Ermenek’te 18 madenci hâlâ yerin altında suyun içinde, yerin üstünde ise 24 kişilik midibüse 45 kadın işçiyi doldurunca 17’sini ölüme yolladık.
Her zamanki gibi yönetenler yine,‘ah, vah’ ediyor, ‘Dicle kenarında kaybolan kuzudan da Hz. Ömer sorumlu’ ilkesini unutup suçu başkalarına atıyorlar.
NE GAM, KOLTUK SICAK KALSIN DA
Çünkü, en azından şu anki siyasiler ülkeyi tam 13 yıldır yönetiyorlar, ama o 13 yılda binlerce işçi ölüme yollandı teki koltuğunu kaybetmedi.
Böyle devam ettiği sürece de biline ki bu katliamların sonu gelmeyecek.
Nasıl gelsin ki, büyük bir illüzyonun yaşandığı Türkiye’de, savunmasız ve yoksul insanların ölüme gönderilmesini devlet kendine dert edinmiyor.
Çünkü, yokluk/yoksulluk içinde kurtuluş mücadelesi veren kadroların, yine yokluk/yoksulluk içinde yarattıkları bir ülkede yaşadığımızı unutamayız. Bunun için, Polatlı’daki karargâh binasını görmek, taş üstünde oturup kar üstünde uyuyan bir Mustafa Kemal gerçeğini bilmek dahi yeter de artar.
Eksiklikleri, yanlışları mutlaka oldu, ama bugünün koşulları ile o günleri eleştirmek hem insafsızlıktır hem de şunu demeyi haklı kılar: “Yahu, o dünyada demokrasinin esamisi okunmazken adamlar, ülkeyi ve savaşı halkın seçtiği Meclis’le yönettiler. Demokrasi ile donanmış bugünün dünyasında ise Türkiye’yi yönetenler otoriterleşiyor, özgürlükleri yok ediyor.”
İLLÜZYON DA SAKLAYAMAZ Kıyas sadece demokrasi ile de sınırlı değil.
‘Yeni Türkiye’ illüzyonu çooook güçlü olsa da her türlü kıyaslama kanıtlar ki, ne Türkiye ne de Cumhuriyet 13 yıl önce kuruldu.
Aynen, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, adına yaptırdığı müzenin açılışı konuşmasına koyduğu bazı rakamların gösterdiği gibi.
Bazılarını daha önce de kullandığım o rakamları, kulaklara küpe olsun diye özetleyeceğim, ama önce şu iki gerçeği kayda alalım:
Kimilerinin yeni Türkiye diye neredeyse ülkedeki çakılı her taşı son 13 yıla mal ettiği bir dönemde, Türkiye’nin nereden nereye geldiğini iyi anlamak için herkesin bu konuşmanın tamamını okumasını önererek, Demirel adının benim için ne ifade ettiğini anlatmak istiyorum.
Aslında dünkü törende gördüğüm yüzlerce kişi de benimle aynı duyguyu yaşamıştır; çünkü daha ailemizden ‘Demirel karşıtlığı’ ile yetişmiş kişileriz bizler.
Dün İslamköy’de Demirel’in en önemli siyasi rakipleri de vardı, en yandaşları da, ama hepsi bir ortak duygu etrafında toplanmışlardı.
Demirel’in ifadesiyle, “Daha geniş bir özgürlük ikliminde” yaşamak.
HUSUMET GELECEĞİN İNŞASINA ENGEL
Rastlantıya bakın ki, ben de yıllarca karşıtlığı ile büyüdüğüm, meydanlarda aleyhine sloganlar attığım Demirel’i cumhurbaşkanlığı döneminde muhabir olarak izledim, her konuşmasında hem Türkiye’yi tanıdım hem de çok şey öğrendim.
Her zaman da düşünmeden edemedim, Demirel neyi ifade ediyor diye.
Bu girişimi hiç beğenmeyen Başbakan Erdoğan, ertesi günü şöyle konuştu:
“Sayın Cumhurbaşkanımızın böyle bir talimat vereceğine inanmıyorum. Çünkü bu ülkeyi çift başlı bir yönetimle bugüne kadar getirmedik. Bundan sonra çift başlı bir yönetimle bu ülke, bir yere varmaz. Eğer bir başkanlık sistemi arzu ediliyorsa ben bundan yanayım. O zaman böyle bir sıkıntı olmaz, ama bunun dışında kimin ne yapacağı bellidir. Kimse de böyle bir gayretin içerisine girerek durumdan vazife çıkarmasın.”Peki o gün arkadaşı Gül’e bu açık mesajı veren Erdoğan, bugün ne yapıyor?
