On üç yıldır muhalefeti ‘üç koyun güdemezler’ diye eleştirip duran iktidar bugün, devleti kurumlarına kendi eliyle yerleştirdiği ‘ajan’, ‘hain,’ haşhaşi’ sıfatlarını uygun gördüğü bir yapıya yönettirdiğini itiraf ediyor.
Yine kendi deyimleriyle 13 yılın hukuksuzluklarını, mağduriyetlerini, faili meçhullerini, milyonlarca dinlemeyi, vs. ansızın ‘terör örgütü’ yapılan ‘o yapıya’ yıkıyor; yardım/yataklık suçuyla ise hiç ilgilenmiyor, hatta onu da muhalefete yüklüyor.
Yetmiyor, ‘ülkeyi kötü yönettik’ diye nedamet getirmektense, garabet dolu Şişli malzemesini kullanıp duruyor.
YA EVLAD-I GELECEK
Bugünkü tablo, sadece devlet yönetiminin bir ‘ajan yapıya’ devri konusunda değil, pek çok alanda muhalefete büyük kozlar sunuyor.
TBMM Soruşturma Komisyonu’nun bu kararı, iktidarın konuya yaklaşımının bugüne kadarki en açık işareti sayılabilir.
İktidarın böylece, en önemli psikolojik eşiği başarıyla aştığı da söylenebilir.
Hemen, fezlekeler, savcılar değiştirildi; yüzlerce klasör dosya, Adalet Bakanlığı’nca önce 70’e, sonra 34’e, yetmedi TBMM tarafından 11’e indirildi. Soruşturmanın kaynağı olan İstanbul’daki davada takipsizlik kararı verildiği halde onlar önemli psikolojik eşikler değil miydi diyenler çok çıkacaktır.
Haksız değiller, ama önceki günkü tablo sonuca doğrudan etki edecek gibi.
KAÇARI OLMAYAN YOLA GİRİLMİŞTİ Komisyondan yayılan önceki günkü hava, en azından bazı eski bakanlarla ilgili ‘Yüce Divan’ kararı çıkacağı yönündeydi.
Yukarıda sıraladığım dava ve dosya seyrine rağmen hava böyleydi denebilir.
Bu durumda, en basitinden Anayasa’nın, cumhurbaşkanının görev ve tarafsızlığı ile ilgili maddeleri uygulanıyor mu diye sorgulamak şart.
Başbakan Davutoğlu da tek ilçede dahi ikinci bir adayın çıkmasına tahammül edilmeyen AKP kongrelerini “İşte yönetim böyle olur” diye örnek gösterdi.
Davutoğlu, dün de Ankara’da, ‘vatan haini, yabancı ajanı’ ilan ettikleri ‘paralel yapının’ vatandaşları dinleyip sahte delillerle içeri attığını yineledi.
Bu durumda da, ‘Fırat kıyısında kurdun kaptığı kuzunun hesabının Hz. Ömer’den sorulduğunu’ unutup, kurdu kimin beslediğini de hiç akla getirmeyeceğiz!
ŞİŞLİ’DE CHP’Yİ TOPA TUTMAK
Hükümet de bu anlayışı paylaşıyorsa, AKP’nin ilk yıllarındaki ‘AB hedefi’nden, 2005’teki AİHM’nin Leyla Şahin kararı ardından başlattığı ‘kopma sürecinde’ sona yaklaşıldığı düşünülebilir. ‘Hukuk devleti’ kuralının zedelendiği bir ülkenin AB üyesi olamayacağı; AB’nin böylesi alanlarda, her ülke ile ilgili görüş açıklama, hatta müdahale hakkı bulunduğu daha ilk günden belliyse, bugün çekilen rest, hukuktan daha da uzaklaşmanın sinyali görülür.
DÜNÜN YANLIŞINA DÜŞMEMELİ
Bu nedenle önceki yazımıza devamla, “Artık temel sorun hukuktur” diyoruz.
Hukuksuzluğun kök salmasında, ne acı ki bugün operasyona maruz kalan Cemaat çevrelerinin katkısı da büyük ve yazık ki, dünkü yanlışları bugün onların yaşamını da karartıyor.
Geçmişte hukuk ihlallerini dile getiren herkesi, çok sert ve acımasız ifadelerle hedef yapan bu çevreleri eleştirme hakkımız baki; ama bunun ötesine geçmek, ‘herkes için hukuk’ demek daha elzem.
