Paylaş
Kimilerinin yeni Türkiye diye neredeyse ülkedeki çakılı her taşı son 13 yıla mal ettiği bir dönemde, Türkiye’nin nereden nereye geldiğini iyi anlamak için herkesin bu konuşmanın tamamını okumasını önererek, Demirel adının benim için ne ifade ettiğini anlatmak istiyorum.
Aslında dünkü törende gördüğüm yüzlerce kişi de benimle aynı duyguyu yaşamıştır; çünkü daha ailemizden ‘Demirel karşıtlığı’ ile yetişmiş kişileriz bizler.
Dün İslamköy’de Demirel’in en önemli siyasi rakipleri de vardı, en yandaşları da, ama hepsi bir ortak duygu etrafında toplanmışlardı.
Demirel’in ifadesiyle, “Daha geniş bir özgürlük ikliminde” yaşamak.
HUSUMET GELECEĞİN İNŞASINA ENGEL
Rastlantıya bakın ki, ben de yıllarca karşıtlığı ile büyüdüğüm, meydanlarda aleyhine sloganlar attığım Demirel’i cumhurbaşkanlığı döneminde muhabir olarak izledim, her konuşmasında hem Türkiye’yi tanıdım hem de çok şey öğrendim.
Her zaman da düşünmeden edemedim, Demirel neyi ifade ediyor diye.
‘Konuşan Türkiye’, ‘Yollar yürünmekle aşınmaz’ diyerek demokratlık örneği veren Demirel ile ‘Dün dündür, bugün bugündür’ diye Makyavel’in pabucunu dama atan Demirel aynı siyasetçi miydi?
Ya “Bana milliyetçiler adam öldürtüyor dedirtemezsiniz” demiş Demirel’i nereye koyacaktık?
Ama sanırım bu soruların ve ideolojik yaklaşımların ötesinde bu ülkenin çoğu insanı gibi, ikimizin de çok ortak bir yanımızla yakınlaşıyoruz birbirimize.
O da ben de, çoğu Anadolu kadını gibi çeşmeden eve su taşımaktan kolları uzamış anaların evlatlarıydık; o çeşmelerden küçük kovalarla biz de su taşıyarak, analarımızın yükünü azıcık hafifletmeye çalıştık.
Bu duygusal yakınlığı kenara koyduğumuzda da karşımızda başka bir Demirel buluyoruz.
Bir Cumhuriyet çocuğu olarak, ilkokulu dört saat yürüme mesafesinde okuyarak bitirmiş.
Yani, “Köyümde niye okul yok” diye sormamış, çünkü o okulun da yeni Cumhuriyetin eseri olduğunu bilmiş ve hayatını ‘görevim Cumhuriyetin eksiklerini tamamlamak’ üzerine kurgulamış.
Tarihten hiç husumet çıkarmamış, geçmişi ‘bugüne kadar’ diye görürken, “Gelecek ise sonsuzdur. Geçmişten husumet çıkarırsan geleceği inşa edemezsin” demiş.
UZLAŞMA VE KALKINMA
Geleceği inşa etmek için de olmadık uzlaşmalara imza atmış; komünizmin düşmanı olmakla birlikte, uluslararası diplomasiyi ekonominin emrine vermiş; elma-armut karşılığında Seydişehir Alüminyum’u, İskenderun Demir Çelik’i, Aliağa’yı, Keban’ları ve daha nice eseri bu ülkeye kazandırmış.
Darbelere muhatap olduğu halde, sorunları kan davasına çevirmektense halka gidip destek alarak geri dönmüş.
‘Darbelerin mağdurları’ anlayışı ile düşman bildiği solla uzlaşıp yeni bir siyasi anlayışı sergilemiş; oradan cumhurbaşkanlığına geçtiğinde de tek gün dahi rövanşist anlayışa düşmemiş.
Aslında Bülent Ecevit, Turgut Özal, Necmettin Erbakan da böyle yapmadı mı; büyük uzlaşmaları onlar sağlamadı mı, diye düşünmek de mümkün.
Geleceği inşa etmek için de uzlaşmadan daha kıymetli ne olabilir ki?
Devleti parti devletine dönüştürerek, toplumu ayrıştırarak, her gün yeni hesaplaşmalar yaratarak varılacak yeri en iyi de kalkınma rakamları ortaya koymuyor mu?
Paylaş