Şükrü Küçükşahin

DİSK, Arınç, TMOBB KESK, Erdoğan, TTB

16 Nisan 2007
CUMHURİYET mitingini izleyen biri olarak, yüz binlerin itirazının, sadece Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasına değil, daha geniş bir çerçeveye oturduğunu düşünüyorum. İlk itiraz, dört buçuk yıldır halkın yüzde 25’nin desteğine rağmen, her fırsatta "Halk da halkın sesi de biziz" diyen AKP iktidarınaydı.

Dendi ki: "4.5 yıl geçti; ama bize güven veremediğiniz gibi bizi hiç temsil etmediniz; duyarlılığımızı anlayıp bizi kucaklamadınız."

Dendi ki: "4.5 yıldır muhalefet kanallarını kapattınız, medyayı köşeye sıkıştırmak için her şeyi yaptınız, küçük eleştirilere bile tahammül göstermezken demokratlık iddiasında bulundunuz. Bu büyük buluşmamız yaratmaya çalıştığınız teksesliliğe karşı patlamamızdır."

ERDOĞAN VE ARINÇ FAKTÖRÜ

"Halk ne derse o olur"
diyen Erdoğan’ın, Köşk’le ilgili kararının bu büyük mitingin ardından değişeceğini sanmıyorum.

O nedenle, bu kitlenin duyarlılığı konusunda hassas davranması da zor.

Çünkü bu duyarlılık, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin, Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’le ilgili, "Görüşleri Anayasa’nın, değiştirilmesi teklif dahi edilemez hükümleriyle bağdaşmayan Dinçer’in..." hükmünü verdiği gün gösterilebilirdi.

Ya da partisinin il kongrelerinde haremlik-selamlık oturma düzenini savunurken bundan büyük rahatsızlık duyacak kitlelerin olduğunu düşünebilirdi.

Öncesinde de mitingi eleştirmek yerine, "Demokratik hak" söylemini öne çıkarabilirdi.

Oysa, Erdoğan da taraflı, çok konuşkan TBMM Başkanı Bülent Arınç gibi katılımı azaltmaya çalışırken, tam aksi sonucu yaratmaktan öteye geçemedi.

Mitingdeki kitlenin Arınç’a da, "Bizi darbeci olmakla suçladın; ama senden daha demokrat olduğumuzu ortaya koyduk" itirazını yaptığını söylemeli.

Acaba Arınç da oturup, "Evet ya, 4.5 yıldır, bu mitinge katılanları da kucaklayan tek bir mesajım, açıklamam oldu mu?" diye düşünür mü?

SOLDA YENİ BİR DURUM VAR

Mitinge katılanların DİSK, KESK, TMMOB, Türk Tabipler Birliği gibi kendini solda gören örgütlere de ciddi itirazı olduğunu düşünüyorum.

Bu örgütlerin yurtseverlikle milliyetçiliğin; laiklikle demokrasinin iç içeliğini birbirine karıştırdığını düşünen bir sol kitle vardı Tandoğan’da.

O kitle, Hrant Dink’in cenazesini organize eden DİSK’le aynı safta olmayı isteyen, onunla dayanışanlardan oluşuyordu.

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, zaman zaman, PKK ile organik bağı görülen bazı kuruluşlarla aynı zeminlerde bir arada görünmekten çekinmediler.

Ama, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin başkanını gerekçe göstererek, kendi tabanlarının katılımı ile büyüyen tarihi bir zeminde yerlerini almadılar.

Çünkü, oradaki yüz binlerin ruh halini anlayamıyor/anlamazdan geliyorlar.

Yoksa, Erdoğan’ın tutumuna karşı çıkıp, Arınç’ın "Gidenler darbeci olur" sözüne inanmak yerine, "Oraya gidenler demokrasiyi savunur" diyebilirlerdi.

Bu örgütlerin, tutumlarını ilerde tabanlarına anlatmakta zorlanacakları gerçek; ama asıl sonuç solda yeni ayrılık görüntüsü yaratmış olmalarıdır.

