Şükrü Küçükşahin
Şükrü Küçükşahin
Şükrü KüçükşahinYazarın Tüm Yazıları

Müzakere geleneği olmayınca

ORTADOĞU’da, yaşananlardan ders alınmadığının yeni kanıtı IŞİD gerçeğidir

Haberin Devamı

Görmek isteyene, bu belayı hangi yanlışların doğurduğu açık seçik ortadadır.
Daha başta, Dışişleri Bakanı iken “Suriye’yi benden iyi tanıyan yok, 62 kez gittim; sokak, sokak bilirim” demiş, Esad’a birkaç hafta ömür biçmiş Ahmet Davutoğlu, o sözlerinden 110 hafta sonra Başbakan olarak da aynı ısrarda.
Esad’la mücadelesi dünyaya, kan davası görüntüsü vermiş olsa da Davutoğlu ve diğer karar vericiler, bölgede herkesin görmesi gereken bazı gerçekler sanki hiç yaşanmamış gibi davranıyor.


IRAK’TA OLANI GÖRMEK


Irak, Libya, Suriye, Mısır ve hatta Somali’ye ABD önderliğinde yapılan dış müdahalelerin bu ülkeleri nereye taşıdığı görülemiyor.
O müdahaleler sonucu, bu ülkelerde milyonla ifade edilen insan kanı aktı.
Acı ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle ‘ölen de öldüren de, kafa kesen de kafası kesilen de Müslüman’.
Peki, müdahale yapılmayan Tunus veya Cezayir’de tablo ne, akan kan var mı?
Ya bugün, dünyada kan akan bölgelerin hemen hemen tamamının İslam coğrafyasında olması nasıl bir rastlantı?
“Kafa kesen vahşiler neden aynı coğrafyadan” çıkıyor sorusu da gizlenemez, mazeret üretilemez bir gerçek olarak yüzümüze çarpıyor.
Soruna Türkiye ölçeğinde bakacak olursak da benzer sorular sorabiliriz.
Örneğin, acaba Irak’ta ‘uçuşa yasak/güvenli/tampon bölge’ vs oluşturmak Türkiye için hangi sonuçları verdi de bugün aynısı Suriye’de talep ediliyor?
Suriye’ye geçirilen cihatçıların sınırımızı Peşaver’e çevireceği daha ilk gün söylendiği halde, bunu göremeyenlerin vereceği karar yerinde olabilir mi?
Yapılan müdahale, Irak’ı bir ve bütün tuttu, aradan geçen onca yıla rağmen patlayan bombaları durdurabildi mi ki Suriye’de de aynısı isteniyor?

Haberin Devamı


ALTERNATİF DAHA ÇOK KAFA KESEN


Soru çok, ama bölgenin temel hastalığı, sorunları ‘sonuna dek müzakere’ anlayışı ile çözme kültürüne sahip liderlerin yoksunluğudur.
Buna bir de, “Ben haklıyım, ben üstünüm, beni dinlemek zorundasın” şeklindeki otoriter anlayış eklenince işler çığırından çıkıyor.
Bu anlayış ‘yeni Türkiye’ye’ de sirayet ettiği için en azından, ‘sıfır sorun’ politikasından ‘sırf sorun’ politikasına gelindi ama hâlâ aynı hava.
Maalesef bu hava, örneğin ‘Arap halkının Türkiye sevgisi AKP odaklı’ saplantısını getirdi ve o halkın sevgisinin Türkiye’deki yaşam tarzına hayranlıktan (Bakınız: Türk dizilerinin izlenme oranı) kaynaklandığı görülemedi.
Aksine, o halkların artık isyan ettiği otoriterliğe, ‘Ben dedim oldu’culuğa, oradaki gibi demokratik barışçı gösterileri kanla bastırma yoluna sapıldı.
Yani Batı’nın bölgeden özenle uzak tuttuğu ‘demokrasi’, ‘hak ve özgürlük’, ‘kadın hakkı’ gibi kavramlarda, Türkiye de örnek olmaktan uzaklaştı.
Türkiye örneklikten uzaklaşırken dış güçler, Saddam, Kaddafi, Esadvari yönetimlerin alternatiflerini kötüden kötü, kafa kesen IŞİD tipi örgütler olarak halka sundu; halk da eski ile yeni arasında fark görmedi, daha çok şiddet uygulayan daha çok taraftar bulur hale geldi. Oysa çare halka hak ve özgürlük getirecek yapılanmalardır.
Bunun için de doğru iç dinamiklerle sabırlı süreçler yürütülmeli, yoksa aha buraya yazıyorum, Esad gitse de Suriye, Irak veya Libya’dan farklı olmaz, Türkiye de huzuru yaşayamaz.

Yazarın Tüm Yazıları