LONDON International Network ve Demokrasi Vakfı’nca Brüksel’de gerçekleştirilen toplantılardaki izlenimlerimi bugün de aktarmaya devam edeceğim.
İlk olarak Genişlemeden Sorumlu Oli Rehn’in, Türk İş’in davetlisi olarak Türkiye’ye yaptığı ziyaretin çok olumlu etki yaptığını söylemeliyim.
Geziden sonra Türkiye’de AB’yi isteyen geniş kesimler olduğunu; ancak bunların içeride bazı güçlükler yaşadığını anlayan Rehn, Türkiye’nin daha fazla desteklenmesi gerektiğini söylemeye başlamış.
Bu noktada Rehn’in, Ermeni yasası nedeniyle Fransa’ya kafa tutmasını anımsatan AB kurmayları bize, "Yoksa bir komiserin, güçlü bir AB ülkesine karşı sesini yükseltmesi bir ilktir. Rehn, risk aldı. Zaten Fransa da Rehn’e, ’Fazla ileri gittin’ uyarısı yaptı" dediler.
İNŞALLAH YİNE AKP
AB çevrelerinde muhalefete karşı şu nedenle olumsuz bir tutum oluşmuş:
"Eskiden her parti AB’ye destek verirdi; ama tablo artık böyle değil. Muhalefetteki partiler AB’ye karşı duruyor. Bu durum bizi telaşlandırdığı için ilerleme konusunda tereddüt yaşıyoruz. Oysa tüm politikacılarınızın uzlaşma içinde olması iyidir. Seçimde AKP kaybeder, koalisyon çıkarsa ne olur?"
Sorunun ardından, "İnşallah yine siz iktidar olursunuz" sözleri gelince görüşmedeki AKP’liler sessiz kalmayı yeğledi.
Bu noktada söz alıp, MHP’li bir koalisyonun yaptığı reformlara dikkat çekerek AB politikasının hükümet değil, devlet politikası olduğunu; muhalefetten bugün farklı sesler çıksa da iktidara geldiklerinde AB politikasından sapma yapamayacaklarını söyleme gereği duydum.
Ancak, AB çevrelerindeki bu yaklaşım iki yorumu akla getiriyor.
Birincisi; muhalefet, özellikle de daha çok eleştirilen CHP, kendisini AB çevrelerine daha fazla anlatmalı, her zemini bunun için kullanmalı.
İkincisi, AB çevreleri de artık "AKP kaybedebilir" diye düşünüyor.
AKP’nin, AB ve PKK konularında sürekli muhalefetten yakınması da Avrupalıların muhalefete bakışını etkilemiş görünüyor.
Öte yandan, bu politikanın güçlü bir iktidar partisi için inandırıcılığını ne kadar daha sürdüreceği tartışmalı bir durum yaratıyor.
MÜZAKERELER DURMAZ
Görüşme trafiği ile ilgili diğer izlenimlerim de satır başlarıyla şöyle:
Yüzde 10’luk seçim barajını soran var; ama eleştiren yok.
AB Komisyonu, Türkiye’deki her gelişmeye, günüyle, konularıyla, boyutuyla, kişileriyle çok hakim; yani belleği çok iyi durumda.
"Burada sizi istemeyenler olduğunu düşünmekten çok, almak isteyenlerin bulunduğu gerçeğine inanın" diyenler çoğunlukta.
İlerleme raporunda, limanların Rum kesimine açılmasının Gümrük Birliği’nin gereği olduğu söylenecek; ama müzakere askıya alınmayacak.
Çünkü, diğer üyeler Rum blokajından yaka silker duruma gelmiş.
Türkiye, ’çözümcü taraf’ imajını kazanıp psikolojik savaşta öne geçmiş.
Bundan güç alan Türkiye, bazı fasılların dondurulmasına bile, diğerlerinin açılmasına da engel olur diye karşı duruyor.
Türkiye’nin tarama sürecini çok başarıyla atlattığı kabul ediliyor.
Türkiye de bu noktada "Bakın işin içinde politika olmayınca süreç iyi gidiyor.Fasılların açılıp kapanmasında da bunu yapın" deme hakkı bulmuş.
Anladığım, Brüksel’de ’Müzakereler durur’, ’Tren kazası olur’ diyen yok.