Öte yandan; bu 4 örgüt, hiç istemedikleri halde, CHP’ye ise avantaj sağladılar; çünkü mitinge en büyük katkıyı CHP’nin verdiğini ortaya çıkardılar.
Yazının Devamını Oku

İsim, soyadı, imza yok, doğum yeri, tarihi ve cinsiyet var

12 Nisan 2007
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda izlediği yöntemin ilginçliği bir yana, dar çerçeveli olduğu gerçeğini, TBMM Başkanı Bülent Arınç bile gördü. Erdoğan ve AKP yönetimi her fırsatta, "Bu seçim TBMM'de olacak" dedi.

Bunu millet iradesinin yansıması olarak da nitelendiren Erdoğan, ne rastlantıdır ki seçimi konuşmadığı tek mekan olarak TBMM'yi bırakıyor.

Kendi partilileri ile konuşuyor, 200 bin vatandaşa anket yaptırıyor, sivil toplumla görüşüyor; ama uzlaşmanın aranması gereken asıl zemin olan TBMM'deki muhalefet partileriyle "Onlara kızgınım" diyerek görüşmüyor.

Arınç'ın dahi doğru bulmadığı bu yoldan Erdoğan mutlaka dönmeli.

Erdoğan, "Ama, onlar nasılsa benim adaylığıma 'hayır' diyecekler" diye düşünse bile bu görüşmeleri yapmasında demokratik yarar var.

BU NE GÜVENSİZLİK

Ancak, Başbakanlık Konutu'nda görüştüğü AKP'li vekillere, ince ince "Sakın bana 'hayır' demeyin" diyen Erdoğan'ın bu yöntemi uygulayacağını sanmam.

Bu yargıya, vekillerin doldurduğu anketteki ilginç bir noktadan varıyorum.

Anket formlarında isim, soyadı ve imza bölümleri yok.

Böylece anketi dolduranın kimliği belli olmuyor diye düşünülüyor.

Ancak, anketteki doğum yeri ve tarihi ile cinsiyet sorularına ne demeli?

En fazla 30 milletvekilinin katıldığı bir toplantıda sadece yaş bile anketi dolduranın kimliğini ortaya çıkarabilir.

Ve de AKP'de 11 kadın vekil olduğuna göre her toplantıda kaçı olabilir?

Bu soruları beş yıldır, "Beraber yürüdük biz bu yollarda" denilen vekillerine güvensizliğin işaretleri diye yorumlamak abartı olmasa gerek.

Aslında, milletvekilinin profilini ortaya çıkarmaya ne gerek var, anlamak mümkün değil; çünkü Erdoğan'ın adaylığına karşı çıkacak AKP'li yok ki.

O nedenle burada okunması gereken Erdoğan'ın ruh halidir.

Erdoğan, "hálá Köşk'ü ele geçirme psikolojisi içinde hareket ediyor" görüntüsü vermekten uzaklaşamıyor, muhalefetle de bu nedenle görüşmüyor.

DEMOKRATİK OLMAYAN KAZA OLMAZ

Önceki gece dönemin başbakanı Süleyman Demirel'in de bulunduğu bir seyirci topluluğu ile 12 Eylül'ün anlatıldığı Zincirbozan filmini seyrettim.

Bir darbe öncesinin koşullarını bize yeniden anımsatan filmi izlerken, Türkiye'de yeni bir darbeyi olası gören aklı evvellerin varlığına şaştım.

Erdoğan'ın adaylığı halinde bile böyle bir olasılık söz konusu değil.

Konuşulacak bir olasılık varsa o da şudur:

Erdoğan, konuyu sadece kendi kafasına hapsettiği sürece karşıtlarının da olasılıklara göre hazırlıklarını gizliden gizliye sürdürmesi normal.

Yalnız bu hazırlıkların hiçbiri, ama hiçbirinin demokrasi dışı bir yolu akla getirmeyeceğini görmek için sıradan Ankaralı olmak bile yeterli.

O nedenle Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olma olasılığı hálá en büyük seçenek.

Ama Erdoğan Köşk'e çıkmazsa, bunun nedeni; Erdoğan'ın isteksizliği değil, ortaya çıkacak ve tamamen demokratik bulunacak bir kaza olacaktır.