HÜKÜMET AYRI YERDE DURSA DA Başbakan Davutoğlu, “Suruç’u Kobani’den ayırmayız” derken, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kobani ile Türkiye’nin ne ilgisi var?” diye sordu.
Bakanlar, Öcalan’ın cezaevi şartlarının değişebileceğini söylerken Erdoğan, “Devlet gerekeni yaptı, villa tahsis edecek halimiz yok” açıklamasını yaptı.
Polis yetkilerini arttıran düzenlemeyi ve o düzenlemenin TBMM’ye ne zaman sevk edileceğini ilk Erdoğan ilan etti.
Bir bölümü yarın TBMM Adalet Komisyonu’nda görüşülmeye başlayacak, bir bölümü de Bakanlar Kurulu gündeminde olan bu düzenlemelere, ‘Alman modeli’ deniyor.
Yani polise, hâkim/savcı talebi olmaksızın önleme gözaltısı yapabilme, ‘olay çıkarabilir’ şüphesiyle kişiyi alıp başka yerde salıverme hakkı tanımak; eyleme katılanların tutuksuz yargılanmasının önüne geçmek, ev ve işyerlerine arama yapmak için ‘kuvvetli şüphe’ yerine ‘makul şüpheyi’ yeterli görmek gibi pek çok sert düzenleme için Almanya’daki uygulama örnek alınacak.
Almanya’da gaz fişeğini 45 derecenin altında ateşleyen bir güvenlik görevlisinin başına neler geldiği gibi ‘modeller’ ise hiç akla gelmiyor.
Yine de sevdim bu ‘Alman modeli’ni, çünkü bakın o modelde başka ne var?
CUMHURBAŞKANI DA OLSAN
Çünkü muhalefetin alternatif olması demokrasi umudunu korur.
Türkiye’de muhalefet etme koşullarının ne kadar kötüleştiği, halka ulaşma kanallarının ne kadar kapatıldığını yeniden söylemeye gerek yok.
İşte bu nedenle de CHP, İzmir İl Örgütü’nün düzenlediği panel üzerinde daha çok düşünmeli, biliminsanlarının orada yaptığı, “Sizin alternatifiniz otoriterleşmedir” uyarısını çok dikkate almalı.
Hele o panel, ‘Seçmeni, CHP’nin başarılı olacağını aklına dahi getirmiyor’ yönünde verilere sahne olmuşsa.
O veriler CHP yönetimi için alarm niteliğinde ve zaman da 3-5 ayla sınırlı.
ÖMER HAYYAM KRİTERLERİ
Hem panelist hem de moderatör olarak konuştuğum bu oturumlar, her şeyden önce CHP’nin çok hızlı hareket etmesi gerektiğini yeniden ortaya koydu.
Konsensus’un Genel Müdürü Murat Sarı’nın açıkladığı veriler, başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere tüm CHP’lilere çok ciddi görevler yüklüyor.
Sadece o rakamların gereğinin yapılması dahi CHP açısından çok yaşamsal.
Çünkü CHP tabanında iktidara gelme inanç ve umudu alarm veriyor.
GENÇ VE KADIN COŞKU DEMEK
CHP yönetimi bunun tedavisini mutlaka en kısa sürede yapmalı; ama nasıl?
Görmek isteyene, bu belayı hangi yanlışların doğurduğu açık seçik ortadadır.
Daha başta, Dışişleri Bakanı iken “Suriye’yi benden iyi tanıyan yok, 62 kez gittim; sokak, sokak bilirim” demiş, Esad’a birkaç hafta ömür biçmiş Ahmet Davutoğlu, o sözlerinden 110 hafta sonra Başbakan olarak da aynı ısrarda.
Esad’la mücadelesi dünyaya, kan davası görüntüsü vermiş olsa da Davutoğlu ve diğer karar vericiler, bölgede herkesin görmesi gereken bazı gerçekler sanki hiç yaşanmamış gibi davranıyor.
IRAK’TA OLANI GÖRMEK
Irak, Libya, Suriye, Mısır ve hatta Somali’ye ABD önderliğinde yapılan dış müdahalelerin bu ülkeleri nereye taşıdığı görülemiyor.