Paylaş
Çünkü, yokluk/yoksulluk içinde kurtuluş mücadelesi veren kadroların, yine yokluk/yoksulluk içinde yarattıkları bir ülkede yaşadığımızı unutamayız. Bunun için, Polatlı’daki karargâh binasını görmek, taş üstünde oturup kar üstünde uyuyan bir Mustafa Kemal gerçeğini bilmek dahi yeter de artar.
Eksiklikleri, yanlışları mutlaka oldu, ama bugünün koşulları ile o günleri eleştirmek hem insafsızlıktır hem de şunu demeyi haklı kılar: “Yahu, o dünyada demokrasinin esamisi okunmazken adamlar, ülkeyi ve savaşı halkın seçtiği Meclis’le yönettiler. Demokrasi ile donanmış bugünün dünyasında ise Türkiye’yi yönetenler otoriterleşiyor, özgürlükleri yok ediyor.”
İLLÜZYON DA SAKLAYAMAZ
Kıyas sadece demokrasi ile de sınırlı değil.
‘Yeni Türkiye’ illüzyonu çooook güçlü olsa da her türlü kıyaslama kanıtlar ki, ne Türkiye ne de Cumhuriyet 13 yıl önce kuruldu.
Aynen, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, adına yaptırdığı müzenin açılışı konuşmasına koyduğu bazı rakamların gösterdiği gibi.
Bazılarını daha önce de kullandığım o rakamları, kulaklara küpe olsun diye özetleyeceğim, ama önce şu iki gerçeği kayda alalım:
1- 1923-2003 arasında dünya, insanlık tarihinin en büyük ekonomik krizi (1929) ile en büyük savaşını (2. Dünya) yaşarken, Türkiye 3 askeri darbe, çok büyük depremler, ekonomik krizler atlattı.
2- Son 13 yılın 2 trilyon dolarlık harcamasına karşın, önceki 79 yıldaki toplam harcama 750 milyar dolar düzeyinde kaldı. Gelelim rakamlarla kıyaslamaya.
Zerre elektriği olmayan, nüfusun yüzde 76’sı tarımla meşgul, iğne-iplik dahi üretemeyen Cumhuriyet, yıllık yüzde 4.7 büyüme ile 2003’e geldiğinde gaz lambasını da karasabanı da kağnıyı da geride bırakıp her köyünü elektrikle donatmış, traktöre geçmiş, ihracatının çoğunu sanayi ürünü yapmıştı.
Not: Yıllık büyüme 1946-2003 arası 5.1, tek parti iktidarlarında ise (DP) 6.3, (AP) 5.7, (ANAP) 4.8’dir. (AKP dönemi ortalaması ise 4.7’nin altı.)
SARAYLAR İNŞA EDİLİR DE
Cumhuriyet kurulurken, okullaşma ve okur-yazar oranı yüzde 10 (Kadında neredeyse sıfır), üniversiteli ise yüzde 1. Kişi başı ulusal gelir 1998 rakamıyla 670 dolar (O günün rakamıyla 110). Otomobil yok, hâkim-savcı, öğretim üyesi de yok denecek kadar az, kadın istihdamı sıfır, asfalt yol yok, TV, radyo, buzdolabı, vs. yok. Yok da yok yani.
Ya 2003’e gelindiğinde tablo ne?
Okur-yazar oranı kadın-erkek yüzde 100’e yakın. Kişi başı ulusal gelir 1998 rakamları ile 4.350 dolar (Aynı rakam 2013 için 6.350’dir). Nüfusun yüzde 70’den fazlası kentli. 5 milyon otomobil, 1.5 milyon traktör var, buzdolabı, çamaşır makinesi, telefon, vs’nin olmadığı hane yok gibi.
Tüm şehirler, ilçeler asfalt yollarla birbirine bağlı, tek turistten 25 milyona, tek barajdan 300 baraja gelinmiş. Üniversite sayısı 3’den 100’e çıkmış, kadın istihdamı yüzde 26’yı aşmış. Tek müteahhit yokken, müteahhitler dünyayı inşa eder olmuş. En güçsüz ekonomi dünyanın en güçlü 17’nci ekonomisi yapılmış.
Bunlar sadece birkaç örnek, ama işin özü şu:
Geçmişe haksızlık yapılarak belki saraylar inşa edilip lüks yaşama geçilebilir, ama halkın mutlu yarınları inşa edilemez.
Paylaş