Şunun da altını çizeyim; bu bir bilgi değil, sadece bir olasılık.
Yazının Devamını Oku

DYP-Anavatan önce kardeş oluyor

9 Nisan 2007
CUMHURBAŞKANLIĞI seçimi tartışmaları arasında geçen hafta kamuoyunun gündeminde sıradan görülen bir buluşma gerçekleşti. DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar, Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Ömer Abuşoğlu’nun ölümü nedeniyle Erkan Mumcu’yu ziyaret etti.

Bir saat süren ziyaret bugüne kadarki en sıcak görüşme diye yorumlandı.

Bu buluşmada, çok ilginç konuşmalar yapılıp ilginç kararlar alındı.

Özellikle Ağar’da önemli yumuşama olduğunu gösteren bu kararların sonuçlarının çok hızlı gelişebileceği kanısındayım.

Peki ne konuşuldu, ne karar alındı?

ELEŞTİRİYE SON

Öncelikle bu buluşma da DYP Genel Başkan Yardımcısı Serdar Tosun’un ölümü nedeniyle Mumcu’nun Ağar’a yaptığı ziyaret gibi duygusal bir ortamda gerçekleşti.

Şu da görünüyor ki bu iki ölümle gelen iki buluşma, iki liderin birbirine oldukça yakınlaşmasını sağlayan zemini oluşturmuş.

Aynı kulvarda yarışıyor olmaktan kaynaklanan nedenlerle her iki partinin birbirlerine karşı zaman zaman yıpratıcı eleştiriler yaptığı bir gerçek.

Buluşmada ilk olarak bunun üzerinde duruldu ve "Buna son verme" mutabakatı sağlandı.

Bu önemli bir adım olarak görülmeli.

Ancak iki lider, bundan da öteye geçti.

Ağar, iki partinin klasik siyasi söylemin dışına çıkarak, kardeş olmasında yarar bulunduğunu söyledi.

Mumcu, "memnuniyetle" karşılayınca ortaya kardeş parti anlayışı da çıktı.

Buluşmada bütün bunlar uzun değerlendirmelere de neden olmadı.

Aslında güncel konular kısa zaman aldı; ama belirttiğim gibi aşağıda da devam edeceğim önemli sonuçlar doğurdu.

İKİLİ BULUŞMA

İki genel başkan, merkez sağdaki bütünleşme/birleşme taleplerinin toplumun beklentisini/merakını oluşturduğu; ancak konuyu ikisi dışında herkesin konuştuğu üzerinde de bir anlayış birliğine ulaştılar.

Gerçekten de asıl konuşması gereken iki lider, bu amaçla hiç bir araya gelmemişti.

Ama, bunun artık çok yakın olduğunu rahatlıkla söylemek olası.

Çünkü, iki lider de AKP’nin bir dönem daha iktidar olması halinde ortaya kabus senaryoları çıkacağı anlayışında.

Türkiye’nin kábus ortamına düşmemesi için ise ilk görevin kendilerinde olduğunu ifade eden Ağar ve Mumcu, toplumun merakını/beklentisini gidermeye çalışacaklar; ama bunun önünde bazı engeller de yok değil.

Yine de iki partideki koltuk sevdalıları gelişmeleri sabote etmezse, aşılmayacak bir sorun olmadığı görülüyor.

Bugünden itibaren iki partide karşılıklı adımlar atılabilir.

Örneğin DYP, cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde, genel seçimi de düşündüğünü göstermek için 28 Nisan’da Bursa’da büyük bir mitinge hazırlanıyor.

Anavatan, DYP’nin bu gövde gösterisine destek verirse ilginç olmaz mı?

Doğrusu; bana, olmayacak bir gelişme gibi görünmüyor.
Yazının Devamını Oku

Erdoğan, aile meclisine açıkladıysa

5 Nisan 2007
TÜRKİYE'de, 12 Eylül'den bu yana ilk kez bir hükümet, beşinci yaşında. Bunu AKP'nin, aslında Başbakan Tayyip Erdoğan'ın başarısı olarak görmeli.

Başarıları da iki temel noktada toplayabiliriz.

