PAZARTESİ günkü Bakanlar Kurulu, salı günkü AKP grup toplantısı ve TBMM Genel Kurulu’ndaki terör görüşmesi hükümetin konuya yaklaşımındaki karmaşanın henüz ortadan kalkmadığını bir kez daha ortaya çıkardı.
"Demokratik adımlara devam" diyen Bakanlar Kurulu’ndan başlayalım.
Toplantıda şu üç önemli karar alınıyor:
Abdullah Gül’ün başkanlığındaki Terörle Mücadele Yüksek Kurulu (TMYK), sadece olaylar çıktıktan sonra değil, sürekli toplanacak.
TMYK’nın sekretaryasını üstlenecek, terörle mücadeleyi koordine edecek Başbakanlık Güvenlik Genel Müdürlüğü’nün (BGGM) kuruluşunu sağlayacak TBMM’de beklemekte olan tasarı hemen yasalaştırılacak.
Sınırlı da olsa Terörle Mücadele Yasası’nda (TMY) değişiklik yapılacak.
GÖRÜŞME ANLAYIŞINDAKİ FARKLILIK
TMYK’nın sürekli çalışması, askerin de talebi olan, ’terörle ilgili yeni bir koordinasyon biriminin’ kurulması açısından çok önemli.
Çünkü asker, BGGM’nin koordinasyonda yetersiz kalacağı düşüncesinde.
TMYK ile ilgili bu karar, "Mücadelede kararlıyız. Koordinasyonu da askerin istediği düzeyin bile üstüne çıkarıyoruz" mesajı içeriyor.
Bu noktada bir sorun yok; ancak hálá bazı çelişkiler göze çarpıyor.
Örneğin, Bakanlar Kurulu toplantısı ardından Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, DTP Başkanı Ahmet Türk’ün, Erdoğan’dan randevu talebine, "Önce teröriste terörist de; ondan sonra" karşılığını verirken, bir gün sonra TMYK Başkanı sıfatını da taşıyan Başbakan Yardımcısı Gül, "Neden görüşmesin, baktırdım randevu talebi yok" dedi.
Gül’ün bu açıklamasından bir saat sonra bu kez Erdoğan, AKP grubunda, Çiçek gibi, "Önce PKK’ya terör örgütü de, sonra gel" diye seslendi.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, hükümeti, PKK’nın siyasi uzantılarını görmemekle suçlamasının temelinde de bu yaklaşımlar yatıyor.
Bu noktada, cezaevinden çıktıktan sonra, "PKK terör örgütüdür" demedikleri halde Leyla Zana ve arkadaşlarıyla Başbakanvekili olarak görüşen Gül’ün, tutarlı davrandığını düşünsek bile, o gün bu kabulü eleştiren bildiri yayınlayan 10 AKP milletvekilini sert şekilde azarlayan Erdoğan’ın tutumuna ne demeli?
Şimdi o milletvekilleri, "Peki, niye bizi azarladın?" diye sormaz mı?
UYGULAYICILAR BAŞKA TELDEN ÇALIYOR
Daha can alıcı sorun hükümetle kendi bürokratları arasında yaşanıyor.
Hükümet, "Mevcut yasalar yeterli; hatta yeni reformlar da yolda" derken başta İstanbul Emniyet Müdürü olmak üzere polis, "Bu yasalarla olmaz.Hem cop kullanmayın diyorsunuz, hem de yetki vermiyorsunuz" diye bağırıyor.
Erdoğan ise mesaisinin ciddi bir bölümünü kendisinin İstanbul programlarını izlemekle geçiren emniyet müdürünü çağırıp ne "İsteğin nedir?" diye soruyor, ne de "Sen bunları söylersen Diyarbakır’daki arkadaşın ne yapsın?Ya bu yasalarla yapacaksın, ya da yapan gelecek" deme cesaretini gösteriyor.
Üstelik hükümetin polise, "Yumuşak davranın" talimatını PKK zaaf olarak algılıyor; İstanbul’un göbeğinde bile yakıp yıkmaya devam ediyor.
Bunun üzerine Erdoğan önceki gün, "Kürt sorunu, dedim; ama bana yardımcı olunmadı" siteminde bulundu; ama bu ANAVATAN Genel Başkanı Erkan Mumcu’ya, "PKK, gönderdiğiniz kriptoları okumuyor" deme kozu vermekten öte geçmedi.
Oysa bugünkü can alıcı ihtiyaç; önce hükümetin kendi içinde, sonra Başbakan’ın yakın çevresi ile hükümet arasında, ardından da hükümetle güvenlik güçleri ve muhalefet arasında ortak bir dili yakalayabilmesidir.