En azından, “Eğer devleti ‘vatan haini çeteler, paralel yapılar, ajanlar’ ele geçirmişse buna, hem de bilerek yardım/yataklık edenlerin sorumluluğunun daha büyük olduğunu” unutmayarak. Hukuktan uzaklaşmak, sadece adaleti yok etmiyor; ülkeleri yolsuzluğa açık hale getirerek yoksullaştırıyor, içe kapatıyor, yatırımcının yabancısını kaçırtıp yerlisini dışarı bakmaya zorluyor.
Bu birkaç madde dahi, iktidar sahiplerinin güçler ayrılığı ilkesini ayak bağı gördüğü bir Türkiye’de, hukuk üzerinde özenle titremeyi kaçınılmaz kılar.
“Etnik kimliğe, inanca, yaşam tarzına göre hukuk olmaz; hukuk herkes için ve evrenseldir”
Yetmiyor, bir devlet başkanı gibi icracı görüntüler veriyor..
Bunun, hem Türkiye’nin parlamenter demokratik yaşamı hem de hukuk devleti konusundaki görüntüsünü nasıl etkilediğini tartışmak zorundayız. Çünkü Anayasa varsa herkes, harfi harfine uyar, hele hele cumhurbaşkanları.
Tablo ise hiç böyle değil ve sorunun nasıl çözüleceği de şimdilik belirsiz.
Yalnız, geçen gün Akif Beki, Şişli Belediyesi’ndeki ‘vesayet’e dikkat çekti.
‘Haksız’ denemeyecek Beki’ye göre, bakın o vesayet nasıl ortadan kalkacak?
VESAYETİ BİTİRMENİN YOLU
“Demirtaş’a gidiyorum, ‘CHP sürece katılsın’ deyip duruyor. Ne sormamı istersin” diye laf attım, şu yanıtı verdi: “Sor bakalım; CHP’yi sürece katacak hangi meşru zemin var?”Sohbete de bu konudan başladım; ama bana daha kritik gelen, “Siz istiyorsunuz da asıl hükümet CHP’yi süreç içinde görmek istiyor mu?” sorusuyla.
Her şeyi ortaya koyan o yanıt neydi, aşağıda okuyalım.
ZOR Kİ ZOR“Evet, AKP bu konuda samimi de istekli de değil. O nedenle katılmasın diye CHP’yi ötekileştiriyor, provoke ediyor, CHP de bunu görmeyip sürecin dışında kalıyor. Yoksa hükümet istese, CHP’yi sürece katmak çok kolay olur, doğalı da bu. Hükümet, bu olmasın diye uğraşıyor aslında.”Demirtaş’ın sözleri açık olduğu için, “Bu durumda CHP, sizin arzunuzu nasıl karşılayabilir, yani hangi meşru zemin” diye sordum.
Öncelikle, CHP’nin Öcalan’ın sürece katılımına karşı duruşuna atıf yapan, bu tutumun zaten engelleyici olduğuna vurgulayan Demirtaş’ın beklentisi, CHP’nin bu konuda yumuşaması.
Bence o yumuşama pek olası değil; ama yine de Demirtaş’ın CHP’yi sürece katma önerisini şöyle aktaralım:
Söylemin ana teması, ‘Marmara depremine dönemin başbakanı gidememiş, Van’a ise anında gidilmiş, 1 yılda Van yeniden inşa edilmiş’ üzerine kurulu.
Türkiye’ye son 12 yılda büyük illüzyon yaşatıldığına inan bir gazeteci olarak, ‘insaf’ duygusu ile bu illüzyona da değinmek artık kaçınılmaz oldu.
Dönemin İstanbul Belediye Başkanı olarak Erdoğan’ın, dönemin bakanlarına kaç kez teşekkür ettiğini, ‘sıradan nezaket sözleri’ varsayımı ile geçelim, ama bu söylemin ‘insaflık’ yanlarına değinelim.
RAKAM UÇURUMU
Hemen birkaç rakam kıyaslaması yaparak başlayalım. Marmara’da 18 bin yurttaşımızı kaybederken 49 bin de yaralı vardı; Van’da aynı rakamlar sırasıyla 644 ve bin 966’dır.
Konuya herkesin rahatlıkla kabul edeceği bazı gerçeklerle başlayalım.
Evet, bugün HDP’ye oy veren Kürt seçmenin büyük bölümünün geçmişteki adresi, ‘sol’ anlayışları gereği, CHP idi.
Aynı Kürt seçmen, laikliğe ve kadına bakışta da bugünkü CHP seçmen kitlesi ile farklılık taşımıyor.
Malum; iki seçmen kitlesi 1991’de, SHP çatısı altında da buluşmuştu.
DIŞARIDAN ÜÇÜNCÜ GÖZ