İlk başarı, erken seçime direnmektir.

İş dünyası, sivil toplum örgütleri ve medya, erken seçim talebinde bulunmak bir yana aksi tutum da sergileyince, TBMM'de sayısal gücü çok yetersiz muhalefetin eli kolu bağlı kaldı ve AKP'nin direnişi kırılamadı.

İkinci başarı ise devasa AKP Grubu'nda ciddi bir kopuş yaşanmamasıdır.

Bunda, muhalefetin parçalı yapısı ve "yeni seçimde de TBMM'de iki parti olacak" tezinin etkisi azımsanamaz; ama AKP'deki iç denge de önemli rol oynadı.

Bana sorarsanız bu iki başarının sırrı cumhurbaşkanlığı seçimidir.

GÜL FAKTÖRÜ

Başından beri savunduğum şöyle bir tezim var ve hálá aynı görüşteyim.

Erdoğan, erken seçime, kafasına cumhurbaşkanlığını koyduğu için gitmedi.

Çünkü, kendisini düşünmemiş olsaydı, dördüncü yılın sonunda seçime giderdi.

Seçimi alırsa, cumhurbaşkanlığına hiçbir itiraz olmayacağı gibi partisi de beş yıl daha iktidarda kalacağından, Köşk'te daha huzurlu otururdu.

Erdoğan, seçime gitmeyerek bir yandan cumhurbaşkanlığını garanti altına aldı, diğer yandan da partiden kopuşları önledi.

Kopuşları önlemede ise kendisinden çok Abdullah Gül'ün katkısı oldu.

Rahatsızları sakinleştirme görevi üstlenen Gül, hep şu havayı verdi:

"Sabredin; Erdoğan nasılsa Köşk'e çıkacak, ben sizinle devam edeceğim."

Bu politika sonuç verdiğinden, yakın zamanda da AKP'den kopuş beklenmesin.

Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası ise kopuş olsa bile pek anlamı olmayacak.

Çünkü, seçim sürecine girildiğinden milletvekilinin önemi azalacak.

ARTIK SEÇİMİN TARİHİ ÖNEMLİ

Gelinen noktada, Erdoğan'ın adaylığı dışındaki tüm seçenekleri gerçek bir sürpriz olarak gördüğümü belirtmeliyim.

O nedenle; şimdiye dek verdiği her bilgi doğru çıkan bir AKP'linin aktardığı, "Erdoğan ailesini toplayıp cumhurbaşkanı olma kararını açıkladı; onlardan dikkatli davranmalarını istedi" bilgisini de sürpriz bulmuyorum.

Türkiye, herkesi kucaklayıp yumuşama yaratma amacından çok kendi anlayışını Köşk'e taşıyacak bir cumhurbaşkanına hazır olmalı ve yeni bir olasılığı tartışmalı.

Erdoğan, Suriye yolunda seçimin 4 Kasım'da yapılacağını ne kadar söylemiş olsa da AKP çevrelerinde konuşulan şu senaryoya ne dersiniz?

Başbakan, adaylığının ardından en erken tarihte seçim kararını açıklar.

Böylece Türkiye, kendisinin cumhurbaşkanlığından çok seçimi tartışır.

Bir açıdan hiç de yabana atılır bir senaryo değil ve Erdoğan ile AKP, böylesi bir sürecin muhalefeti hazırlıksız yakalayacağı düşüncesine de sahip.

Seçimin yine de 4 Kasım'da yapılacağını düşünüyorum; ama tarih ileriye atıldıkça AKP'nin işi zorlaşır; dört partili TBMM olasılığı yükselir.

Bu olasılık ise Köşk'teki Erdoğan için "yalnızlaşma" sonucu verir.

Çünkü, DYP-AKP koalisyon olasılığını oldukça zayıf görenlerdenim.
Yazının Devamını Oku

Türk mermerinin Ermeni sorununa etkisi

2 Nisan 2007
"BARIŞ için sanayi" sloganı ile Filistin’deki Erez Sanayi Bölgesi’ni canlandırmayı amaçlayan Ankara Forumu, 5. toplantısını Washington’da yaptı. İsrail ve Filistin iş dünyasının temsilcilerinin de katıldığı toplantının hem Kongre Sarayı’nda yapılması hem de zamanlaması önemliydi.

