif’ten Pir Sultan’a şiirlerle desteklediği konuşmasında yoğun parti içi eleştiriler vardı.
İnce, 75 dakikalık konuşmasının 40 dakikasını bu eleştirilerle doldurdu, iyi de alkış aldı.
Ancak o dakikadan sonra salonda egemen olan Kılıçdaroğlu destekçisi CHP’liler sessizliklerini bozup, sloganlarla karşılık vermeye başladı.
İnce, grubun sloganlarına katıldığını belirten ifadeler kullanıp, Divan Başkanı Engin Altay da müdahale edince normale dönüldü.
Kılıçdaroğlu ise konuşmasının neredeyse tamamında CHP içine değil, Türkiye’ye yönelik mesajlar verdi, disiplinle ilgili vurguları aralara serpiştirdi.
Kurultayın bir kongre salonuna sığdırılması bu beklentiyi bozan görüntü verse de salondan yayılacak mesajlar, o tür olumsuzlukları unutturacak gibi.
Öncelikle Kemal Kılıçdaroğlu sonrası yapılanlar içinde ideolojik içeriği en yoğun CHP kurultayının bu olacağını söyleyebiliriz.
Çoğu kişinin, “Geç bile kalındı” dediğini duyar gibiyim ve haksız değiller.
Ancak ideolojik yoğunluk, ‘yenileşme’ ve ‘umut verme’ ile sonuçlanacaksa ‘zararın neresinden dönülerse kardır’ anlayışını öne çekmekte yarar var.
SOL MESAJ AĞIRLIĞI
Pazartesi günü ‘Sol/sosyal demokrat tartışma yaşanıyor’ diye yazmıştım, öyle olacağının yeni işaretleri de geldi.
Cuma günkü olağanüstü kurultayda CHP’de de taşların yerine oturması hem demokrasi hem de 10 ay sonraki seçimler için son derece önemli.
Bakalım CHP bu kurultayını, seçim startının verildiği zemine dönüştürüp, 10 ayı iktidar hedefli yoğun bir dış mücadeleye dönüştürebilecek mi?
Çünkü, yerel seçim sonrası başlayan CHP seçmenindeki yorgunluk ve moral bozukluğu, Cumhurbaşkanlığı seçimi ile daha da arttı.
O nedenle CHP, iç tartışmaları bitirmedikçe ne seçmenindeki havayı olumluya çevirebilir ne de yeni kitlesel destekler kazanabilir.
ŞAHSİLEŞTİRME KAYBETTİRDİ
Delegedeki hava ve talep de bu yönde, sorumluluk ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun omuzlarında.
- Sözlerinin daha girişinde kongrenin bir ‘vefa kongresi’ olduğunu vurgulayan, lidere güçlü bağlılık ifadelerini sık sık kullanan Davutoğlu’nun en çok ceket çıkarırken kullandığı sözler akılda kaldı.
- Aşırı sıcak herkes gibi kürsüye ceketle çıkan Davutoğlu’nu da terletti. Ancak Davutoğlu buna uzun süre dayanamadı. Daha önce de Erdoğan, “Müsade ederseniz” diyerek konuşmasının ilerleyen bölümünde cekedini çıkarmıştı. Davutoğlu işte Erdoğan’ın o hareketine atıfla, “Liderinin açtığı yolda yürüyerek kendisinin de cekedini çıkaracağını” ilan etti.
- Davutoğlu, bir noktada ise CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile benzerlik gösterdi. Malum Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde Türkiye’de bir ahlak reformuna ihtiyacı olduğunu söyledi.
- Bunu Başbakan Erdoğan dahil eleştiren iktidar sözcüleri çıkmadı da değil. Ama dün Davutoğlu, ‘9 restorasyon’ başlığından 5’incisini “Ahlak restorasyonu” diye açıkladı. Yolsuzlukla mücadeleyi de bu başlığın altına koydu. Tam da Kılıçdaroğlu’nun söylediği anlamda.
Siyaset ve bürokrasiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kazandırdığı, Köşk’e çıkarken de Tayyip Erdoğan’a emanet ettiği Davutoğlu, Milli Görüş geleneğinden gelmeyen bir isim.
Yani iktidar partisinin kurucu çekirdek kadrosunda değildi.
Ancak, bugün o kadronun en önemli ikinci ismi oluyor.
Dışarıya yansıtılan manzaraya göre Davutoğlu seçimi, büyük istişareler ve halkın nabzını ölçen anketler sonucu yapıldı.
EN ALTTAKİ VE EN ÜSTTEKİ ZARFLAR
Esad’ın birkaç haftalık ömrünün kaldığını söylemişti, ama dün itibariyle hafta sayısı tam 104 oldu.
O 104’ün içinde ne kadar ‘birkaç hafta’ var bilemem, ama Davutoğlu, sözlerinin dayanağını 62 kez gittiği için Suriye’yi çok iyi bilmesine bağlamıştı.
Malum Esad hâlâ yerinde, ne zaman devrileceğine dair de en ufak bir iz yok; o nedenle yeni süreçte Davutoğlu, gerçekleşen öngörüler için geriye dönük bir muhasebe yapmasında yarar görmeli.
BİR GECE ANSIZIN
Örneğin, çok iyi bildiğini düşünse de Ortadoğu’da her an öngörülemez gelişmeler yaşanabildiğinin kanıtlandığını kabul etmeli.
Çoğu maddesi değiştirilmiş olsa da evet, mevcut Anayasa’yı darbeciler yazdı; ancak yürürlükte olduğu sürece uygulaması zorunlu.
Bu zorunluluk darbe hayranlığı değil, hukukun üstünlüğünü kabul etmektir.
Çünkü hukuk yoksa demokrasi de yoktur ve her gün yeni örnekleriyle yaşadığımız gibi, hukuk her an hepimize lazım olabilir.
AVRUPALI HUKUKÇULARIN ŞAŞKINLIĞI
Türkiye’de bugün yaşanan hukuksuzluk ve Anayasa ihlalleri ise o kadar somut ki, görmek için hukuk insanı olmaya gerek yok.
Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesi ile başlayan tartışma da böyle.