TOBB’un öncülüğünde kurulan, başkanlığını Rifat Hisarcıklıoğlu’nun yaptığı Forum’un, Ermeni soykırım tasarısının tartışıldığı dönemde toplanmasına özellikle dikkat edildi.

Böylece ABD’ye, "Türkiye’yi düşünürken aklınıza sadece İncirlik gelmesin; Türkiye, bölgedeki sorunların çözümünde de etkin rol alıyor. Kaybedeceğiniz böyle bir müttefik olur" mesajı verilmek istendi.

Toplantı ile Ermenilere de "Yahudi lobisi yanımızda" anımsatması yapılmış olundu; ama mesajların yerine ulaşma olasılığında iyimser olunamaz.

İTALYAN MERMER MEĞER TÜRKİYE'DEN

Aynı günlerde yapılan Türk-Amerikan iş konseyi toplantıları bunu gösterdi.

Amerikalı işadamları ve karar vericileri, sorunun, Ermeni lobilerinin dışına taşmasından; açıkçası avukatlık firmalarının milyarlarca dolarlık tazminat çıkabileceği düşüncesi ile harekete geçmelerinden korkuyor.

Amerikalı işadamları bu noktada, daha çok ticaret ve karşılıklı yatırım yapılması, Türkiye’nin kendisini daha çok tanıtması üzerinde duruyor.

Bir Amerikalı işadamının, Hisarcıklıoğlu’na, "Türkiye’yi tanımıyoruz. İtalya’dan mermer alıyoruz, sonra öğreniyoruz ki mermer Türkiye’den" diyor.

İşadamları özellikle Avrasya’da ve kendi bölgesinde daha etkin bir Türkiye arzusundan da söz ederken, ekonomik ilişkilerde Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Ertuğrul Apakan’ın muhatabı olan ABD’li müsteşar yardımcısı Daniel Sullivan da aynı görüşleri dile getiriyor.

IMF’NİN MASRAFLARI

Hisarcıklıoğlu
da ABD'den dönüş yolunda, "Sadece kendi sorunlarımıza değil, dünyanın başka sorunlarını da dert edindiğimizi göstermeliyiz" dedi.

Kendi girişimlerini buna örnek gösteren Hisarcıklıoğlu, haziran ayında Afrika’nın, dolayısı ile dünyanın en yoksul 50 ülkesinin temsilcisinin, Dışişleri Bakanlığı girişimi ile İstanbul’da bir araya gelecek olmasını çok önemsiyor.

Türk ekonomisinin geldiği noktanın dışarıda etkili olduğunu, Türkiye’nin global ekonomiyle birlikte yürüdüğünün görüldüğünü de anlatan Hisarcıklıoğlu, "Bu da siyasetin ekonomi üzerindeki etkisinin azalmasının işareti olarak kabul ediliyor ve ekonomik olarak Türkiye’yi daha güvenilir kılıyor" değerlendirmesini yaptı.

Washington’a vardığımız ilk akşam, finans dünyasının uzmanlarının IMF-Türkiye ilişkilerini değerlendirdiği bir tartışmanın içinde bulduk kendimizi.

İlginçtir, IMF’nin masraflarının yüzde 60’ının Türkiye’ye verdiği borcun faizinden karşılandığını öğreniyoruz.

Dünyada artık IMF’ye öyle milyar dolarla borçlu ülke kalmamış.

Buna rağmen, Türk uzmanlar da Hisarcıklıoğlu gibi global ekonomiden kopmamanın önemine değinerek, "O nedenle IMF ile devam çok önemli" dediler.

Yine ilginçtir bunu, "İlişki koparsa siyasetçiler, uygulanan programı bozar" inancına dayandırıyorlar.

Anlaşılan, işin uzmanları, global ekonomiden kopuş halinde Ermeni sorununun daha fazla çıkmaza gireceği kanısında.
Yazının Devamını Oku

Ortada bir Arınç sorunu yok

29 Mart 2007
TBMM Başkanı Bülent Arınç, farklı tarzı; inişi, çıkışı olan bir siyasi. Parti gruplarının şenlik alanına dönmesine izin vermez; ama kendisinin katıldığı şenliklerin Meclis TV'den defalarca yayınlanmasına itiraz etmez.

Meclis TV'yi, Meclis çalışmasıyla ilgisiz alanlardaki etkinlikleri de dahil, neredeyse özel kanalı haline getiren, önceki başkanlarla kıyaslandığında siyasi alanda tarafsızlığını daha az koruyan bir TBMM Başkanı var karşımızda.

Önceki günden itibaren de Meclis TV, her fırsatta "467'nci Uluslararası Mesir Macunu Şenlikleri Coşkuyla Kutlandı" başlığı altında şenlik ve Arınç'ın şenlikteki etkinlikleri konusunda detaylı bilgiler aktarmaya başladı.

Şenliğin 468'incisini de Meclis TV'den bu kadar ayrıntılı izleyecek miyiz, bilemem; ama Arınç'ın mesir macunu ile anılan bir TBMM Başkanı olacağı kesin.

ASKER MESAFEYİ KORUYOR

Cumhurbaşkanlığı seçimi, Arınç üzerinden de sürdürülüyor.

Önce bir bilgi aktaralım.

Komutanların Arınç'a ziyaretini, cumhurbaşkanlığı için mesaj gibi gören bazı aklı evvel çıkmadı değil.

Onlar bunu hangi amaçla yaptı bilemem; ama Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın ağzından ziyaretin zamanlamasını aktarayım.

Org. Büyükanıt, aynı akşam Metin Serezli'nin "Kaçamak" oyununu izledi.

Tiyatroda Org. Büyükanıt'ın etrafını saran seyirciler, "Meclis ziyaretinizi cumhurbaşkanlığı seçimi ile bağlantılı görenler oldu" diyerek zamanlamayı sordu.

Org. Büyükanıt'ın yanıtı çok netti:

"Hiç alakası yok. Kendileri bizi, göreve başladıktan 3.5 ay sonra ziyaret etmişti. Biz de 3.5 ay sonra iadede bulunduk. Tam 3.5 ay sonrası bugüne rastladı."

Yani eğer ziyaretle ilgili bir yorum yapılacaksa, doğrusu; asker, Arınç ile mesafeyi korumaya devam ediyor, olmalı.

Zaten askerin ziyareti ile cumhurbaşkanı seçimi arasında bağ kurmak yanlış; çünkü Arınç'ın da defalarca söylediği gibi seçimi yapacak olan TBMM.

SEÇİLME ŞANSI YOK

Peki, TBMM'ye bakacak olursak Arınç'ın durumu ne?

Bir kere benim kanım, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın aday olacağı yönündedir; ama sürpriz olur da başka bir aday gösterilirse o zaman ne olur diye bakalım.

AKP'nin adayının Erdoğan dışında biri olması halinde Arınç'ın ortaya çıkacağı yorumlarını sık sık duyuyoruz.

Ben de iddia ediyorum; birincisi, böyle bir durumda dahi Arınç, aday olmaz.

İkincisi; aday olduğunu kabul edelim, seçilme ihtimali yüzde sıfırdır.

Çünkü, Arınç'a oy verecek AKP'li sayısı sanıldığının çok altında kalır.

Hatta; düşünelim ki Erdoğan'ın adayı Arınç olsun.

Arınç'ın bu durumda dahi AKP grubunda zorlanacağını, asıl o zaman sürpriz bir isimin yeni cumhurbaşkanı olabileceğini de iddia edebilirim.

O nedenle bence bu tartışma, Arınç'ın etrafından tamamen uzaklaştırılmalı.

Peki Arınç niye bu kadar konuşuyor, diyorsanız; bence tek hedefi, gelecek yılki mesir macunu şenliklerini de Meclis TV'den yayınlatmaktır.
Yazının Devamını Oku

Dışarıda daha çok iş daha az kár

26 Mart 2007
TÜRKİYE Müteahhitler Birliği Başkanı Erdal Eren, 1990’lı yıllarla kıyaslandığında, yurtdışı müteahhitlik sektöründe çarpıcı bir noktaya gelindiğini ortaya koydu. Eren, sohbetimizde, ülkeye, 90’lı yıllarda 2.3 milyar dolarlık yurtdışı taahhüt işi alınırken, 700 milyon dolar düzeyinde döviz girişi sağlandığını anlattı.

Geçen yıl itibarıyla ise yüklenilen iş miktarı beş kat artarak 12.7 milyar dolara çıkmış.

Ancak, bu devasa artışa karşın, ülkeye giren döviz aynı düzeyde kalmış.

Yani, kárlılıkta 90’lı yıllar mumla aranıyor.

İŞÇİ SAYISI DÜŞTÜ

Peki, Türk müteahhitlerinin yüklendiği işlerde çalışmak üzere yurtdışına gönderilen işçi sayısında durum nedir?

Burada da olumlu bir tablo ile karşılaşamıyoruz.

1990’larda yurtdışına çıkan işçi 750 bine ulaşırken, bugün 700 bin dahi yakalanamıyor.

İşçi sayısındaki azalmada, düşük kur kadar, hem Türkiye’de hem de işveren ülkede çalışma mevzuatında yapılan düzenlemeler etkili oluyor.

İşveren ülkeler, "Benim ülkemin vatandaşını çalıştıracaksın" diye kota koymaya başlamış.

Bu nedenle, Türk müteahhitlerinin yüklendiği işlerde çalışan Türk işçisi sayısı yüze 80’lerden yüzde 30’lara gerilemiş durumda.

İlaveten, Türk işçisinin maliyeti yükselirken, Uzakdoğu ve Orta Asya’dan gelen işçinin maliyetinde azalmalar olmuş.

Sonuçta, yurtdışına çıkabilecek işçi sayısı, alınan iş miktarındaki yükselişi düşündüğümüzde 4 milyona ulaşması olasıyken, bu şans korunamamış.

Şimdi, Türk müteahhitleri, daha çok kalifiye işçi veya kilit noktalarda iş yapan personel götürmekle yetinmek durumunda kalıyor.

İŞSİZLER SENDİKASI KURULSA

Erdal Eren,
işçi maliyetini azaltmak amacıyla Maliye Bakanlığı ile görüşmeler yaptıklarını; ama henüz sonuç alamadıklarını söyledi.

Bu noktada, müteahhitlerin duayenlerinden Ali Kantur’un, "Şu ülkede 4 milyondan fazla işsiz var. Ah bir işsizler sendikası kurulsa, iktidarların işi ne kadar zor olur" dediğini anımsatıyor.

"Geçmişteki en büyük avantajımız işçiydi; bu alanı Çin’e kaptırdık" diyen Eren, yabancı sermayenin bankacılık sektöründe giderek daha güçlü hale gelmesinin de kendilerini düşündürdüğünü aktardı.

Diğer ülke müteahhitleri ile rekabette finansman sağlama ve sağlanan finansmana uygulanan faiz yükünün önemli olduğunu vurgulayan Eren, "Bu alanda bizi Türk bankaları korur. O nedenle hiç değilse Ziraat Bankası ulusal kalmalı" dedi.

Eren, 90’lı yıllarda bazı ülkelerde mal alımı karşılığı iş üstlendiklerini de anımsatarak şu öneriyi yaptı:

"Bu yol kapandı; ama çok yararlı bir yöntemdi. Bugün de doğalgaz karşılığı İran ve Cezayir gibi ülkelerde iş yapabiliriz. Yapılan iş karşılığında paramızı da o ülkeye ödenecek doğalgaz bedelinden kendi devletimizden alabiliriz."
Yazının Devamını Oku

Çiçek mi, HSYK mı haklı?

22 Mart 2007
YARGI ile siyaset arasında, Hákimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) önceki günkü toplantısında gün yüzüne çıkan, yarınki buluşmada da sürmesi beklenen krizin dozu artıyor. Yargının içine düştüğü bu durumu, Almanya gezisi öncesinde Adalet Bakanı Cemil Çiçek ile konuştum; bugün tartışmaya o yandan bakışı aktaracağım.

Çiçek, kendini yargıya siyasi hiçbir müdahalede bulunmayan, aksine büyük katkı sağlayan bakan olarak görüyor; ama kendisine yönelik bombalı saldırıya yargı çevrelerinin tepkisiz kalmasına da içerlenmeyi sürdürüyor.

Yargıyı, üzerinden siyaseten prim yapılacak alan olarak görmediğini özellikle vurgulayan Çiçek, "Bunu yapmak, ülkeye en büyük kötülüktür" diyor.

HSYK SEÇİM YAPMASIN

Hükümetin yargıya baskı uyguladığı iddialarına hiç katılmayan Çiçek, kanıtını, "En fazla hükümet aleyhine karar çıkıyor" diyerek gösteriyor.

Hiçbir "babayiğidin" almaya cesaret edemeyeceği kararla 137 adliyeyi kapattıklarını anlatan Çiçek, İstinaf Mahkemeleri'nin kurulmasının büyük reform olduğunu belirterek HSYK'daki tartışmaya geliyor.

İstinaf Mahkemeleri ile birlikte Yargıtay'da üye sayısının 250’den 150'ye ineceğini anlatan Çiçek, "Hiçbir ülkede 250 üyeli Yargıtay yok" dedi.

Boş 23 üyelik için bu nedenle seçime gerek olmadığını anlatan Çiçek, bu tutumun Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilişkilendirilmesinden çok rahatsız.

Çiçek tepkisini, "Bu sene, ayrılma olmadıkça HSYK'ya yeni üye seçimi de yok ki Cumhurbaşkanlığı seçimiyle irtibatlandırılsın" diye de sürdürdü.

HSYK üyeleri mi, Çiçek mi haklı; karar sizin.

Bense bakan olarak Çiçek'in TCK'nın 301'inci maddesiyle ilgili son görüşünü aktarayım.

Madde üzerinde tartışmaya, "Ülkenin ayıbı" diye başlanmasını temel yanlış gören Çiçek, "Madde değişmez değil; ama önü arkası hesaplanmalı" diyor.

IRAK'TAKİ AHMAKÇA SAVAŞ

Hükümet sözcüsü olarak da konuştuğumuz ve Nevruz'un olaysız geçeceğinden o gün de ümitli olan Çiçek, şunları söyledi:

"Nevruz diye, insanlar birbirinin boğazına sarılacak, devletin malını tahrip edecek... Yani insan Allah'tan korkar. Türkiye, her zaman devlet olmanın gereğini yapar, yapacaktır. Bu coğrafyada yaşamak zor. Devletin kimseye pabuç bırakması da, kararsızlık göstermesi de olmaz."

Çiçek,
Irak konusunda da ilginç bir değerlendirmeyi yaptı:

"Her gün 50'den fazla insan ölüyor. Bunların hepsi Arap mı, Arap; hepsi Arapça konuşuyor mu, konuşuyor; yorum farklı olsa da hepsi Müslüman mı, Müslüman. Böylesine ahmakça bir savaşın devamı İslam adınaysa, İslam’a hiç faydası yok. İnsanlık adına yapılıyorsa, insanlık adına vahşettir. Neresinden bakarsanız bakın, kavga ettiklerinin ekmeğine yağ sürüyorlar."

Çiçek,
Türkiye'nin Irak’a bakışını ise şöyle özetledi:

"Irak'a ne emperyal düşünce ne de etnik kaygıyla bakıyoruz; güvenliğimiz için bakıyoruz. Orayla geriye dönük hukukumuz var. Onlar da Osmanlı'nın vatandaşları. O nedenle okyanus ötesinden gelen ülke gibi bakmıyoruz."

Saddam
zulmünden kaçanlarla ekmeğini bir tek Türkiye’nin paylaştığını da anımsatan Çiçek, "Anlı şanlı ülkeler ise beyanat ve akıl verdiler; ekmek vermediler. Kuzey Irak'taki liderler, bu tarihi gerçekleri unutmamak gibi bir sorumluluk altındalar" sözleriyle Talabani ve Barzani'ye mesaj gönderdi.
Yazının Devamını Oku